24 Ocak 2018 Çarşamba

Batının Afrin hazımsızlığı




Afrin harekâtı nedeniyle batının rahatsızlığı devam ederken, bir yandan da bir arayış içinde olduğu görüntüsünü veriyor.
Batının verdiği bu izlenimler doğrultusunda en büyük korkusunun ve hedefinin ülkemiz olduğu her fırsatta açığa çıkıyor.
Kendi insanlık ayıplarını, yıllardır Müslüman katliamına göz yumdukları pişkin hallerini bir tarafa bırakıp ülkemizin uluslararası haklardan kaynaklanan meşru müdafaa hakkını bir türlü hazmedemiyorlar.
Bu harekâtla ülkemize yönelik saldırıların sona erdirilmesi amaçlanırken terör yuvasına dönüştürülmüş sınırlarımızın bu cani oluşumlardan temizlenmesini amaçlandığı net ve samimi bir şekilde açıklanmasına rağmen, bu hayati mesele kurt kuzu hikâyesi yaklaşımıyla ele alınıyor.
Bir bakıma bu harekâtla aynı zamanda emperyalist güçlerin korumasında olan Suriye zalim liderinin de bir bakıma sona yaklaşması ve yedi yıldır yaptığı katliamların da dolaylı olarak sona erdirilmesinde katkı sağlanmış olacak.
İşte bu insani harekâta emperyalist ve sömürü dünyası bir türlü tahammül edemiyor.
Sürekli endişelerini dile getiriyorlar.
Oysa bazı İslam ülkelerinde o kadar endişe duyulacak durum var ki bunlar uzun yıllardır nazari dikkate alınmıyor, yaşanan bu zulümler bunların endişe kapsamına bir türlü girmiyor!
Böylece o sığındıkları ve savundukları insan hakları ve demokrasi kavramlarında ne deneli sahte olduklarını bir kez daha açığa vuruyorlar…
BBC’nin haberine göre bu harekâtta Alman tanklarının kullanılması bunları bir hayli rahatsız etmiş görünüyor.
Varsayalım ki bu tanklar kullanılıyor, niçin alındı bunlar müzede sergilenmek için mi?
Yoksa bu tankları kullanmak için ilgili ülkeden izin almak mı gerekiyordu?
Böylece Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayiine yaptığı yatırımların ne denli önem arz ettiği bir kez daha ortaya çıkıyor.
Geçmişte bu hususta yapılan hatalar ve hele Kıbrıs Harekâtından sonra karşılaştığı silah ambargosu aslında kapsamlı bir fırsat ve teşvik unsuru olmuştu ülkemiz için.
Nitekim o yıllarda kurulan ASELSAN’ın bugün geldiği seviye takdirle karşılanıyor.

Afrin Harekâtıyla batılı ülkelerin ve zihniyetinin dürüstlükten, haktan ve mazlumdan yana tavır almayacağı gerçeği bir kez daha tescillenmiş oluyor.
Merkel’in Hristiyan Demokratik Birliği parti üyesinden biri ülkemizin başlattığı "Zeytin dalı Operasyonunu" yasal bulmadığını açıklamış, uluslararası hukuka aykırı olduğuna dair sözler sarf etmiş.
Bunlardan bu anlayıştan başka bir yaklaşım beklenemez.
Beklenseydi bugün sadece milyonlarca insan Suriye’de katliama uğramaz ve evini, yurdunu terk etmezdi.

Bölgemizde ve yakın coğrafyamızda bulunan birçok İslam ülkesinde yıllardır meydana gelen kan ve gözyaşı olmazdı…
Herhalde İslam ülkeleri temsilcileri uluslararası arenada bu bu ülkelerin çektiği insanlık dramını yeterince dile getirilemiyorlar ki batının endişeleri işlerine geldiği zaman gündeme geliyor. 

23 Ocak 2018 Salı

Afrin harekâtı ve emperyalist rahatsızlığı



Onbinlerce kilometre uzaklıktan gelip ülkelerin istikrarını altüst edenler, temel insan haklarını ihlal edenler, milyonlarca masum insanın ölümüne, göç etmesine, evini ve yurdunu terk etmesine, yüzbinlerce çocuğun yetim kalmasına neden olanların yaptıkları bu insanlık dışı faaliyetler ve eylemlerden dolayı kendilerini hiç sorumlu tutmuyorlar.
Yüzleri hiç kızarmıyor.
Niye?
Çünkü sütten çıkmış ak kaşık rolünü çok iyi oynuyorlar…
Uluslararası hukuk diye bir kavram var, insan hakları evrensel beyannamesi var, sözde yeryüzüne huzur ve güven getirme, ihtilafları çözmek maksadıyla 1945 yılında kurulmuş Birleşmiş Milletler var; fakat bunların hak ve hukuk çerçevesinde maalesef adil, kalıcı ve kapsayıcı sonuçları yok.
Eğer olsaydı bugün yeryüzünde ne açlık çeken, ne susuzluk çeken, daha da önemlisi ne de savaşlarda, terör olaylarında hayatlarını yitiren ve yurtlarını terk edenlerin sayısı insanlık tarihinde bu derece zirveye çıkmayacak, dünya milletleri bu derece huzur ve güvenden yoksun olmayacaktı!
Bu insani kurumlar maalesef emperyalist güçler tarafından amaçları doğrultusunda çalıştırılmıyor.
Bu güçler tercihlerini meşruiyetten yana değil, gayri meşru işlerden yana kullanıyorlar.
Fıtratları gereği meşruiyetten değil gayri meşruluktan besleniyorlar.  
Şimdi ülkemizin son çare olarak, haklı bir şekilde başlattığı Afrin harekatını bu anlayış nasıl hazm etsin.
Akrepten bal yapması beklenir mi?
Meşru müdafaa hakkını, uluslararası anlaşmalara dayanarak başlatan ülkemizin bu savunma harekâtını emperyalist güçler başka tarafa çekmeye çalışıyor, maksadından saptırmaya çalışıyorlar.
Bu da güç aldıkları, dayandıkları yer bir kısım İslam ülkelerinin bu sömürü güçlere destek vermelerinden kaynaklanıyor herhalde.
Ülkemizi bu haklı davasında sözde yalnızlaştırmaya, uluslararası toplum nazarında haksız duruma düşürmeye çalışıyorlar.
Amerika’nın binlerce kilometre uzaktan gelip sınırımıza silah yığdığını hiç görmüyorlar, görmekte istemiyorlar.
Bölgemizdeki ve sınırımızda ki terör örgütlerini organize edip besleyenlerin elbette haktan ve hukuktan yana tavır almalarını beklemek akıl karı olmaz.
Sözde PKK’nın kolu olan YPG’yi DEAŞ’a karşı beslediğini söyleyen Amerikan Başkanı, daha önce de DEAŞ’ı kendinden önceki yönetimin kurduğunu ifade etmişti.
Bilinen bir gerçeği dile getirirken, bir bakıma dünya kamuoyu önünde bir itirafta bulunmuştu.
Elbette ki yeryüzündeki terör örgütlerinin tamamı emperyalistlerin ürünüdür.
Bunlar kendi hain emellerini gerçekleştirmek için bu örgütleri kurarken ne yazık ki piyon bulmakta zorlanmıyorlar.
Yıllardır ülkemizin terör örgütlerinden çektiği yetmiyormuş gibi bir de sınırımıza çok daha donanımlı ve arkasına aldığı Amerikan desteği ile yenilerini musallat etmeye çalışıyorlar.
Amerika’nın bugüne kadar hiçbir İslam ülkesine karşı yararlı bir yaklaşımı olmamış olamaz…

Ülkemizin bu harekâtına aklıselim sahibi İslam ülkeleri ve diğer ülkeler destek vereceklerdir.
Ancak iradesini kiraya verip insani değerlerini yitirenlerin bu desteği vermelerine izin çıkmaz.
Bu harekâtı durdurmak için uluslararası destek oluşturmak isteyenler, neden 7 yıldır Suriye’de milyonları öldürüp ve yurdundan eden zalim yönetimi devirmek ve yargılamak için bu yönde bir çalışma başlatmıyor?
Aklı başında olanların ülkemiz aleyhine BM Güvenlik Konseyine götürme hevesinde olanlara bu insani soruyu sormaları ve bölgemizde sadece ülkemiz için değil, bölgedeki bütün İslam ülkeleri için tehlike oluşturan Suriye yönetiminin yargılanması için gerekli çabayı göstermeleri gerekir.

Yıllardır insan katliamı yapan bir yönetimi unutturup başka sorumlular aramaları ne denli adil, nasıl doğru olur? Emperyalistlerin bu tür arayışları insani değerlerin iflası olmaz mı?

21 Ocak 2018 Pazar

Bugünlere nasıl gelindi



Ülkemizin başlattığı Afrin harekâtının gerçek müsebbibi kim?
2011 Mart ayında Suriye’de başlayan toplumun demokratik haklarını kazanma gösterileri bir katliama dönüştü.
Yüzbinlerce masum savunmasız Suriye vatandaşı çocuk ve kadın olduklarına bakılmaksızın acımasızca katledildi.
Bugüne kadar uluslararası toplum ve diğer uluslar arası kuruluşlar Suriye’nin bu hale gelmemesi için gerekli desteği ve samimiyeti göstermedi.
Göstermediği gibi bunlar Suriye halkının demokratik taleplerini elde etmek için gösterdikleri mücadelelerini bir fırsat olarak gördü.
Bu insanların haklı taleplerini destekleyecek mahiyette bir tavır alacaklarına bu durumu alabildiğine kötüye kullandılar.
Bölgede her geçen gün yeni yeni terör grupları oluşturuldu.
Gaye bu terör gruplarını oluşturup ülkede ve bölgede huzur ve güveni uzun süre engellemekti.
Bu yaklaşım terör gruplarının çatışmaları ne kadar uzun sürerse ve ne kadar bölge bundan çok fazla zara görürse sömürü ve emperyalist güçlerin menfaati o oranda fazla olacaktı anlayışına dayandırılıyordu.
Mevcut durumda Suriye’nin ve bölgenin istikrarsızlaşmasında ve yüzbinlerce masum Suriyeli vatandaşın ağır bir şekilde hayatlarını kaybetmesinde Suriye’nin zalim lideri kadar Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, uluslar arası toplum ve diğer insani amaçla kurulmuş olan kurumlarında hatası ve kusuru bulunmaktadır.
Elbette bu vahim durumu oluşturup ve bunu kendi üzerlerinden atmak ve başaklarına yapıştırmak için yapılması gereken işi alabildiğine terör grupları oluşturup suçu bunlara yüklemek yolu seçilmiştir.
Fiilen bu cani terör grupları elbette bu insanlık ve savaş suçunun önde gelen sorumlularıdır.
Ancak bunlar kadar kabahatli olanlar da bu terör örgütlerini oluşturup onları her bakımdan destekleyenlerdir.
İşte ABD, bu terör örgütlerini silah ve mühimmatla destekleyerek ve onları eğiterek bu cinayetlere ortak olmuştur.
Suriye’de meydana gelen olayların ilk baştan beri bu derece büyümeden ve zayiat olmadan önlenme şansı varken mesele bu noktaya maksatlı olarak getirilmiştir.
Şimdi batı dünyası ülkemizin haklı olarak sınırımıza ve ülkemize yönelik tehlikeyi önlemek ve güvenliğini korumak adına başlattığı Afrin harekâtını meseleyi başından beri bir bütün olarak değil de sadece bu harekâta matuf bir değerlendirme yapmaları insan aklı ve vicdanıyla alay etmekten başka bir anlama gelmeyecektir.
Batı basınında çıkan haberler harekâtın durdurulması için konuyu BM’ye götüreceklerine dair görüşler yer alıyor.
Ancak BM Güvenlik Konseyinin, bugüne kadar yedi yıldır, Suriye’de devam eden bu insanlık dramına sessiz kalması ya da bir nevi oyalama taktiği ile meseleye yaklaşması insanlık adına samimiyetsizliğin bariz bir göstergesi olmuştur.
Suriye’de bugüne kadar yüzbinlerce masum insan hayatını yitirmiş, milyonlarca Suriyeli yerinden yurdundan olmuş. 
Aileler parçalanmış.
Bir ülke yakılıp yıkılmış.
Masum insanlara yedi yıldır ne tür acımasız ve insanlık dışı muamele yapılmış net bir şekilde bilinmiyor.
Ülkede ağır insan hakları ihlalleri işlemiş savaş suçlusu sözde bir lider bulunuyor.
Şimdi batılı ülkeler bu adamı bunca yıldır yaptığı insanlık dışı eylemlerinden dolayı BM Güvenlik Konseyine götürmeyip başka suçlular ararsa, bu güvenlik konseyine nasıl güvenilir?
Batı dünyasının insanlık anlayışı hep aldatmaca olmuştur.

Temennimiz, dileğimiz bu harekâtın kısa zamanda başarıyla sonuçlanması; emperyalist güçlere piyon olan bu terör grupların ortadan kaldırılmasıdır.

8 Ocak 2018 Pazartesi

Will it be remedy?


 

Will it be a lasting remedy to set up a “state of the world” for traumatic humanitarian problems?

Regarding geostrategic fissures have happened on multiple fronts with wide-ranging political, economic and social consequences across the world…

Humanitarian conscience expects to seek urgent solutions in order to remove the vital humanitarian troubles from the agenda of the world at the 48th World Economic Forum Annual Meeting. Probably, for this reason it has been determined to discuss “the state of the world” concept, this year’s meeting.

In this scope, the 48th World Economic Forum Annual Meeting call for leaders from all walks of life to improve “the state of the world” concept. But, can it be a remedy to eradicate huge humanitarian problems with which billions of world people face?

In some regions of the world in Syria, Yemen, Afghanistan, etc. have been facing vital problems, such as terror, strife, migration, global warming, climate change, hunger, water scarcity, lack of sanitation, joblessness, depletion of natural resources.

All of these humanitarian problems wait solution from the international community and other foremost international organizations which have been established to eliminate these disputes.

Every day we watch and read these heavy humanitarian problems through international and local media. However, in the current context of the world, we cannot see enough advancement in favor of innocent people, because of lasting, sustainable decisions cannot be made by the related international bodies.

These problems have opened uncompensated, irremediable afflictions in humanitarian conscience.

When we observe the societal developments, we see that these unendurable troubles have increasingly expanded following collapsing of Communist Block, while world communities expected to get rid of plight of communism, unfortunately faced another ones…

Following the Second World War the United Nations was established to build peace and serenity across the world. However, some of the world communities could not find the waited peace and serenity…

Some of the regions in the world have been facing terror, hunger, conflict for a longtime. Either the United Nations or other international organizations have remained helpless, unable to bring permanent solution. Especially terror and strife have grown exponentially.

So, incapable state of the UN reminds us that it cannot be sufficient to bring solution for the humanitarian problems.

Because of it stems from its current structure needs should be recovered. 


We wish the 48th World Economic Forum Annual Meeting will discuss the heavy human being problems seriously together so as to bring lasting and sustainable solutions.  


3 Ocak 2018 Çarşamba

İran’daki gelişmeler ülkeyi Suriye'ye çevirme hamlesidir





Bölgemizin istikrarsızlaşmasında yeni bir adım daha atıldı.
İran’daki son gelişmeler bölgemizin istikrarsızlaştırılması adına önceden planlanmış ve zamanı geldiğinde tedavüle sürülen kargaşanın yeni bir sürümü.
Son günlerde İran’da meydana gelen olaylar bu görüşü doğrular nitelikte görünüyor.
Ortadoğu’da huzur, güven ve istikrarsızlığı hedefleyen hain güçlerin kimler olduğu bilinen bir gerçek.
ABD başkanı Trump ve yardımcısının gösteriler lehine yaptıkları açıklamalar, İran’daki ayaklanmaların kimler tarafından organize edildiğinin açıkça beyanı niteliğinde.
ABD’nin zaten yıllardır İran’a uyguladığı ekonomik yaptırımların altında yatan hakikat de bu yüzdendi.
İran’a uygulanan yaptırımların aslında sadece bu ülke için değil, aynı zamanda bölgenin tamamını yönelik olarak alınmış bir karardır.
Yıllar önce alınan bu karar bugünkü ortamın hazırlayıcısı olmuştur.
Emperyalist güçler planlarını uzun dönemli ve kapsamlı yapıyorlar.
Bu hususta bilimsel çalışıyorlar, işleri tesadüflere bırakmıyorlar.
Fitne çıkarmada usta olan bu emperyalist güruh maalesef kendilerine piyon bulmakta zorlanmıyor; bölücülük, yıkıcılıkta haince ve münafıkça hareketlerini sürdürüyorlar. 
Aklıselimden yoksun olanlar ise bu hileye çok çabuk aldanıyor.
ABD’nin İran halkından yana, daha doğrusu protestocular lehine demeçler vermesi bu işteki planlarının açık bir göstergesidir.
Kendi alçaklıklarını başkalarına yaftalayarak kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermeye çalışırlar.
Fitne bu güruhun vazgeçilmez özelliğidir, hayatta kalmaları buna bağlıdır. Meşruiyetten nasipleri yoktur.
Bu İsrail ile birlikte planlanıp safha safha uygulamaya konulan bir senaryodur.

İran bizim sınır komşumuz.
Aynı zamanda doğu ve güney sınırlarımızda bulunan Irak ve Suriye’ye nazaran nispeten istikrar içinde kalan tek komşumuz.
Emperyalist güçlerin hedefi istikrar içinde olan bu ülkeyi de bir iç kargaşaya  sürükleyerek gerek bölgeyi ve gerekse ülkemizi zor durumda bırakma çabasıdır.
İran devletinin ve İran halkının bu gerçeği görmesi durumun daha da kötüye gitmeden normale dönmesi bölgemiz için önem arz ediyor.
Irak ve özellikle Suriye'nin durumu İran için hayati önem taşıyor.
Bölgemizde yaşananlar bu ülke için alınması gereken önemli bir ders niteliğinde.
Bu hem İran yönetimi ve hem de İran halkı için önemli.
2003 yılından beri Irak ve 2011 yılından beri Suriye terör ve iç savaşla baş başa bırakılmış durumda.
Bu ülkelerin özellikle Suriye’nin zalim lideri bu ortama zemin hazırlamış, yüzbinlerce kendi vatandaşının katline neden olmuştur. Uluslararası toplumun önde gelen üyeleri de bu zulme açıkça göz yumarak ortak olmuştur.
Emperyalistlerin bölge üzerindeki hain planları devam ediyor.
Eğer İran da, Irak ve Suriye’nin durumuna düşürülürse bölge alabildiğine istikrarsızlaşmış, böylece hainler kendi çirkin emellerine ulaşacaklarını umuyorlar.
İnşallah bu fitne güruhunun hain emelleri kursaklarında kalır.
İran’daki son gelişmeler aslında mevcut rejimin yanlışlıklarının da bir tezahürüdür.
Eğer diğer İslam ülkeleri ve İran da günümüz demokratik yönetim şeklini benimsemiş olsalardı İslam âlemi bugün bulunduğu müşkül durumda olmazdı.

Bunun yanında gerçek manada işleyen sürdürülebilir bir birlik ve beraberlik tablosunun var olması gene İslam aleminin bugün içine düşürüldüğü duruma  müsaade etmeyecekti.

1 Ocak 2018 Pazartesi

BM'den kırmızı alarm hatırlatması




Bir yıl daha geride kaldı.
Klişeleşmiş deyimle, acısıyla tatlısıyla bir yılı daha geride bıraktık.
İnsanlık adına vaat edilen sözler yine yerine getirilemedi.
Mazlumlar, mağdurlar, yerlerinden olan ve iç çatışmaların ve savaşların üzerilerine bıraktığı ağır yüklerden kurtulmanın yollarını gözetleyenler bir yıl daha beklentilerine ulaşamadı.
ilaveten, dünya toplumlarının acil çözüm bekleyen sıkıntıları daha da ağırlaştı.
Verilen sözler, sahte insan haklarından yana tavırlar sahteliğini devam ettirince savaşların, iç çatışmaların varlığı etkisini daha da kötüleştirdi.
Onbinler, yüzbinlerin eveleri başlarına yıkıldı, çocuklarını, yakınlarını, anne babalarını yitirdi, vatanlarını terk ederek göç etmek zorunda kaldılar.
Bu savaş, terör ve ülke içi ihtilafların yanında tabii afetler, açlık, susuzluk da insan topluklarını vurmaya devam etti.
Bir yıl önce işe başlayan Birleşmiş Milletlerin Genel Sekreteri görevi devir alırken kendi ifadesiyle, “2017 yılının barış içinde olması için ricada” bulunduğunu hatırlatıyor.
Aradan bir yıl geçtikten sonra yeni yıl mesajında hayal kırıklığına uğradığı anlaşılıyor.
Bir bakıma BM’nin de insanlığın içine düşürüldüğü olumsuz gelişmeler  karşısında çaresiz kaldığını ima ediyor.
“Ne yazık ki temel konularda dünya tersine döndü. Bu sene artık ricada bulunmuyorum. Bir ikazda bulunuyorum, dünyamız kırmızı bir alarmla karşı karşıya bulunuyor. İhtilaflar daha da derinleşti ve yeni tehlikeler ortaya çıktı. Soğuk Savaş döneminden beri nükleer silahlar hakkındaki küresel endişeler en yüksek seviyesinde bulunuyor,” BM Genel Sekreteri Antonio Guterres küresel tehlikelerle bizzat yakından irtibatlı olduğu için haklı endişelerini yeni yıl mesajıyla dile getiriyor.
Diğer endişeleri ise; iklim değişikliğinin daha hızlı hareket ettiği, haksızlığın büyüdüğü, insan haklarının korkunç derecede ihlallere uğradığı, milliyetçilik ve yabancı düşmanlığının yükselişe geçtiği yönünde.
bu arada ihtilaflarda uzlaşmanın sağlanacağı, nefret suçunun üstesinden gelineceği ve değerlerin paylaşılacağını savunuyor.
Bu insani sıkıntıların üstesinden gelinmesi ise birliğe ihtiyaç olduğunu hatırlatıyor.
Guterres, dünyaya huzur ve güvenin getirilmesi için kurulmuş olan BM’nin artık bu insani görevini yerine getiremediğinin feryadını da anlatmaya çalışıyor.
Çünkü BM’nin mevcut yapısı dünyanın bu ağır sorunlarına çare bulacağına iyice ağırlaştırıyor.
Küresel sıkıntıların büyük bir bölümünü, ağırlığını İslam ülkeleri çekiyor, yaşıyor.
Daha gerçekçi bir teşhisle, bir kısım İslam ülkeleri bu insani açıdan ağır problemlerin oluşması ve kalıcı olması için sömürü dünyası tarafından kurban seçilmiş görünüyor.
Çare BM’den önce bu ülkelerin birlik içinde hareket etmesine bağlı.
Son Kudüs meselesinde İslam ülkeleri büyük bir dayanışma gösterdi, bunun devamı diğer temel konularda da sürdürülürse 2018 yılında insanlık adına kayda değer olumlu gelişmeler görülebilir.

Bu samimi manada insanlık, hak ve adaletten yana olan temenni…