30 Mayıs 2018 Çarşamba

Alçağa çukur sorulmaz




Sorduğu abes, yakışıksız soruya bak!
Ne yapıyormuş…
Aynı formatla, aynı şartlanmışlıkla kendini bilmezler kuyruğa girmiş…
Aslı astarı olmayan, suni olarak üretilmiş bir kin üzerine inşa edilmiş, sırf emperyalistlerin gönlü hoş olsun diye... 
Bir nevi Stockholm sendromu…
Aksi takdirde emperyalistlere olan sadakatini yerine getirememiş olmanın rahatsızlığını yaşamış olacak…
Kurumsal adap ve edep yoksunluğu.
Seni ne ilgilendirir süfli emellerinin esiri…
Ne yapıyormuş? 
Ne ilgilendirir seni, ey biedep.
Ne ilgilendirir seni, kendi işini yapmaktan aciz, üstüne vazife olmayan işlere burnunu sokman.
Sözde taciz edecek!
Sözde itibarsızlaştıracak.
Sözde yıldıracak,
Sözde sabır ölçecek
Sözde kışkırtacak,
Asıl suç işleyen suçsuz bırakıp, mazlumu mahkûm edecek ortam oluşturacak, tıpkı 12 eylül öncesi gibi...
Evet, bu alçak plan emperyalist hainlerin asırlardır uyguladıkları taktik.
Bu anlayış İsrail devletinin 70 yıldır mazlum ve savunmasız Filistinlilere yaptığı vahşet anlayışıdır.
Bu, bugün Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da, Mısır’da, Myanmar’da ve daha birçok yerde mazlumların haksız, zalimlerin ise suçsuz ve taltif edildiği anlayıştır.
Çünkü biliyor ki ne yaparsa yapsın yanına kar kalıyor, ne kadar zulüm ederse etsin hesap vermiyor, ne kadar can, mal yakarsa yaksın cezasız kalıyor.
BM'de sürekli bu husus dile getirilse de sözde kalıyor!
İşte bu alçak anlayış sahipleri, mevcut küresel hukuk dışı düzenin hak ve hukuku hiçe sayan bir anlayışın ürünü, biliyor ki ne yaparsa yana kar kalacak.
Bu alçak anlayış güruhu biliyor ki “şimdilik biz güçlüyüz”.
Alabildiğine hukuk ve insan hakları olsun, nasıl olsa bunların uygulamada zerre kadar yeri yok.
Bu zalim güruh iyi biliyor ki yaptıklarının cezası “çok çok bir özür, kınama, hatta şiddetle kınama açıklamasından öteye geçmiyor…

Mayasında emperyalistlere piyonluk ve kulluktan başka bir şeyle beslenemeyenden başka şey beklenemez.
İşte bu alçak mide bulandırıcı zihniyettir ki sadece günümüzde, yakın tarihimizde değil, Osmanlı’nın son döneminden itibaren bu ülke büyük kayıplar vermiş.
Bu alçak anlayışın neleri yıktığı, neleri götürdüğüne dair tarihimizde ders niteliğinde acı örnekler var.
Bırakın aileleri, küçük toplulukları; fitnenin cihan devletlerini nasıl yıktığına yaşamış bir milletiz.
İşte bugün İslam aleminin içine düştüğü duruma bakınca; fitnenin silahtan da, top ve tüfekten de çok daha fazla bir güce sahip olduğunu misalleriyle görüyoruz.
Çok fazla gerilere gitmeye gerek kalmadan bu iki yıkıcı unsurun en çarpıcı örneği yanı başımızda duruyor.
Demokratikleşme uğruna sınır komşumuz Suriye’de o fitne çıkarılmasaydı, bugünün hazin tablosu olmayabilirdi.
Ya da çıkmış olmasına rağmen bütün İslam ülkeleri gücünü birleştirip ağırlığını ilgili uluslararası toplantılarda gösterebilseydi bugünün telafi edilemez kayıp ve yıkımlar var olamayabilirdi.
Ne Suriye’de, ne Yemen’de, ne de Afganistan’da uzun yıllardır süregelen insanlık dramı görülmeyebilirdi.
Fakat ne yazık ki emperyalist güçlerin İslam ülkelerinde yakmakta zorlanmadıkları fitne ve fesat ateşi kolayca ortam bulabiliyor.
Kendilerine piyon bulmakta hiç zorlanmıyorlar.
Böyle bir ortamın varlığı işlerini kolaylaştırıyor.
Fitne ve fesadın vücut bulabildiği ekosistem çoğunlukla eğitim eksikliği dolayısıyla cehaletten, aynı zamanda doğru dini bilgilerin olmayışından ileri geliyor.
Şu eşi ve benzeri görülmemiş alçak politikaya bak!
Silahsız ve savunmasız insanların üzerine canının istediği zaman ağır silahlarla saldıracak, sonrada hiç yüzü kızarmadan bu savunmasız Filistinlileri terörist ilan edeceksin.
Ve buna hiçbir uluslararası kurum; “bak sen bu savunmasız insanların üzerine ağır silahlarla saldırdın ölümlerine neden oldun” diyemiyor.
Hem savunmasız insanları katledeceksin hem de çıkıp kendini savunmak için savunmasız insanları terörist ilan edeceksin.
Bu uluslararası adalet, hukuk ve insan hakları anlayışının çöküşüdür...
Evet, alçağa çukur sorulmaz, Esfel-i Safiline kadar gider!

25 Mayıs 2018 Cuma

Piyon ekosistemleri






Vesayet oklarının yönünü ülkemiz üzerinden ayırmamış, hep kontrol altında tutmuş. Cumhuriyet tarihinde yaşadıklarımız bunu gösteriyor. 
Oklar hep ülkemize yönelmiş olabilir. Ancak karşı koyacak güçlü kalkanlar yapılınca emperyalist okları da hedefini tutturamayacağı gibi onlara yönelecek.
Millet iradesiyle işbaşına gelen yönetimler bu oklara meşrutiyet içinde karşı koyabildiği kadar dayanabilmiş; ya da vesayete boyun eğdiği sürece görevini sürdürmeye çalışmış.
Vesayet odakları emperyalistler adına bulundukları görev ve kurumları istismar etmiş. Bu istismarlığı yaparken hep kahraman ve vatansever edasıyla ortaya çıkmışlar.
Bunun önemli bir nedeni de piyon olarak kullanılanların bağımsız bir ülkenin sahip olduğu temel değerlerinden yoksun olmaları ya da bulundukları görevi layık-i vechiyle yerine getirememenin eksikliğinden ileri gelmiş.
Ülkemiz istikrar ve güven içinde kalkınmasını sürdürürken emperyalistlerin bu olumlu havayı bozmak için en çok kullandırdıkları malzemeler ise; hürriyet, özgürlük, hukukun üstünlüğü, kişi hak ve özgürlükleri, demokrasi ve benzeri kavramlar olmuş. Bu değerlerin yokluğu işlenmiş.
Bu kavramlar üzerinden emperyalist güçler ve onların içerideki üst seviye piyonları ülkemiz kalkınmasını zaman zaman zaafa uğratmış.
Bu zaaf durumu zaman zaman çok şiddetli olmuş ve ağır sonuçları olmuş.
Bu tür bölücü ve kışkırtıcı girişimler sadece Cumhuriyet döneminde değil, temelleri bilindiği gibi Osmanlının son dönemlerinde atılmış.
Bu hainler İmparatorluğu yıkmakla, İslam âlemini parça parça etmekle kalmamış, bu alçak faaliyetlerini İmparatorluk sonrasında kurulan Cumhuriyet döneminde de sürdürülebilir bir hale getirmek için gayret sarf etmiş.
Bir başka ifadeyle bu işi kuramsallaştırmışlar.
Sürekli bir güç ülkemizin huzur, güven ve istikrarını bozmak için Demokles’in kılıcı misali tepemizde tutulmuş.
Ne zamanki şartlar ülkemiz lehine bir rotaya girmişse, bu kış uykusuna çekilen güçler hemen canlanmaya ve faaliyetlerini sürdürmeye başlamış.
Bildiğimiz gibi ülkemizin birlik ve beraberliğine karşı yapılan en önemli darbe hareket 27 mayıs ihtilaliyle olmuş.
İnsanlığı utandıracak yalan ve iftiralarla bir millet iradesi ayaklar altına alınmış.
Bunla kalınmamış, öylesine bir kin ve nefret oluşturulmuş ki bir başbakan ve iki bakanı haksız ve hukuksuz bir isnatla darağacına gönderilmiş.
Hani, 12 eylül 1980 ihtilalı sonrasında ABD’nin içimizdeki ajanı ülkesine kendi adına başarı haberini verirken, “Bizim çocuklalar ihtilal yaptı” demişti. Demek ki bu tür alçakça işlerin arkasında ağırlıklı olarak dış güçler bulunmuş.
Evet, bu süfli işlere teşne piyonlar var oldukça emperyalist güçlerin bu tür hain emelleri de varlığını sürdürecek.
Ülkemizin birlik ve beraberliğini ve hatta vatansız bir millet haline getirme kanlı girişimi en son bilindiği 15 temmuz 2016 yılında yapılmıştı.
Bu alçak girişim öncekilerden çok daha farklı olmuştu, “vatan sevgisi” bu millete “yeter artık” dedirterek bu milletin ve ülkenin silahlarını savunmasız insanlara çevirenlere karşı tek yürek, tek vücut olarak, canını ortaya koyarak bu alçak teşebbüse karşı çıkmış başarılı olmuştu…
Elbette ki emperyalistlerin hain emelleri bitmez, alçak ve kirli senaryo üretimine devam edeceklerdir.
Yapılması gereken ise piyonluğa zemin oluşturacak ekosistemleri ortadan kaldırmak, bu işe teşne olanlara fırsat vermeyecek ortamı oluşturmak.
Zaten 15 temmuzdan sonra da bu doğrultuda darbe ekosistemlerini yok edecek önemli çalışmalar yapıldığını görüyoruz. Kurumsallaşmanın sağlam temeller üzerine oturtulması darbe teşebbüssünde bulunacaklara fırsat vermeyecektir. 
Bunu ihlal edenler de hukuki çerçevede hasep verecektir. Kanlı 27 mayıs ihtilalının yıl dönümü vesilesiyle gerek Şehit Başbakanımız ve bakanlarına ve gerekse 15 temmuz şehitlerine ve bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, kabirlerinin pür nur olmasını temenni ediyoruz.

17 Mayıs 2018 Perşembe

Vesayet hastalığı



Tedaviye ihtiyacı olan bir hastalık.
Bu anlayışın özelliği “marifet iltifata değil, vesayete tabidir.”
Bu anlayışın hedefi emperyalist baronlarına eleman yetiştirmek olmuştur.
Bu anlayışta yalan, kin, taciz, tahkir, tağyir, yıldırma, itibarsızlaştırma anlayışı şaşmaz ve temel kurallar olmuştur.
Piyonlar bu kurallarla mücehhez olunur. 
Haksız ve gereksiz yere kin oluşturmak hareketin başarıya ulaşması için vazgeçilmez unsur olmuştur.
Nitekim kin faktörü PKK terör örgütünün oluşumunda en temel prensip olmuştur.
Bu anlayış mankurtlaştırma esasına dayanır, tasmasız piyon yetiştirir; ha dedin mi yapacağı iğrençlikte sınır tanımaz. Ağababasını neşelendirip keyiflendirir.
Bu anlayış elinde bulundurduğu güçle kin, nefret ve düşmanlık unsurlarını aşılayıp canlı tutmayı esas almıştır.
Bu emperyalist güçlere kul olma anlayışı yakın zamana has olan bir şey değil, yaklaşık iki asır öncesine kadar gider.
Bu anlayış Osmanlı Sultanı, Abdül Aziz hanı şehit eden satılmışların anlayışıdır.
Emperyaliste kul olma anlayışı ülkemizin millet iradesiyle seçtiği bir başbakanını ve bakanlarını idama gönderen anlayıştır.
Bu anlayışta ahlak ve edep dışılık temel prensiptir.
Alabildiğine aşağılama ve horlama hedefe aldıkları kişi ve kurumu alabildiğine insafsız, haksız ve hukuk dışı usullerle alt etmek için vazgeçmedikleri psikolojik silahlarıdır.
Bu anlayış ülkesini, memleketini Can’ı gönülden severek hizmet edenlere karşı cephe oluşturmuş ve bunu kesintisiz bir şekilde sürdürme idealini benimsemiştir.
Bu anlayış merhum Turgut Özal’ı şüpheli bir şekilde ölüme götürenlerin sahip olduğu bir anlayıştır.
Bu anlayış ‘15 Temmuz’ alçak darbe girişiminde bulunan ve destekleyenlerin anlayışıdır.
Masonik bir yapı anlayışıdır.
“İttihat ve terakki” bu amaç doğrultusunda kurulmuş olup, Siyonizm’e hizmeti gaye edinmiştir.
Cihan imparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğunu yıkan bu anlayış olmuştur. Çok sinsice ve çok sistemli bir şekilde faaliyet göstererek hain emellerine ulaşmışlardır.
Sayısız iğrenç senaryo ve planlar hazırlayarak biri akamete uğrayınca veya bertaraf edilince hemen bir diğeri devreye alınmıştır.
Damarlarında asil insan kan yerine fitne kanı taşıyan bir avuç güruh bu ülkeye ve mazlumlara çok zarar vermiştir.
Asalet ve dürüstlük yerine, bunların aksi olan özellikler beyinlere nakşedilmiştir.
Bu anlayışta okları asıl hedef yerine aksi istikamete çevirmiştir.
İşte PKK terör örgütü bu anlayışın bir tezahürüdür, FETÖ bu anlayışın tezahürüdür. Çünkü asırlarca birlikte yaşamış bir millet bir anda birbirine düşman edilmiştir.
Siyonist politikanın tezahüründen başka bir şey olmayan bu hain oluşum 30- 40 sene bu ülkeye can ve mal kaybı vermiş; masum insanlar zorla evlerinden alınmış kurşuna dizilmiştir.
Sömürü ve emperyalist uşaklığından başka bir gaye taşımayan bu anlayışla bu ülke çok kayıplar vermiştir.
Kalkınmasını, ileri ülkeler seviyesine ve hatta ötesine geçmesini maalesef bu anlayış engellemiştir.

Bu zihniyete sahip olanlar sistemin kendi öz değerlerine kavuşmasıyla kendiliğinden temizlenecektir. 

15 Mayıs 2018 Salı

Filistinliler kurtlara yem ediliyor



İsrail başbakanı uluslararası mahkemede yargılanmalı.
Filistinliler kurtlara yem edilmemeli.
Filistin savunmasında Filistinli liderler başlangıçtan bugüne kadar yanlış yapmışlar, bunun bedelini mazlum ve savunmasız Filistin halkı çekmiştir.
Filistin davasında İslam dünyası gereken desteği vermediği gibi İsrail devletinin zulmüne sessiz kalmış, böylece dolaylı olarak bu zulme destek olmuştur.
Sözde insani ve hukuki meseleleri çözüm getirmek için kurulan başta Birleşmiş Milletler olmak üzere diğer bütün bu amaçla kurulmuş olan kurumlar kuruluş amaçları doğrultusunda hizmet vermemektedirler.
Bunlar sadece kendi menfaatleri doğrultusunda görev yapmaktadırlar.
Bir günde ellibeş şehit veren savunmasız Filistinlilere yönelik yapılan bu katliam ne ilk ve ne de sondur.
İsrail devletinin ezeli emeli olan Nil’den Fırat’a toprakları işgal hayali devam edecektir.
Çünkü bunlarda ne insan hakları, ne hak ve ne de hukuk kavramı yoktur, olamaz da!
Bunların anladığı dil sadece ve sadece yaptırım ve güç uygulamaktır.
Eğer İslam ülkeleri özellikle petrol zengini olan ülkeler başta Suudi Arabistan olmak üzere, Mısır ve diğerleri gerekli ciddi tepki gösterme cesaretini ortaya koyarlarsa ne İsrail ne de ABD ve ne de diğerleri bugüne kadar zulme gösterdikleri desteği sürdüremezler.
Fakat ne yazık ki bir kısım İslam âlemi bir türlü bu zaafından vaz geçmiyor, bir türlü üzerlerine doğru gelen tehlikeyi fark edemiyor.
İsrail’in saldırganlığı sınır tanımaz niteliktedir.
Bugün Filistin topraklarını kendilerine teslim edin, yarın daha fazlasını isteyecektir, bunda hiç şüphe yok.
İslam âlemi elindeki maddi, manevi gücünü harekete geçirmedikçe İsrail devletinin zulmü devam edecektir, ABD’nin İslam âlemini içten içe karıştırmaya, işgal girişimlerini sürdürmesi devam edecektir. 
Söz konusu ülkelerin kalkınmasını ve zenginleşmesini, huzurunu bozmaya engellemeye devam edecektir.
Bunun yaşayan acı örneklerini özellikle sınır ve yakın komşumuz olan İslam ülkelerinde yıllardır görüyoruz.
Akrepten bal yapması beklenemez…
Batı âleminin insanlığı maalesef kendi menfaati olduğu zamandır, aksi takdirde savundukları insani değerler ve kurumlar işlemez…
Filistin halkı taşla sopayla, son derece ileri teknolojik her türlü silaha sahip olan İsrail’le nasıl baş edecek, bu mümkün mü?
Filistin savunma politikalarını değiştirmelidir.
İsrail her hâlükârda kendini haklı gösterme politikasını çok iyi biliyor.
İsrail devleti Filistinlileri asıl kendi sıfatı olan terörist olmakla itham ediyor. Yani fiilen yaptığı işi Filistinlilerin üzerine atıyor.
Filistin devlet yetkilileri hiçbir şey bilmiyorsa, İsrail kendini hangi argümanlarla savunuyorsa Filistin’de haklı olduğu davasında bu yolu takip etmeli. Onlar kendilerini nasıl savunuyorsa savunmasında o da aynı argümanları kullanmalı.
BM oturumlarında maalesef İsrail kendini sürekli haklı gösterme maharetini gösteriyor.
Filistin’in bu hususta da çok eksikleri bulunuyor.
Savunmasız insanları son derece ileri teknolojik silahları bulunan zalimlere karşı sürmekten vazgeçmeli daha akılcı ve mantıklı savunma çareleri oluştururken, aynı zamanda çok geç kalmış da savunma sanayini kurmalı. Zengin petrol ülkelerinin bu hususta destek vermeleri gerekir.

Ülkemiz her ortamda her platformda tek başına Filistinlileri savunmasını sürdürmeye devam ediyor. Fakat buna diğer ülkelerinde destek olması gerekiyor.

2 Mayıs 2018 Çarşamba

Köpürtülmüş petrol fiyatları




2014 haziran ayından beri düşüş eğilimini sürdüren petrol fiyatları, birkaç aydır yükselme trendinde bulunuyor. Yaklaşık dört yıl önce 120 dolar olan ham petrolün varil fiyatı, düşüş döneminde 28 dolara kadar düşmüştü.
Şu sıralarda Amerikan Teksas ham petrol fiyatı 67 - 68 dolar, Brent ham petrolünün varil fiyatı 73 dolar seviyesinde seyrediyor.
Analistler enerji piyasasının jeopolitik gelişmelere aşırı ölçüde duyarlı olduğunu ifade ediyor.
Zaten petrolün ağırlıklı üretim yapıldığı ülkelere baktığımızda birçoğunda iç karışıklık ve istikrarsız bir yapı hakim.
En yakın komşularımızdan İran ve Irak buna bariz bir örnek. İran’ın anlaşılmaz bir dış politikası var. Ne kendisine ve ne de diğer İslam ülkeleri lehine olan bir dış politika…
Nükleer silahlanma konusunda uluslar arası toplumu yıllardır ikna edemedi.
Bu nedenle uygulanan yaptırımlar hem kendisine ve hem de komşularına sıkıntı veriyor. ABD’nin yaptığı son yaptırım açıklamaları petrol fiyatlarının artışını destekler nitelikte oldu.
Irak ise zengin petrol yataklarının fakir bekçisi olmaya devam ediyor.
ABD’nin 2003 yılından beri bu ülkeyi işgali petrol üretimini etkilediği gibi, bu işgal İran halkını çok mağdur duruma düşürdü. Ülkede telafisi mümkün olmayacak derin yaralar açtı. Bu işgal nedeniyle bu ülke insanlarının maruz kaldığı insanlık dışı zulmetin ne deneli ağır olduğu henüz vuzuha kavuşmadığı gibi yapılanlar da hukuki açıdan bugüne kadar karşılıksız kaldı. Tıpkı bu emperyalist güçlerin tarihin önceki devirlerinde diğer mazlum Müslüman milletlere yaptıkları gibi…
Libya aynı şekilde 2011 yılından beri iç savaştan tam manasıyla çıkıp istikrara kavuşamadı.
Suriye 2011 yılından beri çok daha vahim bir durum yaşıyor. Bir devlet olmaktan çıkıp emperyalist güçlerin at oynattığı bir alana dönüştü.
Suudi Arabistan ve Yemen arasındaki ihtilaf yıllardır devam ediyor.
Petrol üretiminin ağırlıklı olarak yapıldığı bu ülkelerde istikrarlı bir üretim mevcut fiili durum nedeniyle yürümüyor.
Bölgenin hassas jeopolitik yapısı spekülatif haberler üretilmesine müsait olduğu için petrol fiyatlarındaki istikrasız gidişat etkisini sürdürüyor.
Bölgedeki bu olumsuz yapının ne zaman sona ereceğine dair şimdilik net bir belirti görünmüyor.
Petrole alternatif olan yenilenebilir enerji kaynakları çevre problemleri nedeniyle son yıllarda yükseliş gösteriyor. Petrol rolünü yenilenebilir enerji kaynaklarına bıraktığı zaman petrol ülkelerinin stratejik önemi azalabilir. 
O zaman emperyalist güçler elini buralardan çeker mi? Fakat bölgeyi karıştıran İsrail gücünün yettiği oranda buna müsaade etmez herhalde!
Çevre problemlerinin vermiş olduğu zararları önleme adına enerji sektöründe yürütülmekte olan dönüşüm alternatif enerji kaynaklarının artan bir şekilde devreye alınmasını sağlayacak.

Ülkemiz de bu açıdan sahip olduğu yenilenebilir enerji kaynakları açısından şanslı durumda bulunuyor. Petrolün en büyük tüketicisi olan ulaşım vasıtalarının giderek fosil yakıtlardan yenilenebilir enerji kaynaklarına dönüşmesi gibi gelişmeler petrol tüketiminin gelecek on yıllarda azalacağı; dolayısıyla gerek çevre faktörü ve gerekse ulaşım araçlarındaki değişimin alternatif yakıtlı araçlara dönüşümü fiyatların düşeceğine işaret ediyor.