27 Haziran 2015 Cumartesi

Teröre karşı ortak tavır


 

Tunus’ta düzenlenen son terör hadisesi terörün İslam ülkelerinde sebep olduğu ve olacağı caniliğindeki kararlılığının açık bir göstergesidir.

Bu çirkin kararlılık karşısında terörün hedefindeki ülkelerin - tabii bunların hemen hemen tamamı İslam ülkesi - sessizliği ve adamsendeciliği ise hayret verici bir durum…

Artık bu ülkelerin ortak bir tavır almalarının, ortak hareket etmelerinin zamanı gelmiş geçiyor.

Bu anlayış devam ettikçe, zaman İslam ülkelerinin aleyhine işliyor.

Alınacak bir ortak tavır karşısında duracak İslam ülkeleri de olabilir. Bunların başında Iran olacaktır. Iran hep İslam ülkelerinin menfaatlerinin karşısında durarak terörü destekler bir tavır ve anlayış içinde olmuştur.

Bir bakıma terörden medet ummuş ve kendi menfaatlerinin korunmasını da bu yolda görmüş intibaı vermiştir.

Son dönemde uluslar arası toplum İran’a pek dokunmuyor.   

Hatta İran’ın bölgesel bir güç olduğu algısı oluşturuluyor.

Bu şekilde pohpohlanarak gerek Suriye ve gerekse diğer bölgelerdeki çatışmalara verdiği destek de onaylanmış oluyor.

Eğer Suriye’ye olan desteğini bugüne kadar sürdürmemiş olsaydı bu ülkede 5 yıldır devam eden insan katliamı devam etmemiş, temel insan haklarını esas alan bir düzen kurulmuş olurdu.

İran’a benzer bir politikayı da Suudi Arabistan’ın izlediğini göz ardı etmemek gerekiyor.

Bundan anlaşılan ise bu iki ülkenin İslam ülkelerinin ortak menfaatlerini gözetmede pasif bir tutum içinde oldukları izlenimi veriliyor.

Bilindiği gibi İslam ülkelerini tehdit eden uluslar arası DAEŞ denilen ve bulunduğumuz bölgeyi de yakından ilgilendiren, kendini bütün dünyaya sözde İslam devleti olarak tanıtan bir terör örgütü...

İslamiyet’in ismini ve asil değerlerini kullanarak bu kisve altında eşi görülmemiş vahşetler sergiliyor.

Bütün batı medyası da bu yanlışlığı destekliyor.

Bu medya Türkiye’yi de fırsat buldukça bu cani örgüte destek verme algısı oluşturmaya çalışıyor.

Kendi ülkelerinde yetiştirdikleri sözde İslam gençlerini ülkemiz üzerinden bu örgüte gönderdikleri de zaman zaman oluyor.

Bu çirkin oyun dünya kamuoyunda sırf ülkemizin ismini lekelemek ve bu cani hareketi destekler intibaını vermek amacını yeğliyor.

Uzun yıllardır terör örgütleri gerek ülkemizde ve gerekse diğer birçok İslam ülkesinde tahribatlar yaptı, yapıyor.

Bu örgütlerin sığındıkları gerekçe ne?

Ülkemizde katı bir ırkçılık üzerinden yapıldı.

Gerek Afrika ve gerekse Ortadoğu ve diğer İslam ülkelerinde ise sözde İslam devleti veya şeriat devleti kurulması maksadıyla yapılıyor.

İslam’ın temel değerlerinin bu derece, bu çapta istismar edildiği bir dönem görülmemiştir.

Yine bu ülkelerde bu terör örgütlerinin marifetiyle temel insan haklarının yok sayıldığı ve ihlali görülmemiş boyutlara ulaşmıştır.

Şimdi emperyalist güçler gördüler ki bölgesel terör örgütleri eğer karşı koyacak bir güç ve irade görmüyorlarsa bu işte başarılı oluyorlar. “Madem bu işte bir başarı sağlandı gelin biz bunu uluslar arası bir örgüte dönüştürelim” dediler.

Netice olarak DAEŞ denilen çok uluslu tam donanımlı yeni bir cani örgütü İslam ülkelerine musallat ettiler.

Bu cani örgüt göründüğü kadarıyla her geçen gün güçleniyor ve İslam ülkelerinde yayılıyor.

Bugün herhangi bir eylemi olmayan bir başka İslam ülkesinde yarın için olmayacağına dair bir garanti yok.

Bu örgütü peydahlayanlar ve arkasında duranlar şartlara göre yeni stratejiler geliştirip uygulamaya koyabilecekler, gelişmeler böyle bir tehlikeye işaret ediyor.

Bu nedenle İslam ülkelerinin bu tehlikeyi iyi analiz etmeleri ve bu doğrultuda ortak bir strateji geliştirmeleri kaçınılmaz görünüyor.

Uluslar arası platformlarda bir ortak ses ve kararlı duruş bu cani hareketleri daha fazla büyümeden yok edebilir ve yok etmelidir.

Gelişmeler teröre karşı kesintisiz teyakkuz durumunun önemini bir kez daha gösteriyor.

19 Haziran 2015 Cuma

Terör konusunda ülkemizin tecrübeleri


 
 
Terör konusunda çok tecrübesi olan bir ülkeyiz.

Çok uzun yıllar terörün farklı versiyonlarına maruz kalmışız.

Terörü önce 1970’li yıllarda yaşadık.

Hatırlarsak özellikle 70’li yılların sonuna doğru terör olayları iyiden iyiye azıtmış, bazen bir günde onları bulan ölüm olayının meydana geldiği olurdu.

O yıllar aynı zamanda koalisyonlu yıllardı.

Hükümetler fazla dayanmazdı, ömürleri bırakın yılları bir yılı dahi bulamayanları vardı.

Ülkede gidişatın iyi olmadığını görünce şartların oluşmasını da bekleyip bir gece ansızın askerler halk iradesini ele geçirmişlerdi.

Ertesi gün her taraf süt liman olmuş, terör olaylar bıçak gibi kesilmişti.

Bir yandan hayretle karşılanırken, nasıl olur da bu azgın terör bir anda biter diye, diğer taraftan gelen huzur milleti memnun etmişti.

Giden gitmiş çok sayıda insan haksız ve gereksiz yere hayatını kaybetmişti fakat askeri hareketin ertesi günü ülke huzura kavuşmuştu!

Bölünmüş mahalleler ortadan kalkmış huzur ve güven ortamı sağlanmıştı.

Bilindiği gibi bunun ülkenin o terörlü yıllara nasıl geldiği sonradan anlaşılmış, bu işin sırrı da belli olmuş, meraklar zail olmuştu.

12 Eylül sonrası huzur ortamı birkaç yıl sürmüş, arkasından bir başkası bir köy baskınıyla çok daha dehşetengiz olanı peydahlanmıştı.

Yaklaşık on yıl süren 70’li yılların şehir terörü bu defa vur kaç taktiğini seçmiş, köylere baskınlar düzenleyerek, korku salarak, zor kullanarak ırk esaslı yeni bir terör türü ülkemizin başına musallat edilmişti.

Başlangıçta pek dikkate alınmamış, küçümsenmişti.

Fakat göründüğü gibi olmayıp etkisini bölgeye korku ve dehşet saçarak, acımasızlığı zirvede tutarak ve nihayet 30 yılı aşan bir zaman dilimini kapsayan bir süreçti.

Bu zaman zarfında onbinlerce insan yok yere sırf emperyalistlerin keyfi yerine gelsin diye hayatını kaybetti. Geride aynı zamanda çok sayıda bağrı yanık şehit anası kaldı.

Ülkemiz bu uğurda yüzmilyarlar harcadı ki bu parayla nelerin yapılacağı kaç bölgemizin ihya olacağı zaman zaman bilimsel verilerle açıklanıyor.

Bu çıkmazdan kurtulmak için iktidara gelen Ak Parti çözüm sürecini başlatarak çok yerinde bir barış girişiminde bulundu. Çok şükür ki aklıselim sahipleri bu sürece destek verdiler. Böylece iki yılı aşan bir süredir haksız ve anlamsız yere şehit verilmiyor. Analar artık ağlamıyor.

Bu hususta bir hayli mesafe kat edilmesine rağmen henüz silahları bırakma aşamasına gelinmedi.

Bunun da yakın olduğu temennisinde bulunalım.

Ancak silah bırakmamanın başka bir boyutu, başka bir maksadı mı var demekten de insan kendini alamıyor.

Suriye sınırımızda yaşananlar belli.

Suriye’de olaylar başladığında uluslararası toplum ve BM bu konuyu bu hale gelmemesi, yüzbinlerce insanın yok yere hayatını kaybetmemesi için gerekli tedbirleri almadı.

Sınır komşularımız birer terör örgütlerinin yuvası haline geldi. Kimisi ırkçı, kimisi sözde İslamcı…

Ama hepsinin de sömürü dünyasına hizmet ettiği su götürmez bir gerçek.

Son günlerde terör örgütleri Suriye sınırımıza yakın çizgide faaliyetlerini artırmış bulunuyor.

ABD önderliğindeki koalisyon güçleri sözde bunlarla mücadele ediyor görünüyorlar fakat her zamanki gibi inandırıcı olmadıkları belli.

Bu güçlerin bu amaçla gittikleri ülkeyi ve çevresini daha da kötüleştirdikleri bir başka acı gerçek.

Suriye’deki iç savaş beşinci yılında, mevcut durum, kazananı olmayan bir tabloyu ortaya koyuyor ülkede.

Ülkemizde 2 milyona yakın Suriyeli göçmen var.

Son günlerde bölgede tırmanan terör olaylarının yeni göç dalgalarına yol açacağına dair yorumlar var.

Bu terör örgütlerinin arkasında kimlerin var olduğu da belli, bu olmazsa bu lojistik desteği nereden bulabilirler?

Bu örgütlerin hareketi sadece Suriye veya Irak sınırları içinde mi kalır?

Bunların önümüzdeki aylar veya yıllardaki bulundukları alanı aşan daha kötü planları olabilir mi?

Bunların sınırı aşan planları var mıdır dersek, yok denirse emperyalizmin prensiplerine uygun düşmemiş olur. Çünkü emperyalistlerin fıtratlarına en uygun ve en güçlü silahları terör, bunu menfaatleri uğruna kullanıp, sonrasında terörü suçladıkları biliniyor.

Bu nedenle bunca yıl terörün her türüyle yüzleşmiş ve mücadele etmiş, başarılı da olmuş olan ülkemizin herhalde karşı taktikleri, plan ve stratejileri vardır diye düşünüyoruz.

Çünkü uzun yıllardır terörle yaşamış ve terörle mücadele etmiş bir ülke buna karşı koyacak diplomatik, politik, stratejik, teorik ve pratik donanıma sahiptir… Dileğimiz gerek BM ve gerekse uluslar arası toplumun bu gerçeği görüp gerekeni yapması... 

16 Haziran 2015 Salı

Suriye’de sözün bittiği


 

Suriye’de sözün bittiği yere çoktan gelindi.

Üzerinde yorum yapmanın, yol göstermenin bir netice vermeyeceği bir sarmala girmiş bulunuyor.

Her geçen gün güçlenen terörist örgütler uşaklığını yaptıkları emperyalist güçlerin verdikleri talimatlar doğrultusunda zulümlerini artırıyorlar.

Fıtrat meselesi, fıtratı bozuk olan işini terör veya benzeri yoldan, bu bedbahtlığa düşmek istemeyen mertler de meşru yoldan halletmeye çalışıyor…

2003 yılından beri Irak ve 2011 yılından beri Suriye emperyalist güçlerin at oynattığı bir alan haline geldi.

Öncesinde Afganistan var ki 1979 yılından beri zalimlerin harman yeri oldu.

Saddam bahanesiyle Irak’ işgal eden koalisyon güçleri bu ülkeyi terör gruplarına teslim etti.

Koalisyon güçleri o yıldan beri burada açık bir şekilde belki de tarihinde görülmemiş insanlık suçu işlemiştir ve bu yetmiyormuş gibi zulüm alanını giderek genişletiyor!

Eğer uluslararası hukuk işleseydi ülkeyi bu hale getirenler bugün hukuk karşısında hesap vermiş ya da veriyor olacaklardı.

Bu koalisyon güçleri Irak’ı parçalamak ve yüzbinlerce insanın kanını akıtmakta vampirleri herhalde fersah fersah geride bırakmışlardır.

Bununla da kalmayıp Suriye’de bu cani politikalara göz yummaktadırlar.

Sözde terör örgütlerini bahane göstererek kıyımlarına Afganistan’da, Filistin’de ve dünyanın özellikle Müslüman topluluklarının bulunduğu birçok ülkede sürdürmektedirler.

Son günlerde Suriye sınırımızda yaşanan insanlık dramına sebep olan bu güçler sözde terörist grupları etkisiz hale getirmek için hava saldırıları düzenlemektedirler.

Ancak onların bu aldatmacası sadece masum insanları etkisiz hale getirmekten başka bir amaç taşımıyor.

Amaç ne barış getirmek ve ne de masum insanları korumak tamamen kendi insanlık dışı emellerini gerçekleştirmekten başka bir gaye taşımıyor.

Artık bu gün gibi açık, eğer öyle olsaydı Afganistan şimdiye kadar çoktan sulh ve sükûna kavuşmuştu, Filistin’de devlet kurulmuştu, Irak hakeza huzura kavuşmuştu, isteselerdi Suriye’nin zalim yönetimini çoktan alaşağı etmiş ve uluslararası mahkemeye teslim etmişlerdi.

Fakat bilinen bir gerçek var ki bu zihniyet, suçluları değil suçsuzları yargılamayı görev edinmiş.

İşte son olarak Sudan devlet başkanını tutuklamak için bahane arıyorlar.

Fakat tutuklanması gerekenleri gözleri hiç görmüyor.

Besledikleri terör örgütleri bir Müslüman ülkesini karıştırıp ve bu bahaneyle orayı işgal ederek en hain ve sinsi çirkinliklerini göstermiş oluyor.

Sözde insani gerekçelerle hareket edip birilerine sahip çıkma görüntüsü veriyorlar.

Yeryüzünde bunca hain hileli örnekleri olmasına rağmen bu inceliği fark etme basiretini gösteremeyenler de sözde belli idealler adına sömürü düzenin değirmenine su taşıyorlar.

Şimdi sınırlarımızda koalisyon güçlerinin büyük desteği ile Kürt terörist grupların zulmünden kaçan Suriyeliler yığılmaya başladı.

Bu hainlerin ağababaları öyle sinsi ve planlı davranıyorlar ki bölgede biraz sükûnet oldu mu hemen harekete geçiyorlar. Her boşluğu, her fırsatı kendi çirkin emelleri için kullanıyorlar.

Gerek ülkemizde ve gerekse sınır komşularımızdaki Kürt vatandaşlar bunların hainliklerini kavrayabilseler bu çirkin oyunlara alet olmayacaklar. Fakat ırkçılık basiretlerini öylesine bağlamış ki gözleri hiçbir gerçeği göremez olmuş.

Varsayalım ki bir Kürt devleti kuruldu, bu kesin biline ki o devlet devlet olmaz; o milleti de millet olarak bırakmazlar, bugün Irak ne durumdaysa, Suriye, Libya ne durumdaysa onlardan daha kötü duruma düşerler.

Emperyalistler bir işe kirli ellerini bulaştırdılar mı ondan hayır gelmesi mümkün değildir.

İslam aleminin bu vurdum duymaz hali sürdükçe emperyalistler bu hainliklerine son vermezler!

Bölgemizde oynan bu sinsi ve hain oyun nasıl ters yüz edilir?

Ancak ve ancak İslam ülkeleri kendi aralarında gerçek bir birlik kurar ve bunu gerçek manada işler duruma getirirlerse arka plandaki bu hain güçler bu tutumlarından o zaman vaz geçerler.

11 Haziran 2015 Perşembe

Aynı tas aynı hamam


 

 
Batınını demokrasi ve insan hakları tutum ve anlayışı değişmedikçe, kendisinin bu temel değerlerde inandırıcı olmadığına delalet eder.

Avrupa Birliği açıklamasında Türkiye’deki demokrasi ve temel haklar konusunda endişeli olduğunu açıklıyor.

O bildik tavır ve yaklaşımla tavsiyelerde bulunuyor.

Türkiye’nin reform sürecini, demokratik kuralları ve prensipleri iç politik tercihlerinin merkezine koyması gerektiğini ima ediyor.

Medya hürriyeti, konuşma hürriyeti ve yargı bağımsızlığına saygı duyulması da diğer tavsiyeleri arasında bulunuyor.

Ayrıca Kürt toplumuyla barış sürecinin tamamlanmasında Türk hükümetinin çabasını hatırlatıyor.

Yine Türkiye ile AB’ye katılım görüşmelerinin gözden geçirilmesi ve ilişkilerin gelişmesi ve yoğunlaşmasını göz önüne alması gerektiğine işaret etmekte.

AB Türkiye’deki kuvvetler ayrılığı, yargının etkinliği ve tarafsızlığı, bağımsızlığı hakkındaki endişeleri raportör tarafından dile getiriliyor.

DAEŞ gibi Bütün terörist gruplarla kaynaklarını kullanarak mücadelesini sürdürmesi isteniyor.

Ayrıca Kıbrıs konusunda ise yeniden birleşmesi üzerine BM Genel Sekreterinin gözetiminde görüşmelerin yeniden başlatılması için iki tarafın liderlerine çağrıda bulunuyor.

Netice olarak geçmişten beri aynı şeyleri tekrarlayıp durmuşlar. Rapor AB'nin değişmez tutumunun bir göstergesi.

Dile getirdikleri bu temel hususlarda ya unutkanlıklarını beyan ediyorlar veya muarızlarının bu evrensel konuların şuur ve gerekliliğinden haberdar olamayacaklarını ilan ediyorlar.

Dahası söz konusu olan bu temel değerlere kimlerin çok daha muhtaç olduklarını görmezden geliyorlar.

Yıllardır Irak’ta, Suriye’de Filistin’de, Mısır’da yaşanan insanlık dramlarını kimsenin bilmediği ve görmediğini mi sanıyorlar? Yoksa bu ülkelerdeki mağdur insanların bu temel değerlere layık olmadıklarını mı izhar ediyorlar?

Bunların basın özgürlüğü, konuşma özgürlüğü, temel insan hakları ve kuvvetler ayrılığından anladıkları bu mu?

İşlerine geldiğinde her türlü evrensel kuralın gerekliliğini görmek, gelmediğinde ise görmezden gelip anlamsız bahaneler ileri sürme adaletsizliğini gösteriyorlar.

Bu hakların öncelikle yukarıda ismini zikrettiğimiz ülkelerde tesis edilmesi lazım.

Bunun içinde Mısır’daki darbenin kabul edilip gereğinin yapılması; Suriye’de yıllardır yapılan zulüm sahiplerinin yetkili uluslararası mahkemede yargılanması; Filistin devletinin kabul edilmesi ve topraklarının iadesi, İsrail yerleşim planlarının iptal edilmesi AB’nin öncelikle üzerinde durması gereken husus.

Burma’daki ve diğer İslam ülkeleri ve bütün mazlum milletlerin bulundukları zulümden kurtarılması yönünde gerekli adımların atılması, AB’nin öncelikli politikaları arasında olmalı.

AB’nin Türkiye hakkındaki rapor ve görüşleri biliniyor, AB bu raporun herhalde çok sayıda fotokopisini çekmiş, zaman gelince açıklıyor.

Yalnız rapordan anlaşıldığı kadarıyla AB ilişkileri tamamen kesip atmak istemiyor görüntüsü de veriyor.

Bu hususta ilişkilerin gelişmesini de istediğini ima ediyor.

Bu da AB’nin Türkiye ile ilişkilerde herhalde çok uzun vadeli düşünüyor imajını veriyor.

İlerde belki bu ilişkilerin güçlenmesi yönünde ihtiyaç duyduğunda kapıları tamamen kaplı tutmuyor.

Bu hususta ne zaman menfaat hissederse tavrını değiştirecektir.

9 Haziran 2015 Salı

Seçmenin takdiri mi?


 

 
Bir genel seçimi daha geride bıraktık. 13 yıldır tek başına iktidarda bulunan, her seçim döneminde oylarını bir önceki döneme kıyasla artırarak iktidarını sürdüren Ak Parti dördüncü seçimde hükümet olmak için gerekli olan yeterli sayıya az farkla ulaşamadı.

Elbette bu sonucu Ak parti kurmayları derinlemesine analiz ederek, "nerelerde hata yapıldı, nerede bir eksiklik oldu" şeklinde ayrıntılı olarak irdeleyecektir.

Bütün dünyanın ilgisini çeken ve üzerinde yorumlar yapılan seçim sadece ülkemizi değil, yakın çevremizi de, Türk-İslam âlemini de yakından ilgilendiren bir seçimdi.

Aynı zamanda milyonlarca mazlumları, garip gurebayı da yakından ilgilendiren bir seçimdi.

Çünkü Ak parti iktidarları döneminde yapılan uluslararası yardımlar eskiye oranla çok fazla artmış ve dünya çapında üst sıralara çıkmış durumda ki bu oran Türkiye’nin zenginlik oranıyla mukayese yapılınca çok daha yüksek bir orana tekabül etmiş olacak.

Özellikle bu durumu petrol zengini ülkelerle mukayese yaparsak..

Meseleyi değerlendirmek sadece insanı boyutuyla değil, 12-13 yıllık iktidar dönemlerinde Ak Parti çok sayıda büyük yatırımları gerçekleştirmiş.

Bu hususta bir karşılaştırma yapmak gerekirse, kesinlikle bu dönemde yapılan sosyal ve toplum boyutlu hizmetler ve yatırımlar başka partiler iktidarda bulunmuş olsaydı bu büyüklüğe ve orana ulaşmaları mümkün olamazdı.
Ne misyon ve ne de ufuk açısından Ak Partinin kapasitesine ulaşamazlardı...

Kabul edilmesi gereken bir hakikat var ki, geçtiğimiz 12-13 yıllık dönemde iradesini başkalarının emrine vermeyen, sadece ülkesinin, milletinin hayrına, yararına göre hareket eden bir iktidar anlayışıyla çalışmalarını yürüten Ak partiden başkasının bu yatırımları yapması mümkün olamazdı.

Yapılan ve hizmete sunulan yatırımlar yanında şu anda yapılmakta olan başlıca büyük yatırımlara baktığımızda; ki bunlar üçüncü köprü, üçüncü hava alanı, İzmit körfez geçiş köprüsü ve otoyolu, hızlı tren yatırımları, hizmete sunulan Marmaraya ilaveten ikinci üç katlı denizin altında yapılan tünel, sulama ve enerji alanlarında yapılan yapılmakta olan diğer kalkınma hamlelerine bakınca gerçekten Ak Parti Cumhuriyet tarihi boyunca yapılmış olanların büyüklüğünden çok daha fazlasını yapmış olduğunu, bu ve benzeri yatırımlara devam ettiğini görüyoruz.

Bunların haricinde kanal İstanbul projesi ise başlı başına bir başka büyük proje...

Yine maksatlı engellemelere rağmen doğu ve güneydoğu illerine yapılan yatırımlara bakınca, vefa ve takdir duygusuna ne oldu, birileri bu değerleri köreltti mi? Aslında bu ifadeyi bir cümleyle açıklamak mümkün değil; herhalde kitaplarla bunun sebebi açıklanabilir! 

Bu yatırımlar Türk halkına neler sağladı,? İnsanlarımızın hayat standardı yükseldi, gelir seviyesi yükseldi, bunu rakamlar net bir şekilde gösteriyor.

Peki, ne oldu da Ak Parti bu seçimde birinci parti olmasına rağmen iktidar olacak sayıyı elde edemedi?

Hafızayı beşer nisyan ile maluldür özdeyişi gereği, bu yapılanlar seçim meydanlarında iyi tanıtılamadı mı, bu yatırımları iyi anlatma fırsatı bulunamadı mı?

Bunu elbette parti kurmayları inceden inceye analiz edeceklerdir.

Türkiye sadece sınırlarının içerisinde kalan kısımlarıyla değerlendirilecek bir ülke değil, yakın komşularının bulunduğu durumla da değerlendirilecek bir ülke değil, Türkiye cihan devletinin mirasçısı olan bir ülke ve bu mirasa sahip çıkması gereken bir ülke.

Belki insanlarımız ülkemizi sadece mevcut sınırlara bakarak değerlendiriyor veya 80-90 yıllık bir cumhuriyet dönemini nazari dikkate alarak kararlarını veriyorsa bu yanlıştan kurtulması, üzerimizde bulunan ve yüklenen misyonun farkına varması gerekiyor.

İşte seçmenin büyük çoğunluğu bu misyonu ve İslam ülkelerinin özellikle Mısır, Libya, Irak, Suriye, Filistin gibi ülkelerin içinde bulunduğu duruma nasıl düştüklerinin şuuruna varırsa ebetteki tercihini miyopik bir kafa yapısı ve anlayışla değil de ufukları aşan bir anlayış çerçevesinde yapabilirdi.

Aklıselim sahiplerinin çoğunlukta olması, emperyalist sendromuna yakalanmış olanları çok geride bırakacağından şüphemiz yok.

3 Haziran 2015 Çarşamba

Osmanlı Milletleler topluluğu


 

İngiliz milletler topluluğuna uluslararası bir koalisyon deniyor. İsmini ortak çıkar, ortak zenginlik manasına gelen ‘Commonwealth’ kelimesinden almış.

Sömürge döneminde başlayan bu birliktelik günümüzde devam ediyor.

Söz konusu ülkelerin genel valileri kraliçe tarafından atanıyor...

Artık herkes İngilizlerin taktiklerini iyi biliyor, uluslararası politikalarını iyi biliyor.

Dış ülkelerdeki faaliyetlerini hangi temel üzerine bina ettikleri özellikle ülkemiz ve çevre ülkelerinde iyi biliniyor.

Özellikle Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışında üstelendikleri misyon ve hainlikleri günümüzde çok daha iyi açığa çıkmış durumda.

Irak’a Saddam bahanesiyle oluşturulan zulüm koalisyonunun baş aktörlerinden biri İngilizler idi.

Henüz yapılan zulümüm çapı açığa çıkmış değil, ama günden bugüne Irak’ta kan durmuyor.

Tarihe baktığımızda asırlardır özellikle Afrika ve Müslüman ülkelere uyguladıkları misyoner faaliyetleri geçmişten beri devam etmektedir.

Bugün dünyadaki genel huzursuzluk; mazlumların her geçen gün çoğalmasının gerçek nedeni nedir sorusuna gelince ilk akla gelen bu ülke değil mi, demekten kendini alamıyor insan!

Yaklaşık bir asır önce yıkılan Osmanlı İmparatorluğu sonrasında geride çok sayıda devlet ortaya çıktı.

Bunlardan yakın çevremizde bulunanlar ise Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, Mısır, Libya ve diğerleri.

Bu ülkelere baktığımızda imparatorluk yıkıldıktan sonra yaklaşık bir asırdır huzur, güven ve istikrar bulamamışlar. Bu ülke insanları bir diaspora yaşamış ve yaşıyorlar. Tabii zenginlikleri kendilerine yar olmamış.

Ya iç savaş, iç karışıklıklar ya da komşularıyla savaşlar yapmışlar, petrol zenginlikleri berhava olmuş.

Bu ülkeler zengin kaynakların fakir ve mağdur bekçileri durumuna düşmüşler.

Bunun tek nedeni güven ortamı olmadığı gibi, ülkelerini adil yönetecek adil ve dirayetli bir lider bulamamışlar.

Günümüz dünyasının demokratik yönetim şekline ayak uyduramamışlar ya da bu uyumu sağlamaları için fırsat verilmemiş...

Devlet ve millet olma şuuru başka bir şey herhalde, bu şuurun olmadığı ülkeler zulümden kurtulmadıkları gibi huzur ve güven ortamı bulamamış sahip oldukları zengin kaynakları iyi değerlendirememişler.

Geride bir asır kalmış, şimdi bu ülkeler ve özellikle bu ülkelerin milletleri geçmişten ders alabilecekler mi?

Eğer bu ülkeler ırkçı ve aşırı milliyetçi duygulara gark olmasalardı, imparatorluğa ihanet yerine bağlılıklarını bildirseydiler bugünkü halleri nasıl olurdu?

Şüphesiz ki bugün bu ülke insanlarının huzuru, güveni, refahı ve zenginlikleri çok çok daha iyi olurdu.

Bu olduğu gibi bu ülkeler ülkemizin önderliğinde uluslararası topluluk nezdinde çok daha itibarlı olurlardı.

Bu ülkeler huzur, güven ve refah içinde oldukları gibi, kuvvetle muhtemel dünyada mazlum, mağdur Müslüman kalmamış olurdu.

Çünkü birlik ve beraberlik söz konusu değerlerin oluşmasına neden olacaktı.

Şimdi hiç değilse bu ülkeler geçmişten ders alırlar mı?

Bir asırdır devam eden bu zulüm, bu yıkım, bu insanlık dramı ülkemiz önderliğinde bitirilmez mi?

Bu önemli hareketi başlatmak için gerekli olan ise birlik ve beraberlik ruhunun canlanması, bu dinamizmin harekete geçirilmesine bağlı.

Sayın Cumhurbaşkanımızın, Sayın Başbakanımızın her defasında üzerinde durdukları hayati husus ise, birlik ve beraberlik; “bir olalım, iri olalım, diri olalım, kardeş olalım” ifadesini sadece ülkemizin huzur ve güveni için değil; çevre ülkelerde yıllardır yaşanan insanlık dramının son bulması, huzur ve güven ortamının tesisi ve kalkınma hamlelerinin sürmesi için bu anlamlı mesajı veriyorlar.

Seçimlere dört gün kaldı, ülkenin istikrarının bozulmaması, güven ve yatırım ortamının sürmesi için tek parti iktidarının sürmesi zaruret haline gelmiş.

Bu durumda iktidara en yakın parti ise Ak Parti.

Ak Partinin aralıksız üç dönem iktidara gelmesiyle ülkemiz çok önemli ve yararlı bir değişime şahit oldu. Gerek bu değişimin, kalkınma hamlesinin sürmesi ve gerekse mazlum Müslümanların kurtuluşu Ak Parti iktidarının güçlü bir şekilde devamına bağlı...