30 Eylül 2013 Pazartesi

Demokratikleşme ve kalkınma

 

 

Ülkemizde bin yıllık kardeşlik ve beraberliğimize son vermek amacıyla hain güçlerin bazı sebepleri ileri sürerek başlatılmış olan bir oluşum, bir şekilde askıya alınmış ve birkaç yıl ülkemizde huzur, güven ve kardeşlik ortamı etkisini sürdürmüştü.

Bu durum şüphesiz herkesi ve her kesimi memnun eden bir gelişme olarak değerlendirildi.

1999 yılı ve 2000’li yılların başlarında devam eden bu huzurlu hava bir müddet sonra tekrar yerini istenmeyen terör olaylarına bırakmıştı.

Birileri bu durumdan rahatsız olmuş olacak ki bir bakıma iyileşmiş bir yarayı tekrar kaşımak ihtiyacını duydu…

3 kasım 2002 yılında iktidara gelen Ak Parti hükümetleri ülkemizde yeni bir dönemin başlangıcı, köklü bir değişimin müjdecisi niteliğindeydi.

Ülkemizde 7’den 70’e herkese bir ümit doğmuş, yönetime geldiği günden itibaren uyguladığı değişim ve kalkınma politikaları o tarihe kadar ülkemizin üzerine çöken karabulutların bahar yağmuru gibi berekete dönüşmesine vesile olacak bir dönemin başlangıcıydı.

Gerek içerde ve gerekse dışarıda güven ve cesareti kırılmış yatırımcılara bir şevk, güven ve cesaret gelmişti.

Yatırımcı için en önemli husus da güven ve istikrardı.

Bu güven, istikrar ve cesaretin oluşturduğu dinamizm harekete geçerek çok sayıda büyük ölçekli yatırımların yapılmasına yol açıyordu.

İşte Ak Parti hükümetleriyle gelen huzur, güven ve istikrar kalkınmanın sürdürülebilir anahtarları olmuş, böylece ülkemiz kalkınma ve gelişmede önemli aşamalar kaydetmeye başlamıştı.

Çatışmanın olmadığı böyle bir ortam elbette bazılarını rahtız edecek, bunun önünün nasıl kesileceğini gündeme getirilecekti. Bunu en kolay yolu ise huzur ve güven ortamını yok etmekti.

Bu da şu veya bu şekilde birtakım gerekçeler ileri sürülerek terörü kullanmakla olur.

İşte Ak partinin ilk yıllarından itibaren beklentileri aşan kalkınma hamleleri birilerinin gözünü korkutmaya başlamış, a malum film yeniden başa sarılamaya başlanmıştı.

Fakat kalkınma gemisi yoluna devam ediyordu, her ne kadar okyanusta zaman zaman dalgalar olsa da bu dalgalar aşılarak rotadan sapmadan ilerleme devam etti ve ediyor.

Gemi güvenli ve tecrübeli kaptanların elinde olduktan sonra rotada şaşma olmayacak ve karaya oturmadan belirlenen hedef doğrultusunda ilerlemesini sürdürecektir…

Gerek geçmiş yıllarda ve gerekse yaklaşık bir yıldır daha kapsamlı bir şekilde gündeme gelmesi beklenen demokratik açılımın ülkemizde üzücü bir gelişme yaşanmamasına zemin hazırladı.

Bu süre zarfında anaların yüreği yanmadı.

Otuz yılı aşkın bir süredir yürek dağlayan, can yakan, ülkemizi ayrımcılık fitnesi ile tutuşturmak isteyen bir ateş atılan olumlu adımlar sayesinde çok şükür bir yıla yakın bir süredir sönmüş.

Bunun neticesinde bir uçtan bir uca huzur ve güven gelirken aynı zamanda terörden dolayı en çok zarar gören ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgesinde yatırımların artarak devam etmesi için yeni bir dönem başlamış oldu.

Özellikle son zamanlarda peş peşe açılan hava alanları hem iç ve hem de ticaretin bir ivme kazanmasına olumlu bir zemin hazırlamış oluyor…

Ülkemiz çok badireler atlatmış, hepsinin üstesinden gelmiştir. Bu sıkıntılar analiz edilip incelendiğinde çoğu suni olarak oluşturulmuş, uzlaşma yolları şuurlu olarak kapatılarak kalkınmamız engellenmiş, refah seviyesi de suni olarak geri bırakılmıştır.

Sayın Başbakanımızın açıklamış olduğu ‘Demokratikleşme Paketi’ ile gerek kalkınma ve gerekse toplumsal alanlarda daha çok ilerlemenin kaydedileceği, böylece anlamsız takıntıların peşinden giderek her bakımdan kayıpların yaşanmayacağı yeni bir döneme girmiş olacak ülkemiz.

Zaten daha önceden kısmen de olsa başlatılan demokratikleşmeye yönelik adımların bu paketle daha da hız kazanacağı izlenimi var...

Şimdi ülkemizin önünde daha güzel günlerin olacağı yatırım ve kalkınmanın daha da hızlanacağı, özellikle ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgesinde böylece daha hızlı bir kalkınma sürecinin başlayacağı ümit ediliyor.

Çünkü kalkınma ve gelişme için en önde gelen şart huzur ve güvendir.

20 Eylül 2013 Cuma

Mun’dan suç duyurusu


 

 
Birleşmiş Milletler denetiminde Suriye’de kullanılan kimyasal silah raporunun sonuçları açıkladı. Çoğunluğu çocuk olan masum insanları hedefleyen roketlerin sarin gazı içerdiği alınan kan örneklerinin incelenmesi neticesinde ispatlandı.

BM Genel Sekreteri Ban ki Mun kimyasal silah kullanmanın ve kullananların uluslararası hukuk, uluslararası ceza mahkemesine göre suç olduğunu raporun neticelerini açıkladığı basın toplantısında ifade etti.

Mun kimyasal silah ve kitle imha silahlarını kullanmanın ‘savaş suçu’ olduğu, bunları kullananların cezalandırılması ise BM’nin prensip ve uluslararası hukukun gereği olduğunu ifade ediyor.

Bu açıklamalar kimyasal silah kullanan Suriye yönetimi için suç duyurusu niteliği taşıyor.

Bu durumda iş yine BM Güvenlik Konseyi’ne düşüyor, BM prensiplerine bağlı kalırsa ve bu doğrultuda karar alınırsa, Suriye yönetimi savaş suçlusu sayılacak ve uluslararası mahkemede yargılanmaları gerekecek.

Yine uluslararası hukuk çerçevesinde taraflar arasında herhangi bir anlaşma sağlanması durumunda şu anda yönetimde bulunanların da gelecekte yapılacak seçimlerde aday olmaması gerekiyor.

Suriye’de üç yıldır bu ülke insanlarına sırf demokratik haklarını istemeleri ve ülkede demokrasinin kurum ve kurallarına göre seçimlerin yapılmasını sağlayacak düzenlemelerin yapılması isteği ile Suriye halkının başlattığı mücadele hiç de olmaması gereken bir mecraya sürüklendi.

Suriyeli masum insanlar insanlık adına utanç verici muamelelere maruz kaldılar.

Başta BM ve uluslararası toplumun bu insanlık dramına duyarsız kalışları, acımasız bir şekilde onbinlerce masum insanın hayatını mal oldu ve milyonarca insan yerinden yurdundan oldu.

Konunun insani boyutu ve temel haklar talebi örtülerek bir mezhep çatışmasına çevrildi.

Özellikle İran’ın bu hususta konunun insani boyutunu göz ardı etmesi çok sayıda masum insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. Rusya’nın da aynı şekilde konunun insani yönünü çarpıtması ve zalim bir lideri koruma altına alması, bir taraftan bu ülkelerin insana verdikleri değer ölçüsünü ortaya koyarken, diğer yandan çok sayıda vahşete kapı araladılar.

BM Genel Sekreteri Ban ki Mun bu insani meselenin önemini tartışmak ve kalıcı bir çözüm bulmak için BM’nin 68. Genel kurulunun bir fırsat olduğunu vurguluyor.

Geç de olsa bu insanlık dramı BM’nin 68. genel kurulunda ciddi ve samimi bir şekilde konuyu tartışarak bir çözüm bulmaları Suriyeli mazlumlar için bir umut ışığı olacaktır.

Her türlü vahşet ve insanlık dışı muamelenin uygulandığı Suriyeli masum insanların bu vahşetten kurtulmaları için BM Genel Kurulu bu vahşeti uygulayanları hemen savaş suçlusu ilan etmeli ve en kısa zamanda uluslararası ceza mahkemesinde yargılanmasına karar vermelidir. Suriyeliler adına olumlu bir sonuç almak için genel kurul üyelerinin konuya ciddi bir şekilde ağırlık vermeleri bir insanlık borcudur.

17 Eylül 2013 Salı

Suriyeli mazlumlar BM'den çözüm bekliyor

 

 

Birleşmiş Millet bünyesinde bulunan insani kuruluşlar yeryüzünde bulunan çeşitli nedenlerle yerlerinden yurtlarından olmuş milletlerin şartlarını inceleyip raporlar hazırlıyor.

Aynı zamanda günümüzün küresel zorlukları olan iklim değişikliği, küresel ısınma, açlık ve yokluk gibi bütün insanlığı ilgilendiren konular da BM’nin raporlar hazırlayıp üzerinde çalıştığı diğer konular.

Kurum hazırlanan bu raporları dünya kamuoyu ile paylaşıyor. Dünya kamuoyunu bilgilendirmesi çok iyi bir çalışma.

Ancak BM asıl yapması gereken konuyu ikici plana bırakıyor.

Bu sorunlar nasıl çözülür konusuna gelince BM sınıfta kalıyor.

Maalesef hiçbir soruna kalıcı bir çözüm getiremiyor.

Sorunları tespit etmede gösterdiği kararlılığını bunların çözülmesinde gösteremiyor.

Yani asıl yapması gereken işleri hep ikinci plana atıyor.

Böylece kendi ifadesiyle gündeminde yığınla halledilmesi gereken mesele bekliyor.

Yakınımızda üç yıldır devam bir insanlık dramı var.

BM ve uluslararası toplumun bu insani meseleye çözümsüzlük penceresinden bakışı milyonlarca insanın mağdur olmasına neden oldu.

Asıl suçlu bu konuda BM’nin 5 daimi üyesidir.

Bir ülke parça parça olmuş, Suriye’de insanlık adına utanç verici bir süreç yaşanıyor.

Başta Rusya ve İran olmak üzere uluslararası toplum bu konuda insanlığını unutmuş. Açıkça havadan sudan bahanelerle bir gaddarı, insanlıktan nasibini almamış bir zalimi destekliyor.

Bu ülkelerin Suriye yönetimine vermiş oldukları maddi ve manevi destekle binlerce masum insanın ölmesine, milyonlarca insanın yurtlarını terk etmelerine zemin hazırlamışlar.

Bu yapılan zulmün hiçbir insani değerle bağdaşır tarafı olmadığı gibi hiçbir hukuki tarafı da yok.

Yani uluslararası hukuk ve uluslararası insani kurumlar da varlık gösteremez hale getirilmiştir, fonksiyonel olmaktan çıkmış.

BM’nin yetkili organları bu insanlık dışı durumları rapor edip dünyaya duyuruyor fakat sözde bu sorunları çözmek için kurulmuş olan bünyesinde yer alan ilgili organlarda çözüm bulacak şekilde harekete geçiremiyor

Özellikle güvenlik konseyi temsilcilerinin uzlaşmaz tutumu nedeniyle konsey çalışamaz hale gelmiş.

Bu hayati konuyu çözmekten aciz duruma düşen konsey konuyu aslında BM genel kuruluna havale etmeli. BM genel kurul üyelerinin bu hayati konu üzerinde uzlaşma sağlamaları için beş daimi üye üzerinde baskı kurması, ikna etmesi gerekiyor.

Sadece bir zalimi korumak adına binlerce insan hayatın kaybetti, milyonlarca insan yurdunu terk etti. Özellikle İran bu konuda büyük yanlışlıklar yapıyor.

Ban ki Mun ise küresel işbirliği çağrısında bulunuyor.

Genel kurulun üye devletlerinin çoğunu bu insani meseleye makul bir çözüm getirmek üzere harekete geçirebilir.  

Madem 5 daimi üye bu hususu insanlığın ortak meselesi değil de kendi kişisel meselesi olarak düşünüyor, o zaman BM’ye üye olan devletlerin bu ve benzeri hayati konuları ele almaları gerekir.

Ban ki Mun’un çağrısı da bu doğrultuda, bu hayati meselenin halledilmesi için üye devletlere sağduyu çağrısında bulunuyor…

BM’nin 68. oturumunda dünya liderlerine önemli görev düşüyor. En önemlisi de yaklaşık üç yıldır çözüm bekleyen Suriye’de yaşanan zulüm…

15 Eylül 2013 Pazar

Dağ fare doğurdu


 

 

21 ağustosta Suriye’de kimyasal silahla işlenen yeni bir vahşetle sarsılan küresel toplum vicdanı uluslararası toplumdan yıllardır süren bu insanlık dramının çözümü için ciddi bir beklenti içine girdi.

Suriyeli masum insanların çözüme ve vahşetin durdurulmasına yönelik umutları yeşermişti.

Kimyasal silahı kırmızıçizgi addederek kaçamak yollarla kendini masum gösteremeye çalışan uluslararası toplum 21 ağustosta işlenen toplu katliamdan sonra Suriye’deki katliamların durdurulmasına bir vesile olacağının işaretini vermişti.       

Bu tarihe kadar işlenen katliamlarda hayatlarını kaybedenlerin geri gelmesi mümkün değildi, ama hiç değilse bundan sonra geride kalanlara bir kurtuluş yolu bulunabilirdi.

Çünkü uluslararası toplum için katliamı önlemek adına bir ölçü olan kimyasal silah kullanımıydı ve kırmızıçizgi aşılmış bu nedenle bu insani meseleye ciddi bir çözüm yaklaşımı gündeme gelmişti.

Ne yazık ki bu katliam ve uluslararası hukuka göre suç kabul edilen kimyasal silah kullanımı da bu vahşeti durdurmak için yeterli olmadı.

Olmamasının nedeni ise uluslararası toplumun önde gelenleri ve BM’nin bu hayati konuya yeterli bir şekilde ciddi olarak çözüm getirmekten uzak durmalarıydı. Yani “biz gerektiğinde hiçbir kural tanımayız” der gibi bir tavır takındılar.

Zaten Rusya devlet başkanı Putin uluslararası hukukun öldüğünü itiraf etmişti. Bu tür kurumların fonksiyonel olmaktan çıkmış olduğu, kendilerinden bekleneni yerine getiremedikleri bir kez daha kanıtlanmış oldu…

Rusya ve ABD arasında yaklaşık bir aydır görüşülen konu son alınan kararla, Suriye’deki kimyasal silahların 2014 ortasına kadar yok edilmesi veya teslim edilmesini öngörüyor.

ABD yetkilileri Başkanın BM anlaşması olmaksızın müdahale hakkını saklı tuttuğunu söylüyor.

Çin, Fransa, İngiltere, BM ve Nato ise alınan kararı tatminkâr bulduklarını ifade ederek, zalim Suriye yönetimini dolaylı da olsa desteklediklerini deklere etmiş oluyorlar.

Bunun manası Suriye’nin vahşet sergileyen rejimi yaklaşık bir yıl daha kendi insanlarını öldürmeye devam etmesidir.

Yani bugüne kadar yüzbinin üzerinde hayatını kaybeden Suriyelilere binlercesi eklenecek. Yine yüzbinlerce Suriyeli ülkesini terk etmek zorunda kalacak.

Karşılaştıkları vahşet yönetimi yüzünden ülkelerini terk etmek zorunda kalan Milyonlarca insan bir kışı daha zor şartlar altında geçirmek durumunda kalacaklar.

İnsanlığa barış, huzur ve güven getirmek üzere kurulmuş BM ise kuruluş amaçlarına uymayan tutumunu sürdürmeye devam ederken bu husustaki fonksiyonelliğini yitirmiş olduğunu bir kez daha göstermiş olacak.

Vahşeti makul karşılayan, mazlumun değil de zalimin tarafını tutan bir anlayıştan bu durumda çözüm beklemek ise saflık olmaktan öteye geçmiyor.

Bu anlayıştan bal yapmalarını beklemek hayalperestlikten öteye geçmeyecek.

Üç yıldır bağımsızlık mücadelesi veren Suriyeli muhalif gruplara bundan sonra daha çok iş düşmektedir.

Mücadelelerine kıt imkânları ile devam edecekler.

Kelimenin tam manasıyla yaklaşık bir aydır yapılan görüşmeler “dağ fare doğurdu” atasözünü bir kez daha hatırlattı.

14 Eylül 2013 Cumartesi

Kuşların çevreye olan duyarlılığı

 

 

Yüzyıl önce dünya bir bakıma ağırlıklı olarak kırsal veya köylü toplumundan oluşuyordu.

O tarihte her on kişiden ikisi şehirlerde yaşarken, 1990 yılana gelince şehirlerde yaşayan küresel nüfus toplam nüfusun %40’ına yaklaştı.

2010 yılı itibariyle şehir nüfusu toplam nüfusun yarısını aşmış durumda.
Şu anda 7 milyarı geçen dünya nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor.

Yapılan tahminlere göre 2030 yılına kadar her 10 kişiden 6’sı şehirlerde yaşıyor olacak.
2050 yılına kadar ise her 10 kişiden 7’si şehir nüfusuna dâhil olacak.

Bu rakamlar ortalama olarak öngörülen rakamlar, özellikle bizim gibi hızlı gelişme temposuna sahip olan ülkelerde şehir nüfusları belki de daha yüksek bir oranda artışa sahne olacak…

Şehirleşme ve paralelindeki nüfus artışı yerel yönetimlerin temel hizmet alanlarına yaptıkları yatırımların da büyümesine yol açıyor.

Ulaşım, çevre, elektrik, su ve kanalizasyon gibi temel hizmetler için yatırımlar yaparak şehir sakinlerinin bu hizmetlere olan ihtiyaçlarını karşılamak gerekiyor.

İstanbul gibi devasa kentler ise çok daha fazla göç alması nedeniyle söz konusu hizmetlerin özellikle ulaşımın çeşitlenerek artmasını gerektiriyor.

Zaten son yıllarda İstanbul’a şehir ulaşımında devasa yatırımlar yapıldı ki saymakla bitmez...

İstanbul sadece kendi sakinlerini ağırlamıyor; önemli bir ticaret şehri, üretim ve ihracat şehri olduğu kadar aynı zamanda tarihi eserleri, tabii güzellikleri ile bir kültür, turizm ve medeniyet şehri.

Bu özellikleri İstanbul’a olduğundan daha fazla bir nüfusa hizmet verilmesini gerektiriyor.

Şehirleşme hareketinin tabii bir sonucu olarak inşa edilen altyapı ve üstyapılar kaçınılmaz olarak ekosistemlerin azalmasına neden oluyor.

Ekosistemler ise başta insanlar olmak üzere bütün canlılar için özellikle şehir alanlarında daha çok ihtiyaç duyulan olması gereken organik sistemler.

Ekosistemler taştan ve betondan başka bir yer bulamayan diğer canlılar için barınma ve beslenme çevresi oluşturuyor.

Gerek fauna ve gerekse floranın sürdürülebilir olması ekosistemlerin devamına bağlı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bu temel hizmetler yanında çevre düzenlemesi kapsamında yeşil ve ekosistemlere vermiş olduğu önem ve bu alanların oluşturduğu sağlıklı ortam sadece insanların rekreasyon ihtiyaçları için değil, aynı zamanda diğer canlıların da hayatlarını sürdürmeleri için uygun bir habitat oluşturuyor.

Özellikle şehirde yaşayan kuşlar için aranmakla bulunmaz barınma ve beslenme alanları oluyor.

Dikkat edilirse sulama esnasında bu yeşil alanlar kuşlar için bir bayram havası içinde geçiyor.

Yeşil ortamda adeta piknik yapıyorlar. Karınlarını doyurup, su ihtiyaçlarını gideriyorlar. Böylece atık ya da daha kirli olan suları içme mecburiyetinde kalmıyorlar.

Kuşlar bu yeşil alanlarda pikniklerini yaparken en önemlisi de bulundukları çevreyi kirletmedikleri gibi görüntü ve gürültü kirliliği de yapmıyorlar.

Bizlerin kullandığı gibi piknik alanlarını çöpleriyle kirletmedikleri gibi, yeşil alanları tahrip de etmiyorlar.

Bu da onların çevreye olan duyarlılıklarının daha fazla gelişmiş olduğunu gösteriyor!

Her tarafı çöplük olarak görmüyor, ne arabalarından rast gele camı açıp sigara izmaritlerini döküyor ne de çöp namına ne varsa boca etmiyorlar…

Bizlere yeşil alanlara ve çevreye bir kuş duyarlılığı ve hassasiyeti ile bakmayı öğretiyorlar sanki...

 

 

13 Eylül 2013 Cuma

Oyalama ve hedef saptırma diplomasisi


 

 
Ülkesini ve milletini sırf kendisi ve ailesinin menfaati için satan Suriye’nin gaddar lideri tam bir firavun örneği sergiliyor.

Halkının hür iradesine izin vermeyen ve yok sayan sözde lider diyor ki, “ben demokratik hak ve hukuk tanımam; benden başkası bu ülkeyi yönetemez; bu durumda iki şık var ya benim zulmüme tabi olacaksınız ya da öleceksiniz”.

Bunu da ortaçağın karanlık dönemlerinde değil, günümüzün sözde medeni, modern ve evrensel insan haklarının bir esasa bağlandığı ve uygulandığı bir çağda yapıyor.

Açıklamalara bakıldığında, insanlık ve liderlik vasfından yoksun olan bu şahsı açık bir şekilde olmasa da hemen hemen uluslararası toplumun bütün üyeleri koruma altına almış gibi.

Başta Rusya ve İran olmak üzere uyguladıkları politika ile üç yıldır uygulanan vahşete ortam hazırlamış, destek vermiş ve beslemiş olduklarını görüyoruz.

Adeta satın aldıkları bir gaddarı karşılıklı menfaatleri sürdürmek için koruma altına almışlar.

Binlerce insanın ölümünü görmezden gelerek, yine milyonarca insanın ülkesini terk etme zorunda kalmalarına aldırış etmeden sadece bir kişinin zulmünü sürdürmesi için hedef saptırma ve oyalama politikası uyguluyorlar.

Suriye’de yıllardır süren vahşeti durdurmak için çözüm diplomasisi değil de havanda su dövme diplomasisi uygulanıyor.

Yıllardır Suriyeli masum vatandaşların çektiği acı ve ıstırap bir tarafa bırakılmış, bu vahşeti durmak için uygulanacak askeri müdahalenin felaket olacağını tekrarlayıp duruyorlar.

Bunu da özellikle Rusya ve Suriye bir tehdit üslubuyla söylüyor.

Peki, çözüm nasıl olacak?

Çözüm Suriyeli masum insanların ölümleriyle mi gelecek?

Bu soruya ciddi bir cevap veren yok!

Odaklandıkları nokta bir zalimi ve iktidarını nasıl koruruz politikasına dayanıyor.

Bir diğer husus ise uluslararası toplumun kamuoyunun dikkatlerini kimyasal silah üzerine çekme çabası içinde olması.

Kimyasal silahların kontrol altına alınması için gösterilen çabalar memnuniyet verici, ancak sonrasında Suriye’deki insanların ölüm tehlikesi bitmiş olacak gibi bir tavır sergileniyor...

Uluslararası toplumun ve BM’nin çabası gerçekleri örtmek, hedef saptırmaktan öteye geçmiyor.

Bu arada masum insanlar hayatın kaybetmeye devam ediyor.

Demek ki Suriye lideri henüz daha görevini tamamlamadı. Ne zamanki bu görev tamamlanırsa o zaman uluslararası toplum da, BM’de ciddi bir şekilde ortak karar alarak bu kişinin suçlu olduğunu ilan ederek gerekli işlem yapılacaktır herhalde. Fakat o zamana kadar daha kaç bin masum insan hayatını yitirmiş olacak?

10 Eylül 2013 Salı

"Vur, fakat kimyasal silahlarla değil"




Suriye’de üç yıla yakın bir zamandır süren insanlık dramına çözümde uluslararası toplumun mutabık olduğu husus BM kararının olması.

Bu kararı alacak olan da uluslararası toplumun desteğinde BM’nin 5 daimi temsilcisi.

Hem BM kararı gerekli deniyor vahşeti durdurmak için, hem de bu karara yanaşılmıyor.

Yani uluslararası toplum bir çözümsüzlük örneği sergiliyor.

Eğer bu vahşete karşı samimi olarak bir duruş sergileniyorsa, o zaman Güvenlik Konseyinin toplanıp bir çözüm bulması gerekir.

Bu da müdahaleyle mi olur, yoksa politik bir çözüm mü olur bu hususta sağlanacak mutabakata bağlı.

Belki de BM Güvenlik Konseyi bu kararı alınca Suriye’nin vahşet sergileyen yönetimi müdahaleye gerek kalmadan bir çözüme yanaşacaktır.

O zaman BM Güvenlik Konseyinin özellikle muhalif üyeleri masum insanların kanının akmasına karşı samimi olduklarını göstermiş olurlar.

Bu durumda bu vahşete karşı olmayanlar sadece onlar değil; onlar bu hususta başı çekenler aynı zamanda uluslararası toplumun diğer üyeleri ve özellikle de kendi ülke insanlarının hür iradeleriyle hareket edemeyen bir kısım İslam ülkesi.

ABD’nin bombalaması halinde, Suriye yönetiminin ne gibi çılgınlıklar yapacağı pek bilinmiyor!  

Fakat tehditler savurmaya devam ediyor. Çünkü artık durum kendisi için hayat memat safhasına gelmiş bulunuyor.

Elindeki son kozları kullanarak her türlü vahşete yol açacak silahları kullanabilir.

Masum insanlara karşı elinde ne varsa kullandığına göre, kendisinin bitirilmesine yönelik bir hareketin yapılacağı zaman özellikle ülkesindeki savunmasız insanlara ve komşu ülkelere karşı çok daha saldırgan ve acımasız bir tepki vereceğini ifade ediyor…

Mısır’da demokratik seçimle işbaşına gelmiş bir yönetime yapılan darbeye sessiz kalan bir uluslararası toplum ve BM’nin, Suriye’deki vahşete ve rejime karşı samimi bir yaklaşım sergilemesi ne kadar gerçekçi bir beklenti olabilir?

Çözümden değil, çözümsüzlükten ya da sorunların sürüncemede kalmasından yana bir politik anlayışa sahip olan batılı ülkelerden olumlu bir şeyin sadır olması da şu aşamada pek mümkün olacağa benzemiyor.

Böyle bir ortamda parça parça olmuş bir İslam âlemi varken çok bilinmeyenli Suriye denkleminin çözülmesi de zorlaşıyor.

Uluslararası toplum Suriye yönetimine karşı, katliamlara kimyasal silahlarla değil de, başka silahlarla devam et der gibi bir tavır içinde bulunuyor.
Sanki, "Öldürmeye devam et, fakat kimyasal silahlarla değil" ima eder gibi bir tutum içindeler!
Vahşeti destekleyen bu anlayış sürdükçe huzur ve güvenin bu ülkeye gelmesi kısa zamanda zor görünüyor.

Eğer uluslararası insan hakları kuruluşları samimi olarak bu işin üzerine gider, bu vahşetin çözümünü BM’nin beş daimi üyesinin oybirliği ile alacakları bir kararla hal olacağını işlerse, o zaman insani bir çözüm bulunabilir.

Netice olarak bu gidişle Suriye’de daha çok masum insan hayatını kaybedecek, çok sayıda insan göç etmek ve komşu ülkelere sığınma hakkı isteyecek.

7 Eylül 2013 Cumartesi

Tabutluk uluslararası hukuk


 

 

ABD’nin Suriye’yi vurması uluslararası hukuk tabutuna bir başka çivi çakmak olur, Rusya liderinin değerlendirmesine göre.

Rusya bunu söylerken kendisi ya da başkaları tarafından bu hukukun daha önceden defalarca ihlal edildiğini ima ediyor.

Eğer uluslararası hukuk dünya halklarının hukuki sorumluluğunu sadece BM Güvenlik Konseyinin 5 daimi üyesine teslim etmişse zaten bu hukuk çoktan tabutluk olmuş demektir...

ABD'nin Birleşmiş Milletler nezdindeki büyükelçisi ise Rusya’yı kararları bloke etmesiyle Güvenlik Konseyini rehin aldığını söylüyor…

Artık gerçekler gün yüzüne çıkmaya başladı, bu açıklamalar BM Güvenlik Konseyinin günümüz şartlarına cevap verecek bir yapıdan uzak olduğunun itirafı oluyor aynı zamanda.

Çünkü yapılan işler zaten hukuk değerleriyle bağdaşmıyor, bağdaşan tarafı ise sadece 5 daimi üyenin menfaatleri doğrultusunda olması…

Çünkü Güvenlik Konseyinin beş üyesinin oylaması bile adil değil. Böyle bir sistemin oturduğu zeminde açıkça menfaate dayalı bir anlayış ve yapı var.

Birinin vetosu diğer dört üyenin oyunu geçersiz kılıyor. Kaldı ki sadece 5 üye bütün dünyayı temsil etme yetkisine hukuken sahip olmamalı.

Bu bir irade gaspı ve hukuk gaspıdır.

Bir değil birden fazla hukuksuzluk var bu yapıda.

Dünyanın güvenliğini üstlenmiş bir kurumun sadece bir devletin uhdesine bırakılması zaten hukuksuzluğun ta kendisidir.

Bu çarpık yapı artık kendileri tarafından da dile getirilmeye başlandı. Hukuksuzluğun giderilmesi de bu yapının değiştirilip daha adil ve demokratik bir yapıya ve güvenlik gibi üstlenilmiş olan hayati bir görevi daha acil bir şekilde yerine getirecek bir yapıya dönüştürmek gerekiyor.

G20 zirvesinde Suriye’ye yapılacak askeri harekette katılımcılar arasında  derin bölünmenin olduğu kanaati var.

Başta Rusya ve Çin olmak üzere bazı ülkeler de karşı çıkıyor.

Ancak ABD kongreden gerekli desteği aldıktan sonra bu hususta kararlı olduğu görünüyor.

Bu arada, Suriye ise ABD temsilciler meclisine yazmış olduğu mektupta askeri hedeflerine yapılacak saldırı da  “sorumsuz ve pervasız” olmamasını istemiş.

Suriye yönetimi üç yıla yakın bir zamandır işlediği cinayetlerle yapmış olduğu sorumsuzluğun büyüklüğünü birilerinin hatırlatması gerekiyor.

Fakat bu hususta uluslararası toplum gerekli desteği oluşturacağa benzemiyor.

Sadece kimyasal silahla ölenleri ölümden sayan bir zihniyet, bir anlayışa sahip olan uluslararası toplum açık bir şekilde Suriye’de işlenen cinayetlere arka çıkmış oluyor.

Yüzbinin üzerinde masum insanın kendi ülkesinde hayatını yitirmiş olmasına, milyonlarcasının evini, yurdunu terk etmek zorunda kalmasına rağmen, bu insanların ölümünü, mağduriyetini nazari dikkate almadığı gibi defalarca kullanılan kimyasal silahın varlığına bile şüphe ile bakıyor.

Açıkçası kendi insanlarını öldüren bir caniye sahip çıkılıyor, böyle bir dünya düzeninde uluslararası hukukun çalıştığına inanılır mı?

Temenni ederiz bu insanlık ayıbını, suçunu işleyenlere ders verecek bir gün gelir elbet!

5 Eylül 2013 Perşembe

Çifte standart cambazlığı


 
 
G20 liderleri Rusya’nın Petersburg şehrinde yıllık toplantı için bir araya geliyor.

Toplantının gündem maddesini ise 'küresel ekonomi' oluşturacağı söyleniyor.

Fakat ABD’nin Suriye’ye askeri hareketi de toplantının hayati konularından bir olacak.

Suriye rejimini destekleyen Rusya askeri harekete karşı olan tutumunu sürdürüyor.

Rusya başkanı Putin BM’nin onayı olmaksızın askeri hareket düzenlemenin saldırganlık olacağını ifade ediyor...

ABD Senatosu ise güç kullanımı için teklifi gelecek hafta onaylayacak, teklife göre süre 60 gün sürecek, 30 gün uzatma ihtimali de var…

Suriye rejimi kendi ülkesine ve kendi savunmasız insanlarına karşı 30 aydır her türlü silahı kullandı.

Ülkesi bir hayalet ülkesine dönmüş durumda.

İnsanlarına uygulanan zulüm zirveye tırmanmış.

Son kullanılan kimyasal silah ise bardağı taşıran son damla oldu.

Harabe ülkede milyonlar ülkesini terk etti, gerek ülke içinde ve ülke dışına çıkmak zorunda kalanların sayısı milyonlara ulaştı.

Ülkelerini terk ederek komşu ülkelere sığınma hareketi 2011 yılından beri artarak devam ediyor. Mevcut şartlar altında rejimin zulmünden kaçış devam ediyor.

Suriye’de kelimenin tam anlamıyla bir insanlık dramı yaşanıyor.

Ne uluslararası toplum ve ne de BM Güvenlik Konseyi bugüne kadar bu insanlık dramına çözüm getirecek bir politika üretemedi.

Bugüne kadar ülkesini harap eden ve insanlarının üzerine bomba yağdıran bir zalim bazıları tarafından doğrudan, bazıları tarafından dolaylı olarak desteklenmiş oldu.

İnsanlık anlayışını kimyasal silahla sınırlayan uluslararası toplum, diğer silahlarla ölen insanların ölümünü normal sayıyormuş gibi bir tavır sergilemiş oldu.

Bu yanlışı geçte olsa gerek BM ve gerekse uluslararası toplum ve insani kuruluşların düzeltmesi gerekiyor.

Bu yanlışlığa Rusya’nın destek vermesi ile bugüne kadar yüzbinin üzerinde masum insan hayatını kaybetti

Son kullanılan kimyasal silah faciasını da hafife almak ise insana vermiş olduğu değeri açığa çıkarmış oluyor.

Putin, kimyasal silah kullanımı konusunda doğru bilgiye sahip olmadığın söylüyor.  Gerek İngiltere ve gerekse ABD ise Suriye yönetiminin bugüne kadar defalarca kimyasal silah kullanıldığı bilgisine sahip.

Rusya açık bir şekilde, hatta Suriye rejim yetkililerinden daha fazla Suriye’de bugüne kadar olan insanlık dışı vahşeti savunuyor.

Varsayalım ki kimyasal silah kullanılmadı, bugüne kadar yüzbinin üzerinde savunmasız insanın kendi ülkesinde öldürülmesi normal bir durum sayılır mı?

Suriye’deki vahşeti desteklemek insanlık suçu sayılmıyor mu?

Suriye yönetimi topraklarına saldıran bir başka ülkeyle değil, demokratik haklarını isteyen kendi halkı ile savaşıyor.

Yani bugün demokrasiyle yönetilen bütün ülke insanlarının sahip oldukları hakları istiyor.

BM’nin beş daimi üyesi ve uluslararası toplum ise kendi ülkelerinde temel bir hak olarak gören ve uygulanan bu demokratik istekleri Suriyeli muhalifler ve darbe karşıtı Mısır halkı için çifte standart cambazlığı ile görmezden geliyor.