31 Temmuz 2016 Pazar

Kurumları demokrasiyle uyumlu kılmak


 

 
FETÖ terör örgütünün kurumsal kimliği bir tarafa bırakıp, hain emellerine erişmek için sinsi bir örgütsel yapı oluşturmuş olduğu net bir şekilde anlaşılmış oldu.

Bu anlayış kurumsal kuralları bir tarafa bırakıp, kendi hukukunu oluşturup telafisi mümkün olmayacak sıkıntılar açmanın da kodlarını ihtiva ediyordu.

İşte ülkemizin uçurumdan döndüğü bugünlerdeki durumun tek temel nedeni kurumsal yapıyı yani kanun, prensip adına ne varsa bir tarafa bırakıp örgütsel yapıyla işlemesine dönüştürmekten ileri geliyordu.

Bu tür örgütleşme faaliyetinin aynı zamanda zayıflığın, hainliğin, kanunsuzluğun, adetsizliğin de göstergesi olduğunu söylemek mümkün.

Paralel yapılar oluşturmak kendi ülkesine ve çalıştığı kuruma ihanet etmenin yanında, aynı zamanda telafisi mümkün olmayacak sonuçlara da yol açabiliyor.

Son yaşadığımız olay bunun en çarpıcı bir göstergesi olmuştur...

Ülkemiz gerçekten darbelerden çok sıkıntı çekmiş, ağır maliyetler ve kayıplara mal olmuştur.

Paralel yapı, paralel devlet kurma anlayışının artık terk edilmesinin ne kadar elzem olduğu bir kez daha önem kazanmıştır.

Geçmiş darbeleri hazırlayıp uygulayanların kendilerini haklı çıkarma adına yaptıkları açıklamalara baktığımızda ülkede bir şeylerin kötüye gittiğini ileri sürerek, bunu hain emellerine gerekçe göstermişlerdir.

Böylece haksız, hukuksuz ve insanlık dışı bir işe kalkışmayı marifet saymışlardır. 

Sıkıntıların, karşılaşılan sorunların paralel yapı anlayışı ile değil, diyalog yoluyla yasal ve kurumsal çerçeve içinde halledilme yolunu aramak yerine, bu mantık bir tarafa bırakılmış, silah zoruyla, kanla halledilmeye kalkışılmıştır.

Bu anlayış kabile anlayışıdır, bunun hiçbir haklı gerekçesi olamaz!

Bu işe kalkışanlar başka ülkeleri özellikle ileri ülkeleri kendilerine örnek alma yerine, hep geri kalmış muz cumhuriyetlerini kendilerine örnek almışlardır, ucuz kahramanlığı yeğlemişlerdir.

Aklıselimi ve mantık yolunu kullanarak “neden ileri ülkeler bu tür kalkışmada bulunmuyorlar da biz bulunuyoruz”, sorusunu kendilerine sorma erdemini gösterememişlerdir.

Kendi asli görevlerini daha ileri bir seviyeye taşıma gayret ve çabası içinde bulunmak yerine, üzerlerine vazife olmayan işlere kalkışmaya teşebbüs edilmiş.


Alçakça kalkışmalar, nerdeyse her on yılda bir darbe veya teşebbüsü ile bu milleti karşı karşıya bırakmak, sadece birkaç kişinin egosunu tatmin etmekten başka bir gaye taşımadığı gibi; açıkçası emperyalistlere maskara olmak ve onların değirmenine su taşımaktan başka bir amaç taşımamıştır!

50 – 60 senedir bu hain ve alçak kalkışmadan millet bizar oldu.

Onun için bu son kalkışmada, millet iradesine sahip çıkarak bu alçakça girişime canı pahasına da olsa elbirliği ile karşı çıkmıştır.

Böylece hem bu işe kalkışanlara ve hem de bu alçak planın arkasındaki memleket düşmanlarına iyi bir ders vermiştir.

Şanlı silahlı kuvvetlerimizde yuvalanan bu darbeci güruhun kan donduran ifadelerini okuduğumuzda; bunlar kimin askeri, bunlar hangi milletten, kime hizmet ediyorlar sorusunu sorma zorunluluğunu hissediyor!

Millet bu güruha “yetti artık, siz bu iğrenç alışkanlığı terk etmezseniz bu millet bu işe dur demesini çok iyi bilir”, diyor.

Çok şükür öncekilerden çok daha ağır ve belki de bu işe kalkışan piyonların da sonrasında nasıl bir tablonun ortaya çıkacağını tahayyül edemeyecekleri, muhtemelen çok daha ağır sonuçları olacak bir darbe girişimi akamete uğratılmıştır.

Bu darbeci zihniyet askerle milletin karşı karşıya bırakıldığı ve 600 bin insanın katledildiği, milyonlarcasının yerlerinden edildiği sınır komşumuz Suriye’deki insanlık dışı durumdan hiç mi ders almadılar!

Yine komşumuz Irak’ta, Amerika ve koalisyon güçlerinin ülkeyi kurtarma bahanesiyle 2003 yılında başlattıkları işgal 13 yıldır insanların bombalar altında hayat mücadelesi vermeye çalıştıklarını havsalaları almıyor mu?

Mısır’da darbe niçin ve kimin için yapıldı; Libya’da, despot yönetimden kurtarıldıktan sonra, iç karışıklıklar neden ve kimler tarafından çıkarıldığını anlama sıkıntısı mı çekiyorlar?

Çevresi olumsuz gelişmelerle dolu olan ülkemizin gerek bölgesinde ve gerekse İslam ülkeleri içinde yıkılmaz bir kale gibi durması bunları rahatsız mı etti?

Artık anlamsız ve mantıksız gerekçelerle üç beş kendini bilmezin bu tür işe kalkışmasını önleyecek radikal tedbirlerin, bir ıslahat sürecinin kısa zamanda yapılması ve uygulamaya alınması bu ülkedeki her ferdin arzusu olduğu gibi, sürdürülebilir huzur ve güveni sağlayacak düzenlemelerin yapılması da kaçınılmaz olmuştur.

Millet iradesinin hâkim kılındığı, demokrasi ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde seçilmiş yönetimlerin barışın, huzurun ve kalkınmanın teminatı olduğu ve olmaya devam edeceğinden hiç şüphemiz yok.

Hizmetin, çalışmanın kuralı örgütsel değil de, kurumsal yapı içinde kalmayı zaruri kılıyor.

Ülkemiz demokrasiyle yönetiliyor.

Ancak demokrasi geçmişimize baktığımızda, zaman zaman ciddi yaralar almış.

Bu da maddi ve manevi, telafisi mümkün olmayacak zararlara yol açmış…

İşte bu son kalkışma demokratik yönetimlerde olması gereken yapının, özellikle askeri kurumlarımızda olmadığını bir kez daha göstermiş oldu.

Kurumların yapısının ve yönetim şeklinin de demokrasiyle uyumlu olma zarureti var.

Bugüne kadar bu yapıyı demokrasiyle uyumlu hale getirmek pek düşünülmemiş. Dolayısıyla demokratik yönetimle uyumlu olmayan bu antidemokratik kurumsal yapı demokrasiyle uyum içinde çalışan bir yapıya dönüştürmek için bir çalışmanın başladığını görmek ülkemiz adına memnuniyet verici bir gelişme.

26 Temmuz 2016 Salı

Darbe ekosistemlerini yok etmek





Darbe geleneği ülkemizde nasıl peydahlandıysa özellikle Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde etkisini gösteriyor.
O zaman bir kısım güruh padişahı görevden alarak otoriteyi yıpratmak için hanedandan bir başka isme görev vermekle kendini yetkili görmüştü.
Bu kalkışmanın Osmanlı İmparatorluğuna çok zarar verdiği ve Sultan II. Abdülhamit Han’ın görevden alınması imparatorluğun çöküşünde önemli bir adım olmuştu.
Sonrası malum, imparatorluğun parçalanma yolu başlamıştı.
Cumhuriyet döneminde ise tek partili dönemde ülkemizde darbe olmamış.
Ancak 1950 seçimlerinden sonra demokratik yolla işbaşına gelen Adnan Menderes hükümeti sistemli bir şekilde 50’li yıllar boyunca ordu içinde bir grup seçimle, millet iradesiyle işbaşına gelen demokratik bir yönetimi görevden almak istemiş, neticede şartlar olgunlaşınca 27 mayıs 1960 ihtilali yapılmıştı.
Sonrası biliniyor, merhum başbakan Menderes ve iki arkadaşı haksız bir şekilde görevden alındığı gibi idam edilmişti.
Sonraki yıllarda 12 Mart 1971 yılı muhtırası ve dönemin başbakanı Demirel’in istifa ettirilmesi.
Daha sonra ise 12 eylül 1980 darbesi geliyor; meşru yönetim, millet iradesi darbe şartlarının oluşması için önceden planlanan mide bulandırıcı olaylar bahane edilerek gasp edilmişti.
Tarihler 28 şubat 1997'yi gösterirken post-modern diye nitelendirilen bir başka darbe girişimi ile milli irade yine yara almış, dönemin başbakanı merhum Necmettin Erbakan istifa etmek zorunda kalmıştı.
Çok sayıda insan gerek darbe öncesi ve gerekse darbe sonrası telafisi mümkün olmayacak bir şekilde mağdur olmuştu.
Ülkemizde millet iradesine yönelik yapılan saldırılardan en ağırı olan 1960 ve 1980 darbeleri; bunlara yönelik tenkitler ve darbelerin yanlışlıkları sürekli anlatılmıştı ki bir daha millet iradesiyle seçilmiş iktidarlar antidemokratik ve insanlık dışı metotlarla görevinden uzaklaştırılmasın.
Bu darbelerin arkasındaki güçlerin kim olduğu ve hangi dış güçler tarafından planlandığı ima edilmiş olmasına rağmen yine de bunlardan ders çıkarılmamıştı.
Onlarca yıl darbelerin yanlışlıkları, bir insanlık suçu olduğu anlatılmasına rağmen, darbe psikopatları bu çirkin alışkanlıklarından vazgeçmeyip bu hain alışkanlıklarını sürdürdüler.
Ülkemizin kalkınmasına ve gelişmesine önemli darbeler vurduğu, itibarını zedelediği gibi, toplum psikolojisinde de önemli travmalar oluşturan bu hain ve canice hareketten vazgeçmeyenlerin var olduğu 15 Temmuz’da bir kez daha görüldü.
Daha da önemlisi 240'ın üzerinde vatandaşımız, milletin ve vatanın savunmasında kullanılması lazım gelen ağır silahlarla şehit edildiler. 
Bu sefer milletin kendi silahlarına hedefi oldu. 
Bu darbenin en çarpıcı yönü artık insanlarımızın canı pahasına da olsa darbeci canilere boyun eğemeyeceği, neye mal olursa olsun bu canilere fırsat vermeyeceklerini gösterdi.
Eğer başarılı olsaydı bu seferki kalkışmanın sonuçlarının çok daha kötü olacağı, ülkemizin belki bir Suriye ve Irak’tan da daha kötü bir duruma düşme durumuyla karşı karşıya gelmiş olma ihtimaliydi.
Bu çirkin kalkışmanın baş aktörü ise Pennsylvania’da karargah kuran, kendi alçak ve eşi görülmemiş hainliğini yüce dinimiz İslamiyet’i alabildiğine istismar eden, insan görünümlü, fakat zerrece insanlıktan nasibini almamış o cani olduğu anlaşılmış...
Bu caninin aynı zamanda dünyadaki bütün darbelerin planlayıcı ve uygulayıcısı olan CIA’in direktifleri doğrultusunda hareket ettiği ayrı bir acı gerçek.
Kaynaklara baktığımızda sözde müttefikimiz olan ABD’nin Merkezi Haber Alma teşkilatı olan CIA’nın dünya da çok sayıda darbe planları yapıp gerçekleştirdiğini görüyoruz.
Ülkemizdeki 1980 ihtilalinin de CIA tarafından desteklendiğini şu ingilizce kaynak teyit ediyor;
U.S. support of the coup was acknowledged by the CIA's Ankara station chief, Paul Henze. After the government was overthrown, Henze cabled Washington, saying, "our boys [in Ankara] did it."
1980 darbe sonrası CIA Ankara şefi Paul Henze Washington’a bağlanarak “bizim çocuklar darbe yaptı” ifadesini kullanıyor. 
İşin acı tarafı bu alçakça işe girişenlerin ise emperyalistlere uşak olmayı tercih etmeleridir.
Bu alçaklık şanlı tarihimize ve şanlı ordumuza yakıştırılamaz. 
Darbeye karşı olan ordumuzun asil temsilcilerini elbette bu nitelemenin dışında tutmak lazımdır.

Üzerinde çok yönlü durulacak, araştırılacak, soruşturulacak bir husus… ülke olarak bir daha bu tür menfur durumla karşılaşmamak için darbe ekosistemlerinin hukuk sistemi içinde yok edilmesi gerekiyor…

23 Temmuz 2016 Cumartesi

Millet iradesine sahip çıkıyor


 

Millet olarak büyük bir tehlike atlattık.

Birlik beraberliğimiz ve gece gündüz yapılan dualar çok şükür büyük bir belanın bertaraf edilmesini sağlamış oldu.

Temennimiz tehlikenin tamamen bitmiş olması ve yapılması gereken radikal değişikliklerdir.

Artık bazı kurumlarda değişim ve dönüşümün yapılması zamanıdır.

Yapılacak değişim ve dönüşümün bu ülkeyi seven ve sayan herkesin menfaatine olacağından endişemiz yok.

Zaman bir azınlık grubu ülkesine ihanet etme ve ülke düşmanlarına peşkeş çekme alışkanlığından vazgeçirmenin zamanıdır.

Bu kalkışma ülkemizin demokratik ve hukukun üstünlüğü kurumsal yapısına karşı yapılmıştır.

Milli iradeye karşı yapılmıştır. Halk iradesine karşı yapılmış ihanettir.

Milleti hiçe saymaktır.

Bu anlayışa sahip olanları bu çirkin, iğrenç ve vatana ihanetten başka bir şey olmayan bu alışkanlıktan vazgeçirmenin zamanı çoktan gelmiştir ya da bu tür hain alışkanlıkların bir daha tekerrür etmemesi için gerekli bütün tedbirlerin alınması zamanıdır.

Bu milleti her bakımdan rahatsız edecek, mağdur edecek ve hatta bundan öte ülkemizin bir Irak, bir Mısır, bir Suriye’ye çevrilmemesi için köklü reformların yapılmasının zamanı gelmiştir.

Bu kabul edilemez kalkışmanın soruşturması ve araştırmasının bütün ayrıntılarıyla yapılarak, bu zihniyetin arkasındaki asıl gerekçenin açığa çıkarılması hususunda da bir şüphemiz yok.

Millet bu ihaneti, caniliği kabul etmediği için meydanlarda sabahlamaktadır, meydanlara çıkarak demokratik tepkisini göstermektedir...

İktidara geldiği günden bugüne yaptığı hizmetlerle ülkemiz kalkınmasına önemli katkılar sağlayan Ak Parti hükümeti ve Cumhurbaşkanımız neden darbeye maruz kaldı?
Ak parti iktidarlarıyla ülkemiz ilk günden bugüne bir şantiyeye dönüştü, devasa projeler hizmete sunuldu ve yapılanlara ilaveten dev yatırımların yapımı ve projelendirilmesi devam ediyor.

Yapılan hizmetlere kısaca bir göz attığımızda;

Ak partinin iktidara geldiği tarihte 6 bin kilometre uzunluğunda olan bölünmüş yol uzunluğu üç katına çıktı.

3000 doların biraz üzerinde olan kişi başına gelir 10000 doları aştı.

30 milyar doların biraz üzerinde seyreden yıllık ihracat 150 milyar civarına yükseldi.

26 adet olan havaalanı sayısı iki katına çıktı.

Dünyanın 3. Büyük havaalanı 2018 yılında açılacak.

Türk parasına değer kazandırmak için 6 sıfır atıldı.

Faizler ve enflasyon çift haneden tek haneye düştü.

Marmaray, Körfeze yapılan Osman Gazi köprüsü, Üçünü köprü olan Yavuz Sultan Selim Köprüsü; bu yılsonunda açılacak olan Avrasya tüneli gibi büyük ölçekli yatırımlar yapıldığı içim mi, bu darbe yapıldı yoksa karayollarında hizmete sunulan çok sayıda tünel mi?

Hızlı tren projeleriyle ülkeyi modern ve hızlı ulaşım ağlarıyla ören yatırımlar mı?

Bunlar yapılırken, yine küresel ölçekte özelliklere sahip olup yapılması planlanan Çanakkale köprüsü, Kanal İstanbul gibi projelerin yapılacak olması mı?

 
Ülkemizde Cumhuriyet yıllarında darbelerin hangi dönemlerde yapıldığına bakıldığında ise, bu dönemlerin ülkemizin kalkınmasında sıçrama yılları olduğunu görüyoruz!

En bariz örneği merhum Menderes, 1960 ihtilalına maruz kalmış ve iki bakan arkadaşı ile idam sehpasına gönderilmişti.

Yine merhum Turgut Özal dönemi ülkemiz için bir kalkınma dönemi olmuştu, fakat şüpheli bir ölümle onun da önü kesildi.

Sonrasında ise bildiğimiz gibi Ak Partinin iktidara gelmesiyle başlatılan kalkınma hamleleri ve gündemden düşmeyen darbe söylentileri…

Millet iradesini gasp girişimleri; ciddi manada meşru iktidarı görevden alma teşebbüsü 2013 mayıs ayında tertiplenen gezi olayları olmuştu.

Şimdi ise çok daha canice ve çok daha merhametsizce yapılmaya çalışılanı ise 15 Temmuz Cuma günü akşamı olan teşebbüs idi.

Şimdi millet, iradesine sahip çıkmak ve üç beş haramiye pabuç bırakmamak için meydanları dolduruyor.

Çünkü bu millet darbelerden, darbe söylentilerinden ve bu tür girişimlerden çok çekti.

Yeter diyor, “söz milletindir, sen milletin silahını bu millete çeviremezsin, bu silahlar ancak ve ancak bu topraklara göz dikenlere çevrilir, eğer sen bu sadakate layık değilsen onu da bu millet devir almasını bilir".

"Bu silahlar milletin silahıdır sana emanet edilmiştir, bilesin emanete hıyanet edilmez, emanete hıyanetin ağır bir cezası vardır” mesajlarını meydanlarda veriyor.

Yine bu millet biliyor ki Peygamber ocağında kahir ekseriyetle ülkesine, milletine sadık olanlar vardır, bu her defasında üç beş kişinin şahsi emelleri ve başkalarına uşaklık etmesi için bu kahir ekseriyet de istismar edilemez!      

21 Temmuz 2016 Perşembe

Bundan sonraki beklentiler




Ülkemiz Batının ilgisini çekmeye devam edecektir, batılı ülkelerin odak merkezinden uzaklaştırılmaz.
Ezeli ve ebedi olarak batı gayesinden vazgeçmez.
Bunun temel nedeni Türkiye’nin Osmanlı soyundan olmasından ileri geliyor.
Osmanlı İmparatorluğu ise tarihi şan ve şerefle dolu bir dönemi kapsamaktadır.
İmparatorluğun dağılmasıyla onlarca devlet doğmuştur.
Fakat temeli, bakiyesi bizim ülkemizdir.
Dolayısıyla bu geçmişe sahiplenen ise bizim insanımız ve ülkemizdir.
Sahip olduğu toprakları altıyüz küsur yıl adaletle yönetmiş olması imparatorluğun şiarıdır...
Türk yönetiminin kendi değerlerine sahip çıkması, bağımsızlığını perçinlemesi ve bu arada kalkınmasını sürdürülebilir bir yapıya kavuşturması, bazı çevreleri rahatsız ediyor, bu bilinen bir gerçek.
Özellikle Ak Parti iktidarları döneminde bu faaliyetlere yönelik çalışmaların artış göstermesi, bağımsızlığının gereği dik duruşu sömürü çevrelerin rahatsız ettiği gibi aynı zamanda korkutmaktadır ki, bu korku gereksizdir!
Türkiye’nin son 14 yılda kazandığı bu kazanımlar karşı güçler tarafından akamete uğratılmak isteniyor.
Türk insanının refahının artması ve huzur içinde olması istenmiyor.
Bunun en çarpıcı göstergesi ise son yaşadığımız, öncekilerden çok daha acımasız ve kanlı olan darbe girişimidir.
Bu kanlı girişim çok şükür başarısız olmuş, fakat haksız bir şekilde masum canlara mal olmuştur!
Eğer başarılı olmuş olsaydı, kim bilir daha ne kadar masum insanın kıyılmış olacağını düşünmek ise insanı çok daha ürkütüyor.
Bu canice planlanan darbenin elbirliği ile önlenmiş olması işin sevindirici tarafı olmuştur. 
Sözde kendini dini bir lider olarak dünyaya tanıtan fakat gerçekte sözde üstlendiği sıfatla uzaktan yakından ilgisi olmadığı ise gün gibi aşikâr. 
Siyasete bu derece bulaşmış, sürekli fitne ve fesat odakları oluşturan bir zatın ise zaten İslam dini ile hiçbir ilgisi olamaz.
Artık bilinen bir gerçek var ne zamanki ülkemiz güçlenir ve kalkınmasını hızlandırırsa bu ve benzeri kalkışmalarla karşı karşıya getirilir.
Bundan sonra Türkiye’yi kendi başına bırakırlar mı, sorusuna cevap ise; hayırdır!
Kendilerini savcı ve hâkim yerine koyan batılı sömürgeci devletler ülkemiz üzerine daha fazla odaklanacaklardır.
Her fırsatta demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarını gündeme getireceklerdir.
Ellerindeki piyonlara mikrofonu uzatarak yalan yanlış, ağızların ne gelirse kusturacaklardır. 
Aynı zamanda, bugün bölgemizde yaşanan çok sayıdaki ülkede insan hakları ihlallerini hep görmezden gelmeye devam edeceklerdir.
Gerçek zalimleri ağızlarına almayacak, fiili insan hakları ihlallerini ve antidemokratik yönetimleri hep göz ardı edeceklerdir.
Bu onların fıtratı gereği izleyecekleri politikaları olmuş ve olmaya devam edecektir, bunu ispatlamaya gerek yok, görünen köy kılavuz istemez…
Türk siyasi hayatı ve Türk demokrasisi çok badireler görmüş ve atlatmış.
Geçmişte bu doğrultuda yaşananlar gelecek için bir ders niteliğindedir.
Bu yaşananlardan ders çıkarılarak gelecek buna göre şekillendirilebilir, böylece ülkemiz daha az yıpratılmış olur ve daha istikrarlı bir şekilde hedeflerine ulaşır.
Bu son yaşadığımız kalkışmanın birçoklarına ders olmasını temenni ederiz.
Bundan sonra geçmişte yaşadıklarının ışığında bir daha ülkenin siyasi ve benzeri istikrarsız bir duruma düşmemesi için ne yapılmalı, sorusu akla geliyor.
Darba girişimleri ülkemizi uluslararası arenada itibarsızlaştırma hareketi olduğu gibi aynı zamanda insani, sosyal, ekonomik boyutları da olmaktadır.

Şanlı ordumuzun içindeki bir azınlık grubun son kalkışmasının akamete uğraması (uğratılması) ülkemizin bir muz cumhuriyeti olmadığını, emperyalist güçlerin sömürgesi olmadığını bütün dünyaya göstermiştir. 

18 Temmuz 2016 Pazartesi

“20. yüzyıl darbe teşebbüsü 21. Yüzyıl teknolojisine mağlup oldu”





Ülkemiz önceki dönemlerde olduğu gibi hak etmediği bir darbe girişimine maruz bırakıldı.
Öncekilerden farkı bu girişimin çok şükür ki akamete uğramış olmasıdır.
Şehitlerimiz var, onlara Allah'tan rahmet, yakınlarına sabrı cemil dilemek insani görevimiz.
Üzüntümüz var, sevincimiz ise bu alçak ve hain girişimin başarısızlığa uğraması olmuştur.
Bu başarısızlığa üzüntülerini izhar edenler de var, özellikle batı medyası ve sömürü dünyası!
Darbe girişiminin acemice olduğu ve 20. Yüzyıl stratejisiyle uygulandığı, 21. yüzyılın teknolojisine ve insan gücüne yenik düştüğünü ifade ediyorlar.
Bu defa “Bizim çocuklar” oyunu kazandı diyemediler!
Bu oyun her ne kadar sömürü dünyası tarafından çocukların oyunlarına benzetilse de kanlı bir oyun. Kan içicileri için bu cani girişim önemli değil; olsaydı Irak’ta, Suriye’de ve Mısır’da dökülen kanlara karşı kayıtsız kalmazlardı…
Bu kalkışma ordu içindeki belli bir azınlığın, FETÖ’ye bağlı bir gurup tarafından, kahir ekseriyetle işbaşına gelmiş Cumhurbaşkanımıza ve millet iradesiyle seçilmiş yürütme, yasama organına karşı milletin iradesini hiçe saymanın ve saygısızlığın tezahürü neticesinde olmuştur.
Bu halk iradesini küçük görme, hiçe sayma ve itibarsızlaştırma anlayışıdır.
Fakat artık ülkemiz eski Türkiye değil, milletin kendi iradesine sahip çıkma şuurunda olması ve özellikle Sayın Cumhurbaşkanımızın bugüne kadar karşılaştığı bu ve benzer olaylarda olduğu gibi, bu ülke ve insanlarının menfaati gereği hayatı pahasına da olsa asil ve dik duruşu ve bu haksız ve canice kalkışmaya karşı milleti demokrasiye ve iradesine sahip çıkması adına meydanlara davet etmesi bu haksız, hukuksuz, insan haklarına aykırı olan bu alçak hareketin önlenmesinde büyük rol oynamıştır.
Bu duruş aynı zamanda bu tür maceralara kalkışma yanlıları için büyük bir ders niteliği taşımaktadır.
Milletin göz bebeği olan Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bu küçük azınlık, kendilerini her şeyin üstünde gören bir zihniyetin saiki ile motive olmuş ve kapıldıkları bu gururun insani melekelerini devre dışı bırakmasının eseridir.
Bu işe kalkışan güruh şimdiye kadar olan darbelerden çok daha canice bir yöntem uygulamışlardır.
Bu milletin vergileriyle yapılan ve düşmana karşı yurt savunmasında kullanılması lazım gelen silahları kendi egolarını tatmin etmek adına silahsız ve savunmasız insanlara karşı kullanma alçaklığını göstermişlerdir.
Aynen Mısır’da ve Suriye’deki gibi milletin silahıyla milletin kendisine saldırmışlardır.
Kendilerine Suriye'nin zalim liderini rol model olarak seçmişler, Mısır'ın darbeci liderini örnek almışlardır.
Bunu yaparken kendi asli görevlerini emsalsiz bir alçaklık örneği göstererek kötüye kullanmışlardır.
Hukuk içinde yargılanarak, adaletin vereceği en ağır cezaya maruz bırakılarak bunun hesabını vereceklerinden hiç şüphemiz yok.
Milletin isteği ve arzusu da bu yöndedir, adaletin tecelli etmesidir.
Geçmişte bu tür hareketler ülkemize çok pahalıya mal olmuş ve onlarca yıl geriye gitmesine neden olmuştur.
Gerek sivil toplum kuruluşları ve gerekse halkın iradesini hiçe sayan bu güruhun en ağır bir şekilde yargılanması ortak temennidir.
Şanlı ordumuz içindeki kötü niyetli bir azınlığın kalkışmış olduğu hareket çok şükür Cumhurbaşkanımızı ve başbakanımızın karalı ve dik duruşu ve güvenlik güçlerimizin fedakârca mücadelesi neticesinde önlenmiştir.
Bu kalkışmanın önlenmesinde sadece bu güruh değil, belik de onlardan çok batı medyası ve sömürü çevreleri de bir kez daha yenilgiye uğramıştır.
Hayıflanmaktadırlar!
Bu hain girişimde planlama ve strateji hatası yapıldığı yorumunu yapıyorlar.

Bir kez daha hain emelleri kursaklarında kalmıştır, ülkemizi bir Mısır ve Suriye yapma girişimleri boşa çıkmıştır.

16 Temmuz 2016 Cumartesi

Bu darbeye kalkışanlar sadece ekmeyini yediği suyunu içtiği bu ülkeye ihanettir, sömürü dünyasına uşaklıktır.

3 Temmuz 2016 Pazar

Teröre karşı tek yumruk olmak


Terör durmak bilmiyor.

Terörün en fazla vurduğu ülkeler ise çoğunlukla İslam ülkeleri.

Afganistan on yıllardır terörle birlikte yaşıyor.

Irak’ı özgürleştirme bahanesiyle öncekinden çok daha kötüye götüren Amerika ve koalisyon güçleri ülkeyi on yılı aşan bir süredir terör yuvasına dönüştürdü.

Irak tarihinde görülmemiş insanlık dışı bir muameleye tabi tutuldu.

Bu emperyalist mezalimi bir gün ortaya çıkacaktır.

Irak’ta sık sık meydana gelen bombalı araç saldırıları ne Ramazan, ne bayram ve ne de başka değerlere önem vermemekte.

İnsanlıktan nasibini almayan emperyalist güçler zulme doymak bilmiyor.

Irak’ın koalisyon güçleri tarafından işgali bölgemizi ve bölge ülkelerinin huzur ve güvenini bozma projesidir.

İstikrarsızlaştırma ve güvensizliği tesis etme projesidir.

Hep söylenildiği gibi sömürü düzeninin kendi menfaatleri doğrultusunda bölgeyi yeniden dizayn etme projesidir.

Irak’la yetinmeyen hain güçler 2011 mart ayından beri Suriye’yi bu halkaya eklemişlerdir.

Hiçbir uluslar arası toplum üyesi Suriye’nin gelmiş geçmiş en gaddar yöneticisine bir tek laf etmemektedir.

Sırf kendi menfaatleri uğruna bunca yıldır insanlık ayaklar altına alınmıştır.

Bu gaddarlık sürecini dünyanın önde gelen uluslararası toplumun üyeleri çeşitli bahaneler ileri sürerek yönetmektedirler.

Uluslar arası hukuk rafa kaldırılmış, uluslararası ceza mahkemesi paralize edilmiş, insan hakları kuruluşları sadece lafta var. Bu kuruluşlar sadece emperyalist güçlerin menfaatleri olacaksa varlıklarını göstermeye çalışıyorlar.

Eğer bu kuruluşlar fonksiyonlarını icra etselerdi, Suriye’nin zalim lideri çoktan hesap vermiş, bu ülke huzura kavuşmuş olacaktı.

Uzun yıllardır İslam ülkelerinin bir bölümünü kıskaç altına almış terörün bitmesi bu insanların huzura kavuşmasının tek yolu İslam ülkelerinin bu insanlık dışı fiili durum karşısında tek yürek olmalarına, tek yumruk olmalarına bağlıdır.

Bunun da yolu ise acaba bu ülkelerin bir ‘Terörü Önleme Platformu’ kurmaları ile mümkün olabilir mi fikrini akla getiriyor! Zor bir görev olacağı kesin. Bu platforma, bu insani davaya başka ülkeler de destek verebilir.

Bu platforma bütün ülkelerin temsilci görevlendirmesi ve konu ile ilgili ciddi çalışmalar yapılarak raporlar hazırlanıp Birleşmiş Milletlere sunulması ve gereğinin yapılması için çaba göstermeleri olumlu sonuç verebilir.

Çünkü ismi ne olursa olsun, neye matuf olursa olsun, bilinen tek gerçek var ki o da terörün tek gayesi sömürü düzenine hizmet etmekten başka bir şey değil.

İyice bilinen bir gerçek var ki o da terör eylemlerinin kendi başlarına bu derece organize olmadıkları, görünürde ne kadar farklı isim ve maksatla kurulmuş olurlarsa olsunlar hepsi kesinle tek merkezden yönetiliyor. Bunlara piyon olanlar bu gerçeği bilmiyor olabilirler fakat ne yazık ki bu bir gerçek.

Merkez karargâhları çok iyi kurumsallaşmış olup, her bir terör örgütü için bir masa kurmuşlar, oradan bu insanlık dışı toplu cinayetleri planlayıp işletiyorlar.

Herhangi bir terör olayının arkasından şu mu yaptı, bu mu yaptı şeklinde yorumların da bir önemi yok.

Hepsinin gayesi aynı, masum insanları öldürmek üzerine kurulmuş…

Tepedeki caniler bir gün birine, bir başka gün bir diğerine görev vererek caniliklerini şimdilik sürdürmektedirler.

İslam ülkeleri farklı mezheplere, siyasi görüşlere sahip olabilirler; bilinmesi gereken hususun terörün bu gidişle bütün İslam ülkelerinin kapısını bir gün çalacağı gerçeğini göz ardı etmemektir…