29 Temmuz 2015 Çarşamba

“Türkiye: Değişken müttefik (The erratic ally)”


 

 
Başlık BBC’nin Türkiye ile ilgili haberinden…

Ülkemizde son günlerde yaşanan olayları yorumlayan haber şöyle devam ediyor; bir iyi bir de kötü haber şeklinde...

İyi olanı, Türkiye’nin daha önce asla göstermediği bir şekilde DAEŞ’e karşı mücadele etmesi, hedeflerini bombalaması, bu vesileyle ABD uçaklarına ülkemizdeki üssü kullanmaları için müsaade edilmesi…

Bu arada Sayın Cumhurbaşkanımızın ismini de vererek bu vesileyle bunu fırsat bulup PKK terör örgütüne saldırı düzenlemesi ise kötü haber olarak değerlendiriliyor!

Haberde başta pentagon olmak üzere müttefiklerin Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki Kürt terörist gruplara hava saldırısı düzenlemesinden hiç memnun olmadıkları ifade ediliyor.

Ve bu grupların kendileri için DAEŞ’e karşı mücadele eden birkaç güvenilir gruplardan bir olduğu ifade ediliyor.

Bu açıklamalardan, ABD’nin açıkça PKK ve onun türevleri olan terör örgütlerini desteklediğini anlıyoruz, bu destek yeni de değil…

Anlaşılan Türk silahlı kuvvetlerinin ülkemizin birlik ve beraberliğine göz diken bu terör örgütlerinin yuvalarını bombalamalarını ise hiç hazmetmemiş görünüyorlar.

Bu bilinmeyen bir gerçek değildi.

Bu açıklamalar batının İslam ülkelerinde sürekli olarak terör örgütlerinin üretilmesi, yenilerinin devreye girmesinin temel politikaları olduğu bir anlamda teyit ediyor.

Öyle olmasaydı, bugün birçok İslam ülkesinde eli kanlı terör örgütleri yuvalanmaz insanlığın kabul edemeyeceği vahşet örnekleri yaşanmazdı.

Şimdi ABD önderliğindeki uluslar arası toplumun dünya kamuoyunda bıraktığı derin iz ise İslam ülkelerini bir terör yuvası haline getirmek, istikrar ve güven ortamını yok etmek.

Gerek bölgemizde ve gerekse Afrika’daki birçok İslam ülkesinde bu acımasız faaliyetleri görüyoruz.

Ne BM ve ne de uluslararası toplum bu hususta bugüne kadar ciddi bir tavır takınmamışlar.

Mısır’ı bilerek destekleyerek kaos ortamına çevirdiler, bunu Libya’da yaptılar.

Bu iğrenç politikayı önce Irak’ta uyguladılar, on seneyi aşan bir süredir Irak bir terör yuvasına döndü.

Suriye’de durum belli, beş senedir insanlık tarihinin görmediği bir vahşet sergileniyor.

Şimdi bu bölgede istikrar, huzur ve güvenin kaldığı tek ülke Türkiye!

30- 40 senedir, asırlardır birlikte yaşayan insanları fitne gücünü kullanarak birbirine düşürmeye çalışıyorlar.

Hiç gereği ve sebebi yokken bu fitne ateşi yakılmıştır!

Öne sürülen gerekçe ise birtakım sözde haklardır ki bunların verilmiş olmasına rağmen bu fitne ateşini batılı sömürgeciler söndürmek istemiyorlar; çünkü bundan beslen içerde çok küçük bir azınlık ve ülkemiz üzerinde hain ve insanlık dışı çirkin emelleri olan sömürü güçleri var.

Şimdi anlaşılıyor ki DAEŞ denilen sözde İslam devleti diye tanıtılan bu terör örgütü de sırf ülkemizde bulunan ırkçı terör örgütlerin güçlenmesi ve söz konusu bölgede her bakımdan daha güçlü hale gelmesi için peydahlanmıştır...

ABD’nin ülkemizdeki üssü kullanma iştahı ise hiç iyiye alamet görünmüyor.

Çünkü ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin girdiği yerden hayır gelmemiştir.

İşte en bariz örneği Irak, en bariz örneği Afganistan…

Bunların gayesi ne huzur ve barış getirmek ne de terörü önlemektir.

Geçmişlerine baktığımızda bunu açık ve net bir şekilde görüyoruz.

Yanı başımızda canlı örnekleri var.

Sömürü güçlerine sığınan bir terör örgütü ve sırtlarını bu terör örgütlerine dayadıklarını açıklamaktan hiçbir sakınca görmeyen meclisteki siyasi uzantıları hariç, doğu ve güneydoğudaki Kürt kardeşlerimizin bu hain, bu iğrenç oyunu iyi görmeleri ve anlamaları lazım.

Kendilerine gerçek dışı vaatlerde bulunanlar, aslında sonu belli olmayan bir çıkmazın içine sürüklemektedirler.

Bu gerçeği iyi anlayıp ona göre tavır almalarınım zaman gelip geçmektedir.

Mesele ne Kürt haklarını savunmak ve ne de onlara sahip çıkmak, yegâne gaye bu ülkeyi aynen Irak, Suriye gibi kan gölüne çevirip sömürü güçlerine peşkeş çekmekten başka bir şey değil...

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Nush ile uslanmayanın...


 

 
Sözde bir hak elde etme bahanesiyle başlayan terör ülkemiz insanlarının vicdanında derin izler bırakan olumsuz gelişmelere neden oldu.

Çok pahalıya mal oldu, zaman zaman ülkemizin kalkınması, gelişmesi, huzur ve güven ortamı engellendi.

Devlet değişik zaman aralıklarında bu çetelere şefkat elini uzattı, aşırı müsamaha gösterdi.

Belki içine düşülen bu gafletin ve hatanın farkına varılır da bir bahaneyle bu yanlıştan vazgeçilir denildi.

Fakat öyle olmadı.

Bu iyi niyet yaklaşımı akıl almaz ve vicdanların kabul edemeyeceği bir anlayışla karşılık buldu.

Yabancılara, ülke düşmanlarına, emperyalistlere uşaklığa, piyon olmaya devamdan vaz geçilmedi.

Gösterilen aşırı iyi niyet aşırı bir şekilde kötüye kullanıldı.

Son gelinen noktada ise terör nerdeyse yüce meclise taşınmaya başlandı.

Bu yüce meclise layık olmayanlar seçilmiş olmanın, dokunulmazlığın zırhına sığınarak silah kuryeliği yapmaya başladı.

Bu büyük hainlik nereye varacak yarın bir gün bu patlayıcıların bu kılıfla meclise sokulmayacağı ne malum!

Bu pervazsız tutuma hangi kanun, hangi hukuk, hangi insanlık anlayışı müsaade eder.

Dillerinden barışı, hukukun üstünlüğünü, özgürlüğü, demokrasiyi, insan haklarını düşürmeyenler, bu kavramları öylesine ustalıkla istismar ettiler ve ediyorlar ki bunun emsali, örneği görülmemiştir.

Bunu hiçbir hukuk devletinin kabul etmesi mümkün değildir.

Hiçbir batı ülkesinde, ülkemiz ve diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi bu derece azgınlaşan terör örgütlerinin varlığını görmek mümkün değildir.

Anlamsız bir hak arama ve elde etme bahanesiyle terör örgütleri toplum güvenliğini, ülkemizin ali menfaatlerini çeşitli kisveler altında ihlal etmiş ve sömürgeci ülkelerin menfaati için kullanmışlardır.

Biri yetmiyormuş gibi, yenileri devreye girmeye çalışıyor.

Yıllardır kanla beslenen malum terör örgütünü biliyoruz.

Bu yetmiyormuş gibi din istismarı yaparak devletin kurumlarına yuvalanan paralel yapı örgütü sinsice örgütlendi.

Dahası uluslar arası bir terör örgüt olan ve ismini İslam devleti olarak süsleyen bir örgüt daha peydahlandı.

İlk ikisinin zamanında gerekli etkin tedbirler alınmaması nedeniyle tahribatı fazla oldu.

Şimdi DAEŞ denilen sözde İslam devleti kisvesi altında kendini masum gösteren bu örgüt öncekiler gibi kadrolaşmadan kökü kurutulmalıdır.

Kendini Müslüman gösterip her türlü vahşeti yapan, İslam’ın kutsal mekânları, değerleri olan camileri, türbeleri hiç sıkılmadan bombalayan bu örgüt nasıl sözde bir İslam devletini temsil edebilir! Buna katılanlar bu akıl almaz, insanlığın ve İslam’ın kabul edemeyeceği eylemleri nasıl yapar diye kendilerine sormuyorlar mı?

Gerek ırkçılığı ve gerekse İslami değerleri istismar eden bu örgütlerin peşinden gittikleri insanlık dışı davaları, ne savundukları insanlara ve ne de İslamiyet’e fayda sağlamamış.

Şimdi güneydoğudaki Kürt kardeşlerimiz 30-40 yıldır her bakımdan uğramış oldukları sömürüye dur demeyecekler mi?

Sürüklenmek istendikleri bir çıkmazın ve bataklığın içine tamamen düşmemek için bu hainlerin çirkin ve emperyalist maksatlarını anlamakta hala tereddüt mü ediyorlar?

Yine İslam ismi altında İslamiyet’i emperyalistler ve batılı sömürü düzenin menfaatleri adına istismar edenleri anlamakta zorluk mu çekiliyor?

Terör konusunda zengin bir tecrübe birikimi olan ülkemiz bu hainleri zaman geçirmeden sindirmelidir.

Çünkü bu örgütlerin ortak bir paydası var, terörün dini, milleti, vatanı, mezhebi olmaz olmamıştır. Bunlar yeri geldiğinde birbirlerinin değirmenine su taşıyacaklar, vahşetin ortak paydasında bir araya gelebileceklerdir.

Çünkü terör örgütlerinin hiçbiri kendi iradeleriyle hareket edemez, onları kullanan üst akıllar ne derse onu yapmaya mahkûmdurlar.

Bu durum bu çirkin oyunun şaşmaz kuralıdır.

Bu kural değişseydi çözüm sürecinde gösterilen aşırı müsamaha semeresini verir, silahlar bırakılır, çocuk yaşta olanlar kandırılarak dağa çıkarılmazdı.

Terör liderleri, terörü bir yaşam tarzı olarak seçmiş, bugüne kadar cahil ve şuur yoksunu çocukları kandırarak kendi çirkin emelleri için kullanmışlardır.

Sözde meşruiyet kazanmış olanları da halkın iradesiyle değil, zorbalıkla meclise girmişlerdir.

 
Merhametten maraz doğar…

Nush ile uslanmayanın hakkı tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Su uyur düşman uyumaz!


 
 
Suruç’ta meydana gelen hain ve büyük ölçekli bir terör hadisesiyle ilk defa mı karşı karşıyayız?

Elbette hayır!

Neredeyse yarım asırdır ülkemiz terörün pençesinde.

Zaman zaman bu pençe biraz gevşemiş olsa da hain kontrolünü hiç bırakmamış.

Bu işin arkasındaki gerek iç ve gerekse dış güçler ülkemiz insanlarının hür iradesini serbest bırakmamışlar.

Bunun karşı kontrolün de ise zaman zaman boşluklar ve rehavet olmuştur…

 
Terörden bu ülkenin her ferdi zarar görmüş.

Bu zarar can kaybı noktasında olunca buna maruz kalanlar çok daha fazla mağdur ve acı çekmiş.

1970’li yıllara baktığımızda terör üniversiteleri ve öğrencileri kullanmış ve yüzlerce insan hain emelleri olanların oyununa gelerek hayatlarının baharında bu oyuna kurban olmuşlardı.

Olayların arkasındaki asıl gerçek ise ülkenin huzur ve güvenini bozarak kalkınmasını engellemek, bu arada küçük bir azınlığa kişisel menfaat sağlamak idi...

Netice olarak dış ve iç güçlerin ortak çabasıyla birileri hain emellerini gerçekleştirmek için gençleri kullanmıştı.

Sadece gençler hayatını kaybetmemiş, ülke ekonomisi gelişmemiş, makroekonomik dengeler allak bullak olmuştu.

Kayıp çok yönlü olmuştu.

Kocaman bir on yılı ülkemiz kayıpla geride bırakmıştı.

Darbe sonrası yeniden demokrasi işlemeye başlayınca seksenli yılların bir kısmı verimli geçmiş, kalkınma hamleleri yeniden başlamıştı.

Ancak iç ve dış hainler yine rahat durmadılar, 1984 yılında yeni bir kanlı terör baş göstermeye başladı.

Bu sefer sözde Kürtleri savunma adına Kürt köyleri basıldı acımasızca katliamlar yapıldı.

Bu hain, iğrenç ve mide bulandırıcı katliamları yapanlar “biz sizi öldürerek haklarınızı elde edeceğiz” mesajını veriyordu.

Aradan 30 yıldan fazla zaman geçti.
Asırlar süren birlikteliği 30 yılda yok etmek, bölge halkını başkalaştırmak, asimile etmek politikası uygulandı.

Bu süreç baskıyla, silah zoruyla, korkutarak, yıldırarak yapıldı.

Sonunda bu vahşeti bir Kürt hareketi, Kürt haklarını elde etme ve sözde benzeri söylemlerle kendilerini masum ve haklı gösterme çabasına girdiler.

Hadi bakalım, peki öyle olsun, yeter ki bu vahşet son bulsun!

Bu ülkenin birliği ve beraberliği uğruna baldıran zehri dahi olsa içeriz denildi…

Soruldu ne istiyorsunuz, “ana dil ile eğitim, konuşma” peki alın size istediğiniz gibi konuşun, özel dil kursları açın geliştirin dilinizi bakalım; bu haklar sizi bir anda dünyanın en zengini, her bakımdan dünyanın en ileri ülkesi, en medeni insanı yapacak mı?

“Bu dil bu derece mi sihirli bir dil ki sizi bir anda süper güçlerin sahip olduğu maddi değerlere kavuştursun” sorusunu ise kimse kendine sormadı.

Şimdi son günlerde terör örgütünün yaptığı eylemlere baktığımızda filimin tekrar başa sarılma hareketinden başka bir şey olmadığını görüyoruz.

Neden?

Çünkü başlatılan çözüm süreci ile artık kan akmamaya başladı.

Bölge kalkınmaya başladı.

Ülkeye huzur geldi.

Analar ağlamamaya başladı.

Ülkemiz güçlenmeye başladı.

Devasa yatırımlar yapıldı ve yapılıyor.

Bu olumlu gelişmeler karşısında emperyalist hain güçler ve onların içerdeki hain işbirlikçileri rahatsız oldu; "Türkiye güçleniyor, Türkiye huzurlu bir ülke oluyor, Türkiye bölgesinde de dünyada da önemli bir ülke olma yolunda hızla ilerliyor.

Türkiye’de ne kadar etnik topluluk varsa hepsi bir ve beraber oluyor.

Türkiye’nin bu gelişmesi, birlik beraberliği bir dönemin süper gücü olan Osmanlı İmparatorluğunu hatırlatıyor.

Ülkemiz adına bu kadar olumlu gelişme olursa, buna emperyalist hainler ve onların içerdeki işbirlikçileri nasıl dayanır? Nasıl olsa ellerinde her tabakadan, her kademeden piyonları kuklaları var “hemen bunları harekete geçirelim” demezler mi?

Netice olarak ülkemizin on yıllardır iç ve dış hainlerin birlikte hareket etmesiyle terör ve benzeri ihanetlerle karşı karşıya kalmıştır.

Bundan sonra da, temenni etmeyiz ama muhtemelen kalacaktır.

Fakat ülkemizin bu hain olaylara karşı çok yönlü tedbirleri almış ve alacağından ve üstesinden geleceğinden hiç şüphemiz yok.

Bizim bir atasözümüz var, “su uyur düşman uyumaz” bu atasözü terör ve benzeri tehditler için düsturumuz olmalı ve bunu hatırımızdan çıkarmamız gerekiyor.

Kendilerinde vatan, millet, devlet, birlik beraberlik sevgisi olmayanlar için terör ve benzeri hadiseleri bir fırsat bilip bunu kendi kişisel emelleri için gerek yazılarında ve gerekse siyasi propagandalarında kullanacaklar olacaktır.

Bu elit azınlık zaten bu ülkenin değerlerine ne bağlı kalır, ne de savunucusu olur.

Kandan, terörden beslenenlere bu millet itibar etmemiş ve etmeyecektir.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Sarsmak isteyen sarsılacaktır


 
 

Uluslararası terör örgütü DAEŞ’ın elde ettiği lojistik ve silah gücüne bakıldığında bugün birçok ülkenin dahi elinde olmayan bir güce ve desteğe sahip olduğunu görmek mümkün.

Onlarca yıllık bir geçmişi olan ülkelerin dahi fevkinde kapsamlı bir silah ve lojistik güce sahip olan bir örgütün bu hale nasıl geldiği uluslararası kurumlar tarafından sorgulanması gerekir.

En azından Birleşmiş Milletler tarafından bu konunun araştırılıp soruşturulması gerekir.

Fakat bu tür hayati konuların üzerine gidecek bir BM’nin varlığından da söz etmek maalesef  mümkün değil.

Çünkü bugüne kadar hiçbir uluslararası insani sorunu zamanında çözme başarısını göstermemiştir.

Bunun en belirgin örneği Bosna katliamıdır.

Irak’ta on yılı aşkın süredir devam eden iç huzursuzluk, yine Afganistan, Suriye, Libya ve diğer İslam ülkelerinde yaşanan hak ihlalleri ve insanlık dramları günümüz dünyasının kabul göreceği bir durum değil.

Afrika’da yıllardır süren terör faaliyetleri ve her gün hemen hemen patlamalar ve silahlı çatışmalarla hayatını kaybeden yüzlerce masum insan var…

Her zaman söylediğimiz ve söylenildiği gibi ülkemiz gerek konumu ve gerekse sahip olduğu devlet, asker ve yönetim tecrübeleri açısından çok değerli birikimleri olan bir ülke.

Yıllardır terörle mücadelesini sürdürüyor.

30-40 yıl önce ülkemizde ırkçılık üzerinden ülkemizde başlatılan terör hadisesi ne bir Kürt meselesi ve ne de bir hak meselesidir.

Fakat bu gerçeği öncelikle bu yörede yaşayan bölge halkının iyi görmesi gerekiyor ki terör örgütünün aldatmasına karşı dik durabilsin.
Bu yöre bugüne kadar hep bu örgüt ve yandaşları tarafından istismar edilmiş ve sömürülmüştür.  

Ne yazık ki sömürü düzeninin bölgemiz üzerindeki hain emelleri bitmek bilmiyor.

ABD önderliğinde 2003 yılında sözde demokrasi ve özgürlük bahanesiyle Irak’ı işgal ederek bir terör ülkesi haline dönüştüren koalisyon güçleri Suriye’deki durumu bir fırsat bilerek 5 yıldır bu insanlık vahşetine göz yummaktadır.
 
DAEŞ isimli örgütün, arkasına büyük güçlerin büyük desteğini alarak İslam Devleti aldatmasıyla bölgede zuhur etmesi de bölgemizi iyice istikrarsızlaşma amacını güttüğünü artık hiç bir uluslararası kurum ve toplum inkar edemez.

Bölgemizde yaşanan bu vahşet karşısında öncelikle koalisyon güçlerinin Irak’a verdiği sözde durması gerekmiyor mu sorusu ve hesabı sorulması gerekir. BM genel kurulu sonbaharda toplanacak, bu toplantıya İslam ülkelerinin iyi hazırlanması gerekir.

Çünkü yıllar geçtikçe koalisyon güçlerinin gerçek amacı iyice açığa çıkmış oluyor.

Koalisyon güçlerinin gerçek hedefi bölgeye terör getirmek, vahşet getirmek kan ve gözyaşı getirmekten başka bir şey olmadığı net bir şekilde anlaşılmıştır.

Türkiye yıllardır mücadele ettiği bir kanlı terör örgütünden kurtulmak üzereyken başka bir çokuluslu terör örgütün saldırılarına maruz bırakılmak isteniyor.

Şimdi Suruç’ta yaşanan bu elim olaydan sonra bizler ülke olarak bu olaydan büyük rahatsızlık duyuyorken, sömürgeci güçler de aynı ölçüde bayram ediyordur.

Her ne kadar görünürde böyle olmadıklarını ifade etmek isteseler de söylemlerinde samimi olduklarını göstermeleri için öncelikle Suriye’deki yaşanan vahşetlerin müsebbibi olan yönetimin hemen yargılanmasını hiç vakit geçirmeden istemeleri gerekir.

Netice olarak emperyalist güçlerin gerek ülkemiz ve gerekse tarihi birlikteliğimiz olan komşularımızda her türlü istikrarsızlığı ve kargaşayı sürekli gündemde tutmak için yapmış oldukları hain planları ne üç yıllık ve ne de 30-40 yıllık bir plan olduğu iyice anlaşılmaktadır.

Bu hain planlar Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması ve onun devamı olan bir planın uygulamaya konulmasından başka bir şey değil.

Bu belki komünist dönemde bir süre askıya alınmış olabilir, bu tehlike ortadan kalktıktan sonra yeniden canlandırılmak istendiğini görüyoruz.

Bir başka husus ise Yemendeki çatışmalara destek veren ve Suriye'deki zalim rejimi destekleyen İran'la ABD’nin yaptığı nükleer silah konusundaki anlaşma da aslında kafalarda soru işaretleri oluşturmuyor değil!...
Türkiye'yi sarsmak isteyenler, zamanı gelince çok daha kötü bir şekilde sarsılacaktır.

16 Temmuz 2015 Perşembe

‘Demokles'in kılıcı’ geleneği mi?



 

Anayasa mahkemesinin zihinlerde bıraktığı iz hep aynı, yıllardır verdiği bazı karalarla Demokles'in kılıcı intibaını hatırlatıyor.

Son olarak dershanelerle ilgili vermiş olduğu karar ise bu bakış açısının yeni bir örneği olarak yorumlanıyor.

Bu aynı zamanda yürütme erkine müdahale şeklinde de algı oluşturuyor.

Bir hukuk kurumu olan Anaysa Mahkemesi zihinlerde geçmişte bu tür kararlarıyla kamuoyunda kendi görev sınırlarını aşan bir yaklaşım içinde olduğunu bırakmıştı.

Hükümet kanadının açıklamalarına göre, bu konudaki gerekçeli kararın AYM tarafından açıklanmasına bakacaklarını fakat dershanelerle ilgili tutumlarında kararlı olduklarını ifade ediyorlar.

Bu husustaki dönüşüm sürecinin işleyeceği, yürütmenin kararının geçerli olacağı şeklinde açıklamalar yapılıyor.

Kararın bu tarihe bırakılması tam koalisyon görüşmelerinin yapıldığı bir döneme denk gelmesi bakımından görüşmeleri etkiler mi, sorusunu da akla geliyor.

Sayın Başbakanımızın ifade ettiği gibi yürütme bir iradeyi temsil ediyor, bu tür kararların aynı zamanda halkın iradesini de bir tarafa atma anlamını da taşımaz mı?

Bu karar aynı zamanda yürütmenin belirlediği eğitim politikasına bir müdahale mi sayılmalı?

Dershanelerin kapatılıp, özel okullara dönüşmesi aslında bazı olumsuzlukların da bertaraf edilmesi yanında avantajlarının olacağı beklentisi de var.

Biri öğrencilerin adeta bir yarış atına dönüştürülmesi gibi bir önemli olumsuzluğun ortadan kalkmasına neden olacağı şeklinde.

Bir diğer önemli yanı ise bu kurumlara yapılan ödemelerden kaynaklanan maliyetin öğrenci ailelerine getirmiş olduğu mali yükün kalkması olacak.

Üçüncü olarak daha da önemlisi ise dershanelerin fırsat eşitliği ilkesine aykırı olması.

Dolaysıyla mali durumu yeterli olmayan ailelerin çocuklarının bu yarışta geri kalmalarına yol açması.

Bu olumsuz yanlarının yanı sıra, özellikle malum dershanelerin öğrencileri başka  amaçla yetiştirmeleri algısının varlığı; bir nevi beyin yıkama sürecine tabi tutulmaları ise işin daha tehlikeli yönünü oluşturması…

Netice olarak bu yanlışlıklara engel olunması nedeniyle dershanelerin tamamen yürürlükten kaldırılarak, temel eğitim kurumlarına dönüştürülmesi kararı alınmıştı.

Açıklamalar yürütmenin almış olduğu bu husustaki kararın ve kararlılığın devamı şeklinde.

Ancak Anayasa Mahkemesinin bu kararla hatırlattığı altı çizilmesi gereken husus ise kamuoyunda yer etmiş olan o bilinen tutumunu hatırlatıyor; yani bir bakıma yürütmenin üzerinde Demokles'in kılıcı anlayışından vazgeçmemiş olduğu intibaını sürdürmesi şeklinde mi yorumlamak gerekiyor?

Bu nedenle yeni bir Anayasanın bugüne kadar görülen bütün olumsuzlukları yok ederken, millet ve ülke menfaatleri açısından faydalı olacak bir muhtevayla yapılması üzerinde ısrarla duruluyor olması da bundan ileri geliyor.

Her bakımdan bir hayli tecrübeleri bulunan ülkemizin yeni bir anayasa yapımında bu tecrübelerin göz önünde bulundurulması söz konusu aksamaları ortadan kaldıracak, kurumlar arasında daha uyumlu ve verimli, aynı zamanda yürütmenin alacağı olumlu kararların uygulanmasında zaman kaybına neden olmayacaktır herhalde…

 

 

 

9 Temmuz 2015 Perşembe

Ülkemizin koalisyon karnesi

 

 

Seçim sonrası bir ay geride kaldı.

Seçim sonuçları ülkemizin ali menfaatleri açısından beklenmedik bir tablo ortaya çıkardı.

Şimdi siyasi partilerin önünde iki seçenek var ya koalisyon, olmazsa erken seçim...

İlk seçeneğe baktığımızda ülkemiz bu hususta çok tecrübeli ve koalisyon karnesi pek de iyi değil.

Koalisyon demek ülkenin gerilemesi demek; istikrarsızlık ve yatırımcı açısından güven sarsılması demek.

Yine koalisyon ülkemiz için makroekonomik değerlerin kötüleşmesi, faizlerin ve enflasyonun yükselmesi demek.

Hele Ak parti öncesi son koalisyon hükümetinin icraatına bakıldığında, o dönemde yeni yatırımlar yapılmadığı gibi bazı işyerlerinin kapanması, bazı özel bankaların batması ve bu oranda işsizler ordusunun artması şeklinde geriye kötü bir miras bırakmıştı.

Bu nedenle geçmiş koalisyon hükümet tecrübelerinin zihinlerde bıraktığı izler olumsuzluklarla dolu.

Bunun da neden böyle olduğu ise koalisyon hükümetleri için ülkemizde kurumsallaşma açısından bir takım eksikliklerin varlığını akla getiriyor.

Koalisyon hükümetlerinin bu temel sıkıntısının aşılması da zaman alacağa benziyor...

O zaman ülkemiz için tek çare, tek partinin parlamentoda iktidarı oluşturacak sayıda temsilciye sahip olmasını zaruri kılıyor; istikrar, güven ve sürdürülebilir kalkınma için.

Bunun en belirgin örneği ise yine Ak parti, çünkü son 13 yılda kesintisiz iktidarda kalışıyla ülkemizin kalkınmasına büyük katkılar sağladı.

Son seçimde ülkemizde bir geçiş dönemi içinde olması, belki de tek parti iktidarına şans tanımamış oldu.

Mevcut vekil dağılımına baktığımızda iktidara en yakın partinin Ak Parti olduğunu görüyoruz.

Ak parti 25. Dönem genel seçimlerinde az farkla hükümet için gerekli olan sayıyı kaçırmış oldu.

Bu sonuç üzerine çok şey söylendi, yorumlar yapıldı.

Ak partinin son seçim kampanyasında nerelerde eksikliği oldu da iktidar için gerekli sayıyı az farkla kaybetti?

Ak Parti kurmayları bu nokta üzerinde herhalde ince eleyip sık dokuyorlardır.

Eğer bir erken seçim kararı alınması zarureti doğarsa ki gün geçtikçe bu seçeneğin ağırlık kazanacağı şeklinde bir hava oluşuyor.

Bu takdirde Ak Partinin hükümeti tek başına kurması için geçen süreci bütün ayrıntılarıyla gözden geçirip nerelerde eksiklik yapıldı, bu eksikliğin giderilmesi için neler yapılmalı şeklinde bir öz eleştiri yapacaktır.

Bundan önceki üç seçimi her seferinde oylarını artırarak kazanan parti neden bu defa az farkla iktidar olmak için gerekli sayıyı yakalayamadı?

A’dan Z’ye geçen süreci irdelenip yanlışların elimine edilmesi yoluna gidecektir.

Bunlar aday tespitinden ileri gelebilir, propaganda araçları ve muhtevasındaki eksiklik ve taktik hatalardan ileri gelebilir, propaganda süresinin uzunluğundan ileri gelebilir, karşı tarafın yaptığı mühendislik çalışmasına karşı-mühendislik çalışmasının eksikliğinden ileri gelebilir şeklinde sıralanabilir. 

Kısmen de olsa oy pusulasındaki yanlışlıktan ileri gelebilir ki bu seçimde yüksek oranda geçersiz oy çıkmıştı, bundan da en fazla etkilenen büyük parti olan Ak partinin olması kuvvetle muhtemeldir.

Netice olarak muhtemel yapılacak bir erken seçimde Ak partinin kendisini yeniden yapılandırması ve yeniden dizayn etmesi gerekebilir.
Bunun için belki de kapsamlı bir kamuoyu araştırması yapılarak seçmenin görüşü alınabilir. Böylece bütün taramalar yapıldıktan sonra muhtemel yapılacak seçimde takip edilecek yol haritası tespit edilerek, yenilenmiş bir şekilde kampanyasını sürdürecektir herhalde.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Paradigm of New Turkey


 

 

Regarding crucial geographical positioning of Turkey in its region and the world, Turkish general elections have aroused interest in both home and abroad during the political parties’ campaigns.

This time the results of election for the members of Turkish Grand National Assembly have revealed some astonishing results when compared with previous ones.

Turkey’s Justice and Development Party (Ak Party) has been ruling party consecutively for 12-13 years since November 2002.

Even though finishing the race as first party, but it remains little bit lack to form the government itself in terms of number of deputies. Winning the number of 258 deputies, Ak Party needs support of 18 deputies from one of other parties in the parliament. After swearing in ceremony and election of parliamentary speaker, Turkish president Mr. Recep Tayyip Erdogan will assign Mr. Ahmet Davutoglu, Prime Minister and leader of Ak Party to reshuffle the government by negotiating with the other political parties’ leaders in the parliament.

If any agreement would not be ensured with the representatives of the political parties in the Grand National Assembly, a snap election might come on the agenda, presumably in late fall…

Meanwhile, when we analyze background of Ak Party, one year later from its foundation Ak party had been successful to win the parliamentary election firstly on November 3rd, 2002 and since then it won the general elections successively three time by raising its voting rates until the last election held on June 7th. These results show that Turkish voters have approved Ak Party’s performance regarding its investments, development plans and projects which accomplished in the past three terms in the country.

Also macroeconomic indicators have recovered and showed better performance. Turkish gross domestic product has tripled from $230 billion to over $800 billion. Ak party also set some outstanding projections for 2023 such as expanding country’s exports up to $500 billion, raising per capita income up to $25,000 and gross domestic product by $2 trillion.

With its reformist approach to the issues, Ak Party has realized remarkable structural reforms by unshackling nonsense taboos in order to accelerate country’s development and freedoms.

When we look at the background during 12-13 years, actually Ak Party has realized outstanding performances. The things accomplished to date indicate that the current ruling party will realize its projections which have been on its agenda in the upcoming years.

Despite the reforms made in its ruling term, there are also two crucial items on the agenda of the country needing to be reformed.

In this term, Ak Party’s priority is to amend current constitution which does not match today’s conditions.

Another principal change is to enact presidency system which would replace current presidency system.

If these two long standing reforms will be realized in next period, the paradigm of New Turkey would speed up...