10 Eylül 2015 Perşembe

Göç dalgalarının asıl müsebbibi kim?


 
 

Krizlerden menfaat edinme ustalığını iyi beceren batı Suriye krizini de kendi menfaatine dönüştürür mü, sorusunu akla getiriyor!

Özellikle Suriye’de yıllardır süren insanlık dramına çözüm üreteceğine fırsata dönüştürme çabasında…

BBC Yaptığı haberlerle Türkiye’yi bölgemizde yaşanan krizin sorumlusu göstermenin çabası içinde olduğu bir durum sergiliyor.

Ülkemizi karalamak için umutlarını terör örgütlerine bağlayan batılı insan severler asıl suçluyu bir tarafa bırakıp, koruma altında tutarak başkalarını suçlu gösterme maharetini iyi beceriyor.

Bunu biliyoruz, bu hususta usta olduklarına hiç şüphe yok.

Hedef saptırma becerilerini sergileyerek mazlumdan yana çıktıkları rolünü iyi oynamasını bilirler.

Giderek artan göçler nedeniyle ülkemizi geçit olarak kullanan özellikle Suriyeli göçmenlerin çektikleri sıkıntı artık dünya çapında biliniyor.

Suriye’deki krizin başladığı günden itibaren bu krizin asıl müsebbibine değil de, başkasına yıkma çabası var.

Her hususta uzun vadeli hesapları olan ve bunu ustalıkla beceren batı Suriye krizinden de avantaj sağlayacaktır.

4,5 yıldır Suriye krizinizden her bakımdan yakından etkilenen ve ilk günden bugüne evlerinden yurtlarından olan Suriyelileri ülkemizde ağırlayan Türkiye, Ürdün, Lübnan gibi ülkelerin bu insani yaklaşımı bir anda boşa çıkarılırsa bu işe hiç şaşmamak gerekir.

Sahte empati yaparak Suriyelilere dost görünme çabası içinde olan özellikle BBC o bilinen misyon ve sahte insancıl yaklaşımı ile gerek dünya ve gerekse Suriyelilere dost görünme çabası içinde.

Bu kanal Türkiye’yi insan kaçakçılarına mani olmama gibi bir yaklaşım sergiliyor.

Özellikle Bodrum kıyılarına cansız bedeni vuran küçük Suriyeli hadisesinden sonra göçmenlere karşı az da olsa insani yaklaşım içinde olan batılı ülkeler, esası bırakıp usulle uğraşmaya bakıyorlar.

4,5 yıldır gerek Suriye ve gerekse Arap baharı denilen toplumsal olaylar nedeniyle bölge ülkelerinde devam eden insanlık dramına seyirci kalan uluslararası toplum ve BM Güvenlik Konseyi, son göçmen dalgasında da asıl suçluyu görmezden gelip başkalarını suçlama uğraşı içinde.

Suriye’de 300 bin civarında insan hayatını kaybetti.
Nüfusunun yarısından fazlası göç etmiş durumda, ülkede taş üstünde taş kalmamışken suçlanması gereken Suriye yönetimi ve buna seyirci kalan uluslararası toplum varken, başkaları bu insanlık dramının müsebbibi gibi gösterilmeye çalışılıyor.

İşte batı, işte onların insanlık, hak ve adalet anlayışı!

Pes dedirtecek türden, bir yaklaşım.

Asıl suçlu bir tarafa bırakılmış, çekinmeseler bunca zulüm ve vahşetten sonra adamı temize çıkaracaklar, yaptığı vahşete de başkalarını ortak edecekler.  

Birinin ağzından ‘asıl suçlu bu adamdır’ ifadesi çıkmıyor.

Uluslararası toplumun bu insanlık dışı duruma ilgisiz kalışıyla nasıl küresel barış sağlanır.

Suriyelilerin insan kaçakçıları tarafından sömürüldüğü haberini yapan BBC, bu insanların neden kendi ülkelerinden kaçtıklarını gündeme getirmediği gibi, bu dramın baş müsebbibini de sorgulamıyor.

Önce bu soruyu haber kanalına taşısa daha samimi olacak, daha dürüst habercilik örneği vermiş olacak.

Dün olduğu gibi bugünde, külfete değil de nimete ortak olma cambazlığını gösteren batı Suriye krizini de fırsata çevirmezse ona hiç şaşmamak lazım!

8 Eylül 2015 Salı

İtibarsızlaştırma ya da gözden düşürme

 

 
Tarihimizin yaklaşık son bir asırlık dönemine baktığımızda sultam 2. Abdülhamit Han’ın şahsına yapılan saldırılardan günümüze kadar bir çirkin propagandanın devam ettiğini görüyoruz.

Mesele bazı elitlerin menfaati olunca bu çirkin karalama propagandası hemen devreye alınarak, özellikle basın yoluyla gerçekler tersyüz ediliyor.

Hak ve hukuk tanımaz belli bir güruh bu hain ve çirkin propagandayı, ülkenin ve çoğunluğun menfaatlerini bir taraf iterek kendilerine menfaat sağlamak amacıyla kullanmıştır.

Osmanlı İmparatorluğunu 30 yıl idare eden, yaptığı yatırımlarla imparatorluk coğrafyasında ilerleme sağlayan Sultan II. Abdülhamit Han yıpratılmak amacıyla itibarsızlaştırmaya tabi tutulmuş, şahsına ‘Kızıl Sultan’ yaftası yapıştırılarak haksız yere bu sıfatla anılmasına ortam hazırlanmış.

Değişmeyen oyun kuralıyla iç ve dış hainler elbirliği yaparak, hak-hukuk tanımadan Sultan hakkında karalama kampanyası başlatılmıştı.

Netice olarak İttihatçılar hain emellerini gerçekleştirerek hileyle Sultanı makamından almışlardı.

Sonrasında ise İttihatçılar imparatorluğu savaşlara sokarak İmparatorluğun parçalanmasının müsebbibi olmuşlardı.

İşte o parçalanmadan sonra maalesef bölgemizde geçen bir asırlık zamana rağmen taşlar hala yerine oturmadı. Çünkü haksız ve suni bir bölünmeydi.

İmparatorluktan ayrılarak birer devlet haline gelemeye çalışan şimdiki komşularımız bir türlü huzur, güven ve istikrarlı bir yapıya kavuşamadılar.

İmparatorluk sonrası Cumhuriyet döneminde ise itibarsızlaştırma ve yıpratma kampanyasının en acı örneklerinden ilkine ise 1950 yılında milletin büyük çoğunluğunun tercihi ile iktidara gelen merhum Adnan Menderes’te görüyoruz.

Merhum başbakan hakkında yapılan iftiralar ve karalamalar biliniyor.

Ülkesini ve dinin seven kollayan bu başbakan yine aynı usul ve karalama yoluyla bir itibarsızlaştırma kampanyasına tabi tutulmuştu.

İşlenen tezvirat, karalama kampanyası neticesinde Merhum Menderes malum 27 mayıs ihtilali ile görevden alınmış halk iradesi gasp edilmişti.

Kin, nefret ve ‘istemezükçü’ güruhu bununla kalmayarak göstermelik ve mesnetsiz bir yargılama usulüyle dönemin başbakanını idam ederek çirkin emellerine ulaşmışlardı.

Sonrasında ülkesini seven bir başka lider sahneye çıkmıştı, merhum Turgut Özal iktidara geldiğinde radikal değişiklikler yaparak ülkeye çağ atlatacak yatırımlara imza atmıştı.

O da kendini bu milletin çoğunluğuna sevdirmiş, ne yazık ki kendi ve çoluk çocuğu bir yıpratılma kampanyasına tabi tutulmuştu.

Erken denilen bir yaşta, kafalarda soru işaretleri oluşturacak bir şekilde ani bir ölümle hayatını yitirdi.

Gerek II. Abdülhamit ve gerekse Cumhuriyet dönemi liderleri merhum Menderes ve 8. Cumhurbaşkanı merhum Özal’ın ortak yönleri ülkelerine ve bu milletin milli ve manevi değerlerine bağlı kalmak, saymak ve kollamaktı; dış güçlere boyun eğmemekti.

Ülke kalkınması ve gelişmesi için gerekli fedakârlığı göstermekti.

Belli bir azınlık için eksik tarafları neydi?

Toplum katmanları arasında fark gözetmemek, hizmeti her kesime eşit bir şekilde götürmek hedefini gaye edinmiş olmalarıydı.

Bu liderlerin dönemine baktığımızda ülkemizde kalkınma hamleleri yapıldığı, millet refahında ilerleme olduğunu görüyoruz.

Ülkemizin itibarını içerde ve dışarda yükselttiklerini görüyoruz.

Bu liderler başarılarını liderlik karizmaları yanında aynı zamanda tek başına iktidar olmalarıyla sağlamışlardı.

Ülkemiz merhum Özal sonrası 3 kasım 2002 yılına gelinceye kadar koalisyonlarla idare edildi.

O yıllar aynı zamanda kriz yıllarıydı…

3 kasım 2002 tarihi ülkemizde yeni bir dönemim başlangıcı oldu.

Bu tarihte şimdiki Cumhurbaşkanımız, Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde iktidara gelen Ak Parti hükümetleri günümüze kadar büyük işler yaptı. Ekonomik krizi alt edilerek ülkemiz büyük yatırımlara sahne oldu, refah seviyesi yükseldi.

Bu yatırımlar içerden ve dışardan karşılaşılan önemli zorluklara rağmen yapıldı ve bu büyük projelerin bir bölümünün yapımı devam ediyor.

Bu güçlenme, kalkınma hamlesini ve dış güçlere boyun eğmemeyi hazmedemeyen gerek iç ve gerekse dış düşmanlar ellerinde bulunan ne kadar araç varsa her fırsatta bunları kullanarak yine o bildik yalan ve aldatma sanatıyla amansız bir yıpratma kampanyasını sürdürdüklerine şahit oluyoruz.

Bu defa temennimiz bu hain güruhun bu çirkin emellerinde başarılı olmamalarıdır.

4 Eylül 2015 Cuma

Uluslararası toplumun timsah gözyaşları


 

 
Suriye yönetiminin zulmünden kaçmak isteyen ailenin boğularak hayatını yitiren 3 yaşındaki yavrunun dünya medyasına konu olması belki küllenmiş vicdanların yeniden hayat bulmasına vesile olur.

Suriye’deki vahşet yeni değil, tam 4,5 yıldır devam ediyor. Nice çocuklar vahşi bir şekilde hayatını kaybetti!

Hür dünya da bu vahşeti bugüne kadar seyir etti, seyretmeye devam ediyor!

Eften püften sözlerle bu vahşeti bugüne kadar geçiştirdi, bu insanlık dramının günümüzdeki boyutlarına ulaşmasının asıl sebebi de bu anlayıştır.

Bu yavrunun hazin bir şekilde hayatını kaybetmesi ilk değil, bugüne kadar Suriyeliler dünyanın gözü önünde 300 bin civarında kayıp vermişler.

Bu kayıplar sıradan bir şekilde değil, kendi öz vatanlarında kendi ülkelerinin zalim yöneticileri tarafından uygulanan sistematik bir işkence ve vahşetin neticesidir.

Her türlü insan hakları ihlal edilerek 4,5 yıldır insanlık suçu işleniyor.

Uluslararası toplum, Birleşmiş Milletler güvenlik konseyi ve diğer uluslararası toplum kuruluşları bu vahşete sessiz kalarak ilgisiz kalmışlardır.

Bu son olayda nedense dünya bu vahşeti biraz hatırlamaya başladı.

Bu katliamın asıl sorumlusunu gene de sorgulayan yok.

Bir ülke yerle bir olmuş, milyonlarca insan yurdunu terk etmiş, büyük bir bölümü ağırlıklı olarak ülkemiz olmak, üzere komşu ülkelere sığınarak Suriye’deki zalim yönetimden canlarını kurtarmışlar.

Başta bu ülkenin yönetimi olmak üzere bu vahşete sessiz kalan diğer uluslararası kuruluşlardır.

Bu vahşeti durdurmak için çaba gösterilmemiş, oyalama taktiği masum yüzbinleri ölüme göndermiş, aileler parçalanmış, milyonlar ülkesini terk etmiş.

Bu ülkenin mazlum insanları bunca mağduriyete rağmen hala çözüm bekliyor.

Asıl suçlular belliyken bir kısım medya bu suçu mugalata sanatıyla başkalarına atmaya çalışıyor.

Bu anlayış aynı zamanda gerçek suçluyu kollama ve saklama manasına gelmez mi?

Bu aynı zamanda toplumsal hafızayla, toplumsal akılla alay etmek olmaz mı?

Bu anlayış aynı zamanda hukuku ve insani değerleri istismar etmek manasına gelmez mi?

BM'nin bu hususta birçok raporu varken, Suriye’de uluslararası hukuka göre suç işlemiş bir yönetim varken, bu zalim yönetime toz kondurmayan anlayışın suç ve cezadan bahsetmesi anlamsız olmaz mı?

Asıl suçluyu koruyup cezayı başkasına kesmek nasıl bir hak ve hukuk anlayışı olur?

Yıllardır rejimin baskı ve zulmü altında vahşete kurban olan savunmasız insanları kendi öfkesine, çirkin emellerine alet etmekse ne insanlık ve ne de insan haklarıyla ilişkilendirilemez!

Bu kolaycı anlayış ve hedef saptırma bu insanları istismar etmekten başka bir amaç taşımamaktadır.

Batılı liderlerin timsah gözyaşları dökmeleri bu insanlık dramını çözmeye yetmez, çözümün adresi belli.

Çözüm BM’nin güvenlik konseyinin derhal harekete geçip üstüne düşeni yapması, uluslararası hukuku çalıştırmasından geçiyor.

Yoksa "bataklığı kurutmak yerine sivrisinekleri öldürme anlayışı" ile bu insanlık problemine kalıcı bir çözüm getirilemez!

3 Eylül 2015 Perşembe

Terörü ekmek kapısı yapanlar!

 

 

Birleşmiş Milletlerin yaklaşan 70. Genel kuruluna gerek İslam ülkeleri ve gerekse 5+1’in dışında kalan ülkelerin temsilcileri çok iyi bir hazırlık ve gündemle gitmesi gerekiyor, dünyada yaşanan vahşetin son bulmasına katkıda bulunmak için.

Dünyada bugün halledilmesi gereken çok sayıda insani problem var.

Son yıllarda artan terör ve iç savaşlardan önce, 2000 yılında bir gündemle başlatılan “Binyıl Gelişme Hedefleri” (Millennium Development Goals) BM’ye üye 191 devlet tarafından başlatılmıştı.

2015 yılına kadar özellikle açlık ve su, sanitasyon gibi temel insani problemlerin üstesinden gelinmesi hedeflenmişti.

Fakat bu insani yönü ağır basan maddeler başarıya ulaşmadığı gibi buna ilave olarak çok daha vahim insanlık trajedileri eklendi.

Özellikle 11 Eylül 2001 yılında Amerika’daki ikiz kuleler için tezgâhlanan saldırı sonrası mevcutlara ilaveten çok sayıda yeni terör odaklarının mantar gibi ortaya çıkmasına bir milat oldu.

Mevcutlar gücüne güç katarken birçok İslam ülkesinde özellikle MENA diye anılan Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde birçok terör örgütü doğdu.

Terör bilindiği gibi günümüzde emperyalistlerin hedeflerine ulaşmaları, kendileri adına sıfır kayıpla hain emellerine ermeleri için kullanılan en iğrenç ve alabildiğine en acımasız bir savaş metodu.

Kimileri buna ırkçılık üzerinden, kimileri ise İslam üzerinden alet oldu ki uzaktan yakından İslamiyet’le ilgisi yok!

Suni olarak ortaya atılan bir takım hak yoksunluğu argümanıyla terör gerek ülkemizde ve gerekse birçok İslam ülkesinde en acımasız bir şekilde boy gösterdi ve göstermeye devam ediyor.

Dünyaya baktığımızda başka hiçbir, Müslüman olmayan ülkede terör olaylarını görmek mümkün değil.

Neden terör hep İslam ülkelerini seçmiş bulunuyor?
Müslümanlar gerek terör veya benzi komplo teorilerinin sahiplendikleri bu yüce değerle hiç ilgisi olmadığını bilmiyorlar mı?

Bunun nedeni sosyolojik mi, etnik mi, din kaynaklı mı ya da kalkınma ve ekonomik eksiklikten mi ileri geliyor?

Aslında hiç biri değil!

Ülkemiz terör olaylarıyla uzun yıllar birlikte olmuş ve tecrübesi çok!

Gerektiğinde bitmez denilen, canilikte zirve yapmış bu insanlık dışı olayların bir anda, bir gecede bittiğini biliyoruz.

Biliyoruz ki bu ülkenin ekmeğini yediği suyunu içtiği topraklarda beslenen, fakat buna karşılık en ceberut düşmanın bile yapmadığı hainliği yapanlar (bu işin hangi kısmında bulunursa bulunsun) birtakım kelime oyunlarıyla bu çirkin olayın bir tarafında yer alıyorlar.

Bakın dünyaya ülkesini kollama ve koruma görevini üstlenmiş güvenlik görevlilerine karşı hangi ülkenin insanı kendi askerine, polisine en hain ve en iğrenç bir şeklide ölüm planları hazırlayıp uyguluyor?

Bunları kullanan emperyalistler zamanı geldiğinde hiç acımadan bu hainlerin işlerini bitireceğini biliyoruz.

Zaman zaman gidip akıl alıyorlar ya, işte bu ağababaları, aklı hocaları işlerinin tamamlanmasına bakıyorlar, yoksa bunların karakaş ve gözlerine meraklı değiller.

Şimdi bilindiği gibi içinde bulunduğumuz Eylül ayında bütün ülkelerin devlet ya da hükümet başkanları BM’nin 70. Genel kuruluna katılacaklar.

Bu insanların bu toplantıya bugün insanlığın içine düştüğü bu insanlık dramını sembolize edecek bir objeyle bu kurulda konuşma yapmaları çok anlamlı olacak.

Bütün dünyanın bu iğrenç katliamlara dikkatini çekmek için genel kurul salonuna yakalarına takacakları bu iğrençlikleri sembolize edecek bir resimle (eğer yasal olarak bir sakıncası yoksa) girmeleri çok etkili olacaktır.

Bu resim geçen gün kıyılarımıza vuran ölmüş bir çocuğun resmi olabilir!

Her gün dünyaya sözde insanlık dersi verenlerin eğer yüzlerinde kızaracak bir insanlık duygusu taşıyorlarsa belki biraz kızarır, renk verirler.

Dünyayı bu hale getiren 5+1 belki biraz merhamete gelir, belki dünyayı terörle yönetme yerine o sahip çıktıkları değerlere gerçek manada sahip çıkarak yönetmeyi tercih ederler!