20 Şubat 2016 Cumartesi

Hevesleri kursaklarında kalacak




Bölgemizde yaşadığımız terör olaylarının başlangıcı bir bakıma Osmanlı İmparatorluğunu yıkılması ve parçaları üzerine kurulmuş çok sayıda devletlerin meşruiyet temellerinin sağlam olmaması ve sürekli kırılgan bir yapı üzerinde durmasından ileri geldiği söylenebilir.

Bu hassas yapıyı oluşturan ve bunu bugüne kadar kendi menfaatleri doğrultusunda kullananlar ise dünya sömürü güçleri olmuş.

Neredeyse çeyrek asırdır bölgemizde yaşanan istikrarsız yapı Irak’ın 2 ağustos 1990 yılında Kuveyt’i işgali ile başladı. Dönemin devlet başkanı Saddam bu işgali kendi iradesiyle mi yaptı üzerinde durulması gereken bir başka husus…

Sonrasında ABD liderliğindeki dünya sömürü güçleri bölgeyi işgal için önemli bir gerekçe buldu. Sömürü güçlerinin işgalinde bulunan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi derhal karar alarak bölgeye havadan ve karadan işgal hareketini başlattı.

Sömürü güçlerinin bu hareketiyle bölge güvenliği ve istikrarı büyük yara aldı…

Sonrasında bölge ikinci işgale oğul Bush döneminde kitle imha silahları ve 11 eylül saldırısı bahanesiyle maruz kaldı.

17 Mart 2003 tarihinde Başkan Bush, Saddam’a ültimatom veriyor; 48 saat içinde ya ülkeyi terk edeceksin veya savaşla yüzleşeceksin tehdidini yapıyor.

19 Mart 2003 tarihinde sömürü güçleri Bağdat’ı krüz füzeleri ve bombalarla vurmaya başlıyor...

 
Saddam bilindiği gibi ülkesini tek adam ve dikta zihniyetiyle yöneten biriydi.
Fakat bu ABD ülkeyi işgal ederken Irak'ı özgürleştirme vaadiyle de gelmişti. Dönemin Irak’ında demokrasi yoktu, insan hakları ihlalleri vardıysa da Irak günümüzdekinden çok daha huzur ve güven içindeydi.

Şimdiyse sömürü güçlerinin kurdukları ve besledikleri bir terör yuvası haline gelmiş ve arkasında yüzbinlerce insanın ölümüne, yine yüzbinlerce insanın sakat kalmasına ve yüzbinlerce insanın ülkesini terk etmesine ortam hazırlanmış oldu.

Irak’ın o günkü şartlarını günümüzün Suriye’siyle mukayese yapınca Bush’un Saddam’a verdiği ültimatom gerekçesi Suriye’nin zalim liderine verilmesi gerekenin yanında çok hafif kalır.
Saddam’a basit bir gerekçeyle verilen ültimatom 5 yıldır vahşet sergileyen, sadece ülkesini değil tüm bölgeyi kana bulayan bu zalime aynı ültimatom neden verilmiyor?
ABD bunu cevabını verebilir mi?

Bu ABD ve diğer dünya sömürü güçlerinin açıkça terörü ve vahşeti desteklediklerinin net bir göstergesidir.

Suriye’deki vahşete seyirci kalmakla yetinmeyip, hatta devamından yana olan süper sömürü güçleri bu insanlık dışı ortamın devamını sağlamak için her türlü bahane ve hileye başvuruyorlar.

Bundan da anlaşılıyor ki, hedef Suriye’de vahşetin sürmesi, bunun açık bir şekilde ülkemize sıçramasıdır. Başından beri hedefin ülkemiz olduğu bellidir.

Bir kez daha anlaşılmıştır ki ABD bize ne dost ve ne de müttefiktir, fıtratı gereği kendini bu kelimelerle saklayan gizli bir düşman olduğu izlenimini vermektedir.

Zaten ABD isteseydi Suriye’deki savaş çoktan bitmiş bugüne kadar yapılan katliamlar da olmamış olacaktı...

Ülkemiz İslam’ın son kalesidir, bu tespit yeni değil önceden yapılmıştır.

Bunun yanında ülkemizin dik duruşu, sömürü güçlerine boyun eğmemesi, mazlumlara sahip çıkması ve son 13-14 yılda her alanda önemli mesafeler kat etmesi bu güçleri ve işbirlikçilerini çok rahatsız etmektedir.

Ülkemiz içindeki sömürü uşakları ve hain işbirlikçiler bu kalenin yıkılması için tarihinde görülmemiş bir ihanet içine girmişlerdir.

Fakat nafile, hain emelleri İnşallah kursaklarında kalacak…

12 Şubat 2016 Cuma

Rusya'nın Suriye'yi sahiplenmesi

 

 

Rusya Suriye’ye sahiplenmiş görünüyor.

Sözde DAEŞ’le mücadele etmek aldatmasıyla girdiği Suriye’deki akan kanı durdurmak için başka ülkelerin askerinin girmesine izin vermeyeceğini açıkladı.

Rusya’nın bu tutumu dağdakinin gelip bağdakini kovması anlayışına benziyor.

Suriye’yi işgal etmesi kendisine verilmiş tabii bir hakmış gibi dünya kamuoyuna tehditle ilan ediyor.

Suudi Arabistan’ın asker göndermesini hazmedemiyor.

Rusya Başbakanı Dmitry Medvedev’in Alman gazetesine verdiği röportajdaki açıklamasında tarafların görüşme masasına oturmasını zorlamak lazım geldiğini ifade ediyor.

Yabancı askerlerin Suriye’ye girmesini ülkedeki savaşın kalıcı olacağına yol açacağı tehdidini savuruyor.

Bu açıklamasıyla kendisinin Suriye’nin sahibi olduğunu ima ediyor.

Ancak öncelikle kendisinin askerlerini çekmesi lazım geldiğini bilmesi gerektiğini unutmuş görünüyor.

Hem Rusya ve hem de Iran askerlerinin Suriye’den çekilmesini istemek Suriye halkının tabii hakkıdır.

Suriye’deki mesele bu ülke insanlarını kendi öz meselesi olduğuna göre, bu ülkeler askerlerini çekmeli Suriye halkı kendi meselesini halletmelidir.

Aslında bu ülkeler Suriye'ye müdahale etmeselerdi zalim Suriye yönetimi çoktan pes etmiş, ya ülkeyi terk etmiş ya da muhaliflerle anlaşmaya varılmış olacaktı.

Rusya’nın bu açıklamasının aslında hiçbir hukuki dayanağını olmaması gerekir.

Suriye’de bugüne kadar yüzbinlerce masum insan öldürüldüyse ve 12 milyon Suriyeli ülkesinde topraklarını terk etmek zorunda kaldıysa bunda sadece Suriye’nin zalim yönetimi sorumlu değildir.
5 yıldır bu ortamı destekleyen, bu zulmü destekleyen Rusya ve İran’da bu insanlık suçuna açıkça destek vermiş, ortak olmuşlardır.

Yine ülkesini terk etmek mecburiyetinde kalan binlerce insanın göç etmek isterken denizde boğulmalarına sebep olmuşlardır.

Eğer uluslar arası hukuk varsa, uluslar arası toplum bu kurumu kabul ediyorsa bu ülkelerin sorumlularının Suriye yönetimiyle beraber hesap vermesi gerekir.

Maalesef ne uluslar arası hukuk, ne de uluslar arası ceza mahkemesi görevini bugüne kadar yapmamıştır, ya da görev yaptırılmamıştır. Bunda da BM ve uluslar arası toplum hatalıdır.

Suriye meselesi maksatlı olarak bugüne kadar kronikleştirilerek, bu vesileyle emperyalist güçler kendilerine alan açmak, pay çıkarmak istemişlerdir.

Suriye’de Daeş ve diğer terör örgütleri tıpkı diğer İslam ülkelerinde kurulan terör örgütleri gibi bu maksatla kurulmuştur.

Gerek ülkemizde ve gerekse diğer İslam ülkelerinde oluşturulan bütün terör örgütleri emperyalistlerin piyonları olup, İslam ülkelerini zayıflatıp kendi hain emellerini gerçekleştirmek amacını gütmektedir.

Suriye’nin gerçek sahipleri olan muhalif gruplar Rusya’nın kendi ülkeleri adına açıklama yapmalarını tenkit etmeleri gerekir.

9 Şubat 2016 Salı

BM Güvenlik Konseyi çökmüştür!


 

Artık kronik bir yara haline gelen Suriye konusu uluslararası toplumun bu insanlık dramına bakışının samimiyetsizliğinin neticesidir.

Bu aynı zamanda Birleşmiş Milletlerin (BM) fiilen çöküşünün açık bir işaretidir.

BM Güvenlik konseyi bu ve benzeri insani konular konusunda takındığı tavırlarıyla kendini lağvının açık bir göstergesidir.

Uluslararası barışı kurmak ve korumak üzere kurulmuş olan BM güvenlik konseyi bu temel değerlere olan bağlılığını açık bir şekilde ihlal etmiştir.

Güvenlik konseyi kuruluş prensiplerine, özellikle Suriye krizinde, uyumlu hareket etmemiş, söz konusu ülkeler kendi şahsi çıkarlarını korumanın da ötesinde yangına körükle giden bir politika izlemişlerdir.

Özellikle Rusya’nın tavrı ise kurt-kuzu hikâyesinin de ötesinde bir bahaneyle Suriye’yi işgal ederek masum insanların ölmelerine adeta çanak tutmuştur.

Suriye’de mevcut dikta rejiminin kendi vatandaşlarına uyguladığı vahşet her türlü kanun ve insan haklarının açık ihlali ve bu fiili durum BM görevlileri tarafından defalarca delillerle ispat edilmiştir.

Beş yıldır söz konusu rejim dünyanın sözde insan hakları savunucuları önünde katliam yapmaktadır.

Bu katliama Rusya ve İran açık bir destek vermiş ve vermeye devam etmektedirler.

Bu katliamları yapanlar uluslararası hukuku, uluslararası insan haklarını, uluslararası ceza mahkemesini yıllardır ihlal etmektedirler.

Birleşmiş Milletler güvenlik konseyinin bütün üyeleri temel insan hakları ihlallerini görmezden gelerek bu vahşete göz yummaktadırlar.

BM’nin Suriye’nin zalim liderini uluslararası ceza mahkemesinde yargılanması için gerekli kararı özellikle almamakta, böylece yüzbinlerce masum insanın acımasızca katledilmesine ortam hazırlanmış ve bu katliamların süreklilik kazanmasına ortam hazırlanmıştır.

Yüzbinlerce masum insan hayatından olurken milyonlarca Suriyeli göçe zorlanmıştır.

Binlerce sığınmacı ülkesinden kaçarak daha güvenli bir ülkeye sığınma arayışında Akdeniz ve Ege denizinde boğulmaktadır.

Suriye’de eşi görülmemiş bir vahşet yaşanmaktadır.

Fakat bu vahşete başta BM’nin beş daimi üyesi olmak üzere, bütün uluslararası insani kuruluş ve mahkemeler, uluslararası hukuk organları ve uluslararası toplum seyirci kalmış ve bu duyarsız tutum devam etmektedir.

Suriye’nin zalim lideri adeta el üstünde tutulmakta.

Irak eski devlet başkanı Saddam Hüseyin’i idam ettiren sömürgeci güçler, Suriye’nin zalim liderine bölgeyi daha fazla istikrarsız hale getirmesi, daha fazla mazlumun canına kıyması ve kan akıtması için açık ve sinsi olarak korumacılığını yapmaktadırlar.

Ülkemiz tarafından bu insanlık dramının son bulması için yaptığı akılcı teklifler de bugüne kadar eften püften bahanelerle destek bulmamıştır.
Netice olarak bu insanlık dramının çözümüne müdahil olan taraflar samimi bir tavır göstermemişlerdir.