30 Ağustos 2013 Cuma

Rusya'nın canlı bombası

 

 

Geçen hafta işlenen toplu katliamın vahşet görüntülerinden sonra nihayet uluslar arası toplumda bir kıpırdanma meydana geldi, fakat şimdilik işlerlik kazanmadı.
BM Güvenlik konseyi son toplantısında da Suriye’ye saldırı konusunda bir anlaşmaya varamadı.
Kimyasal silah kullanmaları nedeniyle uluslararası normları ihlal eden ülkeler sorumlu tutulmalıdır...

İngiliz parlamentosunun Suriye’ye müdahaleyi reddetmesi neticesinde, ABD uluslararası koalisyon arayışında olacak, Suriye krizinde birlikte hareket etmek için, ABD savunma bakanının açıklamasına göre.

ABD Savunma Bakanı Hagel, BM gözlemcileri tarafından elde edilen bilgilerin geçen haftaki saldırıda kimyasal silah kullanıldığının teyit edildiğini söylüyor.

ABD kimyasal silah kullanıldığı kanaatine varmış, bu laboratuar değerlendirmelerinden sonra iyice netlik kazanacak.

Başkan Obama'nın vereceği kararda “ülkesinin yararına en iyi olanı” tercih edeceği söyleniyor.

Suriye’ye karşı yapılacak bir askeri hareket için BM’nin beş daimi üyesi yine anlaşamadı.

Zaten sıkıntı da bu beş daimi üyeden ileri geliyor.

Beş daimi üye dünya güvenliğini kendi çıkarları doğrultusunda yönettiği için buradan adil ve sağlıklı karar çıkması pek mümkün görünmüyor.

Bu yapı böyle devam ederse dünya güvenliği de sürekli tehlike içinde olacak.

Fransa’nın Mali’ye müdahalesi BM Güvenlik Konseyi ile sanki eş zamanlı olmuştu.

Güvenlik Konseyi demek ki istediği zaman çok çabuk kararlar alabiliyor.

Libya için de bu böyle olmuştu. Fakat Libya’da beklenen sonuç kendileri açısından çıkmadığı için Suriye’de çok daha temkinli duruyorlar.

Dünya barışından ve güvenliğinden sorumlu olan BM, artık açık ve net bir şekilde anlaşılıyor ki bu temel görevini yerine getirmekten çok aciz bir yapıya dönüşmüş.

Rusya, Çin ve İran’ın tutumu ise açıkça bir katili desteklemekten başka bir tavır değil.

Bir katili bu kadar desteklemek bu katliamlara suç ortaklığı oluşturmaktan başka bir anlama gelmiyor!

Her türlü hak ve hukuku çiğneyip ülkesine ve savunmasız insanlara karşı yapılan bir kitle katliamını desteklemek uluslararası kanuna göre de suç sayılması gerekir!

Halkının büyük bir çoğunluğu tarafından istenmeyen sözde bir ülke devlet başkanının zaten meşruluğu kalmamıştır, hele ki ülkesini yerle bir eden biri için bu sıfatı kullanmak nedenli geçerli olur?

Uluslararası toplum büyük çelişki ve yanılgılar içinde bir taraftan seçilmiş meşru bir devlet başkanını devrilmesine alkış tutuyor, diğer taraftan meşruiyeti kalmamış zalim bir lideri koruyor…

Rusya ise tehditler savurmaya devam ediyor, çünkü büyük silah yatırımı yaptı adeta bir ülke tiranını canlı bombaya çevirdi. Onun için tehditlerini açık açık söylemekten geri kalmıyor. Yani müdahale olursa, “ben bu canlı bombayı üzerinize salarım” tehdidinde bulunuyor.

Sözde insan hakları kuruluşlarından da bu insanlık dışı tavra karşı bir kınama yok…

Bunca yıkım, ölümden ve vahşetten sonra Rusya, Çin ve İran hala ülkesini yakıp yıkan ve kendi insanlarını öldüren bir tiranın yanında yer alıyor.

Onbinlerce insanın ölümüne neden olmuş, bir ülke yerle bir olmuş fakat BM Güvenlik Konseyinin iki üyesi hala bu acı gerçeği görme hassasiyetini gösterme duyarlılığından uzak duruyor.

Hala bu ülke üzerindeki hesaplarda bir anlaşma sağlanamadı görüntüsü veriliyor.

Demek ki hayatını yitiren onbinlere yenileri eklenecek.

Demek ki bu iki daimi üye ve bunların peşine takılan sözde İslam ülkesi İran’ın insana olan saygısı bu denli ayaklar altına alınmış.

Bu ülkeler de ulus-devlet eksenli bir yapı üzerine kurulmuş olacak ki insan hayatı bunlar için önem taşımıyor.

Bunun örneğini bu ülkelerin geçmişinde de görmek mümkün.

Bu kadar insan hayatını kaybetmiş, bir ülke yerle bir olmuş dünyanın umurunda değil, daha bir ülke tiranına bunlar toz kondurmuyor. Bu insanlık dramını kim yaptı?
Uzaylılar mı gelip bu cinayetleri işliyor?

İnsani değerlere saygıyı ikinci plana atan bu ülkelerin üyeliklerini alaşağı edecek bir uluslararası norm yok mu?

Bunlar hem tehdit savuruyor, hem de bir caninin yanında yer alarak caniliğine devam etmesi için her türlü desteği veriyor. Bu anlayışta olan üye devletler nasıl dünyanın güvenliğini sağlayacak?

Bunlara nasıl güven duyulacak?

Irak’ta bunca katliam, bu derece yıkım ve insanlık dramı yokken BM Güvenlik Konseyi saldırı kararı alırken, bu vahşet karşısında nasıl bu kadar duyarsız kalırlar...

Rusya, Çin ve İran’ın Suriye’de vahşetin sürmesine olan tutumları uluslararası medya tarafından gündemde tutulur ve bu vahşete açık bir destek verdikleri işlenirse dünya toplumlar da sürekli olarak bu ülkelerin elçiliklerine siyah çelenk bırakarak dünya kamuoyunun dikkatleri çekilirse, o zaman insani bir yaklaşım göstermek mecburiyetinde kalırlar.

Anlaşılan Suriye’de daha çok insan hayatını kaybetmeye devam edecek, yine çok sayıda insan ülkesinin terk etmek zorunda kalacak.

İnsan hayatına saygıyı ikinci planda tutan ülkeler de bu katliamlara ortak olmaya devam edecek!

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Vaheştin değil insanlığın yanında

 

 

İkibuçuk yıldır, yakın sınır komşumuz Suriye’de kelimelerin ifade edemeyeceği bir dram yaşanıyor. Bütün dünyanın gözü önünde bir vahşet zirveye ulaştı.

Geçen bu süre zarfında onbinlerce insan hayatını kaybetti, milyonlarca Suriyeli göçmen durumuna düştü. Evini, ülkesini terk etmek mecburiyetinde kaldı. Ya terk edecek ya da Suriye'nin zalim yönetiminin arkasına aldığı desteklerle üzerlerine bombaların ve kimyasal silahların boşalmasını bekleyeceklerdi.

Terk etme imkânı olmayanların maruz kaldıkları kimyasal silah neticesinde nasıl çırpına çırpına can verdiklerini bütün dünya canlı canlı seyretti.

Birleşmiş Milletlerin ve uluslararası toplumun bir oyalama taktiği ile geçen bu süre zarfında onbinlerce masum savunmasız Suriyeli hayatını yitirdi.

Bu vahşet günümüzün şeffaflaşan ve zenginleşen iletişim dünyasının gözü önünde belgelenmiş oldu.

En son yapılan katliam ise artık saklanacak veya eften püften bahanelerle kılıf bulunacak cinsten olmamasına rağmen, hala bu insanlık tarihinin en vahşi hadislerinden birine daha şüphe ile, acaba ile yaklaşılıyor.

Yüzlerce çocuğa yapılan vahşeti örtmek ve saklamak için bir bahane kalmadı artık. Birleşmiş Milletler Göçmen Bürosunun açıklamasına göre Suriye kayıp bir nesil problemi ile karşı karşıya bulunuyor.

Kalanlar ise onarılması güç izlerler taşıyor olacaklar ruhlarında ve bedenlerinde!

Son vahşet uluslararası toplumun önde gelenlerini harekete geçirmiş görünüyor.

Yapılan açıklamalara göre, artık bunca ölüm ve yıkımdan, son kullanılan kimyasal silahtan sonra liderler bu vahşete bir kılıf bulunamayacağı kanaatine varmış olacaklar ki yeni bir girişim başlatma kararı almışlar.

Suriye rejimi savunmasını başından beri inkâr ve yalan politikaları üzerine inşa ederek, demokratik hak ve irade talebinde bulunan Suriyeli muhaliflere karşı yaptığı vahşeti bu şekilde dünya kamuoyundan gizlemeye çalıştı.

Bir katile çeşitli bahanelerle göz yumuldu.

Savunmasız çocuklara ve her yaştan Suriye halkına karşı uyguladığı akıl almaz vahşet örneklerini kendisini maddi ve manevi olarak destekleyenlerin yardımı ile yapan Suriye yönetimi böylece katliamlarını yalnız başına değil, arkasına aldığı cinayet şebekelerinin desteği ile de uyguladı.

Zalimi destekleyenler, açıkça vahşetin yanında yer alarak bunu önleyecek müdahalelere de “Ortadoğu’da çok kötü şeyler olur” tehdidiyle karşı çıkmaktalar.

Madem öyle hiç değilse bu zalime başından beri niye destek olup yardım yapıyorsunuz. Madem çok kötü şeyler olacaksa bu vahşete işin başından beri destek olunacağına, konuya barışçıl bir tavırla yaklaşılamaz mıydı?

Suriye zalim liderine yapılan destek çekilirse hiçbir şey olmaz, barışın ortak paydasında bir araya gelinseydi onbinlerce masum insan hayatını yitirmez, milyonlarca çocuk, kadın ülkesini terk etmek mecburiyetinde kalmayacaktı. Vahşetin değil barışın ortak paydasında buluşulursa Ortadoğu'da inşallah bir şey olmaz…

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Küresel sorunlar BM'yi değişime zorluyor

 

 

Dünyanın düzeni, huzur ve güveni Birleşmiş Milletlere (BM) bağlı. Çünkü BM’nin kuruluş amacı bu...

Bunu yapmak için de elinde her türlü çözüm enstrümanı var.

Eğer bugün dünyanın birçok yerinde kan, gözyaşı, açlık, yoksulluk, hak ve adalet adına önemli eksiklik yaşanıyorsa, her İslam ülkesinde bir terör örgütü yuvalanmışsa bu mevcut dünya düzenin bir eseridir.

Bu emperyalist güçlerin eseridir.

Bu kandan, gözyaşından ve terörden beslenenlerin eseridir. Bu meşruiyetten değil, meşru olmayan yollara yeltenenlerin eseridir.

Dünyayı çözümsüzlükle idare etmeyi bir kural, bir anlayış haline getiren BM’nin amacından saptırılmış bugünkü yapısıdır.

Yeryüzünde barışı, huzur ve güvenliği, açlık ve yoksulluğu önlemek amacıyla kurulmuş BM artık bu görevlerini yerine getirememenin acizliği içine düşürülmüştür.

Sayın Başbakanımız zaman zaman dile getirdiği gibi, dünyanın temel sorunlarına çözüm bulunamamasının nedeni de, BM Güvenlik Konseyinin 5 daimi üyeye teslim edilmesidir.

Bünyesinde barındırdığı toplumsal sorunları çözmek için kurulmuş olan birimleriyle BM aslında saygın bir kuruluştur.

Eşrefi mahlûkat olarak yaratılmış olan dünyanın her ferdine onun bu özelliğinin korunup sürdürülmesi için kurulmuştur.

Fakat artık uyguladığı yanlışlıklar ya da dünyada yaşanan toplumsal sorunlara zamanında ve tam manasıyla kalıcı kararlar ve tedbirler alamadığı için, BM bu saygınlığını yitirmiştir.

Azınlığın menfaati BM’yi sahip olduğu fonksiyonlarını icra etmekten aciz duruma düşürmüştür.

Komünizmin ve diktatör rejimlerin yıkılıp yerine demokratik rejimlerin geçtiği günümüz küresel yönetim anlayışında, BM’nin yapısı bugünkü dünya düzenine ayak uyduramamakta ve nakıs kalmaktadır.

Eğer bugün yeryüzünde kan ve gözyaşı dinmiyor, bazı ülkelerde açlık ve sefalet bitmiyorsa, aslında bu toplumsal sorunları çözmek için kurulmuş BM’nin yönetimde yetersiz kalışından ileri geliyor. Aldığı kararlarda öncelik beş daimi üyenin menfaati neyi gerektiriyorsa o yönde karar almasından ileri geliyor.

Bu nedenle artık BM’nin beş daimi üyesi dünya toplumlarının sorunlarını çözmek yerine, kendi menfaatlerinin düşünmektedirler. Bu anlayış ise bu yapının değişmesi ve daha demokratik bir yapıya kavuşmasının zamanının geldiğine işaret etmektedir.

BM’nin artık demokratik bir yapıya kavuşması gerekiyor.

Dünyada barış ve huzurun sağlanması için bu değişim zorunlu hale gelmiştir.

Bu değişim yaklaşık 200 üyesi olan BM’nin daha adil, daha çabuk ve daha karalı ve kalıcı çözümler üretmesini sağlayacaktır.

Bu yeni düzen dünyayı beş daimi üyenin pençesinden kurtarmış olacaktır.

Demokratik bir yapıya geçmesiyle dünya açlıktan, yoksulluktan, terör ve savaşlardan aynı zamanda diktatörlerden kurtulmuş olacaktır.

Bu değişimde önderlik edecek ülke de Türkiye olabilir. Türkiye’yi destekleyecek olanlarda birçok İslam ülkesi ve bugüne kadar açlık, yoksulluk ve terörden acı çeken ülkeler olabilir.

Güvenlik Konseyinin hegemonyasına, antidemokratik yapısına son verilerek, alınacak kararlarda tüm üyelerin oyuna başvurularak, sorunların daha çabuk ve daha adil çözülmesi mevcut yapının daha demokratik bir yapıya kavuşturulmasına bağlıdır.

23 Ağustos 2013 Cuma

Suriye’de sözün bittiği yer



 

Kendilerini her bakımdan mükemmel sayan batılıların sahip çıktığı değerlerin bir kez daha bu hususta sahte oldukları açık ve net bir şekilde ortaya çıkmıştır.

İnsanlığın ortak olan değerlerine sahip çıkışları bir kez daha anlaşılmış ki ancak ve ancak kendi işlerine geldiği zaman, kendilerine yaradığı zaman bu sahiplenme söz konusu olmaktadır.

Son olaylarda bir kez daha bu değerlerin ne kadar ihlal edildiği Suriye ve Mısır’da yaşanan katliamlarla açık ve net bir şekilde belli olmuş.

Şiddet ve cinayet olayları günümüzün gelişmiş iletişim teknolojisi ile kayıt altına alınmıştır. Bu insanlık dışı olaylar gelecekte bunu organize eden ve uygulayanlar için bir yüz karası olarak gelecek nesillere gösterilecektir.

Bu insanlık dramı ve utanç sahnelerine ortam hazırlayanlar da bunu bizzat uygulayanlar kadar ve hatta onlardan daha çok sorumlu olmaktadırlar.

Emperyalist güçler sözde sahip çıktıkları insani değerlere konusundaki samimiyetsizliklerini son on yılda Irak’ta, son üç yılda Suriye’de ve bunlar yetmezmiş gibi henüz demokrasiye yeni kavuşmuş ülke olan Mısır’ı içten karıştırarak  göstermişlerdir. Filistin zaten kangren olmuş bir vakadır, yaklaşık 60 yıldır zulümle mücadele etmeye çalışıyor.

Bunlar sadece yakın coğrafyamızda yaşadıklarımız.

Emperyalist güçlerin bir de bölgemiz dışında kalan ülkelerdeki Müslümanlara yaptıkları zulümler var.

Bu zulümlerin bugüne kadar işlenmesinde önde gelen sebeplerden biri İslam ülkelerinin, özellikle petrol zengini İslam ülkelerinin batı hegemonyasında kalmaya olan hayranlıklarından ileri geliyor. Ayrıca tahtlarını korumak için batılı dostlarının mandasını tercih etmişlerdir...

İlk başladığı günden bugüne kadar Suriye’de yapılan katliamlara sadece demeçler vererek bir tür oyalama taktiği ile seyirci kalınmıştır.

Son katliamlarda Suriye’de insanlık ve hukuk dışı uygulamalarda sınır tanımazlık sonrasında yapılanlar sadece demeçlerle işi geçiştirmek olmuştur. 

Bunun manası bu katliamlara “sen işine devam et” demektir. Çünkü yaptığı katliamlar adamın yanına kar kalmıştır. BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon kimyasal silah kullanımının uluslararası hukuk ihlali olduğunu söylüyor.

Kimyasal silah kullanımı suç da, bu silahı verenler, destekleyenler hukuk ihlali işlemiyor mu?

Bunların suçu yok mu?

Ban Ki-moon aynı zamanda “insanlığa karşı böyle bir suç işleyenlerin ciddi sonuçları olmalıdır” diyor.

Suriye hükümeti bütün dünyanın gözüne baka baka, kimyasal silah kullanmadığını ifade ederek yalan söylerken, BM ise bu araştırma için hükümetin iznini istiyor. Muhalifler ise ülkede bulunan BM görevlilerinin konuyu bildiklerini söylüyor.

Bu açıklamalar ile BM ve Suriye yönetimi danışıklı döğüş örneği sergiliyorlar.

Buna artık ‘sözün bittiği yer’ denmesi gerekir ve başka yollarla müdahale edilmesini gerektirir. Bunu da yapacak BM ve uluslararası toplumdur, sayıları her geçen gün artan insan hakları ile ilgili kuruluşların bu darama son verilmesi için yapacakları açıklama ve destektir...

BM ayda ortalama 5 bin kişinin hayatını kaybettiğini söyleniyor Suriye’de, buna göre 150 bin kişi hayatını kaybetmiş ve milyonlarca insan sığınmacı konumuna düşmüş.

Artık yetkili kurum ve kişilerce söylenecek söz kalmamış, yapılması gereken bu katliamları önleyecek ciddi bir şekilde fiiliyata geçmektir...

22 Ağustos 2013 Perşembe

Bir cani açıkça kollanıyor


 

 
Aldatma sanatını, yanıltma sanatını, gerçekleri tersyüz etme sanatını bu denli kendine meslek edinenlerle baş etmek mümkün olur mu? Vakti gelince olur!

Üç senedir açıkça bir cani kollanıyor, savunuluyor.

Yaptığı vahşet karşısında bu caninin aleyhine tek bir kelime söyleyen yok.

İnsani değerlerin tersyüz edildiği bir dünyada yaşıyoruz!

Bunu yapanlar aslında kendilerini aldatıyorlar.

Hala BM Güvenlik Konseyi saldırıların açıklığa kavuşmasına ihtiyaç duyulduğunu söylüyor.

Bir günde binlerce insanı katleden bir caniyi suçlu göstereceği yerde, bunca vahşetten sonra hala delil bahanesini öne sürüyor.

Dünya kamuoyundan adeta dalga geçiliyor, her inanın ortak paydası olan insani değerler bu derece ayaklar altına alınır mı?

Suriye hükümeti yaptığı katliam iddialarını inkâr ediyor ve “mantıksız ve uydurama” olarak tanımlıyor.

Suriye’nin vahşet hükümeti üç senedir yaptığı katliamların hiçbirinden hesaba çekilmeyeceğini bildiği için aynı şekilde uluslararası toplumun yaptığı mugalata sanatını sergileyerek vahşetine devam edecektir.

Gerek Suriye yönetimi ve gerekse uluslararası toplum günümüzün gelişmiş çok sayıda iletişim teknolojisi ile anında dünya kamuoyuna ulaşan olaylar karşısında bu yanıltma sanatını göstermeye nasıl devam ediyor?

Peki, bugüne kadar milyonlarca insan ülkesini niye terk etti, onbinlerce insanı kim öldürdü, yerle bir olmuş bir ülkeyi bu hale kim getirdi? Bu gerçeklerin üzeri nasıl örtülür? bu acı gerçekleri görmezden gelmek güneşi balçıkla sıvamaya çalışmak olur.
Bu vahşet sahneleri dünya kamuoyundan nasıl gizlenir?

Gerek BM, bütün küresel insani kuruluşlar ve gerekse uluslararası toplum, tutum ve davranışlarıyla dünya kamuoyunu açıkça aldatıyor ve yanıltıyor.

Dünya kamuoyu aldatma ve hedef saptırmayı kendine sanat edinmiş bir konseye nasıl güvenecek.

Suriye’deki duruma benzer durum kendi başlarına geldiğinde canlarını ve haklarını bu anlayış ve yapıdaki güvenlik konseyi korur mu endişesini taşımaz mı?

Yapılan bunca vahşet ve katliamlara bahane ve kılıf bulmaya çalışan bir dünya düzeni güvenirliğini, ciddiyetini, samimiyetini yitirmiştir.

Bütün insani değerleri ayaklar altına alan bir dünya düzeni çökmeye mahkûmdur.

Görevini bütün insanlığı aldatarak aldatma sanatı ile yerine getirmeye çalışan bir yapı dünya kamuoyu önünde çökmeye ve yıkılmaya mecbur olmuştur.

Dünyanın gözü önünde yapılan bunca katliama rağmen BM hala anlamsız bahanelerle bir caniye sahip çıkmaya çalışıyor.

BM Güvenlik Konseyi açıkça vahşete kılıf bulmaya çalışıyor, araştırma için cani yönetimin müsaadesine başvuracağını ifade ediyor.

Bir canavara, "gel bakalım sen canavar mısın" diye sorulur mu?

Suriye yönetimi de kendisinin kollandığın bildiği için vahşetini göstermeye devam ediyor.

Fakat BM’nin bilmesi gereken bir şey var, bu da bu zihniyet bunca mazlumun ahı ile çökmeye ve yok olmaya mahkûm olacaktır.

İnsani değerleri bu denli yanıltan, çoluk çocuk demeden ne varsa önüne geleni her türlü silahla katleden bir caniyi savunan bir zihniyet, bir dünya topluluğunu temsil edemez!

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Kabul edilemez vahşet!


 

 


Mısır ve Suriye yönetimleri katliam ve vahşette yarışıyor.

Suriye yönetiminin 21 Ağustos 2013 tarihinde, çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere kimyasal silah kullanarak toplu katliam işlemiş olduğunu uluslararası medya bütün dünyaya duyurdu.

Başta Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplum olmak üzere, bütün insan hakları ve ilgili kuruluşlar da bu insanlık dramının, bu vahşetin bu boyutlara ulaşmasına rol oynamışlardır.

BM’nin güvenlik konseyi bu vahşeti sergileyen, bu kanun ve insanlıktan nasibini almamış yönetimlere karşı samimi ve ciddi bir tutum alamamış.

Sadece vahşeti anlamsız demeçlerle geçiştirerek bir sonraki katliam için adeta yeşil ışık yakmıştır.

Üç yıldır savunmasız halkına karşı yapmadık vahşet ve katliam bırakmayan Suriye’nin zalim yönetimi arkasına aldığı güçlerle eşi görülmemiş bir vahşet sergiliyor.

Bu vahşeti arkasına aldığı desteklerle sürdüren Suriye yönetimi kadar, bunu görmezden gelen ve işi sadece kınamalar ve sonuç getirmeyen demeçlerle örtmeye çalışan uluslararası toplum ve BM gibi ilgili kuruluşlar da ortak olmuş oluyorlar.

Kimyasal silah kullanımını kırmızıçizgi sayan uluslararası toplum Suriye yönetiminin kimyasal silahlarla yaptığı son saldırı karşısında ne söyleyecekler acaba?

Hala araştırma bahanesiyle bu insanlık dramına seyirci kalmaya devam mı edecekler?

Yoksa bu ülke insanlarının tamamen yok olmasını mı bekliyorlar?

Son saldırıda 650 – 700 kişi her yaştan insan hayatını kaybetmiş.

BM’nin sözde güvenlikten sorumlu beş daimi temsilcisi ne zaman bu insanlık dramı karşısında gerekli kararı alacak?

Ne zaman bulunduğu görevi istismar etmedeki sanatını terk edecek?

Araştırma için Suriye yönetiminin iznini bekleyen BM, bir bakıma danışıklı döğüş örneği sergiliyor.

Kendi ülkesine ve insanına karşı üş yıldır katliamlar düzenleyen bir ülke nasıl olur da böyle bir iş için izin verir. Mantıken bir caniden böyle bir yaklaşımı beklemek mümkün olur mu? Vampirlere taş çıkartacak derecede kan döken, dökmeye devam edenden böyle bir beklenti içinde olmak saflıktan öteye geçmez.
BM aylardır bu beklenti içinde zaman kaybediyor.

Anlaşılan o ki bu vahşete seyirci kalanlar bölgede istikrar istemedikleri, Suriye üzerinden bölgede gizli emellerinin varlığına işaret ediyor.

Bu vahşeti destekleyenler aynı zamanda yeni ürettikleri silahları Suriye halkı üzerinde denemek istediklerini ima ediyorlar. Bir türlü ortak karar almamalarının bir nedeni de bu olsa gerek.

Bu vahşette sadece Suriye yönetimi değil, aynı zamanda bugüne kadar bu insanlıktan nasibini olamayan caniye yardım eden ülkelerin de payının olduğu ortaya çıkıyor.

Bu kabul edilmez vahşeti BM ve Uluslararası kabul edecek mi?

Bu vahşet karşısında BM'nin Güvenlik Konseyini acil toplayarak yapılması gereken insani kararı alarak bu vahşete dur demeleri gerekir, diye düşünüyoruz.

20 Ağustos 2013 Salı

BM Güvenlik Konseyi asıl görevini yapmıyor


 
 
Bir kısım uluslararası medya İslam ülkelerinde sürekli hata aramakta ve bunları vesile yaparak bu ülkelerin istikrarını bozacak türde yayınlar yapmakta.
Bunun en bariz son örneği Mısır’da oldu!
Daha önce ülkemizde denemeye çalıştı…
Mısır’da yapılan darbe elbette önceden planlanmıştı.
Çünkü hemen arkasından mali yardımlar açıklandı. Bu işte görev alan başrol oyunculardan bir uluslararası medya idi, figüranları ise ülkesine ihanet eden azınlık vatandaşlarıydı...
Maalesef malum medya birlik, beraberlik ve milli duygulardan yoksun kişileri sürekli yayına alarak, bunların ülkenin çoğunluğunu temsil ettikleri imajını dünyaya yayma çabası içinde oldular.
Bu yayın organları, kesintisiz olarak yanıltma haber politikasını korkusuzca ve çekinmeden yaparken adeta darbeye zemin hazırladılar. 
Bu tür yayınları ne kendi ülkelerinde ve ne de Müslüman olmayan başka ülkelerde yapamıyorlar.
Birincisi birlik, berberlik vatan sevgisi olan ülke insanları kendilerini ülkelerine ihanet etme derekesine düşürmüyor.
Eğer İslam ülkelerinde de bu tür yayınlara önem verilemezse, söz konusu yabancı yayın organları bu tür yıkıcı yayınlara cesaret edemezler.
Uluslararası medyanın bir başka kullandığı silah ise ülkesini ve dinini seven ve siyasetini bu doğrultuda yürüten politik partileri her defasında İslamcı ibaresini sanki bir suçmuş gibi bir yafta olarak yayınlarında sürekli kullanarak yıpratmaya çalışmakta.
Gerek Hristiyan, Yahudi ve gerekse başka din ve inanca inanan ülkelerde bu husus hiç işlenmiyor.
Özellikle, Yahudilerin bu konuda gerek milliyet ve gerekse din konusunda fanatizme kaçacak şekilde kendi din ve milliyetlerine düşkün olmalarına rağmen ve bu hususta derin emelleri olmalarına rağmen bu ülkelerle ilgili haberlerde milliyet ve din konusu hiç işlenmez.
Uluslararası medya İslam’ı sanki bir suçmuş gibi göstermek için sürekli olumsuz bir şekilde işlemekte.
İslam’ın özünde zaten aşırılık olmadığı gibi, başka dinlere de saygı duymaktadır.
Mısır’da orduyu darbeye alet eden azınlık, kendi ülkelerine çok büyük ihanet ederek kendi geleceklerini de tehlikeye atmış oldular.
Eğer ordu geri adım atmaz ve darbe karşıtları gösterilerine devam etmeyi sürdürürse olayların farklı boyuta taşınacağı gibi, başak yerlere de sıçrayacağına dair yorumlar yapılıyor.
Bunun iki canlı örneği var, biri Irak ve biri diğeri de komşumuz Suriye.
Demokrasi adına Irak’a giren koalisyon güçleri maalesef geride kan, gözyaşı ve acımasız bir terör bıraktılar. Bu arada çok sayıda masum insanın hayatını yitirmesine ortam hazırladırlar.
Uluslararası yasa ve adalet savunucu ve organları bu vahşeti görmek istemiyor.
Suriye’yi karıştırıp bu hale getirdikten sonra sahip çıkmayan emperyalist güçler
Mısır’da seçimle işbaşına gelen yönetime tahammül edemediler.
Bunların hedefinde sürekli İslam ülkeleri var.
Birleşmiş Milletlerin gündemine bakınca büyük bir çoğunlukla İslam ülkelerini görüyoruz, sözde bu ülkelere huzur ve istikrar getirmek için çaba gösteriyor.
Fakat bu hususta hiç samimi olmadığı da yaptığı icraatından belli oluyor. Samimi olduğu tek konu ise istikrasızlığın olduğu yerlerde bunu iyice derinleştirmek.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin beş daimi temsilcisi bu ismin hilafına kararlar alıp uyguluyor.
Bütün dünyada mevcut ihtilaflara, özellikle İslam ülkelerinde ki huzursuzluklara çözüm için değil, çözümsüzlük için çaba sarf eden bir duruşu var.
Bu çözümsüzlüğün giderilmesi ise BM’ye üye ülkelerin bu yanlışlıları genel kurulda ısrarla dile getirmeleri ile olacak.
 

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Emperyalistlerin derin planları tutar mı?


 

 

Bölgemizde yaşanan son olaylara analitik bir gözle bakınca bazı istenmeyen ihtimalleri akıldan uzak tutmamayı gerektiriyor.

Bölgemizde son 20 yıllık süreci kapsayan ve bir değişimi işaret olaylar zincirinin yaşandığını görüyoruz.

Osmanlı İmparatorluğunu tarih sahnesinden çekilmesinden sonra kurulan devletlerin gerek sınırları ve gerekse yönetim yapıları istikrarsız bir görüntü veriyor.

Bu istikrarsızlık planları yüzyıl öncesinden mi yapıldı ve bunlar hala geçerli mi?

Yoksa ülkemizi de her bakımdan çok yakından ilgilendiren bölgemizdeki bu eğreti durum rotası belli olmayan bir gemi gibi nereye toslayacağını bilmiyor mu?

Geçen bir asır boyunca ve özellikle son yirmi yılda yaşananlara baktığımızda olaylar acaba önceden planlana bir sona doğru mu yaklaşıyor?

Yoksa son yıllardaki gelişmeler sonun başlangıcı mı?

Son yıllardaki gelişmelerin arka planında yatan gerçek ise emperyalistlerin ortak bir payda da buluşması mı?

Gerek Birleşmiş Milletler ve gerekse uluslararası toplumun önde gelenleri üç yıldır Suriye’de yaşanan vahşete ve Arap Bahar ile başlayan demokrasiyi yakalamışken Mısır’da meydana gelen geri gidiş ve vahşeti örtülü bir şekilde desteklemeleri, bunların derin planlarının bir parçası mı?



Önce Irak’ın eski devlet başkanı Saddam’ın Kuveyt’i işgali, sonrasında ABD’nin bu olaya müdahale etmesiyle 1990 yılında birinci körfez savaşı bölgemizdeki istikrarsızlığın başlangıcı oldu.

Baba Bush’tan iki dönem sonra seçilen oğul Bush’un Irak’a demokrasi getirme bahanesiyle kurduğu koalisyon güçleri ile ülke 2003 yılında işgal edildi.

Bundan sonra Irak’a ne demokrasi ve ne de huzur geldi.

Aksine 2003 yılındaki işgalden sonra bugüne kadar binlerce insan hayatını kaybetti.

Her gün onlarca kişi patlatılan bombalarla hayatını yitiriyor, ülkede am bir belirsizlik hakim…

Bir başka yakın komşumuz, Suriye ise halkının demokrasi isteği ile başlattığı ayaklanma neticesinde, bu ülkenin diktatörü yine emperyalist güçlerin desteğiyle ülkesini üç yıldır yakıp yıkıyor.

Bu arada on binlerce insan hayatını kaybetti. Milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu, bu ülkede de bir insanlık dramı yaşanıyor…

Bu yetmiyormuş gibi henüz demokrasiye yeni kavuşmuş olan Mısır’daki darbe hareketi oldu.

Sözde hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları savunucusu gibi görünen uluslararası toplum gerek bu vahşete ve gerekse Suriye’deki vahşete sessiz kalarak, sahiplendiği değerleri ayakları altına almış oldu.

Mısır halkı canları ve kanları pahasına küresel emperyalist güçlerin desteğini arkasına alan Mısır ordusuna karşı yaklaşık iki aydır direniyor.

Mısır ordusu ise gösterilere karşı silahla karşılık vereceği konusunda ısrarlı görünüyor.

Ancak korkulan ise iki tarafın iddialı duruşu, bu tutum da Mısır’ı yeni bir Suriye’ye çevirmek endişesini veriyor.

Gerek Arap dünyası ve İran ve gerekse uluslararası toplum Mısır’daki darbeyi destekledikleri gibi, Suriye’yi de bu arada unuttular.

Bu durum da İran’ın ve Arap dünyasının bu vahşete sessiz kalmalarının arkasında yatan planları mı var, sorusunu akla getiriyor.

Acaba bu ülkeler emperyalistlerle ne gibi bir gelecek bekliyor bölgede?

Görünen o ki emperyalist güçler bölgede açıkça istikrar istemiyor.
Bunu da kimin hesabına istemedikleri belli.
Bakalım hesapları tutacak mı?
Hiç temenni etmeyiz bunu da başta İran'ın görmesi gerekiyor, eğer söylemlerinde samimi ise!

15 Ağustos 2013 Perşembe

Kınamalar timsah gözyaşları olmasın!


 
Mısır’da yapılan katliama uluslararasından sert kınama yapılıyor!

Gerek Avrupa Birliği ve gerekse ABD ve diğer kuruluşlar Mısır’daki vahşeti kınıyor.

Aslında bu kınamalar önceden yapılacaktı.

Öncelikle darbeyi ve darbeye kucak açanları kınamış olsalardı, haksız yere bu kadar kan akamayacak, bu kadar masum insan hayatını kaybetmeyecekti.

Bu ortamı hazırlayan da öncelikle uluslararası toplumun önde gelen aktörleri ve uluslararası toplumdur, uluslararası kuruluşlardır.

Başlangıçta tepkisiz kalışları bu katliama destek olmalarına zemin hazırlamıştır.

Müslüman kardeşlerin açıklamasına göre, darbe yönetiminin yaptığı son katliamda ölenlerin sayısı 2000’den fazla olmuş.

Ne hazindir ki Mısır ordusu bu katliamları aldığı dış yardımlar için ve İsrail için yapmıştır.

Kendi ülkesini ve kendi insanını başkaları için yok saymış ve katletmiştir.

Uluslararası toplumun Mısır’da yaşanan katliamlardan sonra artık kendini savunacak haklı bir tarafı kalmamış. Çünkü yapılan darbeye önceden zemin hazırlamış, taraf olmuş ve neticede binlerce masum insanın kanının akmasına sebep olmuşlardır.

ABD Dışişleri Bakanı Kerry açıklamasında, sanki önceden düşündüklerini ortaya koymuştur. Kerry son vahşeti, “Mısır’ın politik uzlaşma çabalarına ciddi bir darbe” şeklinde açıklamış.

Şiddete giden yol daha büyük istikrarsızlığa, ekonomik felakete ve acılara yol açmaktadır, diye eklemiş.

Kerry’nin açıklamaları ‘malumun ilamından’ başka bir şey değil.

Darbe bunun için desteklendi, bu olumsuzlukların olması için yapıldı. Henüz bir yıllık demokrasi ve Mısır halkının iradesi uluslararası toplumun desteği ile ellerinden alınmış oldu. Bununla da kalmadı binlerce masum insan hayatını yok yere yitirdi.

Eğer başından beri gerek uluslararası toplum ve gerekse uluslararası insani kuruluşlar samimi olarak bu insanlık dışı harekete karşı çıkmış olsalardı, bugün Mısır’da yaşananlar olmayacak ve bu kurumlar da savundukları ve üstlendikleri davalarda samimi olduklarını göstermiş olacaklardı!

Artık bunlara güven duymak da pek mümkün olmayacak, kendilerine duyulan güveni yitirdiler. Bütün dünyaya güvensizlik telkin etmiş oldular.

Mısır ordusu kendi halkının nezdinde kendini çok küçültürken acaba yaranmaya çalıştığı dış güçler karşısında büyüdüğünü mü sanıyor? Öyle olacağını sanmıyoruz, olsa bile kendi ülkesi ve insanı nezdinde en düşük itibara sahip olan bir ordu başkalarının nezdinde ne kadar büyüdüğünü sanırsa sansın hiçbir kıymeti olamaz.

Çükü onlara da ihtiyaçları görülünceye kadar itibar edeceklerdir…

Hiç değilse bundan sonra acil olarak, geç kalmış olsalar da bütün uluslararası kurumlar; BM, Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Suç Mahkemesi, İnsan Hakları Kuruluşlarının Mısır’da yaşanan vahşeti ciddi ve sert bir şekilde kınar ve bu kınamalarında samimi olurlarsa darbe yönetimi geri adım atmak zorunda kalacaktır.

Buna uluslararası medya da destek verirse, bu vahşet hem Mısır ve hem de Suriye’de biter.

Temenni ederiz bu hassasiyeti gösterirler.

Bu hassasiyeti gösterirlerse timsah gözyaşları akıtmadıkları anlaşılmış olur.

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Uluslararası toplumun aldatma sanatı



 

Dünyada yaygınlaşan insanlık suçu türünden olaylar sözde medeni dünyanın ayrılmaz bir parçası olmuş.

Bu istenmeyen olayların gelişen ve medenileşen dünya konjonktüründe azalacağı yerde, ne yazık ki her geçen gün artış gösterdiğine şahit oluyoruz.

Çok sayıda uluslararası insani kurum ve organizasyon olmasına ve bunların sayılarının her geçen gün artış göstermesine rağmen, maalesef üzerlerine düşeni yerine getirmek ve savunmaktan aciz kalıyorlar. Yerine göre adeta birer tabela kuruluşu olmaktan öteye geçemiyorlar.

Üstlenmiş oldukları fonksiyonları yerine getiremiyor(lar) veya sadece menfaatleri olduğu zaman devreye giriyorlar.

Hak ve adalet kavramlarını savunmak yerine sureti haktan görünerek aldatma sanatında uzmanlaşmayı yeğlemektedirler.

Hak ve adalet kavramlarını kullanarak insanlığın içinde bulunduğu sıkıntılı durumlardan kurtulmaları için çaba göstermenin yerine, acaba hangi hileli marifeti uygulayarak suya sabuna dokunmadan işin içinden çıkarım anlayışı üzerine kurulmuş.

Dünya insanlarının her türlü güvenliğini sağlamak amacıyla kurulmuş olan Birleşmiş Milletler ve benzer kuruluşlar üstlenmiş oldukları bu hayati görevi yerine getirmenin acizliği içinde bulunuyorlar.

Bir bakıma kurumsal olarak çökmüş ve iflas etmiş olduklarını beyan ediyorlar.

Mısır’daki darbeye seyirci kalan uluslararası toplumun önde gelen ülke, kurum ve liderleri aynı zamanda yüzlerce insanın katledilmesine ortam hazırlamışlardır.

Bu katliamlara dolaylı da olsa ortak olmuşlardır.

Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü kavramlarını dillerinden düşürmeyen gerek BM ve gerekse uluslararası toplumun önde gelenleri bu değerlerden yana olduklarındaki sahteliklerini bir kez daha göstermişlerdir. Mısır ve Suriye’de yaşanan ve insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek vahşetleri gelecekte nasıl savunacaklar?

Bunlar bu tutum ve davranışlarıyla katliama göz yumarak Mısır’da yüzlerce ve Suriye’de onbinlerce masum insanın kanının dökülmesine hem hemzemin olmuşlar ve hem de seyirci kamışlardır.

Mısır’da demokratik yollarla seçilmiş bir devlet başkanını düşürmek için ellerinden gelen her türlü oyunu sergileyenler sadece yüzlerce insanın katledilmesine zemin hazırlamakla kalmamış, aynı zamanda bir ülkenin hür iradesini katletmişlerdir.

Darbeye darbe diyememelerinin arkasında yatan çirkinlikte de bundan ileri geliyor.

Mısırlılar gasp edilen iradelerini canları pahasına geri alma mücadelesi veriyorlar.

Mısır halkı aynı zamanda sahte demokrasi yanlılarına demokrasi dersi veriyor.

Uluslararası toplumun desteği ile Mısır’da darbenin hazırlanmasında kilit rol alan uluslararası medya da bir yıl boyunca azınlıkta kalan darbe taraftarlarına aşırı ilgi göstermiş; iradeleri ellerinden alınan darbe karşıtı olanların sıkıntı ve sorunlarını dinlemekten kaçarak habercilik anlayışıyla bağdaşmayan bir tutum izlemiştir.

Uluslar arası medya bu gibi durumlarda görevinin dışına çıkarak, dördüncü kuvvet rolünü, özellikle Mısır ve benzeri ülkelerde, birinci kuvvete tebdil ederek bu ülkeye ihanet etmiştir.

11 Ağustos 2013 Pazar

Uluslararası hukukun çöküşü


 

İsrail hükümeti işgal ettiği Filistin topraklarında yaklaşık 1200 adet yeni yerleşim yeri yapma kararını onaylamış.

Bu onayla İsrail hükümeti uluslar arası topluma ve uluslar arası mahkeme ve insan hakları örgütlerine hangi mesajları veriyor?
Açıkça "ben sizin hiçbirinizi tanımıyorum; ben kendi hukukumu, kendi menfaatim neyi icap ettiriyorsa ona göre düzenler ve uygularım" diyor.

Bugüne kadar bu kuruluşlar uluslar arası bu yasa dışılığa karşı bir kınama, uyarı ve yaptırım uygulaması için harekete geçti mi?

Öncelikle, İsrail’in bu tür kararları ilk değil, bugüne kadar buna benzer çok sayıda karar almış ve uygulamıştır. Başka ülkelerin ve başka milletlerin uluslararası yasalarla belirlenmiş ve koruma altına alınmış olan haklarını ihlal etme noktasında söz konusu yasal hakları çiğneme ve yok sayma gibi bir suç işlemiş ve işlemeye devam etmektedir. İsrail devleti bu tür yasa dışı eylemlerini bilindiği kadarıyla hep yapmış ve yapmaya devam etmektedir.

İsrail devletinin kendine has uluslar üstü mücadele gücü bulunuyor.

Bu güçte elbette hiçbir yasa ve insan hakları prensibine dayanmıyor.

Bu güne kadar savunma noktasında yaptığı tek şey kendini her konuda haklı bulmak ve başkalarının her türlü hak ve hukukunu hiçe saymak ve gasp etmek anlayış ve prensibinde dayanıyor.

Bu durumu elbette uluslar arası hukuk uzmanları çok iyi biliyordur.

İsrail kendi adına darbe yapan Mısır ordusunun da desteğini arkasına aldıktan sonra İsrail uluslar üstü veya hukuk dışı usullerle kendine has olan metotlarla bildiğini uygulamaya devam edeceğini hep ima etmiştir.

Arkasına aldığı uluslararası güçlerin desteği ve İslam ülkelerinin, özellikle Arap ülkelerinin sessizliği ve dağınıklığı ile bugüne kadar insan hakları ve hukuk ihlallerini sürdürmüş ve sürdürmeye devam edecektir.

Birçok İslam ülkesi özellikle petrol zengini İslam ülkelerinin sessiz kalışları, Filistinlilerin bugüne kadar çekmiş oldukları acı ve ıstırapları yaşamalarına zemin hazırlamıştır.

İsrailli bakan bu hususta, “Dünya’da hiçbir ülke nereye bina yapacağı ve nereye yapamayacağı konusunda bir başka ülkeden emir alamaz” diyor, bunun da Siyonizm ve ülkesinin ekonomisi için doğru şey olduğunu söylüyor.

Yani bugün Filistin’de yaptıkları haksız ve hukuksuz uygulamalarını gelecekte ve istediği zaman başka ülkelerde de yapacağını açıkça ima ediyor.

Yerleşim yerlerinin inşaatı uluslararası yasalara göre illegal, fakat İsrail bu yasa dışılığı tanımıyor tanımasına da, bu çerçevede bugüne kadar ne uluslar arası kurum ve kuruluşlar ve ne de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bu hususta bir yaptırım uygulaması için harekete geçmiştir. Zaten böyle bir uygulama olsaydı İsrail hükümetleri bugüne kadar Filistin toprakları üzerinde almış olduğu kararların hiçbirini uygulayamaz ve geri adım atardı.

Bu da uluslararası hukuk sisteminin ve uluslararası hukuk kurumlarının çöktüğünün ve fonksiyonlarını yerine getiremediğinin açık bir göstergesidir.

Bir başka ifadeyle, dünya hukuk sisteminde demek ki iki ayrı sistem var biri İsrail’e has olan, diğeri de bir icraatı ve fonksiyonu olmayan uluslararası hukuk sistemi!

9 Ağustos 2013 Cuma

Bu akılla ve fikirle doğru bulunmaz


 

 
Lübnan’da ismini yeni duyduğumuz bir terör örgütü THY’nin otele gitmekte olan iki Türk pilotunu kaçırmaları, geçen yıl Suriye’de kaçırılan 9 Şii hacının serbest bırakılmaları isteği ile yapılmış.

“İmam Rıza’nın Ziyaretçileri” isimli terör örgütü kaçırma olayını üstlenmiş ki bu isme karşı yapılmış büyük bir istismar...
 

Bazı Müslüman ülkelerde tamamen İslam’ın değerlerine ters olan terör faaliyeti ile eylem yaparak masum insanların canına, malına kast etmişlerdir, bu örgütler her yaptığı eylemde batılı, ülkelerin ekmeğine yağ sürmekteler…

Son zamanlarda ülkemize yönelik terör saldırılarında bir hareketlilik var…

Suriye’deki iç savaş aslında sömürgeci güçlerin aramakla bulamadıkları bir fırsat oldu.

Bölgede istikrarsızlığı oluşturmak ve sürdürmek için bütün güçlerini kullanıyorlar.

Ellerinin altında istedikleri gibi terör örgütleri var olunca Suriye’deki iç savaş istikrarsızlıktan ve terörden beslenenler için bulunmaz fırsat oldu.

Suriye’de devam eden iç savaş son zamanlarda kazananı belli olmayan bir yapıya dönüşmüş gibi görünüyor.

İşin içine Hizbullah’ın dahil olması işi iyice çıkmaz bir yöne doğru götürüyor gibi.

Görünen o ki sanki Türkiye de bu işin içine çekilmek isteniyor.

Emperyalist güçlerin kuklası konuma gelen Esed’in artık kaybedecek bir şeyi yok.

Bölgede istikrarsızlığın sağlanması için Emperyalist güçler Suriye’deki yapıyı İstedikleri gibi kullanmak isteyeceklerdir.

Hele Mısır’da yapılan askeri darbeden sonra, ki çabalar bunun içindi, bölge biraz daha istikrarsızlığa doğu kaymış oldu.

Şu anda bölge ülkeleri içinde en rahat durumda olan İsrail!

Çünkü İsrail gerek Mısır’da yaptırdığı askeri darbe ve gerekse Hizbullah ve benzeri terör örgütlerinin Suriye’deki iç savaşı sürdürülebilir bir yapıya kavuşturmasıyla taş atıp kolu yorulmadan istediği ortama kavuşmuş oldu.

Lübnan’da pilotlarımıza yönelik yaşanan son kaçırma olayı, Somali’de büyükelçiliğimize yönelik yapılan saldırı hiç temenni edilmez ama, benzer olayların olacağının işaretini veriyor...

Çünkü haksızlığın, adaletsizliğin karşısında ve mazlum ve mağdurun yanında tek başına yer alan ülkemiz için muhtemel benzer saldırılar olabilir. Bu da bundan sonra daha da dikkatli olunmasını ve belki de ek tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir.

Emperyalist güçlere boyun eğmiş olan ve hiçbir şekilde sesini çıkarmayan bir kısım İslam ülkeleri için pek sıkıntı olacağı sanılmaz.

Suriye’de üç yıldır mazlumların kanı akıyor. Sırf bir zalimi korumak için…

Zalim lider, arkasına aldığı emperyalistlerin desteği ile milyonlarca insanın mağdur olmasına, hunharca katledilmelerine, yerlerinden yurtlarından olmalarına sebep olmuş, zemin hazırlamış.

Üç yıldır bütün uluslararası insani kuruluşlar, hukuki kuruluşlar işlenen bu cinayetlere ve milyonlarca Suriyelinin mağdur olmasına göz yummuşlardır.

Söz konusu terör örgütlerinden, bunca cinayeti görmezden gelen ve işlenen bir vahşeti âdeta bir canlı film gibi seyreden BM güvenlik Konseyinin üyelerine ve diğer söz konusu uluslararası kuruluşlara yönelik bir tehdit oldu mu?

Yok!

Olmazda, olması da istenmez, bu cinayetlerin bu kadar zaman devam etmesinde ve artmasında sözde dünyanın güveliğinden sorumlu bu kuruluşların sorumluluğunun büyük olduğunu unutmamak gerekiyor…

Bu terör örgütleri, “Siz gerekli insani kararları almadığınız için ve bu işte samimi davranmadığınız için, üç yıldır Suriye’de binlerce insan katledildi, milyonlarca insan yerinden yurdundan edildi” gibi bir gerekçe ileri sürerek bu vahşetin durması için bir sözlü ve yazılı açıklama yaptı mı?

Yapamaz, çünkü bunların hepsi şu veya bu şekilde emperyalist güçlerin emri altındadır.

Anlaşılan bunca terör örgütünün hedefinde sadece mazlumlar var, İslam ülkeleri var!

Bugün dünyanın değişik Müslüman ülkelerinde kurulmuş olan bu terör örgütlerinin sözde İslam kisvesi altında tek yaptıkları şey ise İslam’a ve Müslümanlara zarar vermek!

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Geleceğimizin bayram tadında olması dileğiyle


 

Ülkemiz açısından iki önemli asırdan biri geride bıraktığımız 20. yüzyıl idi. 20. yüzyılda ülkemiz tarihinde önemli değişiklikler olmuş, sıkıntılı başlayan geride bıraktığımız yüzyıl 600 yılı aşan bir tarihe sahip olan Osmanlı İmparatorluğunun tarih sahnesinden çekilmesine neden olmuştu.

Geçtiğimiz yüzyılın başlarında ülkemiz imparatorluktan bugünkü sınırlarına çekilmek zorunda kaldı.

Kocaman Osmanlı çınarı budanmış sadece gövdesi ülkemizde kalmıştı.

Dallarından, budaklarından kopartılan ülkemiz geçtiğimiz yüzyılı zaman zaman sancılarla geçirmişti.

Koparılan dalları, budakları da ne yazık ki sağlıklı bir kök salıp kendi gövdelerini oluşturamamıştı. Geçen yüzyıl bunlar için sancılı geçmişti.

Kocaman çınarın dalları sayılan yakın komşularımız konumunda olan bu ülkeler bir türlü huzur ve güven bulamadılar. Bunların geçirdiği evrelere baktığımızda ağır aksak bir şekilde yollarına devam etmeye çalıştıklarını görüyoruz.

Bu ülkeler kurumlarını tam bağımsız bir ülkeden beklenen sağlam bir zemin üzerine oturtamadıkları için ülkelerini geliştirecek dinamiklerden tam manasıyla istifade edemediler.

Bunlar için geçen kocaman bir zaman dilimi heba oldu.

Zamanın ruhuna uygun olacak kurum ve kurallarıyla bir demokratik yapı kuramadıkları için beklenen gelişme ve kalkınmayı gerçekleştiremediler.

Zaman zaman kendi içlerinde, zaman zaman komşularıyla olan çatışmalar bu ülkelerin insanlarına kalıcı bir huzur ve kalkınma ortamı sağlayamadı.

Taşların yerli yerince oturmadığı, kurum ve kuruluşların sağlıklı bir yapıya kavuşturulamadığı bir yapı içinde beklenen ve umulan gelişmeyi de elde etmek mümkün olamazdı.

Özellikle tarih, kültür, din birliği içinde olduğumuz komşularımız açısından sancılı geçen 20. yüzyıl, ülkemiz için de istenilen bir seviyede olmamıştı.

Söz konusu istikrarsızlıktan komşularımız kadar olmasa da ülkemiz de nasibini almıştı.

Değişen ve dönüşen bir dünya vizyonu ile özdeşleşemeyen kurumsal yapıların yokluğu nedeniyle ülkemiz de kalkınma açısından pek istenilen seviyeye ulaşamamıştı.

Bu sağlıksız yapı sürekli olarak istikrarsızlığın gündemde tutulmasına ortam hazırlamıştı. Kalkınmanın ve demokrasini önü zaman zaman kesilmişti.

Dolayısıyla kalkınmaya ve gelişmeye gem vuran bu yapının değişmesi gerekiyordu.

Bu sağlıksız durumun tedavi edilmesi, neşter vurulması gerekiyordu ki kalkınma ve gelişmede ilerleme kaydedilebilsin…

21. yüzyılın başlarında yürüyemez hale gelen sistemi yenilemek, statükoya son vermek bir zaruret haline gelmişti.

Ülkemizde taşları yerine oturtacak, geçtiğimiz yüzyılda yaşanan olumsuzlukları bertaraf edecek, kalkınmanın ve refah seviyesinin gerek yükseltilmesi ve gerekse tabana yayılmasını amaçlayan bir yönetime ihtiyaç vardı.

Mevcut yapıda bir bakıma elleri ayakları bağlı bir şekilde iş yapmak, her alanda günümüz dünyası ile rekabet edebilir hale gelmek kurumsal bir değişimi zaruret haline getirmişti.

Son on yılda bir değişim sürecine giren , uygulamaya konulan değişimler sayesinde ülkemiz bir kalkınma ve gelişme yörüngesine oturdu.

Zaman zaman ülkemizi bu kalkınma ve gelişme yörüngesinden saptırıp gene o eski köhnemiş yörüngesine sürüklemek, çeşitli anlamsız bahaneleri ileri sürerek ülkemizi hiç de arzulanmayan bir konuma getirmek isteyenler olacaktır.

Bu da muhtemel olumsuz gelişmeleri engelleyecek ve bertaraf edecek şekilde bir ihtiyatlı durumu hep göz önünde bulundurmayı gerektirmektedir.

Şimdi ülkemiz son on yılda Ak Parti iktidarları döneminde kalkınmasına, gelişmesine ayak bağı olan prangalardan birer birer kurtularak ilerlemesini sürünerek değil, koşarak yapacak bir duruma geldi, geliyor.

Bu nedenle ülkemizin 21. Yüzyıla yeni bir yapı, yeni bir vizyon ve dinamizmle girmiş olması, ülkemiz açısından çok daha iyi bir geleceğin işaretini veriyor.    

20. yüzyıla kötü bir başlangıçla giren ülkemiz, 21. Yüzyıla daha iyi bir başlangıçla girerek gelecek için olumlu gelişmelerin işaretini veriyor…
Yarın bayram, bu vesileyle İslam aleminin Ramazan Bayramını tebrik eder hayırlara vesile olmasını temenni ederiz...