31 Temmuz 2013 Çarşamba

Emperyalistler için hazır kuvvet


 

 
Mevcut konjonktürde, terör örgütleri bütün İslam ülkeleri için tehdit oluşturuyor.
Bugün İslam ülkeleri hariç, geride kalan hiçbir ülkede terör faaliyeti görmek mümkün değil. Temennimiz terörün yeryüzünden silinmesi...
 
İslam ülkeleri dışında gerek ırkçılık ve gerekse din esaslı bir amaçla veya bunların dışında bir hedef benimseyerek faaliyet gösteren terör örgütü yok.

Nerede bir İslam ülkesi varsa yanı başında bir terör örgütü yuvalanmış.

Öncelikle İslam dini, hangi amaçla olursa olsun, hiçbir terörist hareketi kesinlikle kabul etmiyor. Vatanına milletine, devletine karşı ayaklanmayı reddediyor.

İslam dini masum insanları terörist saldırılar düzenleyerek öldürmeye müsaade etmiyor. Aynı zamanda gerek ulusal ve gerekse uluslararası olsun yasalar da bu tür eylemlere izin vermiyor.

Terörün ve terörist hareketin hiçbir gerekçesi yok. Tamamen bir cinayet şebekesi. Birkaç tane üst seviyedeki liderleri hariç, üyeleri de şu veya bu şekilde kandırılmış, ya da bu işlere yatkın kişilerden oluşuyor.

Son olarak ülkemizin Somali büyükelçiliğine düzenlenen El Şebab terör örgütünün yaptığı İslam ve insanlık dışı hareketin gerekçesi ise Türkiye’nin Somali’de İslam karıştı bir duruş sergilediği şeklinde. Haksız yere bir insan öldürmenin İslam dininde ne kadar büyük bir günah olduğunu sözde bu İslamcı örgüt bilmiyor mu? Bilmediğinden değil, İslamiyet’le ilgisi olmadığından ve samimiyetsizliğinden ileri geliyor.

Son terör olayında olduğu gibi bütün terör örgütlerinin savunma ve gerekçesi şecaat arz ederken sirkatini söylemek anlayışına dayanıyor…

Terör örgütlerinin konuşlandığı ve hedef aldığı ülkeler İslam ülkeleri, amaçları her bakımdan bu ülkeleri emperyalist güçler adına yıpratmak; bunda sınır tanımıyorlar güçlerinin yettiği yere kadar bu menfur eylemlerini sürdürüyorlar.

 
Fakat bir gerçek var ki hiçbir üretim kurumu, tesisi olmayan bu örgütler yıllar boyu nasıl ayakta kalıyor, kim bu örgütlerin finansman ve lojistik desteğini sağlıyor?

Bu da şu soruyu akla getiriyor, 'bunları destekleyenler acaba emperyalist güçler mi'?


Peki, yeryüzündeki terör örgütleri başta uluslararası nitelikte olanı El Kaide olmak üzere bütün terör örgütleri İslam ülkeleri için fiili ya da potansiyel tehdit oluşturuyor.

Bugün için bundan etkilenmediğini sanan bir kısım İslam ülkelerinin bu hususta hiçbir garantisi yok.

Şimdilik etkilenmeyenler ne zaman fincancı katırlarını ürkütmeye başlarlarsa, işte o zaman onlar içinde tehdit ve tehlike olmaya başlayacaktır.

Aslında bu örgütler bir bakıma kontrol edilemez güçlerdir. Şimdilik eylem planları içinde olmayan İslam dışı ülkeler için de tehdit oluşturabilecek bir karaktere sahip olduklarını unutmamak lazım!

Bunlar için ne manevi korku ve ne de yasal bir korku engeli yok. Yeri geldiğinde bütün değerler yok saymaktadırlar. Bu işin gerçek tarafı.

Fakat emperyalist güçler bu tehlikeyi fark ettikleri zaman üstesinden gelebilecekler veya bu işi kendi menfaatlerine çevirme maharetini göstereceklerdir.

Mevcut durumda İslam ülkeleri için fiili bir durum olan bu tehdidi aşmak iki şekilde olabilir.

Birincisi gerçek manada terörün karşısında olduğunu söylen güçlü bir Türkiye ile olur. Ancak bu biraz uzun zaman alacak çözüm şekli.

İkincisi ve en kısa zamanda sonuç alınacak yol ise bütün İslam ülkelerinin samimi bir şekilde her alanda işbirliği ve güç birliği yapmaları ile ve sorunun üzerine ciddi bir şekilde giderek olacak. Bu ise şimdilik zor görünen bir çözüm yolu…

Mursi’ye geçmiş olsun mu?



AB temsilcisi Catherine Ashton Mısır’da yönetimin darbecilerin eline geçmesinden sonra Mısır’ı ikinci kez ziyaretinde görevi elinden alınan Mursi ile bilinmeyen bir yerde görüşme yaptı. Gerektiğinde tekrar görüşeceği belirtiliyor.

Darbeye darbe diyemeyen, sessiz kalan Avrupa Birliği temsilcisinin görüşmesinin politik bir nedeninin olduğuna işaret ediyor. Yoksa Mursi’ye geçmiş olsun için gitmemiştir…  

Mısır’da darbe aniden olmadı, açık bir şekilde bir ön hazırlık sürecinden geçerek yapıldı.

Uluslararası toplum bu işin araka planını biliyordu, sonrasında buna darbe dememesinin nedeni ise Ortadoğu ülkelerinde demokrasiyi istemediklerinin açık bir göstergesi oluyor.

Gelişmelere bakıldığında uluslararası toplumun bu hususta bir darbe koalisyonu oluşturmuş olduğu ön plana çıkıyor.

Ashton’ın darbe sonrası devrik devlet başkanını ziyareti ise, planının darbe sonrası aşamasına geçildiğini gösteriyor.

Görüşmeyle ilgili bir açıklama yapılmazken, Ashton’un Mısır’a varışından önce söylediği ise “tam kapsamlı geçiş süreci”, Müslüman kardeşler dâhil bütün grupların sürece dâhil edilmesi görüşmenin dışa yansıyan bir kısmı…

Ziyaret öncesi ABD Dışişleri bakanı Kerry ile yaptığı telefon görüşmesinde Kerry’nin isteği ise, bu görüşme ile tansiyonun düşürülmesi, daha fazla şiddetin önlenmesi, politik bölünmeler arasında bağlantı kurulması, barışçıl ve kapsayıcı sürecin temelini atmaya yardımcı olması şeklinde.

 
Ashton açıklamasında AB’nin Mısır halkının kendi geleceğini belirlemesine yardımcı olmasını istediğini de söylüyor!

Mısır halkı kendi iradesi doğrultusunda tercihini yapmış demokratik yoldan seçimini yapmıştı.

AB niye demokratik sürecin devamına destek olmadı, niye açık bir şekilde darbeye karşı çıkmadı da şimdi Mısır halkının kendi geleceğini belirlemesinden bahsediyor…

Darbeye darbe diyemeyen Washington’un tavrı ise, darbeyi savunmanın ve çifte standardın bir başka şekli…

Darbeye maruz kalan ülkelerde en dikkat çeken hususlardan biri darbe ordularının ne yazık ki kendi ülkelerinin değil de başkalarının bekçiliğini yaptığı, bu hareketleriyle ister istemez başkalarının menfaatine hizmet etmekten başka bir anlamı olmadığı. Bu arada belli bir azınlığa menfaat sağlamak...

Darbelerin her halükarda mevcut olan mazlumlara, mağdurlara yenilerini eklediği,

emperyalist güçlerin hareket alanını genişletmesine yardımcı olmaktan başka bir amaç taşımadığı anlaşılıyor.

Mısır’a demokratik düzenin gelmesi, yönetime halkın iradesinin gelmesiydi, böylece bu ülkenin gerek iç ve gerekse dış politikalarında halk iradesi tecelli edecekti!

Bölge ülkeleri gerek ekonomik, ticari ve kalkınma açısından yeni bir ivme kazanacaktı, darbe süresince bu olmayacağı gibi her bakımdan daha da kötüye gidecektir.

Mısır’da, Suriye’de demokratik düzenler kuruluncaya kadar bu ülkeler her bakımdan çok daha kötüye gideceği gibi, biri hariç, bölge ülkeleri de bundan zarar görmüş olacaklar.

Fakat bu tutumları demokrasi yanlısı olarak görünen batılılar açısından kara bir leke olarak gelecekte hatırlanacak.

Bu kara lekeden kendilerini nasıl temizleyecekler, hata ve kusurlarına kılıf bulmada mahir olan bu sahte demokrasi savunucuları nasıl bir kılıf bulacaklar…

Bunu da zaman gösterecek…

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Sokak Mısır'ı kaosa sürüklüyor





Darbe karşıtı Mısırlılar ellerinden alınmış iradelerine saygı duyulmasını ve bu haklarını geri almak için haftalardır meydan ve caddeleri doldurarak gösteri yapıyorlar.

Ne yazık ki bir aya yakın bir süredir savundukları davalarında bir ilerleme olmadığı gibi yüzlerce kayıp verdiler. Kazançları kan ve gözyaşı!

Bunca katliama rağmen dünya bu antidemokratik harekete darbe demek istemiyor.

Başta ABD olmak üzere yapılan bu haksızlığa ve Mısır’ı göründüğü kadarıyla bir kan gölüne çevirecek eylemler karşısında kimsenin sesi çıkmıyor.

Çünkü sömürgeci, emperyalist güçlerin istediği budur, hiçbir İslam ülkesinde demokrasinin olmaması…

Sömürü düzenlerini ancak antidemokratik düzenlerde yürütebilecekleri için, onlardan olumlu yönde bir şey beklemek akrepten bal yapmasını beklemek kadar anlamsızdır.

Mısır halkının yapması gerek tek şey bir an evvel seçimlerin yapılmasını sağlamak.

Aksi takdirde bu protesto gösterileri giderek ülkeyi daha da zora sürükleyecektir.

Ülkeyi ikinci bir Suriye’ye çevirmemek için gerekli adımları atmaları gerekiyor.

Bunun da yolu diyalogdur.

Meseleyi görüşmelerle çözüm yolunu tercih etmeliler.

Darbeyi yapanların arkasındaki güçler geri adımın atılmasını istemezler.

Ne ABD’den, ne Avrupa Birliği ve ne de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinden bunlara fayda gelmez. Bu güçler çözüm isteselerdi Suriye’yi çözüme kavuştururlardı, Filistin’i kavuştururlardı…

Darbe karşıtı Mısırlılar ellerine geçen fırsatı kaçırmış oldular.

Emperyalist güçler bırakın Mısır’ı, ne kadar İslam ülkesi varsa hepsini sokağa dökmek ister, onlara göre boyun eğmeyen İslam ülkeleri için en uygun ortam istikrarsızlıktır, onlarla en iyi mücadele bu insanları birbirine düşürmektir.

Sokağa dökülen bir ülkede hiçbir üretim yapılamaz, böylece ekonomi kendiliğinden hızlı bir şekilde çöküşe gider.

Böyle giderse çökme noktasına gelmiş ekonomi iyice kötüye gidecektir. Mısır halkı iyice fakirleşip perişan olacaktır.

Tunus’u, Libya’yı ve diğer İslam ülkelerini de bu ortama çekerlerse ki bunun için uğraşıyorlar İslam dünyası iyice kaosa sürüklenmiş olur.

Bu katliam karşısında ne Avrupa Birliğinden ve ne de diğerlerinden ciddi ve samimi bir kınama gelmez. Daha doğrusu sonuç getirecek bir kınama gelmez, yapılanlar da laftan öteye geçmez. Eğer bunlar samimi isler Güvenlik Konseyini toplasınlar darbe yönetimine ne yapması gerektiğini söylesinler, Uluslar arası Ceza Mahkemesine suç duyurusunda bulunsunlar.
Ellerinde her türlü imkân ve güç var, Mısır’da Suriye’de yaşanan katliamları durdurmak ellerinde ama gönülleri istemedikten sonra kınamalar sadece laftan öteye geçmez. Emperyalist güçler para karşılığında Mısır ordusunu satın alarak Mısırlıları ve onların hür iradelerini katlettiriyor. Darbe yapan bir ordu da kendi milletinin değil başkalarının koruyucusu, maşasıdır! Sokak Mısır'ı kaosa sürüklüyor, Mısırlıların hedeflerine sokakla ulaşmaları zor görünüyor. Mücadelelerine bu şekilde devam etmeleri her bakımdan kendi aleyhlerine işlemiş olacak gibi görünüyor. Daha fazla kan dökülmeden seçimlerin en kısa zamanda yapılması için başka yolları denemeleri daha iyi olacak. 

26 Temmuz 2013 Cuma

İnsani yardım kuruluşlarına yeni misyon




Ancak dünyanın dört tarafında yapılan bu hizmetlerin sadece balık ikram etme anlayışında kalmayıp, bu insanlara aynı zamanda balık tutma ortamının sağlanmasını gerektiriyor.

Bu da bu yardım kuruluşlarının birer sivil toplum kuruluşu olarak hizmetlerine yeni bir boyut kazandırmaları ile olabilir.

Yapılan insani yardımlar, tabii afetlerin olduğu ülke ve bölgeler hariç tutarsak, özellikle bazı ülkelerde yaşanan terör, iç çatışma ve savaşlar neticesinde mağdur olan insanların en temel ihtiyaçlarını karşılamak gibi hayati bir ihtiyacı karşılıyor.

Terörden iç çatışma ve savaşlardan tükenme noktasına gelmiş bu ülkeler için birer barış süreci veya çözüm süreci türünden bir hizmetin başlatılması bu ülkelerin acil ihtiyacı.

Bu da taraflar arasında bir diyalog yolu açılarak yapılabilir.

Özellikle çatışmaların yaşandığı İslam ülkelerinin çoğunda değişik isimler altında faaliyet gösteren yasa dışı öğütler var.

Bu örgütler sözde meşru ya da gayrı meşru olan hedeflerine çatışmalarla ulaşmak istiyorlar. Ve bu uzun yıllardır devam ediyor.

Ne var ki bu yolla amaçlarına ulaşmaları mümkün görünmüyor. Çünkü senaryo bu şekilde yazılmış…

Bu durum bu ülkelerin her alanda kayba uğramasına yol açıyor; başta insan olmak üzere; gelişme, kalkınma benzeri alanlarda kayıplar meydana geliyor.

Büyük ölçüde göçlere yol açıyor.

Bu göçlerin birçoğu ölümle nihayet buluyor.

İnsanlar çeşitli şekilde kandırılarak sonu belli olmayan bir amaç uğruna heba ediliyor.

Dünya çapında büyük bir insanlık dramı yaşanıyorken emperyalist güçler bunlara yenilerini ekleme peşinde…

Bugün İslam ülkelerinin çoğunda birer ayrılıkçı terör örgütü bulunuyor. Bu bir tesadüf mü?

Özellikle Afganistan ve Pakistan’da Taliban denilen örgüt açıkça ülkesine değil de tamamen başkalarına hizmet ediyor. Terör örgütleri ülkede yıllardır zor kullanarak sözde tasarladıkları şekilde ülkede bir yönetim kurmak istiyor.

Demokratik dünya düzeninde bunu silahlı çatışmalarla yapması da mümkün değil. Ona verilen görev kendi alanında başarıya ulaşmak değil, ülkesini sürekli kaos ortamında tutarak ülkeyi her geçen gün her bakımdan geriye götürmek. Neticesinde kan ve gözyaşı ve yozlaşmış, kendi değerlerinden kopmuş başkalarına hizmet eder bir hale getirmek.

Bunun arkasındaki güçler bunu çok iyi biliyor ve bu zulüm düzeninin sürmesini istiyor.

Irak’ta ABD işgalinin arkasından getirilen düzen ise tamamen bir kargaşa ve terör düzeni, günlük patlamalarla onlarca kişi hayatını yitiriyor. Irak yönetimin yetersizliği kısa dünya görüşü bu olaylara ortam hazırlıyor. Hizbullah, Taliban ve El kaide denilen örgütlerin ve yine Afrika’da bazı Müslüman ülkelerde bulunan ayrılıkçı terör örgütlerinin hepsinin İslam ülkelerinde faaliyet göstermelerine tesadüf demek mümkün değil.

Bu örgütlerin asıl amacı İslam ülkelerini kan ve gözyaşına boğmak. Parçalamak ve her bakımdan zayıflatmaktan başka bir amaç taşımıyor.

Suriye yönetimi, bizzat devletin arkasına aldığı uluslararası toplumun desteği ile üç yıldır ülkesine, milletine belki de dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir zulüm uyguluyor.

Bu yetmiyormuş gibi Mısır’da demokratik yolla seçilmiş olan bir devlet başkanı askeri darbe ile devrilerek yeni bir kaotik İslam ülkesi daha oluşturuldu.

Kendini dünyaya her bakımdan insancıl olduğunu ve insani değerlere, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne sahip çıktığını lanse eden uluslararası toplum maalesef bu hususta ne kadar samimiyetsiz olduğunu defalarca göstermiştir.

İslam âleminin içinde bulunduğu bu acı tablo karşısında kangren olmuş sorunların çözümünde sadece temel ihtiyaçlar konusunda insani yardımla kalıcı çözüme ulaşmak mümkün olmadığı gibi aynı zamanda sürdürülebilir de değil.

İnsani yardım kuruluşları bugüne kadar yapmış oldukları maddi ve gıda yardımının yanında acaba insanlık adına diyalog yolunu ve sivil toplum kuruluşlarının destek ve gücünü de yanına alarak bir çözüm süreci başlatabilirler mi sorusu akla geliyor.

Bu konuda bizzat BM gibi uluslararası kuruluşların yapamadığı bir görevi sivil tolum kuruluşlarının yapması biraz zor olabilir, fakat birer arabulucu görevi üstlenerek taraflar arasında barış görüşmelerini başlatabilirler.

Çünkü BM’nin bu sorunları hal yolunu açacak adil ve samimi bir yapılanması yok.

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Mısır darbeye nasıl hazırlandı?



 

Darbe öncesinde tahrir meydanından canlı yayını kesmeyen BBC ve diğer uluslararası medya, hedefe ulaşıldıktan sonra elini eteğini çekti. Darbe öncesi yaptığı coşkulu yayınını şimdi muhaliflerin toplandığı Adeviyye meydanına göstermiyor.

Darbeden önce sürekli olarak eylemcilerin görüşlerini alan BBC, onların haklı olduklarını dünyaya duyuran BBC'den aynı çabayı muhalifler için yapması gerekirdi.

Uluslararası medya üstlendiği misyonu çok iyi yerine getirdi.

Ve meydandan zaferle ayrıldı.

Mısır’da seçilmiş bir kişiye karşı darbe planı anlaşıldığı kadarıyla seçimden hemen sonra başlamıştı.

Bunda da küçük bir azınlığın ve muhalefetin önemli rolü oldu.

Bu kesim özellikle dış güçlerin desteğiyle sürekli olarak yıkıcı bir muhalefet yaptılar.

Arkalarına aldıkları ordu ve uluslararası medya ile darbeyi sürekli gündemde tuttular.

Uluslararası medyan ise bu işte aktif rol aldı.

Söz konusu süreçte uluslararası medya pireyi deve yapma cinsinden yayınlar yaptı.

Dış dünyaya Mısır’da bir şeylerin iyi gitmediği mesajını yaydılar bir yıl boyunca.

Başlangıçta cılız olan muhalif güçlerin sesi son aylarda süreklilik kazandı ve ilk günlere göre daha fazla gür çıkmaya başladı.

BBC sürekli muhalif olan göstericilerle canlı yayın yaparak görüşlerini aldı. Bir bakıma onları haklı olarak dünyaya tanıttı.

Mısır halkı da kendilerine gösterilen bu ilginin oyununa geldi, bir zafer kazanacağını sanmıştı aslında bir tuzaktı!

Birileri bu ülkede bir zafer kazanmıştı, fakat o zafer Mısırlıların değildi!

Bu zafer üç beş azınlığın yanında dış güçlerin, istikrarsızlıktan kazanç sağlayanlarındı.

Asıl zaferi kazanan başkaları oldu.

Mısır halkı ise muhalefetiyle ve darbeyi destekleyenlerle istikrarsızlığa ve kaosa itildi.

Darbenin haklı bir tarafı olsaydı bugün Mısır darbe öncesinden daha iyi olurdu. Maalesef daha kötüye gidiyor.

Darbenin ilk gününden itibaren muhalif gruplar meydanlardan çekilmiyor.

Dahası Mısır’da bir iç savaşın endişeleri var. Muhalif grupların üzerine ateş edilerek ölümler meydana geliyor...

İlk günlerde ordu namaz kılanların üzerine ateş açarak onlarca darbe muhalifinin ölümüne neden olmuştu.

Fakat Suriye’deki gibi ordunun halkı üzerine ateş açarak öldürmesi uluslararası toplum nezdinde hoş karşılanmayacağı ve darbe destekçilerinin itibarı ve misyonları dünya kamuoyunda zedeleneceğinden dolayı, son günlerde ‘Baltacı’ diye darbe yanlısı bir çete tarafından bu iş yapılıyor.

Acaba ordu bu görevi bu silahlı gruba mı verdi şüpheleri kafalarda oluşuyor.

Böylece ordu kendini temize çıkarmış olurken, muhalifleri yıldırma ve korkutma görevi çete maharetiyle yapılmış olacak…

Medyada zaman zaman çıkan bilgilere baktığımızda, darbe mağduru seçilmiş devlet başkanı Mursi’nin istenen akıbete uğraması için önceden bütün oyunlar planlananmış. Mursi’nin üzerinde durduğu zeminin altı boşaltılmış.

Buna Tahrir meydanında sürekli yapılan muhaliflerin gösterileri ve uluslararası medya maharetiyle sürekli yapılan canlı bağlantılar Mısır’da işlerin çok kötü gittiğinin mesajı bütün dünyaya verildi.

Böylece haksız ve hukuksuz darbeye zemin hazırlanmış oldu.

Devlet başkanı Mursi bir bakıma eli ayağı bağlanarak icraat yapamayacak hale getirilmiş oldu.

Meşru olmayan darbeye bir anlamda meşru zemin hazırlandı.

Mursi’ye yapılmayan mali yardımlar, şimdi ise darbe şakşakçıları milyarları darbe yönetimine aktarıyor.

Şu anda gerek BBC ve gerekse diğer uluslararası medya kuruluşları darbe öncesi muhaliflerin yanında yer aldığı gibi basın ahlak kurallarının gereği olarak şimdi de darbe karşıtı olanların yanında yer alsa ve bunu sürekli gündemde tutsa Mısır ordusu geri adım atmak zorunda kalacak ve Mursi’ye görevini iade edecektir.

Fakat zahirde demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, millet iradesine saygılı olmakla görünen gerek uluslararası medya ve gerekse uluslararası toplumun aslında bu değerlere olan bağlılıklarının açık bir sahtekârlıktan başka bir şey olmadığını ispatlıyorlar.

Darbe mağdurlarını başarıya götürecek yol uluslararası medya desteğini almaları ile olacak, Mısır halkına darbe öncesi göstermiş oldukları ilgi insani bir görev idi ise şimdi de muhaliflere göstermeler gerekir.
 
 

 

23 Temmuz 2013 Salı

Derin güçlerin bitmez hinlikleri

 

 

Derin güçlerin ülkemiz üzerindeki hain planları hiç bitmez.

Biri bitmeye yüz tuttu mu, bir diğeri hemen devreye girebilecek şekilde hazırda beklemektedir.

Yani hain güçlerin hile ve desise planları sadece A, B, C’den ibaret değil, alfabenin 29 harfini kapsayacak kadar çok.

Biri gündemden düştü mü veya geçerliliğini yitirdi mi, hemen bir diğeri devreye girmektedir… Bu hain planlar dönüşümlü olarak çalışacak şekilde organize edilmiştir.

Ülkemiz kendi hür iradesi ile hareket eden bir karaktere sahiptir, tabii bu iradeye bazı güçler tarafından el konulduğu dönemleri hariç tutarsak…

İşte bu millet iradesini hiçe sayan güçler hep tetikte bekliyor, bu durum da buna karşı bir tavır alınmasını sürekli kılıyor.

Bu neden böyle! Ülkemizin kendine has özellikleri var.

İmparatorluk bakiyesi olması nedeniyle dikkatleri hep üzerine çekiyor.

Ülkemiz sahip olduğu tarihi değerleri, coğrafi konumu ve asırlara dayanan devlet tecrübesi ile çoğu ülkelerden farklı bir özelliğe sahip...

 
Bunlardan biri öncelikle bir İslam ülkesi olması ve imparatorluk döneminde asırlarca hilafet makamında bulunması ile İslam âlemine bu süre zarfında huzur ve güven sağlamış olması...

Bunun açık delili ise, geride bıraktığımız bir asırlık dönemi önceki asırlarla mukayese yaptığımızda açık bir şekilde görmek mümkün…

Ülkemiz özellikle son on yılda her hususta birtakım iç ve dış engellemelere rağmen önemli gelişmeler kaydetmiş, bunu da sürdürülebilir hale getirmiş olması bazılarını endişelendiriyor. Bu endişenin yersiz olduğunu belirtmekte de fayda var...

İşgalci ve emperyalist güçleri korkutan bir diğer neden ise, sömürgeci güçlerin ülkemizin dışında kalan İslam ülkelerini kontrol altına almaları kolay olurken, bunun bizim ülkemiz için o kadar kolay olmaması ve aynı zamanda söz konusu kontrolün ülkemize geçme endişesi...

Bir başka önemli husus ise İsrail gibi yayılmacı ve işgalci bir devletin bu coğrafyada yer alması. İsrail sahip olduğu küresel güç sayesinde her isteğini uluslararası ortamda kabul ettirebiliyor…

Bunun dışında ülkemizde aynı dini, aynı kültürü ve aynı dili asırlardır paylaşmasına rağmen ve bu değerler bir milleti ayakta tutan bağlayıcı unsurlar olmasına rağmen, bu kuvvetli bağları ırkçılık, fitne ve fesatla çözme yoluna giden derin ve hain güçlerin tetikte beklemeleri...

Farklılık olarak düşünülen unsurlar sadece ülkemize has değil. Bundan çok daha ayrımcı ve ayrışmaya meyilli özelliklere sahip olan ülke ise özellikle Amerika. Bu ülkede 72 millet olmasına rağmen kimsenin aklına ayrılıkçı unsurları harekete geçirmek gelmiyor. Gelse bile bunu çalıştırmak mümkün değildir. Bu da bu insanların ekmeğini yediği, suyunu içtiği ülkelerine hıyanet edecek bir vefasızlık örneği göstermemektedirler.
Fırsatçılar tarafından etnik ve sekter unsurların kolayca işlenerek aleyhimize kışkırtılması ancak ve ancak şark zihniyetinde var. Bu da herhalde esası bırakıp, küçük ve faydası olmayan ayrıntılara takılmaktan ileri geliyor.

İçerdeki ve dışardaki menfaat çevreleri bu özellikleri iyi biliyor ve bu yapıyı çabukça o ülkenin aleyhine olacak şekilde harekete geçirebiliyorlar...

Buna bir de komşu ülkelerde sürekli olarak yaşanan istikrarsızlığı eklersek ülkemizin içinde bulunduğu hassas yapı daha da iyi anlaşılıyor.

Bazı hususları ve safiyene görünen istek ve talepler umulmadık ve beklenmedik ölçüde sonuçlara ortam hazırlıyor.  

Bu şartları bünyesinde barındıran ülkemiz rehaveti kabul etmiyor…

21 Temmuz 2013 Pazar

Mazlumların sesi Türkiye


 

 
Ülkemizde on yılı aşkın bir süredir bu milletin teveccühünü kazanmış, her geçen dönem oylarını artırarak seçimleri net ve açık arayla kazanmış bir yönetim var.

İktidara geldiği ilk günden itibaren gördüğümüz, yaşadıklarımıza baktığımızda ve bir mukayese yaptığımızda, bu ülkeye ve bu ülke insanlarına hizmeti önemli bir görev saymış.

Zaten hayata geçen yatırımlara, makro ekonomik göstergelere baktığımızda bunu açık ve net bir şekilde görüyoruz.

Hizmet ve kalkınma anlayış içinde hizmetlerini sürdüren Ak Parti hükümetleri, sadece ülkemizin insanları için değil; nerede bir mazlum, garip, unutulmuş kendi haline terk edilmiş varsa onların sesi, onların yardımcısı olmuş…

BM’nin Küresel İnsani Yardım Raporuna göre, Türkiye uluslararası yardımda bulunan ülkeler listesinde dördüncü sırada yer aldı.

Bu değerlendirme ülkeler bazında yapıldığında ise Türkiye uluslar arası yardımda üçüncü sırada yer alıyor.

Bu olumlu gelişme Türkiye’nin kişi başına ortalama gelir durumuyla orantılı olarak değerlendirme yapılırsa, Türkiye herhalde yardımseverlikte söz konusu listede birinciliğe yükselir.    

Bu durum Türk insanının yardımseverlik duygusunun, barışseverliğinin ne kadar yüksek olduğunun açık bir göstergesi oluyor.

Bizden daha yüksek milli gelire sahip ülkeleri geride bırakarak yardımseverlikte ne kadar duyarlı ve hassas olduğunun açık bir delilidir bu durum.

Ülkemiz adına memnuniyet verici bir gelişme.

Özellikle petrol geliri yüksek olan ülkelerin, kişi başına yıllık gelirleri olan 50 bin, 80-100 bin dolar civarında olan ülkelerle kıyas yapıldığında bu husustaki fark ve fedakarlığın daha bariz bir şekilde meydana çıktığını görüyoruz.

Bu güzel hasletin artarak devam etmesini niyaz ediyoruz…

Mazlumların sesi olmak, onların maruz kaldığı her türlü insanlık dışı durumu seslendirmeyi bir görev bilmek; bu hasletlerin bir insanlık borcu olduğunu ve bu husustaki şuur ve farkındalığın ülkemizde artışına yine bu dönemde şahit oluyoruz.

Fakat bu durum sahte insan hakları savunucularını rahatsız ediyor. Bu önemli konuda ne kadar samimiyetsiz olduklarını bir kez daha anlıyoruz.

Bu noktada şu anlaşılıyor ki; sahta insan hakları savunucuları, ifade özgürlüğü savunucuları, sahte demokrasi ve hukukun üstünlüğü savunucuları bu değerleri sadece işlerine geldiği zaman bir kalkan olarak kullanıyorlar.

Mazlumların, gariplerin, şiddete maruz kalanların, fakirlerin, temel insan hakları ellerinden alınmışların yanında durmaya bu değerlerin sahte savunucuları tahammül edemiyorlar.

Çünkü bunlarda, o savundukları değerler "ancak ve ancak menfaatleri icabı kendilerine lazım olduğu zaman, ancak kendileri dile getireceklerdir" anlayışı hâkim.

Nasıl getirecekler? Hedef saptırarak bir tarafta vahşeti, kan gölüne dönmüş ülkeleri, insan kasaplarını görmezden gelecekler; öbür tarafta işine gelmeyen haksız ve kanunsuz bir gösteri olduğu ve bu durumun o ülkenin birliğine, bütünlüğüne, beraberliğine kalınmasına ve gelişmesine halel getireceğini bildikleri zaman bu hususta aslan kesilirler.

Kesilirler ki bu değerleri en üst dereceden istismar edip ve söz konusu ülkeye yine en üst seviyeden zarar versinler.

Bu sahta savunmalarını bunun için yaparlar.

Gayeleri, amaçları ve hedefleri her geçen gün bir İslam ülkesinde kargaşa çıkarmaktan başka bir şey değil. Hedefleri mevcut olanlara bir yenisini eklemek...

İzledikleri politikalarda hep bunu görüyoruz.

“Sen suspus ol, ben senin içişlerine karışayım, senin hem savcın ve hem de avukatın olayım, senin iradene karışayım, hem demokrasiyi savunup hem de başka milletlerin iradesi benim hâkimiyetimde olsun” çabası içindeler. İslam dünyasının hali vakti yerinde olanlar ise bunların suspus politikasına menfaatleri gereği boyun eğmeyi bir görev sayıyor herhalde… Fakat ne zamana kadar bu azınlık esaslı karşılıklı menfaat ilişkisi sürer; ne zaman menfaatleri karşılıksız kalırsa o zaman… O zaman da iş işten geçmiş olacak!

Haksızlıklar karşısında hak ve hukuk çerçevesinde sesini yükselten bir Türkiye var. Madem ifade özgürlüğü var, o zaman Türkiye de bu çerçevede ifade özgürlüğü hakkını kullanır.

Hani batı her fırsatta bu değeri savunuyor ya…

19 Temmuz 2013 Cuma

Batının isteği antidemokratik yönetim


 

 

Çağımızın en geçerli yönetim şeklini uygun bulan ve her fırsatta da savunuculuğunu yapan batı demokrasileri, maalesef bu rejim kalkınmasını istemedikleri ülkeler söz konusu olduğu zaman aynı samimiyeti göstermiyorlar.

Tek adam yönetimi menfaatleri icabı tercihleri olmuş.

Belli ülkelerde demokratik yönetimlerin serpilip, gelişip ve kökleşmemesi her zaman işlerine gelmiştir.

Birinci dünya savaşından günümüze kadar, geride bıraktığımız yüzyıl boyunca, komünizmle yönetilen ülkelerin dönemi hariç, demokratik yönetimler bütün ülkelerde benimsenip uygulama bulmuş. Fakat bu rejimi özellikle Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki İslam ülkeleri için layık görmemişler.

Batılı emperyalistler kurdukları sömürü düzenini sürdürülebilir kılmak için bu antidemokratik yapıyı kollamışlar.

Bir ülke halkının tercihlerini, iradelerini hep yok saymışlar.

Antidemokratik yapı içerdeki kalelerin ele geçirilmesi ve bunun altyapısının çeşitli bahanelerle oluşturulmasıyla beslenmiş.
Demokrasiye geçenleri de ayrımcılık unsurlarını canlı tutarak emellerine ulaşmışlar.

1950 yılında demokrasi ile yönetilmeye başlayan ülkemizde, demokrasi zaman zaman eften püften bahanelerle akamete uğratılmış. Aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen bu sâri hasatlıktan hala daha kurtulamayanların var olduğuna zaman zamanda açık ve seçik bir şekilde şahit oluyoruz.
Her ne kadar foyaları çok açık bir şekilde meydana çıksa da, 'yenilen pehlivan güreşe doymaz' misali bu alışkanlıklarını fırsat buldukça sürdürmeye çalışıyorlar.

Demokratik yollarla elde edemediklerini komplo teorileri üreterek amaçlarına ulaşmayı yeğliyorlar. Özellikle ülkemizde son on yılda demokrasinin kurum ve kurallarıyla yerleşip kalıcı olması yönünde önemli adımlar atılmış... 

Fakat ne yazık ki demokrasi tecrübesi çok az olan Mısır halkı karşı karşıya kaldığı hain oyunu anlayamadı.

Tecrübesizliği ve demokratik alt yapı yetersizliği Mısır’ı bu oyuna getirdi.

Demokratik kurumlarını tam oluşturamadan seçime giden ülke, bir yıllık aradan sonra tekrar antidemokratik yönetimin pençesine düştü.

Çok küçük bir azınlığın bu hain oyunun başını çektiği ve bunun farkında olmayan bazı guruplarda bu oyuna gelerek bir yıllık demokrasilerini katlettiler.

Demokrasi ile yönetilen ülkemiz Mısır’da yaşanan bu olumsuz gelişmeye haklı olarak tepki gösterdi.

Madem demokrasi ile yönetim günümüzün en iyi yönetim şekli, o zaman bunu savunmak gerekir.
Ayrıca ülkemizle Mısır arasında din, kültür, tarih, hatta akrabalık ilişkilerine ilaveten ekonomik ve ticari ilişkilerimiz var.

Ülkemizin bu antidemokratik olaya tepki göstermesi, Mısır’ın tekrar en kısa zamanda demokrasiye geçmesini istemesi gayet normal.

Demokratik bir rejimle yönetilen bir ülkenin bunu istemesinden daha tabii bir şey olamaz. Normal olmayan buna göz yumanların tavrıdır!

Bu temenniye aslında yerleşik demokratik rejimlere sahip olan batılı ülkelerin destek çıkması, kendilerinin ne kadar bu konuda samimi olduklarının da bir göstergesi olacak.

Madem darbe yanlısı olmadıklarını söylüyorlar, bunu ancak Mısır’da yapılan darbenin yanlış olduğunu bu hususta yapacakları açıklamalarla göstermeleri gerekir.

Yaptıkları hatayı bu şekilde telefi ederek, Mısır’da kurulan geçici yönetimi seçimlerin en kısa zamanda yapılması için teşvik etmeleri gerekir.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Uluslararası toplumun derin hesapları mı?


 

 

Uluslararası zorluklara, sıkıntılara çözüm bulmaktansa seyirci kalmayı ve kendi akışına bırakmayı artık bir prensip haline getirmiş Birleşmiş Milletler (BM) Suriye ile ilgili son durum hakkındaki raporu ise iç açıcı değil.

Suriye’nin parçalanma riski ve giderek kaosa sürüklendiği kanaatine varmış olduğunu açıklıyor.

BM yetkilileri Güvenlik Konseyine ve uluslararası topluma çağrıda bulunarak kan dökülmesine son verilmesi için bir araya gelmesi teklifinde bulunuyor.

Krizin sadece Suriye’de değil bölgesel sonuçları olduğu ve kalıcı ve kapsamlı bir uğraşı gerektirdiği vurgulanıyor.

Suriye’deki durumun yirmi yıl önce Ruanda’da yaşanan soykırım benzeri bir yapıya doğru yöneldiği, eğer politik bir çözüm bulunmazsa şiddettin bütün bölgeyi ateşleyeceğinden korkuluyor.

İç savaşın başladığı 2011 yılından buyana 100 bin kişi hayatını yitirdi, yaklaşık 2 milyon insan ülkesini terk etti ve 4 milyon kişi ise ülke içinde yerinden oldu. Bunlara ilaveten 6,8 milyon Suriyeli, yarısı çocuk olmak üzere acil yardım bekliyor.

İnsani yardımların bu insanlara ulaştırılmasında da hükümet güçlerinin engellemesinden dolayı sıkıntı var.

İnsani organizasyonlar bu yerlere ulaşamıyor.

BM insan hakları yetkilileri Suriye’de ciddi insan hakları ihlalleri, savaş suçları ve insanlık suçlarının bir kural haline geldiğini ifade ediyor.

Hükümet güçleri Suriye’de kendi halkının üzerine ayrım gözetmeksizin, orantısız bombalama ve hava bombardımanları, taktik balistik füzeler, misket bombaları ve termobarik bombalar, ki bunların tahribatının atom bombasına eşdeğer olduğu söyleniyor, yağdırıyor. Bu silahlar kullanıldığında yoğun nüfusu olan alanlarda yaygın zararlar ve kayıplara yol açıyor olduğunu BM yetkilileri söylüyor.

Suriye’de her türlü insani değerlerin ve uluslararası kural ve yasaların hiçe sayıldığı bir süreç yaşanıyor.

Açıklamalara göre her türlü silah kullanılıyor. Bu silahları Suriye yönetimine kimler sağlıyor?

Suriye’deki iç çatışmanın bu kadar uzamasının arkasında hangi hesaplar bulunuyor?

Uluslararası toplumun bu deneli kayıtsız kalışı hala Suriye üzerinde bir anlaşma sağlanamadığından mı ileri geliyor!

Uluslararası insani organizasyonlar bu konuda neden sessiz kalıp, gerekli tepkileri neden göstermiyorlar?

Çok sayıda bulunan bu insan hakları, çocuk hakları gibi kurumlar ciddi ve sürekli olarak konunun vahametini dile getirseler, BM Güvenlik Konseyi ve uluslararası toplum da bu hususta gerekli olumlu adımları atmak zorunda kalır.

Her türlü silah kullanıldığına göre, yine silah lobileri yeni yaptıkları silahları mı canlı olarak Suriyeliler üzerinde test ediyorlar…

Üç yıldır her türlü suçun işlendiği ki bunlara mevcut uluslararası kuruluşlar gerektiğinde ve işlerine geldiğinde karşı çıkıyorlar; hatta toplumsal gösterilere karşı güvenlik güçleri tarafından yapılan yasal ve haklı müdahaleleri tenkit etmesini bilen kurum ve kuruluşlar, bu insanlık vahşeti karşısında sessiz kalabiliyorlar.

Suriye çıkmazı üç soruyu akla getiriyor;

1-    Uluslararası toplum Suriye’deki vahşeti sonlandırmak için henüz bir mutabakata varamadı.

2-    Silah lobileri ve arkasındaki güçler birtakım silahları bu insanla üzerinde test ediyor olmaları çözümü geciktiriyor.

3-    Suriye’deki vahşetin ve kargaşanın devamı ve bütün bölgeye yayılmasını isteyen güçler çözüm için gerekli adımların atılmasına engel oluşturuyor!

Bunlara başka sebepler de eklenebilir…

Bu ihtimaller de uluslararası toplumun bölge üzerinde derin hesaplarının olduğu endişesini akla getiriyor!...

16 Temmuz 2013 Salı

TOMA




Hava sıcak yanıyoruz,                           Sokakları verin bize,                              Hiç baş örtülü olmasın,

Toma bizi ıslatsana.                              Dönelim azgın öküze,                            Onlar hava da almasın,

Suyun ile kanıyoruz,                             Gerek var mı fazla söze,                        Aman vatan durulmasın,

Toma bizi ıslatsana.                              Toma bizi ıslatsana.                               Toma bizi ıslatsana.      

 

Doldu tam on yıllık müddet,               Önce atarız yalanı,                                  Hanımlık beylik bize has,

Ordu da da yok hareket,                     Sonra yaparız talanı,                               Bu memleket bize miras,

Son haddinde bak hararet,                  Bak doldurduk tüm alanı,                     Tutuyoruz on yıldır yas,

Toma bizi ıslatsana.                              Toma bizi ıslatsana.                                Toma bizi ıslatsana.

                                

Uğrasın vatan zarara,                           Otobüsleri yakarız,                                  Çıksın diye iç çatışma,

Adımız çıksın kindara,                          Cam çerçeveyi yıkarız,                             Günlerdir yaptık atışma,

Tahammül hiç yok dindara,                 Keyifle izler bakarız,                                Boşa mı gitsin kalkışma,   

Toma bizi ıslatsana.                              Toma bizi ıslatsana.                                 Toma bizi ıslatsana.

 

Ağaç, hürriyet bahane,                        Polisi tahrik ederiz,                                  Sermaye bizim arkamız,

Esnaf batsa da bize ne,                       Her türlü küfrü ederiz,                             Dış basın dahi kankamız,

Sokak işgali şahane,                             Taş atarız tekmeleriz,                               Bozulsa da fiyakamız,

Toma bizi ıslatsana.                              Toma bizi ıslatsana.                                 Toma bizi ıslatsana.

 

Kanun nizam dinlemeyiz,                  Budur bizde tüm marifet,                

Kimseye huzur vermeyiz,                 Bu millete olduk illet,                         

İnsanlık nedir bilmeyiz,                      Yeni kurudu kıyafet,                           

Toma bizi ıslatsana.                             Toma bizi ıslatsana.                              

 

Bak basarız yaygarayı,                   

Deve yaparız pireyi,

Yeter uzattın süreyi,

Toma bizi ıslatsana.

 

Çok iyi niyet okuruz,                                      

Millete çorap dokuruz,

Az gelirse kudururuz,

Toma bizi ıslatsana.

 

Çok çaldık tencere tava,

Elde kaldı yalnız hava,

Millet gelmese de tava,

Toma bizi ıslatsana.

 

Gönül yaramız kanıyor,

Her gün maziyi anıyor,

Yahu içimiz yanıyor,

Toma bizi ıslatsana.

 

Memleketi alabora,

Edemedik düştük zora,

Ters tepse de son numara,

Toma bizi ıslatsana.

 

Akrepten hep zehir sızar,

Kimi yapar kimi bozar,

Daha dersek söz çok uzar,

Toma bizi ıslatsana.

                                                                       

Yazan:  Celaleddin KÜPELİ  15.07.2013 P.tesi