29 Ekim 2013 Salı

"Asrın Projesi”


 


Türkiye’nin devasa projelerinden bir daha hayata geçiyor.

Demek ki Cihan devleti Osmanlı’nın birbuçuk asır önce düşündüğü bu projeyi inşa etmek ve hizmete almak torunlarına nasip olacakmış...

Ak parti iktidarları göreve geldiği günden bugüne ülkeyi kalkındırmak, refah seviyesini yükseltmek için büyük işleri planlama, projelendirme ve uygulama safhasını müteakip hizmete sunmayı kendine temel bir gaye edinmiş.

Şimdi ise gerek bir dünya başkenti olan İstanbul ve ülkemiz için ve gerekse küresel bir entegre ulaşım sistemi olan Marmaray projesi hizmete açılıyor.

Marmaray projesi ilk anda iki kıta arasındaki ulaşımı kolaylaştırması ve trafiği rahatlatması amacına yönelik bir düşünce olmasının ötesinde, sahip olduğu özellikler ve konumu itibariyle küresel bir proje niteliği taşımakta.

Proje çok sayıda beklentiye cevap verecek bir nitelik taşıyor.

İki kıta arasında raylı sistemin ulaşımda sağlayacağı gerek zaman tasarrufu ve taşıyacağı yüksek yolcu kapasitesi ve gerekse sağlayacağı diğer avantajlar bakımından çok amaçlı ve çok yönlü bir proje olarak özellik kazanıyor.

Marmaray Asya ve Avrupa’yı denizin altından birleştirmesiyle kıtalararası hızlı bir ulaşım imkânı sunmuş olacak.

Dolayısıyla projenin hem ticaret ve hem de ulaşım ve turizm özelliği var.

Hızlı tren ağlarının uluslar arası bağlantılarının sağlanmasıyla turizmde bir artışa yol açacağı gibi, ticaret mallarının daha seri ve güvenli bir şekilde kıtalararası taşımacılıkta aktif bir görevini yüklenmiş olacak.

Asya kıtasındaki ülkelerin yüksek kalkınma potansiyeline sahip olmalarını dikkate aldığımızda Marmaray’ın bu hususta yükleneceği önem de ortaya çıkıyor.

Bu ise hem İstanbul ve hem de ülkemiz için gerek turizm ve gerekse uluslar arası ticaret açısından bir ivme kazanmasına yol açacağı beklentisini oluşturuyor.

Tarihi, tabii, kültürel, turistik özellikleri yanında Marmaray gibi devasa projelerle de İstanbul dünya başkenti unvanını sağlamlaştırmış olacak.

Marmaray projesi vakit ve nakit tasarrufu sağlamış olacak.

Şehir içinde trafiğin azalması yanında kirlilik azalmasına da katkıda bulunacak.

Bir bakıma yeşil toplu taşımacılık adına kayda değer bir katkı sağlamış olacak, sadece İstanbul ve ülkemiz için değil uluslar arası boyutu ile anlam kazanmış olacak.

Trafik sıkışıklığını rahatlatması, çevre kirliğinin azaltılması yanında, zaman içinde uluslar arası entegrasyonunun tamamlanmasıyla projenin sağlayacağı katma değer daha da artmış olacak. Bu uluslararası ve entegre nitelikli projenin ülkemiz ve insanlığa hayırlı olmasını temenni ederiz...

19 Ekim 2013 Cumartesi

Elektrikli taksi




Hızla gelişen ve değişen bir dünyada yaşıyoruz. Teknolojide ve yeni ürünlerde çok hızlı bir değişim ve gelişme yaşanıyor.

Beklenmedik bir anda yeni bir teknoloji, yeni bir marka ile karşılaşmanın sürpriz olmadığı küresel bir köye dönüştü dünyamız.

Gelişmiş ülkelerin bu değişimi büyük ölçüde üretmiş oldukları üstün ve çağın ihtiyaçlarını karşılama kapasitesine sahip rekabetçi ürünler sayesinde yakalamış olduklarını görüyoruz.

Çevre, hava, su ve toprak gibi temel hayati kaynakların korunabilmesi sıfır emisyona sahip cihazların üretilip ve uygulamaya alınmasını bir zaruret haline getirmiş.

Sera gazlarının önemli bir bölümü fosil yakıt kullanan ulaşım araçlarından kaynaklanıyor.

Özellikle büyük şehirlerde bunu elimine etmenin yolu ise sıfır emisyonlu araçların üretilmesi ile mümkün.

Bu alanda düşünülen çözüm ise elektrikli araçların üretilip devreye alınması.

Özellikle elektrikli otomobiller ve otobüsler bazı ülkelerde ulaşımda artan bir eğilimle yerlerini almaya başladılar.

Bu hususta dünyada önemli gelişmeler var. Trafikteki elektrikli araçların sayısı her geçen gün artış gösteriyor.

Yani elektrikli araç sektörü bir üretim tırmanması yaşayacak gelecek yıllarda.

Ülkemizin son yıllarda üzerinde durduğu konu, otomotiv sektöründe kendi markasını üretmek.

Ancak üretilen aracın rekabetçi olması ve pazarda rağbet görebilecek özelliklere sahip olması gerekiyor.

Sektördeki bazı kurumların açıklamalarına göre, Türkiye kendi aracını yapabilecek kapasiteye sahip.

Fakat üretilen araca pazar bulma endişesi var.

Bu endişeyi aşacak bir potansiyelin olması gerekiyor, üretilmesi düşünülen araç için.

Aracın geleneksel olan fosil yakıt yerine çevreci ve elektrikle çalışan bir teknolojik yapıya sahip olması daha makul ve mantıklı olacağı düşünülüyor.

Elektrikli araçlar fosil yakıtlı araçlara göre çevreci olmaları yanında çok daha ucuz bir ulaşım imkânı sağlıyor.

Bu araçlar şimdilik özellikle uzun yol şartlarındansa kısa mesafelerde, şehir içinde kullanılması şarj kolaylığı açısından daha uygun olacaktır.

Şehirlerimizin gerek CO2 gazından mümkün olduğu kadar arındırılması ve gerekse böyle bir projeye potansiyel bir pazar oluşturması açısından üretilecek bu tip bir araç taksi esnafı tarafından benimsenebilir. 

Ulaşımda sağlayacağı ucuzluğu açısından da müşteriler için tercih nedeni olabilir.

Mevcut taksi filoları bir plan dâhilinde ‘Çevreci Taksi’ projesi adı altında değişime tabi tutulabilir.

Türkiye genelinde taksici esnafı ile yapılacak bir anlaşma ile taksici esnafın araç filosu çevreci taksilerle yenilenirken aynı zamanda özellikle büyük şehirlerimiz fosil yakıt kullanan taksilerden arındırılmış olacaktır.

Böylece ilk aşamada ülkemizin kendi markasını üretme konusunda ilk adımı atma fırsatı doğmuş olur.

Başlangıçta iç pazara yönelik olarak atılan adım, aynı amaçla başka ülkelere de pazarlanabilir.

Bu konuda eğer bizim girişimcilerimiz geç kalırsa, küresel şartlar gereği oluşacak bu pazarı başkaları ele geçirebilir...

18 Ekim 2013 Cuma

AB raporunda samimi mi?

 

 

Avrupa Birliğinin geleneksel olarak hazırladığı 2013 yılına ait Türkiye ilerleme raporu açıklandı. Rapor geçen 12 ay boyunca önemli adımların alındığının altını çiziyor.

Özellikle dördüncü yargı paketi ve barış sürecinde yaşanan olumlu gelişmelere atıfta bulunuyor.

Bir yıl boyunca atılan adımların ve gelişmelerin olumlu olduğuna işaret ederken, yapılması gerekenleri de hatırlatıyor.

Avrupa Birliğinin ve benzeri kurum ve kuruluşların sahip çıktıkları veya üzerine odaklandıkları temel değerler insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokratik düzen ve benzeri insani değerler. Yani insanlığın sahip çıkması gereken ortak değerleri.

Bu değerler sadece belli yerlere ve ülkelere has değil, bütün insanlığın ortak değerleri, yani evrensel değerler. O zaman bu değerlere bu pencereden bakmak gerekiyor.

Fakat maalesef bu bakışı göremiyoruz…

Bunu göremediğimiz gibi bu değerleri zorbela ele geçiren ülkelere de sahip çıkılmıyor.

Yakın çevremize baktığımızda, Irak’ta her gün onlarca insan bombalamalarla hayatını kaybediyor.

Suriye’de zalim yönetim vahşetini sürdürüyor!

Yine dünyanın birçok ülkesinden ölümü göze alarak canı pahasına ülkelerindeki haksız ve zalim yönetimlerden kaçarak hayatlarını yitirenler dünya medyasının ciddi bir şekilde dikkatini çekmiyor. Bu zulmü uygulayanlar gereği gibi kınanmıyor.

Filistin topraklarında Yahudi yerleşim birimleri hızla artıyor, karşı koyanda hayatından oluyor...

Demokratik bir usulle seçilen Mısır devlet başkanını alaşağı eden antidemokratik güçlere kimsenin sesi çıkmıyor, çıkmadığı gibi darbe bütün dünyaya meşru gösterilemeye çalışılıyor...

Gerek Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, uluslar arası toplum ve gerekse medya ve benzeri insan hakları savunucuları ve hukuk kurumları gerçek manada yeryüzünde bulunan yanlışlıkların karşısında samimi bir üslup ve duruş göstermiyor.

Bu temel insani değerlerin ihlali karşısında, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin kurum ve  kurallarını koruyan bir tarz ve üslupla durdukları zaman insanlık adına var olan ve işlenen yanlışlıklar en kısa zamanda son bulacaktır.

Fakat gördüğümüz kadarıyla bu temel değerleri bir bütün olarak değil, sadece işlerine geldiği zaman ve çarpıtarak gündeme getiriyorlar. Yeryüzünde bu temel değerlerin uzun yıllardır ihlal edildiği ülkeler var bunlara samimi bir yaklaşım ve duruş sergiledikleri görülmüyor.

Irak’ı demokrasi maskesi altında işgal edenler bu ülkeyi bir ateş topuna çevirdiler, Suriye’de üç yıldır yaşanan vahşeti saptırmalarla bütün dünyaya makul göstermeye çalışıyorlar, Mısır’da demokratik düzene geçen bir yönetimi batılı medya ve işbirlikçilerinin çabasıyla alaşağı ettiler.

Batını temel insan hakları anlayışı ve bakışında samimiyetsizlik var, eğer samimi olsalar bazı İslam ülkelerinde yaşanan vahşet bir anda kesilir! Bu nedenle hazırlanan raporların samimi bir yönü yok, darbeyi destekleyen bir anlayışın temel insan haklarını savunmaları pek inandırıcı olamaz...

Temenni ederiz vahşi batı anlayışına son verilir ve savunulan evrensel değerler en kısa zamanda bugün zulüm altında inleyen ülkelerde tesis edilir. Bu yapılırsa bu değerleri savunduklarında inandırıcı olabilirler.

16 Ekim 2013 Çarşamba

BM havanda su dövüyor

 
 
 
Birleşmiş Milletlerde (BM) laf çok, icraat yok...
BM dünyadaki açlığa son vermek için etkin, iyi-yönetim ve sürdürülebilir gıda sistemlerinin temel hususlar olduğunu vurguluyor.
Daha iyi beslenmeyi ve her şahsın gıda hakkını sağlayacak anahtar daha iyi gıda sistemleri, daha akıllı yaklaşımlar, politikalar ve çevre; tarımsal ürünlerin üretilmesini yapan, işleyen kurumlar ve süreçler ve sürdürülebilir bir yapı içinde tüketicilere ulaştırılmasındaki gerekli yatırımlardan ileri gelmektedir.
Her gün 840 milyondan fazla insan kendine yetecek bir dünyada açlık çekiyor.
BM bu senenin temasını ‘Gıda Güvenliği ve Beslenme için Sürdürülebilir Gıda Sistemleri’ olarak adlandırmış.
Yetersiz beslenmeyi ele almak, tarımda ve gıda sistemlerinde, tabii kaynakların yönetiminde, halk sağlığında ve eğitiminde ve daha geniş politik alanlarında entegre hareketi ve tamamlayıcı müdahaleleri gerektiriyor.
Yatırımın gıda, tarım, sağlık ve eğitim sistemlerini gerektirmesi lazımdır.
840 milyon kronik açlık çeken insanlara ilaveten 2 milyar insan sağlıklı yaşam için gerekli olan vitamin ve mineral eksikliği çekiyor. Kötü beslenme aynı zamanda 1,4 milyar insanın aşırı beslenmesine yol açıyor, bunların üçte biri obez ve kalp damar hastalığı, şeker veya diğer sağlık problemlerinin riskini taşıyorlar. Bu bilgiler BM’nin Dünya Gıda Günü dolayısıyla hazırlamış olduğu rapordan…
BM uzun yıllardır açlıkla mücadele için üye devletlerin de destek ve onayı ile ‘Binyıl Gelişme Hedefleri’ adı altında başlatmış olduğu hareket ağırlıklı olarak açlıkla mücadeleyi ve temel hakları kapsamakta.
Amaçlanan hedefe ulaşmak için sürenin dolmasına çok az bir zaman kaldı, fakat ne yazık ki bu hususta kayda değer bir ilerleme gösterilemedi.
Çünkü küresel şartlar bu insani meseleyi hal yoluna kavuşturmak için gerekli ortamı hazırlayamadı.
Bırakın mevcut olan aç insan sayısını azaltmak, bunlara yenileri ekleniyor.
Üretimin olmadığı bir ortamda insanlar nasıl beslenebilir?
Özellikle Afrika, Asya, Ortadoğu’da ve dünyanın diğer ülkelerinde şartların açlığa mahkûm ettiği insan toplulukları var.
Bunların bir bölümü belki çok az bir kısmı iklim değişikliği, küresel ısınma ve benzeri olaylardan dolayı meydana gelmiş olabilir. Fakat asıl nedeni ise iç çatışmalar ve savaşlardır.
Bunları önleyemeyen bir anlayış hükmünü sürdürdükçe yaklaşık bir milyar insanı kronik açlıktan kurtarmak çok zor olacaktır.
Bu ülkelerde insanlar açlık, yokluk, hastalıkla iç içe yaşamaya mecbur bırakıldıkları gibi, diğer temel insani haklardan da yoksunlar.
BM’nin öncelikle eften püften meseleler yüzünden yıllardır süren bu çatışmaları durdurması artık bir zaruret halini almış.
Eğer BM gerçekten açlık ve yoklukla mücadelesinde samimi ise bu çatışmalara son verecek ortamı hazırlamalı, aksi takdirde açlık rakamı giderek artış gösterecektir.
buna bağlı olarak göçler ve toplumsal huzursuzluklar...
Üç yıldır savaşın içinde olan Suriye’de milyonlarca insan üretim yapamıyor. Özellikle ülkenin içinde bulunduğu savaş nedeniyle üretim yapamayan bu insanlar kronik açlıkla karşı kaşıyalar.
BM bu insanlara yeterli gıda yardımı yapamıyor.
BM ve uluslararası tolum hala bu insani meseleyi saptırma çabasında.
İşin aslını bırakmış yaraya merhem olmayacak ayrıntılar üzerine odaklanarak soruna çözüm getiriyormuş görüntüsü verme çalışıyor.
Bu nedenle bataklılar ne zaman kurutulursa, o zaman açlık sorunu kolaylıkla halledilir.
Açlık sorununu sadece iklim değişikliğine bağlamak büyük yanılgı ve saptırma olur.
Bunun için BM genel kurulu tartışmaları bu konuyu gerçek sebepleri ile tartışıp çözüm önerilerini ağırlıklı bir şekilde teklif ederse, daha bir doğru yaklaşım ortaya koymuş olurlar.
Yoksa BM’nin sadece raporlar hazırlayıp sunması havanda su dövmekten öteye geçmeyecektir.

14 Ekim 2013 Pazartesi

Suriyeli muhalifler diyalog yolunu kapamamalı




Birleşmiş Milletlerin (BM) 68. genel kurulu New York’taki merkezinde eylül ayının son haftasında yapıldı.

Ülkelerini genel kurulda temsil eden katılımcılar daha çok kendilerini ilgilendiren sıkıntıları gündeme getirdiler.

Uluslararası topum ve BM’nin küresel insanlık problemlerine, sıkıntılarına ve acılarına çözüm bulmakta aciz duruma düşmüş oldukları gözler önüne serildi.

BM’nin 68. Genel Kurulunda konuşmacılar tarafından en çok dile getirilen hususlar; çevre konuları, yaklaşık bir milyar insanın açlığa mahkûm olması, iklim değişikliği, küresel ısınma gibi küresel sıkıntılar gündemin önemli konuları arasında yer aldı. Özellikle ada ülkeler gelecek yıllarda küresel ısınmadan dolayı yükselecek deniz seviyesinin kendileri için oluşturacağı hayati tehlikeyi dile getirdi.

Bazı ülkeler Filistin ve Suriye meselesine konuşmasında yer verdi.

Bizim gibi bazı ülkeler hariç, Suriye meselesine maalesef pek vurgu yapılmadı.

Bazı ülkeler Suriye’de yaşanan insanlık dramını hiç işlemedi.

Bu da herhalde Suriyeli muhaliflerin bu hususta yeterince bir ön hazırlık yapamamalarından ileri geliyor.

En azından İslam ülkeleri konuşmalarında bu insani meseleyi dünya kamuoyun önünde dile getirmiş olsalardı çözüme giden yol belki daha kısalmış olacaktı.

Çünkü Suriye’nin zalim lideri açıkça bütün dünyadan destek görüyor. Sözde kınayanlar ise maalesef bu kınamalarında samimi görünmüyorlar.

Uluslararası toplumun işlediği tek konu var o da kimyasal silah konusu, kimyasal silahların yaklaşık bir yıl içinde imha edilmesi uluslararası toplumun bir başarısıymış gibi gösteriliyor.

Daha doğrusu dünya kamuoyunun bu hayati meselenin çözümünü bu şekilde algılamaları isteniyor.

Uluslararası toplum bu insanlık sorununu çözmek için bir çaba sarf etmekten ziyade, kamuoyu aldatması ve hedef saptırma politikası üzerinde odaklanıyor.

Kimyasal silahların imhasının yapılması ile gerçekler dünya kamuoyundan gizleniyor…

Suriye konusunda bir diğer önemli konu ise 2. Cenevre toplantısı…

Suriyeli muhalifler yapılması düşünülen bu toplantıya katılmayacaklarını açıklıyorlar.

Aslında çözümün önemli yollarından biri de diyalog.

Bu yolu kapalı tutarak yanlış yapmış olmazlar mı?

Toplantıya katılmak herhalde karşı tarafın tezlerini kabul etmek manasına gelmeyecektir.

Bilakis kendi haklı davalarını bu vesileyle bütün dünyaya duyurmuş olacaklar.

Katılmakla ne uluslararası toplumun baskılarına ve ne de Suriye zalim yönetiminin baskı ve önerilerine boyun eğme gibi bir mecburiyetleri olamaz. Kendi haklı davalarını dile getirmiş olacaklar!

Ancak ve ancak demokratik kurallar içinde ve adil bir şekilde yapılacak bir seçimi kabul etmeleri makul bir yol olacaktır.

Zaten uluslararası hukuk varsa, Suriye’nin zalim lideri bu hukuk işletilirse suçlu sayılması gerekir. Çünkü bugüne kadar işlemediği suç kalmamış. Zulmünde ve yaptığı katliamlarda ekibiyle zirveye tırmanmışlar.

Böyle bir insanın adalete teslim edilmemesi ve yargılanıp en ağır cezayı çarptırılmaması hukuksuzluğun alası olur.

Bu nedenle muhalifler toplantıya katılarak yüzbinin üzerinde masum insanın ölümüne ve milyonlarca insanın ülkesini terk etmesine neden olan bir zalimi bütün dünyaya bu vesileyle duyurmaları gerekir.

bu vesileyle cümle İslam âleminin Kurban Bayramının mübarek olmasını dilerken, bu mübarek bayramın gerek Suriye ve gerekse zulüm altında inleyen cümle Müslüman âleminin ve insanlığın kurtuluşuna vesile olması dileğimizdir…

 

 

 

 

8 Ekim 2013 Salı

Kalkınmada yeni model



 

Kalkınmada yeni model yeşil ekonomi.
Yeşil ekonomiyle ilgili çalışmalar ve belirlenen hedefler gerek küresel ve gerekse ülkeler bazında hızla ilerliyor.

Bu hususta gelişmiş ülkelerin özellikle taşımacılıkta geleceğe yönelik ciddi planları var.

Yeşil ulaşım araçlarında giderek artış gözleniyor.

Daha az enerji sarfiyatı ve daha fazla temiz enerji kullanmak amacıyla yeşil teknolojilere olan ilgi giderek artıyor.

Daha doğrusu dünyanın içinde bulunduğu şartlar bu yaklaşımı gerekli kılıyor.

Azalan ve kirlilik riskiyle karşı karşıya bulunan tabii kaynakları kurtarmak ve onları gelecek nesiller için sürdürülebilir yapıya kavuşturmak, yeşil ekonominin önde gelene hedefleri arasında.

Bir taraftan tabii kaynakları karşı karşıya bulundukları tehlikeli durumdan kurtarma çalışmaları yapılırken, diğer yandan bu kaynakların israfını önleyecek çalışmalar ve tedbirler üzerinde duruluyor. Toplum katmanlarının bu husustaki eksikliklerinin giderilmesi ve bilinçlendirilmesi üzerinde durulması gereken bir diğer önemli konu.

Geleneksel kalkınma modelinin tabii kaynaklara ve çevreye bıraktığı ağır yükler mevcut modelin değişmesini zorunlu hale getirmiş.

Yani kalkınmada yapılacak bütün işler artık tek odaklı olmaktan çıkmış çok yönlü bir anlayış ve düşünce modelini zorunlu kılmıştır.

Bu nedenle yapılacak bütün yatırımların projelendirilme aşaması artık yeşil ekonominin öngördüğü şartlardan kopuk bir anlayışla değil, bilakis bu yeni modelin şartlarını ayrıntılı olarak ele almak suretiyle yapılmasını zaruri kılmaktadır. Aksi takdirde astarı yüzünden pahalı olacak neticelere yol açabilir.

Küresel olarak özellikle gelişmiş ülkeler bu konuya çok dikkat göstermekte.

Yatırımlar yeşil ekonomi modelini uyarlanarak yapıldığı takdirde daha verimli olduğu gibi, yatırımın faydalılık katsayısı da artmış olacak.

Çevreyi en fazla olumsuz etkileyen sektörlerden bir taşımacılık.

Bu nedenle dünya fosil yakıtlı araçlardan giderek uzaklaşmayı ve bunun yerine sıfır CO2 emisyonlu araçların devreye alınması üzerinde çalışıyor.

Bazı ülkeler gelecek planlarını uzun vadede sıfır salınım salan mobilite üzerine inşa etmekte.

Şimdiden bazı gelişmiş ülkelerde bu araçlardaki artış oranı aritmetik değil de, geometrik bir hızla ilerliyor.

Bu hususta düşünülen seçenekler arasında mümkün olduğu kadar yayalar için yürüyüş yolları, bisiklet yolları oluşturmak şeklinde hedefler belirleniyor.

Yeşil ekonomiden beklenen faydanın bir diğeri ise yeni istihdam alanları oluşturması.

Özellikle enerji ve taşımacılık sektörlerinin bu hususta kayda değer potansiyel oluşturacağı umuluyor.

Bu vesileyle uygulamaya girecek yeni yatırımlar berberinde yeni istihdam imkanlarını birlikte getirecek.

Aynı zamanda bu konuda eğitimli ve yetkin elemana ihtiyaç duyulacak.

Netice olarak, artık bütün yatırımlar yapılırken yeşil ekonomi kavramı göz önünde tutularak yapılıyor.

7 Ekim 2013 Pazartesi

Millet iradesi olmayan yönetimler



 

Ülkesinin, milletinin, halkının iradesini temsil etmeyen bir yönetim, aslında ülkesini temsil yetkisine de sahip olamaz, olmaması gerekir.

Günümüzün açık toplumların yaygın yönetim şekli olan demokratik yönetim anlayışı bunu kabul etmemektedir.

Kaldı ki Suriye’nin zalim lideri kendi insanlarının oy çoğunluğu ile seçilmediği gibi üç yıldır bütün uluslararası kuralları altüst ederek kendi insanına tarifi mümkün olmayan bir zulüm uygulamaktadır.

Olmayan bir yetki ile işbaşında bulunan Suriye'nin zalim lideri bu ülkenin gerçek sahipleri olan Suriyelilerin kahir ekseriyeti tarafından istenmiyor.

Fakat sahte demokrasi, insan hakları savunucuları ne bu zulmü ve ne de bu zulmü uygulayan bir zalimin yaptıklarını görmek istemiyor.

Gerek Birleşmiş Milletler ve gerekse uluslararası toplumun yaptığı tek şey hedef saptırmaktan öteye geçmiyor.

Çünkü uluslararası hukuk felç olmuş, hatta tabutluk olmuş, fonksiyonunu yitirmiş.

Bu nedenle görev yapamaz halde!

Üç yıldır süren bir insanlık dramını savunmaktan aciz duruma düşmüş.

Yaklaşan kış şartlarında çadırlarda kalan Suriyeliler şanslı sayılırlar, fakat ülke içinde evlerini terk etmek zorunda kalan milyonlarca Suriyeli var.

Bir taraftan yaklaşan kış şartları, bir taraftan zalim Suriye yönetiminin her an üzerlerine atacağı bombaların endişe ve korkusu içindeler.

Batının savunduğu ve sahiplendiği değerler iflas etmiş, açıkça zalimi ve zulmü savunur hale gelmişler.

Özellikle Rusya yönetimi insani değerleri tamamen bir tarafa bırakmış, iradesini ve askerini satın aldığı zalim Suriye yönetimini savunmaktan geri adım atmıyor…

Yine petrol zengini Arap ülkeleri ise bu vahşete seyirci kalarak Suriye’nin zalim liderini kınayan bir açıklamaları yok...

Halklarının iradesini temsil edemeyen yönetimler aynı zamanda kendi iradelerini de temsil edemezler. Çünkü kendi iradeleri de yoktur, bu tip yönetimlerin iradeleri başkalarına satılmıştır.

Satın alanlar ne derse onu yapmak mecburiyetindedirler.

Oyunun kuralı böyle çalışmaktadır.

Bu ister devlet bazında, ister fert bazında olsun değişmez kuraldır.

Kurumsal olamamanın getirdiği bir sonuçtur.

Demokratik kurum ve kuralların olmadığı ve işlemediği bir devlette millet iradesinin tecelli etmesi de mümkün olamaz.

Ayakta kalmak için meşru bir yönetim şekli olan demokratik yollarla ülke seçmenlerinin oy çoğunluğunu alarak işbaşına gelmesi gerekir ki millet iradesi tecelli etsin.

Bir devlet yönetimi milletinin iradesini temsil etmezse, bu yönetimin başak bir gücün iradesine mahkûm olması gerekir.

İşte en kötüsü de bu yönetim şekli.

Şimdi Suriye de bu yönetim hâkim, ülkesinin iradesini başka güçlere satan bir yönetim var.

Bir ülkenin iradesini sırf kendi menfaati için satan zalim bir yönetimin de zulmünü sürdürmesi çok fazla devam etmez. Çünkü menfaate dayalı bu destek çekildiğinde tepe taklak gidecektir!

1 Ekim 2013 Salı

BM'nin sorunlar karşısında çaresiz bırakılışı



 

Küresel terör saldırıları son yıllarda ivme kazandı. Özellikle bazı İslam ülkeleri ne zaman ve nereden geleceği belli olmayan terör saldırılarıyla karşı karşıya bulunuyorlar.

Yakın komşumuz Irak, Afganistan, Pakistan’da Taliban denen örgü; Afrika’da Nijerya, Kenya’da ise El kaide’nin türevleri olduğu söylenen terör örgütleri son aylarda katliamlarını artırmaya başladılar.

Bu kandırılmışlar güruhundan oluşan terör örgütlerinin amacı bulundukları ülkelerde İslam devleti kurmak. Ölüm tuzağına düşürdükleri onlarca yüzlerce, binlerce masum insanı bunun için öldürüyorlar.

İslam adına bunu yapanlar, bırakın yüzler, binlerce insanı öldürmeyi; haksız yere bir kişiyi dahi öldürmenin İslam dininde büyük günahlardan olduğunu bilmiyorlar mı?

Bu örgütlerin ne İslamiyet’e dair bilgileri var, ne de bir kişiyi öldürmekle yüklenmiş oldukları vebalden haberleri var. Bu hususta samimiyetsiz oldukları veya İslam düşmanlarının kontrolünde oldukları buradan anlaşılıyor.

Bu da bunların İslamiyet adı altında İslam’a hizmet değil de, tam tersine İslam’a büyük darbeler vurduklarının açık bir göstergesi oluyor.

Çünkü İslam’ın emirlerini bilen bu katliamları işlemez.

Küresel olarak terör örgütleri özellikle 11 eylül saldırılarından sonra gerek örgüt sayısı olarak ve gerekse eylem bakımından artış gösterdi.

Birleşmiş Milletler (BM) 11 Eylül 2001 yılında ABD’de ikiz kulelere düzenlenen terör saldırılarından sonra BM’nin bünyesinde 2001 yılında 1373 sayılı kararla Terörle Mücadele Komitesi kurmuş.

Bu kurumla üye ülkelere terörist faaliyetlere karşı koymaları için yasal ve kurumsal becerilerini artırmaya yönelik bir tedbirler serisini uygulamak için çağrıda bulunuyor.

Ayrıca, terörist grupları finans yardımında olan her türlü oluşumu engellemek; teröristler için güvenli liman, gıda veya destek sağlamayı bastırmak; terörist saldırıları planlayan ve destekleyen herhangi bir grubu veya gruplar üzerinde hükümetlerle bilgi paylaşımı, araştırma, bulma, tutuklama, ülkesine teslim etme ve bu tip eylemlerde irtibatı olanların kovuşturulması ve iç hukukta terörizm için aktif ve pasif yardımı suç saymak ve adalete teslim etmek gibi düzenlemeleri kapsıyor.

BM’nin 2005 yılındaki kararı ise terör faaliyetlerini işlemeyi tahrik etmekle ilgili olup, üye devletlere kanunla bu tür hareketi önlemek ve terör için güvenli bir liman olmayı kabul etmemeyi kapsıyor.

Bütün alınan bu önlemlere rağmen, terör faaliyetleri özellikle bu kararlardan sonra giderek artış göstermiş ve binlerce insanın hayatını kaybetmiş olduğunu biliyoruz. 11 eylül ikiz kulelerin vurulmasından sonra özellikle Müslüman ülkelerde terör patlaması yaşanıyor.

Bu durumda gelişmelere baktığımızda BM’nin kurmuş olduğu terörle mücadele kurumunun terörle mücadelede hiç faydasının olmadığı anlaşılıyor.

Bu da BM’nin yine mevcut yapısının dünya toplumlarının sorunlarına, sıkıntılarına çözüm getirmede yetersiz olduğunun bir diğer açık göstergesi.

Her geçen gün artan terör dehşeti karşısında BM Terörle Mücadele Kurumunun mücadele yapamadığının açık bir göstergesi oluyor.

Bu kurumsal varlık, pratikte bir iş yapamamanın aczi içine olduğunu gösteriyor.

Uluslararası ölçekte her geçen gün artan terör örgütlerine finans desteğini kimler sağlıyor, BM hiçbir şey yapamıyorsa, bunu da mı araştırıp ortaya çıkaramıyor?

Bu desteği kesme maharetini gösterdiğinde, terör örgütleri zaten kendiliğinden çökmüş olacaktır.

Bir diğer önemli husus ise BM artık bürokratik yapılanmaların ağırlığı altında kalmış görünüyor. Küresel olarak gördüğü her sorun için bir birim oluşturuyor, fakat bundan ilerisine gidemiyor.

İçinde bulunduğu çarpık yapı giderek dünya sorunlarını çözmek ve fonksiyonel olmaktan uzaklaştırıyor.

Böyle giderse dünya barış ve huzurunu sağlamak için kurulan BM bu asli görevini yerine getirmekten giderek uzaklaşmış olacak.