28 Kasım 2019 Perşembe

Suyun hayati önemi



Suyun gündeme gelmediği gün yok.
Çünkü başta insan olmak kaydıyla, bütün canlılar için hayati önem taşıyor.
İnsanlar için içme, kullanma, temizlik ve her türlü üretimin ayrılmaz bir parçası.
Su kaynaklarının ortalama yüzde yetmişi zirai üretimde kullanılıyor. Oran ürüne ve ülkeye, suyun verimli kullanılma şartlarına göre değişiklik gösterebiliyor.
Yüzde otuzluk kısmı ise evsel kullanım ve sanayi üretiminde kullanılıyor.
Su sanayi üretimi için de önemli bir bileşen.
Teknolojinin ilerleyip çeşitlenmesi insan hayatına artan bir şekilde girmesi ve şehirleşmenin her geçen gün artış göstermesi bir yandan su tüketimini artırırken, diğer taraftan ise su kaynaklarını kirleterek zararlar veriyor.
Su kaynakları sadece sanayi ve şehirleşmenin olumsuz etkilerine maruz kalmıyor, aynı zamanda iklim değişikliği ve küresel ısınma bu hayati kaynağa olumsuz etkiler bırakıyor...
Sınıraşan su yollarının zaman zaman ülkeler arasında ihtilaflara neden olduğu ve bu vesileyle artan ve devam eden ihtilaflarda uzlaşmaya varılamaması ise su savaşlarının olacağı ihtimalini gündeme getiriyor.
Birleşmiş Milletlerin Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin altıncı maddesi su konusu. Bu madde herkes için temiz suya ve sanitasyona erişmeyi hedefliyor.
Herkes için temiz, erişilebilir su içinde yaşadığımız dünya için temel olduğu ve gezegende bunu başaracak yeterli suyun bulunduğu ifade ediliyor.
Ancak kötü ekonomiler veya yetersiz altyapı nedeniyle uygun olmayan su arzı, sanitasyon ve hijyen nedeniyle çocuklar dahil, her yıl milyonlarca insan ölüyor.
Aynı  zamanda su kıtlığı, kötü kaliteli su ve uygun olmayan sanitasyon gıda güvenliğini, geçim tercihlerini ve fakir aileler için eğitim fırsatlarını dünya çapında olumsuz etkiliyor.
BM’nin açıklamasına göre mevcut durumda 2 milyardan fazla insan tatlı su kaynaklarının azalan erişim riskiyle yaşıyor ve 2050 yılın kadar dört kişiden biri muhtemelen kronik ya da tekrarlanan tatlı su yetersizlikleriyle yaşıyor olacak. Kuraklık ise dünyanın fakir ülkelerinin bazılarında spesifik sıkıntı olup açlık ve yetersiz beslenmeyi kötüleştiriyor.
BM’nin açıklamalarına göre, geçen on yılda yapılan gelişme nedeniyle dünya nüfusunun yüzde 90’ı halihazırda içme suyu kaynaklarına ve sanitasyona sahip.
İçme suyu ve sanitasyonu geliştirmek için alt sahra Afrikası, Orta Asya, Güney Asya, Doğu Asya ve Güneydoğu Asya'daki gelişmekte olan ülkelerde tatlısu ekosistemlerinin ve sanitasyon tesislerinin yönetiminde yatırım artışına ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor.
2017 verilerine göre;
785 milyon insan temel içme suyu hizmetlerinden yoksun bulunuyor.
Yine dünya genelinde 5 kişinin 2’si sabunla el yıkama tesisinden ve evinde sudan yoksun bulunuyor.
2030 yılına kadar 700 milyon insan su kıtlığından dolayı bulunduğu yeri değiştirmiş olacak.
Bazı ülkelerde 2 milyar insan yüksek su stresi yaşıyor.
Küresel nüfusun yüzde 9’unu oluşturan 673 milyon insan tuvalet ihtiyacını açık alanlarda gideriyor, bunların çoğunluğu güney Asya’da bulunuyor...
Bu hususta BM’ye önemli görev düşüyor, sadece bu hayati eksiklikleri tespit etmekle kalmayıp bir an evvel bunların giderilmesi için ilgili ülkelerle çalışma başlatması gerekiyor.
Söz konusu ülkelerin BM kürsülerinde bu hayati konuları laf üreterek geçiştirme yerine bu alanlara yatırım ve eğitim seferberliği başlatmaları kaçınılmaz görünüyor.
Aynı zamanda Dünya Bankasına ve benzeri kuruluşlara da bu alanlara yatırımları finanse etmede önemli görevler düşüyor.

21 Kasım 2019 Perşembe

Küresel gıda kayıpları



Uluslararası Tarım Kalkınma Fonunun (IFAD) açıklamasına göre, gıda kayıpları hasat ve perakende satışlar arasında meydana geliyor. Bu aynı zamanda hasat sonrası kayıplar olarak biliniyor. Bu durum ise bir çok gelişmekte olan ülkelerde temel sıkıntı olarak gıda güvenliğini ve gelir güvenliğini tehlikeye atıyor.
IFAD kendini gıda kayıplarındaki bu olumsuz durumu hafifletmeye adamış.
IFAD gıda kayıplarını azaltmak amacıyla tavsiye ettiği hususları on madde ile açıklıyor.
1.     Finansmana erişim
Çiftçileri kayıpları azaltacak ana sıkıntılardan biri gelişmiş hasat sonrası tesisleri ve ekipmanı satın almak için finans vasıtalarının eksikliği tespitinde bulunuyor. Çiftçilere finans erişimi geliştirmek amacıyla, IFAD gıda kayıplarını azaltmak için çiftçi kooperatiflerini, küçük ve orta ölçekli işletmeleri önemli görüyor.
2.     Çiftçilerin pazarlara bağlantısını sağlamak
Eğer çiftçiler ürünlerini satıp kar elde edemiyorlarsa, gıda kayıplarını azaltmak maksadıyla yatırım yapmak için istekli olmuyorlar. Gıda kayıp faaliyetlerinde yatırımı artıracak bir diğer temel adım ise üreticileri karlı pazarlara yönlendirmek.
3.     Tahıllar için çiftlikte depolama ortamını iyileştirme
Gelişmekte olan ülkelerde tahıl kayıplarını azaltmak için geniş bir şekilde uygulanan önemli çözümlerden biri çiftlik depolama teknolojilerinde gelişme. Eğer doğru bir şekilde kullanılırsa, tercihlerde en yaygın olanı metal konteyner ve hermetik torbaların yaklaşık olarak sıfır seviyesinde tahıl kayıplarını azaltabileceği, ev tüketimi ve satış için gıda mevcudiyetini artırmak yönünde çiftçilere imkan tanıyacağı ifade ediliyor.
4.     Tahıl kurutma ekipmanının kalitesini artırmak
Tahıl değer zincirinde depolama esnasında kalite ve miktarda meydana gelen kayıpların çoğu uygun olmayan tahıl kurutma nedeniyle meydana geliyor. Kurutmada tahılların kayıplarında iki büyük sebep ise küf zararı ve aflotoksin kirlenmesinin olduğu ifade ediliyor. Bu nedenle çiftçilere ve çiftçi organizasyonlarına gelişmiş kurutma ekipmanı elde etmelerine yardım etmek, basit branda ve kapaklardan gelişmiş tahıl kurutma ekipmanına ve muhafazasına geçmek böylece yağmurdan korunarak çoğu durumlarda gıda kayıplarını azaltmak tavsiye ediliyor.
5.     Taze ürün için soğuk depolamayı sağlamak
Kayıpların en yüksek seviyesi taze ürün değer zincirlerinde meydana geliyor. Özellikle meyveler ve sebzeler, aynı zamanda balık, et ve süt bu kategoride yer alıyor. Sıcaklık taze ürünün bozulmasında önde gelen sebeplerden ve soğuk zincir ekipman ve altyapı eksikliği gelişmekte olan ülkelerde kayıpların yüksek olmasına yol açıyor. Satın alınabilir ve uygun soğutma ekipmanı elde etmede çiftçileri ve tüccarları desteklemek taze ürün kayıplarını önemli ölçüde azaltabileceği öngörülüyor
6.     Nakliyenin güçlendirilmesi
Uzak kırsal alanlarda yaşayan çiftçiler için ulaşım eksikliği belkide en büyük sıkıntı. Bu pazara erişimi engellemekte, ulaşım süresini artırmakta ve ürünün zarar görme riskini artırmakta. Ulaşım altyapısını geliştirmek gıda kayıplarının azalmasında kayda değer etki yapacağı bekleniyor.
7.     Ticari depolama inşa etmek
Kolektif depolama tesisleri ise, fiyatların artmasını bekleyen ve çiftlik depolama teknolojilerinde eksiklik çeken çiftçilerin ürünlerini güvenli bir şekilde depolamaları bir çözüm olabileceği bekleniyor.
8.     Çiftçileri eğitmek
Ekipman ve altyapı eksikliği temel bir sıkıntı olmasına rağmen küçük çiftçiler arasında kapasite ve farkındalık eksikliği hafife alınmamalı. Hasat sonrasındaki yönetme ve ürünlerin depolanmasındaki yönetim için çiftçilerin eğitimi gıda kayıplarını azaltmak için önemli görülüyor. Örneğin hasat, ürün kurutma, nem yönetimi ve güvenli depolamanın zamanlamasındaki becerilere çoğu çiftçilerin gelişmekte olan ülkelerde sahip olmadıkları hatırlatılıyor.
9.     Veri toplama
Doğru hedefleme, değerlendirme ve gıda kayıp azaltma müdahalesinin tanımlamasını engellerken, kayıpların sebepleri ve miktarlarında bir diğer önemli sınırlandırma ise doğru veri eksikliğinin olması. 
Gıda kayıplarının nicel ve nitelik analizi için değişik metodolojiler bulunuyor. En önemli yaygın olanı FAO gıda kayıp değerlendirme metodolojisi, örneğin bilinen bir değer zinciri için kritik kayıp noktalarını tanımlamaya imkan tanıması, böylece müdahalenin daha doğru bir hedeflenmesine izin veriyor olacak.
10. Politikalar geliştirmek
Gıda kayıp azaltılmasını ulusal tarım stratejilerine entegrasyonda hükumetleri desteklemek azalan gıda kayıplarını sağlamak için gereken uzun vadeli politik taahhütlerin sağlanması maksadıyla önemli görülüyor. Bu durum finansal destek ve teknik uzmanlık açısından destek gerektirebilir.
Dünya çapında bir milyara yakın aç ve yetersiz beslenen insanın bulunuyor. Bu nedenle gıda üretimi hasat sonrası kayıplara ilaveten başka engellerle karşı karşıya bulunuyor...

10 Kasım 2019 Pazar

Barış ve Kalkınma Günü




Birleşmiş Milletler (BM) her yıl 10 kasımı 'Barış ve Kalkınma için Dünya Bilim Günü' olarak kutluyor. Bu vesileyle toplumda bilimin rolünü ve öne çıkan ilmi konulardaki tartışmalarda geniş katılım ihtiyacını vurguluyor.
Toplumla bilim arasında daha yakın bağ kurarak, Barış ve Kalkınma için Dünya Bilim Günü dolayısıyla vatandaşların ilimle bilgilendirilmiş olmalarını sağlama amaçlanıyor.
Aynı zamanda bütün insanlık için evimiz olan önemli ve kırılgan hale gelen gezegenimiz adına anlayışımızın artmasında ve toplumların daha sürdürülebilir olmasında bilim adamlarının rolünün önemine atıfta bulunuyor.
Barış ve Kalkınma Gününün barış ve gelişme için hükumet yetkililerinden medya ve öğrencilere kadar olan geniş bir yelpazede ilmi konuyla ilgili bütün aktörlerin harekete geçmesi için fırsat sunduğu belirtiliyor.
Barış ve Kalkınma için Dünya Bilim Gününün hedefleri ise şöyle sıralanıyor;
Barış ve sürdürülebilir toplumlar için bilimin rolü üzerinde kamu farkındalığını artırmak
Ülkeler arasında bilimin paylaşılması için ulusal ve uluslararası dayanışmayı geliştirmek
Toplumların menfaatine yönelik bilimin kullanılması için ulusal ve uluslararası taahhüdü yenilemek
Bilim ve bilimsel çaba için destek yükselterek karşılaşılan zorluklara dikkat çekmek günün hedefleri arasında yer alıyor.
Günün 2019 yılı teması ise; açık bilim, kimsenin bu alanda geride kalmamasını sağlamak...
Açık bilim sadece araştırmacı kesime açık olan konu olmayıp, açık erişim ve açık veri gibi topluma bilimi açmayı hedefliyor.
Son yıllarda yapılan gelişmeye rağmen, bilime, teknolojiye ve yeniliğe erişmeye ve onların faydalarını yaşamaya gelince farklı bölgelerde ve ülkelerde hala adaletsizliklere şahit olunduğu hatırlatılıyor.
Bu eşitsizlikleri ele almak ve açığı kapatmak, ‘açık bilim teması’ doğru yönde önemli bir adım olarak görülüyor.
İlmi veri, sonuçları, hipotezler ve görüşlerin açık iletişimi ise ilmi sürecin merkezinde yer alıyor. BM bu bağlamda ilmi araştırma ve verinin herkese erişimini sağlamak için açık bilimin büyüyen küresel bir hareket olduğunu vurguluyor.
Açık bilim bilimsel işbirliği ve keşfi önemli ölçüde artırmak ve iyi uyarlanmış teknolojilerin benimsenmesini kolaylaştırma potansiyeline sahip olduğu belirtiliyor.
Bu vesileyle “Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini” başarmak, özellikle Afrika'da, gelişmekte olan ülkelerde ve kalkınmakta olan küçük ada devletlerde başarıyı elde etmek için Açık Bilim temasının oyun değiştirici olabileceği bekleniyor...
Bilindiği gibi Birleşmiş Milletlerde çok sayıda gün var. Her biri yeryüzünde bulunan insanların karşılaştıkları zorlukları, sıkıntıları aşmak hedefini güdüyor.
Ancak beklenen sonuçları almak planlanan zamanda mümkün olmuyor.
Bu olumsuz yönüne rağmen kof işlerle uğraşmak yerine mantıklı, rasyonel ve sonuç alınacak hedefler belirlemesi insanlık adına sevindirici ve umut verici...
Zaman insanın en kıymetli varlığı.
Su gibi akıp geçen zamanı yararsız işlere harcamak akıl ve mantıkla bağdaşmıyor.
Zamanın değerini iyi bilen yüksek şahsiyetler “mümkün olsa da zaman satın alabilsem” diye bu hususa önem atfetmişler.
Atalarımız aynı zamanda “vakit nakittir” vecizesini ifade etmişler. Önemli olan zamanı en iyi şekilde kullanma sanatını öğrenmek; milyonların boş işlerle vakit geçirmesine alkış tutmak ne kalkınma ve ne de çağdaş milletler seviyesine ulaşmaya, hatta onu aşmaya fayda sağlamayacaktır.

19 Ekim 2019 Cumartesi

Küresel açlığın yok edilmesi ihtilafların yok edilmesine bağlı



İnsan tüketimi için üretilen gıdaların üçte biri ya kayba uğruyor ya da israf ediliyor. Milyonlarca insan ise açlıkla karşı karşıya bulunuyor.
Gıda Tarım Teşkilatı (FAO) gıda da kayıp ve israfı azaltacak tespitleriyle yıllık raporunu yayınladı. Sağlıksız diyetler ve hareketsiz hayat tarzları obezite oranın artmasına doğru gidiyor.
820 milyon insan açlık sıkıntısı çekerken 670 milyon yetişkin ve 120 milyon kız ve erkek çocuk (9-19 yaş arası) obez bulunuyor, beş yaşın altında 40 milyon çocuk aşırı kilolu bulunuyor. Dünya çapında zararlı diyetlerin bütün ölümlerin beşte biriyle bağlantılı bulunurken, obezitenin sağlık maliyetlerinin ise yüksek olduğu ifade ediliyor.
Bu yıl Dünya Gıda Günü dolayısıyla FAO Sıfır Açlık hedefiyle sadece açlıkla mücadele etmeyip aynı zamanda sağlıklı, sürdürülebilir ve herkes için satın alınabilirliği başarabilmeyi hedefliyor.
Söz konusu rapora göre, küresel olarak üretilen gıdaların üçte birinin kayıp ve israf olmasıyla her yıl dünya ekonomisine bir trilyon dolara mal olduğu tahmin ediliyor. Dünya Gıda Programı (WFP) kayıpları azaltmak için farkındalık kampanyası başlattı. Kampanya küresel bir hareket inşa etmeyi hedefliyor ve gıda israfıyla mücadele etmek için basit çözümler alınabileceğini vurguluyor.
Yeryüzünde herkesi besleyecek kadar yeterince gıda üretilmesine rağmen dünyanın bazı bölgelerinde açlık yükseliyor. 820 milyon insan kronik olarak yetersiz besleniyor. Herkesin yeterli yiyecek almasını sağlamak için ne gibi adımların atılması gerekiyor?
Raporda geçen son 20 yılda aşırı açlığın yok edilmesiyle hızlı ekonomik büyüme ve artan zirai verimlilik sayesinde Orta ve Doğu Asya, Latin Amerika ve Karayipler'de yeterli besin alamayan insanların sayısının yarıya düştüğü belirtiliyor. Ancak bu arada küresel nüfusun yaklaşık 2 milyar artan bir arka planı var.  
Alt sahra Afrika'sında yetersiz beslenen insanların sayısı 195 milyondan (2014) 237 milyona (2017) yükseldi. Bölgede beş yaşın altındaki çocuklarda ölüm oranlarının yaklaşık yarısına kötü beslenme sebep oluyor, bu rakamın her yıl yaklaşık 3,1 milyon çocuk olduğu belirtiliyor. 
Gündem 2030’la sıfır açlığı başarmak hedefleniyor, bir başka deyimle büyük bir zorluk olarak duran açlık dünyanın neresinde olursa olsun hiç kimsenin aç bırakılmayacağı amaçlanıyor.
Dünya Gıda Programına (WFP) göre, aynı zamanda ihtilaflar dahil, bozulan çevre ve kuraklık artan açlığın sebepleri olarak biliniyor ki her ikisi de iklim değişikliği ile etkileniyor.
Tarımdaki biyolojik çeşitliliğin azalması aynı zamanda endişe için bir sebep ve homojen diyetler için sorumlu tutuluyor ve gıdaya erişimi sınırlıyor, bu durum ise yetersiz beslenmeye ve yoksulluğa yol açıyor.
Mevcut tarım üretimi 12 civarında temel ürünle dönüyor ve dünya çapında potansiyel gıda maddesi zenginliğine rağmen bütün kalorilerin yüzde 60 civarı sadece  dört üründen karşılanıyor: buğday, pirinç, mısır ve soya.
Artan açlığın sebepleri bozulan çevre, kuraklık ve diğer sebepler yanında, en çok olumsuz faktör giderek artan ihtilaflardan ileri geliyor.

13 Ekim 2019 Pazar

International media should see carnage of regime in Syria



Syria, is a crucial important bordering country of Turkey with over 900 kilometers, has been under a pitiless strife for eight years.
During this time the leader of Syria has been applying massacre on its own citizens who wish to get their democratic rights like every country in order to be governed through democratic rules and rule of law. 
Since the first day the suffering with every aspect in Syria has gradually increased.
The entire world knows that these massacres happened in Syria appeared in the media from time to time.
The related body of the United Nations observed and reported the illegal and brutal events which have been carried out by the regime on its own citizens in Syria.
Instead of looking for a solution by the democratic and lawful ways, Syrian regime has preferred illegality and atrocity against its own citizens until today.
In face of this carnage, seemingly either international community or international media and the United Nations, as well as other human rights organizations have not showed remarkable effort and condemnation to end up this dram.
As known since these carnages started in Syria, the asylum seekers have been fleeing their home and sheltering mostly to Turkey, as well as other neighbor countries.
According to the Turkish authorities, currently Turkey hosts nearly 4 million refugees in its territories
Since the first day Turkey has been showing effort in order to finish this humanitarian crisis and to find a lasting solution for these defenseless innocent people in Syrian.  
Meanwhile regarding this longstanding conflict, structuring of terror organization along with Turkey’s border has begun to appear as a tremendous threat for Turkey’s security.
Consequently, Turkey had to kick off a military operation so as to remove this huge dangerous development, to make up a security zone alongside its border in 30 kilometer-deepness.
The aim is to protect itself against possible terrorist attacks and also to make up a security zone for millions of Syrian citizens have been hosted in Turkey.
However, we see that this peaceful operation has been deviated from its main target.
Without looking at reality, the international media and some of international community try to show truth as unjust, but false ones as just.
Not seeing the murders, humanitarian crises in Syria for eight years, they try to show Turkey’s operation against Syrian people not to terrorists. This approach is a kind of perception operation and not matching with truthful journalism.
If this military operation would have been held by another countries other than Turkey, they would welcome their action as normal.
This mentality does not want to remember the situation of Iraq, Afghanistan, Yemen, Libya, Palestine, Myanmar. Because imperialist mindset prevents to see the realities in these countries.
Where were these international media and community while Israeli air strikes that destroyed Palestinian defenseless innocent people over their heads without observing babies, children, women, elderly.
This kind of mindset and approach reveal a reality that international media and international community might lose their confidence across the world.

10 Ekim 2019 Perşembe

Barış Pınarı Harekatına batının bildik tavrı




Barış Pınarı Harekatının başlamasıyla batı ve batı basını bir kez daha gerçek yüzünü gösterdi.
Bu vesileyle savunduğu ve sahip çıktığı değerlere olan samimiyetsizliğini bir kez daha teyit etmiş oldu.
Her fırsatta insan haklarını dile getiren batılı ülkeler bu insani kıstasa olan samimiyetsizliğini bir kez daha gösterdi.
Sekiz yıldır Suriye'deki  masum insanların kanını durdurmak için Ülkemizin bu insanlık dramını yıllardır gündeme getiriyor.
Gerek uluslararası toplum nezdinde ve gerekse başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere benzeri platformlarda dile getirerek bu insanlık dramının bitirilmesi için çözüm teklifleri sunuyor.
Bu teklifler sözde insan hakları savunucuları olan ülkeler tarafından kabul görmedi.
Mart 2011 yılında demokratik hak ve hürriyetler için başlayan halk hareketi bilindiği gibi katliama dönüştü.
Suriye’de yüzbinlerce masum insan zalim bir yönetim tarafından acımasız usullerle katledildi.
Milyonlarca insan bu zaman zarfında ya yerleşim bölgelerini değiştirmek zorunda kaldı ya da ülkesini terk etti. Suriye'de şehirler savunmasız insanların başlarına yıkıldı.
Bazı ülkeler için bu ortam silahlarını test etme için kullanıldı.
Zalimin zulmünden kaçan bu insanlara ülkemiz kapılarını açarak yaklaşık sekiz yıldan beri misafir ediyor.
Ancak bu kadar yıldır bu insanlık dramına ne uluslararası toplum ve ne de BM kalıcı bir çözüm bulmak istemedi.
Ayrıca bu fiili durum ülkemizin en uzun sınırında yıllardır meydana geldiği için güvenliğimizi tehdit unsuruna dönüştü.
Binlerce kilometre uzaklıkta bulunanlar ahkam keserken sunulan çözüm tekliflerine yanaşmayıp bu insani meseleyi sürüncemede bıraktılar.
Böylece bir zalime daha fazla masum insanın kanını akıtması için fırsat tanınmış oldu.
Sınırımızdaki bu tehlikeli gelişmeler ülkemiz için bir tehdit oluşturduğu gibi, aynı zamanda kalıcı bir duruma dönüşmesi de sabrımızı taşırmaya başlamıştı.
Tek çare terör yuvasına dönüştürülen bölgeyi bu unsurlardan temizlemek ve söz konusu sahada güvenli bir alan oluşturmaktı.
Böylece gerek ülkemiz ve gerekse zalimin zulmünden kaçan Suriyelilerin tekrar ülkelerinde güvenilir bir bölgede iskan edilmeleri için insani amaçlarla planlanan bu harekat düşünüldü.
Ancak batı basını ve batılı ülkeler o bildik tavırlarını sergilemekte geç kalmadılar.
Açıklamalarından terörizme karşı yapılan bu hareketi bölge halkına karşı yapılıyormuş gibi bir algı oluşturma çabasına girdikleri görülüyor.
Bu güruh yıllardır masum insanları katleden zalime bir tek söz söylemekten adeta kaçınıyorlar.
Açıklamalarıyla toprak bütünlüğü bahanesini öne çıkararak gerçekleri örtbas etmeye çalışıyorlar.
Ancak bu insani harekatı bu zihniyetin fıtratları gereği başka türlü yorumlaması beklenemez.
Gittiği yerlere huzur, güven ve medeniyet götüren Osmanlıyı ve onun torunlarının temsilcisi olan ülkemizi bu zihniyet hep bilinçli olarak yanlış göstermiştir.
Bilinen bir gerçek var ki, o da batı basınının ve batılı ülkelerin bu harekete destek vermesinin beklenemez olmasıdır!
Ancak İslam ülkelerinin bu harekatı gerek BM'de ve gerekse uluslararası platformlarda desteklemesi beklenir.
Böylece yıllardır süregelen bir insanlık dramına sahip çıkmış olacaklar.
Barış Pınarı Harekatının kısa zamanda başarıya ulaşmasını niyaz ediyor, Yüce Allah'dan ordumuzu muvaffak, muzaffer ve muhafaza eylemesini temenni ediyoruz.

22 Eylül 2019 Pazar

74. BM Genel Kurulu



23 eylül Pazartesi günü itibariyle her yıl düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısı başlıyor.
Hükumet ve devlet başkanları veya temsilcileriyle toplanan BM genel kurulunda katılımcılar kendi ülkeleri, bulundukları bölge ve dünyanın içinde bulunduğu sıkıntılara konuşmalarında yer veriyorlar.
İnsani sıkıntıların giderilmesi için çözüm teklifleri sunuluyor.
BM’nin asıl kuruluş gayesi de insanlığın içinde bulunduğu problemlere çare bulmak.
Son on yıllarda küresel insani sorunların çözüme kavuşması yerine giderek daha da kronikleşmiş.
Bu insani sıkıntıların bir çoğu İslam ülkelerinde bulunuyor.
70 yılı aşan sürede çözüme kavuşturulmayı bekleyen Filistin meselesi başlangıçtan bu yana giderek kötüleşmiş, onbinlerce Filistinli evini, toprağını, yakınlarını ve hayatını kaybetmiş.
Yine onbinlerce Filistinli göç etmek zorunda bırakılmış.
İsrail ordusunun canı ne zaman isterse savunmasız insanların üzerine en ağır silahlarla saldırmış; bebek, çocuk demeden sivil insanların üzerine bombalar yağdırmış.
Savunmasız insanların evlerini başlarına yıkmış.
İsrail devletinin Filistin topraklarını işgali ilk günden beri devam etmiş, bugüne kadar sürmüş ve bu gidişata göre bu insanlık dışı muamele devam edecek.
Bu devlet zulüm politikasını adeta sürdürülebilir bir sisteme bağlamış.
Daha birkaç gün önce savunmasız bir Filistinli kadın yolda yürürken İsrail askerleri tarafından acımasızca kurşunlanarak öldürülmüş.
Bu vahşet ne ilk, ne de son.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde Filistin meselesi görüşülürken, ABD temsilcisi konuşmasının başında ve sonunda şu ifadeyi altını çizerek söylüyor; “Amerika geçmişte de İsrail’i destekledi, bugün de destekliyor, gelecekte de desteğini sürdürecektir.”
ABD‘nin BM temsilcisi konuşmasının başında ve sonunda bu ifadeyi vurgulayarak özellikle şunu açıklamak istemiş; İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı bu vahşetin arkasında ABD’nin kesintisiz desteği olduğunu hatırlatıyor.
Bu şartlarda Filistin topraklarında iki devletli çözüm planının hayat bulması mümkün görünmüyor.
Bu plan Filistinlileri oyalamaktan başka bir şey değil.
Her ne kadar görüşmelerden yana göstermelik bir tavır ortaya koysa da, Nil’den Fırat'a kadar bir alana gözünü diken İsrail devletinin iki devletli çözüme yaklaşmasının mümkün olmadığı bir gerçek…
BM genel kurulunda Filistin dahil gündeme gelmesi beklenen dünyanın insani meselelerinin halledilmesi, bu yapı içinde mümkün görünmüyor.
Gerek BM ve gerekse uluslararası toplum dünya insani meselelerine çözüm bulmak için gerekli çabayı gösterme samimiyetinden uzak görünüyor.
2011 yılından beri Suriye’de devam eden iç savaş yüzbinlerce insanın hayatını yitirmesine ortam hazırlamış, milyonlarca Suriyeli ülkesinden kaçmış.
Suriyelilerin dramı sekizbuçuk yıldır devam ediyor.
Afganistan, Libya, Irak, Arakanlı Müslümanların durumu, Yemen’de devam eden insanlık dramı, iç savaş, terör son on yılın çözüm bekleyen önemli insani meseleleri olarak dünya gündeminde duruyor.
Dünyanın önde gelen süper güçleri genel kurulda bu sorunlara konuşmalarında yer verecekler fakat çözüm için ciddi ve tatminkar bir adım atmayacaklardır.
193 üyeli BM ülkelerinin bu insani meseleyi ciddi olarak gündeme getirmesi, ABD’nin İsrail’in uyguladığı vahşeti kınaması gerekir.
Genel kurulda çevre ve nükleer silah konusu da önemli gündem maddesi. 
Bu vesileyle birçok katılımcı çevre ve iklim konusunu öne çıkararak daha önemli insani meseleler ikinci planda bırakılmış olacak.

17 Eylül 2019 Salı

Mesele sorun değil, emperyalist uşaklığı



Doğulusuyla batılısıyla, kuzeylisiyle güneylisiyle asırlarca birlikte yaşayan bu ülkenin insanlarını birbirine düşürmek için hain ve zalim bir plan hazırlandı.
Emperyalistlerin hazırladığı bu insanlık dışı plan, kuruluş ve katliamlarına başladığı tarihten itibaren 40 yılı aşan bir süre geçti.
Bin yıldır birlikte yaşayan ülkemiz insanlarına sorununuz var, meseleniz var diyerek ülkemizde bir fitne çıkardılar.
Emperyalistlerin senaryosunu yazdığı ve uygulamaya aldığı bu kanlı fitne ne şunun ve ne de bunun sorunu değildi.
Sorun sadece bu ülke topraklarında yaşayan insanların huzur içinde yaşamalarıydı.
Bu huzuru bozmak için hain plan çok iyi kurgulanmış ve acımasızca uygulanmaya başlamıştı.
Evlerine girip ekmeklerinin yedikleri insanları kurşunlayıp ayrıldılar.
Bunun adına demokrasi dediler, hak ve hukuk dediler, bu caniliğe kürt sorunu dediler.
Ağababaları bu hususu kendilerine iyi belletmişti.
Masum insanları katletmek bir görev olarak öğretilmişti.
Çocuk yaşta kandırılıp dağa kaçırılanların beyni vatan, bayrak, millet ve en önemli bileşen olan din konusunda çok iyi yıkanıp ekmeğini yeyip suyunu içtiği vatanına düşman edilmişti.
Bu hile, bu tuzak baştan belliydi.
Belli olmasına belliydi fakat sindirilmiş, korkutulmuş, kandırılmış, iradeleri baskı altına alınmış binlerce insan birkaç kişinin dünyalık menfaati ve sömürü dünyasının hain emelleri uğruna feda edildi.
Bu kristalleşmiş emperyalist uşakları ya bir evladını emperyalistlerin emrine vereceksin ya da öleceksin tehdidiyle bugüne kadar hain ve zalim eylemlerini sürdürdüler.
Emperyalistlerin sinsi emellerini gerçekleştirmek için besleyip büyüttüğü PKK terörünün önemli bir hedefi de bölge halkı üzerinde uygulayacakları başkalaştırma süreciydi.
Hain emellerini gerçekleştirmek için ilk yaptığı iş bölge halkını başkalaştırmak, sosyolojik bir değişime uğratmak; dilini, dinini, kültürünü değiştirmekti.
Emperyalistler bu tuzakla bir hayli başarıya ulaştılar.
Onbinlerce insanın kanı aktı.
Kürt sorunu aslında bir hayal, bir ütopyaydı.
Fakat bu argüman tutmuştu.
Evirip çevirip bu yalanı sürekli dillendirerek kendilerini sözde haklı çıkaracaklardı.
İnsanların kafasında “demek ki bölge insanlarının bir sorunu var” sorusu oluştu.
Teröre karşı olsun ya da olmasın bu bölgede bir sorun var algısı oluştu.
Her kesimden konu bilinçli veya bilinçsiz konuşulmaya başlandı.
Laf ola beri gele türünden yapılan konuşmalar zaman zaman PKK terör örgütünün ve siyasi uzantısının işine yaradı.
Emperyalist güçler ülkemizde böylece bir ayrışma süreci başlatmış, ülkemizi Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmasından sonra tekrar bölmenin eşiğine getireceklerdi...
Bu hevesleri zaten hiç yok olamayacak!
Önemli olan bu hain heveslerini kursaklarında bırakmak.
Asırlardan beri bu ülkede yaşamış, aynı dini, dili ve kültürü paylaşmış bu bölgeyi sanki tamamen başkaymış gibi lanse edip koparmaya çalıştılar.
Bugün gelinen noktada yavrularını HDP’den isteyen Diyarbakırlı annelerin, babaların ölümüne haykırışları bu acı gerçeği gördüklerini gösteriyor.
Bu anne ve babalar, “yetti artık evlatlarımızı emperyalistlere peşkeş çektiniz, kurban ettiniz” diye feryat ediyor.
“Başlarım sizin kürdistanınızdan, bırakın yakamızı, çocucuklarımızı. Onyıllardır emperyalistlerin ve üçbeş kişinin zevk ve sefası için çocuklarımız heba ettiniz.” diye feryat, figan ediyorlar.
Sırf emperyalistlerin hain emelleri gerçekleşsin diye bir millet birbirine düşürülmek istendi.
Bugüne kadar binlerce şehit verildi.
Nice yavrular yetim, nice anneler dul kaldı; nice anne ve babalar emperyalistlerin keyfi yerine gelsin diye bağrına ateş bastı.
Bu ülkenin ne kürt meselesi ne türk meselesi ve ne de başka bir etnik kesimin meselesi var.
Eğer bir mesele varsa bu mesele 82 milyonun meselesidir.
Bunu belli bir kesime mal etmek akıl dışı bir yaklaşım olur, ayrımcılık olur, bölücük olur.
Bunu da aklı selim sahibi olanlar görüyor, doğruyu görme erdemini gösteriyor.
Empati, sempati yapmak için ayrımcı bir dil kullanmanın bu ülkeye faydası olmamış ve olmaz.
Diyarbakırlı anneler haklı olarak şu soruyu soruyor; “Varsayalım ki kürdistan kuracaksınız bu kimin işine yarayacak, bizim mi yoksa emperyalistlerin mi?”
Bugün Irak’ı, Suriye’yi, Afganistan’ı ve daha bir çok İslam ülkesini kan gölüne çeviren emperyalistlerin asıl hedefi ülkemizi de aynı duruma getirmekti.
Diyarbakırlı anneler bu acı gerçeğin farkında oldukları için direniyorlar.
“Yeter artık, yeter” diye feryat ediyorlar.

27 Ağustos 2019 Salı

Plastiklerin ulaştığı tehlikeli boyut




Plastikler hayatımızda çok yaygın bir hale gelmiş.
Geride bıraktığı ve bırakacağı zararlara rağmen bu husustaki umursamazlık devam ediyor.
Plastiklerin kullanışlı, ucuz ve her yerde bulunmaları avantaj sağlıyor.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatının (FAO) açıklamasına göre, kullandığımız plastiklerin yüzde 70’den fazlasının geri dönüşümü yapılmıyor.
Çok miktarda plastikler plajlardan, nehirlerden, caddelerden okyanuslara sürükleniyor. Mevcut duruma göre 5 trilyon adet plastik parçasının okyanuslarda var olduğu tahmin ediliyor.
Mikroplastikler ise flitrasyon yoluyla ekosistemlere intikal ediyor. Mikroplastikler aynı zamanda insan gıdasının farklı türlerinde (içme suyu, bal ve sofra tuzu gibi) bulunuyor. Plastik kullanımında günlük tercihlerimiz önem arz ediyor.
FAO’nun tavsiyesine göre makro ve mikro plastiklerden bağımlılığımızı kesmek için 5 yol bulunuyor.
1.    Tek kullanımlık plastiklerden kaçınmak
Günlük olarak kullandığımız plastiklerin %90’ı atılabilir veya tek kullanımlık; market poşetleri, plastik ambalajlar, fermuarlı plastik torbalar, kahve kupalarının kapakları. 
Tek kullanımlı plastiklerin parçalanması 1000 yıl gibi uzun bir zaman aldığı düşünülüyor.
Bu plastikler aynı zamanda memeliler, kuşlar ve balıklar tarafından gıda olarak yanlışlıkla alınıyor.
Günlük yaşantımızdaki plastik yaygınlaşmasında basitçe dikkat ederek tek kullanımlık plastikleri tekrar kullanılabilir tercihlerle değiştirmek çare olarak tavsiye ediliyor.
Buna çare olarak bez torbalar, cam saklama kapları, seramik kupalar gibi.
2.    Gizli olan mikroplastikleri tanımak
Bir çok kozmetik ve güzellik ürünleri küçük plastik boncukları kapsayan eksfoliant denilen peeling işlemini kapsıyor. Bu mikroplastiklerin zararsız görünebileceği fakat su arıtma tesislerinden geçebilecek büyüklükte olmaları nedeniyle okyanuslara ulaşarak yanlışlıkla balıklar tarafından gıda olarak alınıyor.
Bu nedenle yulaf ezmesi ve tuz gibi tabii eksfoliantları kullanmak tavsiye ediliyor.
3.    Tekraren kullanılan su şişesi kullanmak
Tek kullanımlık su ve soda şişeleri plastik atıkların en büyük suçlularından bir kısmını oluşturuyor.
2016 yılında küresel olarak 480 milyar adetten fazla plastik içme suyu şişesi satılmış.
Eğer bu plastik şişeler birbirlerine eklenirse güneşin yarı yolundan fazlasına uzanıyor.
Bunların yerine tekraren kullanılan şişelerin kullanılması tavsiye ediliyor.
4.    Plastik çatal bıçaklara hayır
Bu tür çatal – bıçak kullanımından vazgeçilmesi gerekiyor.
Yiyeceklerinizi daha az kaplar içinde paketlenmesi, plastik çatal bıçak istenilmemesi, yerine tek kullanımlık olmayanların kullanılması tavsiye ediliyor.
5.    Geri dönüşüm
FAO’nun açıklamasına göre, kullandığımız plastiklerin çoğunluğu geri dönüştürülmüyor.
            Tercih edilebilir yerde geri dönüşebilir plastik kullanımını sağlayın. Fakat unutulmaması gerekense atığı yönetmektense önlemenin daha kolay olmasıdır...
Sürdürülebilir okyanusları, nehirleri, balıkçılığı ve balık çiftlik uygulamalarını geliştirmek FAO için öncelik oluyor.
Yapılan tahmine göre küresel nüfusun %10 – 12’si geçim için balıkçılığa ve su kültürüne bağımlı.
Kişi başına balık tüketimi 1960’lardaki 10 kilogramdan, 2016 yılında 20 kilograma yükselmiş. Bu kaynaklar gittikçe tehdit altında bulunurken deniz gıdasına olan talep de artış gösteriyor. Plastiğin kullanışlı olması okyanusların ve denizlerin geleceği için değer mi?, sorusu hatırlatılıyor.
"Haydi göllerimizi, nehirlerimiz ve okyanuslarımızı kirlilikten ve deniz hayatına olan zararlı etkilerinden koruyalım."
Hepimiz güvenli, sağlıklı ve besleyici gıdaya bağımlıyız ve balık dünya çapında sağlıklı diyetler ve gıda güvenliği için önemli bir bileşen durumunda.