16 Şubat 2013 Cumartesi

Otomotivin gelecek eğilimi



Dünyada olduğu gibi, ülkemizde de otomotiv sanayi yatırım, istihdam, üretim ve ihracat ekseninde ülkemiz ekonomisinin lokomotifi konumunda.
Otomotiv sanayindeki küresel gelişmeler sürekli olarak çok kapsamlı bir anlayışla geniş bir yelpazede devam ediyor.
Fosil yakıtların saldığı co2 emisyonlarının çevreye ve tabii kaynaklara vermiş olduğu zararları aşağı çekmek için gerek bilimsel ve gerekse mevzuat yönünden sürekli çalışmalar, yeni hedefler, yeni düzenlemeler yapılıyor.
Artan petrol fiyatlarının getirmiş olduğu maliyeti düşürecek teknolojileri devreye almak için araştırma ve geliştirme çalışmaları küresel olarak hız kesmeden devam ediyor.
Ülkemizde sektörün üzerine düşeni yapmak ve hedeflerine ulaşmak açısından yeni teşvik yasasında yapılan değişiklikler sektör için önemli bir avantaj olarak kabul ediliyor.
Bu vesileyle sektör, 5. bölge için verilen teşviklerden yararlanmış olacak; bu düzenlemenin 2023 için belirlenen ihracat hedefinin gerçekleştirmesinde kayda değer katkı sağlayacağı bekleniyor.
İhracat hedeflerini gerçekleştirmek için aynı zamanda yeni yatırımlara ihtiyaç duyulduğu mevcut bir milyonun biraz üzerinde olan yıllık üretim rakamının 3 - 4 milyon civarında bir rakama ulaşması, hedefi tutturmak açısından önemli görülüyor.
Ancak yapılacak yatırımların dünya gerçekleriyle örtüşür olmasını gözden uzak tutmamak gerek. Sürekli olarak gelişen, değişen sektördeki teknolojik yenilikler pazarın beklentilerine göre şekillenmek zorunda olduğu kadar rekabetçi de olması gerekiyor.
Şartlar kullanılan teknolojinin gerek yakıt tasarrufu ve gerekse bırakacağı ayak izi açısından mümkün olduğu kadar dünya standartlarıyla uyumluluğu da önemli...
Bu doğrultuda son yıllarda dünya çapında hibrid ve elektrikli araçların miktarı oran olarak şimdilik az olsa da, gelişen ve değişen şartların bir gereği olarak giderek artan bir oranda pazara girmiş olacak.
Elektrikli araçların şimdilik satın alma maliyeti yüksek, fakat yakıt masrafı çok düşük. Yüzlerce kilometreyi 5-6 liralık bir masrafla kat edebiliyor. En iyi taraflarından biri de sıfır emisyona sahip olması…
Doğal gaz zengini olan ülkelerde ise şehir içi taşımacılığın LPG ile çalışan otobüslerle yapılacağına yönelik görüşler var. Ucuz oluşu ve çevreye duyarlılığı sayesinde bazı Orta Asya ülkelerinde önümüzdeki yıllarda artması beklenebilir.
Doğal gaz zengini olan Türk cumhuriyetleri bu bakımdan şanslı. Bu durum aynı zamanda sektöre bu ülkelerle ortak yatırım yapma imkânı da sağlayabilir.
Şehir içi taşımacılıkta bir diğer alternatif elektrikle çalışan toplu taşıma vasıtalarının giderek devreye girmesi şeklinde…
Sektörün gelişmeleri takip etmesi ve bu doğrultuda yatırımlarını şekillendirmesi hedeflerini tutturmasında yardımcı olacağı gibi, rekabetçi özelliğini de geliştirmiş olacak. Şüphesiz sektör yetkilileri otomotiv sektöründe yaşanan değişimi, pazar trendlerini göz önünde bulunduruyordur.


Otomotivin gelecek eğilimi



Dünyada olduğu gibi, ülkemizde de otomotiv sanayi yatırım, istihdam, üretim ve ihracat ekseninde ülkemiz ekonomisinin lokomotifi konumunda.
Otomotiv sanayindeki küresel gelişmeler sürekli olarak çok kapsamlı bir anlayışla geniş bir yelpazede devam ediyor.
Fosil yakıtların saldığı co2 emisyonlarının çevreye ve tabii kaynaklara vermiş olduğu zararları aşağı çekmek için gerek bilimsel ve gerekse mevzuat yönünden sürekli çalışmalar, yeni hedefler, yeni düzenlemeler yapılıyor.
Artan petrol fiyatlarının getirmiş olduğu maliyeti düşürecek teknolojileri devreye almak için araştırma ve geliştirme çalışmaları küresel olarak hız kesmeden devam ediyor.
Ülkemizde sektörün üzerine düşeni yapmak ve hedeflerine ulaşmak açısından yeni teşvik yasasında yapılan değişiklikler sektör için önemli bir avantaj olarak kabul ediliyor.
Bu vesileyle sektör, 5. bölge için verilen teşviklerden yararlanmış olacak; bu düzenlemenin 2023 için belirlenen ihracat hedefinin gerçekleştirmesinde kayda değer katkı sağlayacağı bekleniyor.
İhracat hedeflerini gerçekleştirmek için aynı zamanda yeni yatırımlara ihtiyaç duyulduğu mevcut bir milyonun biraz üzerinde olan yıllık üretim rakamının 3 - 4 milyon civarında bir rakama ulaşması, hedefi tutturmak açısından önemli görülüyor.
Ancak yapılacak yatırımların dünya gerçekleriyle örtüşür olmasını gözden uzak tutmamak gerek. Sürekli olarak gelişen, değişen sektördeki teknolojik yenilikler pazarın beklentilerine göre şekillenmek zorunda olduğu kadar rekabetçi de olması gerekiyor.
Şartlar kullanılan teknolojinin gerek yakıt tasarrufu ve gerekse bırakacağı ayak izi açısından mümkün olduğu kadar dünya standartlarıyla uyumluluğu da önemli...
Bu doğrultuda son yıllarda dünya çapında hibrid ve elektrikli araçların miktarı oran olarak şimdilik az olsa da, gelişen ve değişen şartların bir gereği olarak giderek artan bir oranda pazara girmiş olacak.
Elektrikli araçların şimdilik satın alma maliyeti yüksek, fakat yakıt masrafı çok düşük. Yüzlerce kilometreyi 5-6 liralık bir masrafla kat edebiliyor. En iyi taraflarından biri de sıfır emisyona sahip olması…
Doğal gaz zengini olan ülkelerde ise şehir içi taşımacılığın LPG ile çalışan otobüslerle yapılacağına yönelik görüşler var. Ucuz oluşu ve çevreye duyarlılığı sayesinde bazı Orta Asya ülkelerinde önümüzdeki yıllarda artması beklenebilir.
Doğal gaz zengini olan Türk cumhuriyetleri bu bakımdan şanslı. Bu durum aynı zamanda sektöre bu ülkelerle ortak yatırım yapma imkânı da sağlayabilir.
Şehir içi taşımacılıkta bir diğer alternatif elektrikle çalışan toplu taşıma vasıtalarının giderek devreye girmesi şeklinde…
Sektörün gelişmeleri takip etmesi ve bu doğrultuda yatırımlarını şekillendirmesi hedeflerini tutturmasında yardımcı olacağı gibi, rekabetçi özelliğini de geliştirmiş olacak. Şüphesiz sektör yetkilileri otomotiv sektöründe yaşanan değişimi, pazar trendlerini göz önünde bulunduruyordur.


14 Şubat 2013 Perşembe

Mobbing


 
İngilizce bir kelime. Daha doğrusu kökeni Latinceden alınmış. Mana olarak, istenmeyen kişi ya da kişilere topluca baskı uygulayarak bezdirmek, pes ettirmek. Kullandığı araçlar ise baskı, saldırı ve temel hakları ihlal etmekten oluşuyor.

Bir başka deyişle bir çeşit psikolojik terör uygulamak. Sözlük manası; "psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek. Gücü elinde bulunduran kişi veya grubun, istenmeyen kişiye elinde tuttuğu gücü kullanarak uzun süreli sistematik baskı uygulaması" şeklinde açıklanıyor.

İşin fiiliyatı hak ve hukuk tecavüzüne girmesi, yapılan işin yasa dışı bir eylem olduğunu gösteriyor. Mobbing tarifine göre, bu işin yapılması için önce bir ön hazırlık yapılması gerekiyor, yani bir organizasyon hareketini gerektiriyor.

Baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya çeşitli şekillerde sıkıntı verme hak ve hukuk ihlallerine yol açıyor. Bu nedenle ‘mobbing’ konusu sosyoloji ve hukuk başta olmak üzere üzerinde çalışılan bir konu haline gelmiş.

Ülkemizde bu tür olayların yaşanması ve buna çözüm bulmak nedeniyle bir dernek kurulmuş ‘Mobbing ile Mücadele Derneği’. Dernek kuruluş amacını ise şu şekilde açıklıyor, “Bu dernek, temel olarak insan haklarını korumak ve kollamak amacıyla kurulmuştur. Sebep ne olursa olsun yeryüzünde yaşayan hiçbir insanın bir diğerine psikolojik baskı uygulamaya, eziyet etmeye, dışlamaya, hakaret etmeye, iftira etmeye, haklarını gasp etmeye, kişisel çıkarları için maddi ve manevi bir takım yaptırımlar uygulamaya hakkı yoktur. Bu dernek, okulda, mahallede, köyde, ailede, işyerinde, vb herkesin huzur içinde yasayabilmesi için gereken bir takım gerçekleri ve erdemleri hatırlatmak ve farkındalık oluşturmak; "Mağdur" durumuna düşen insanlara haklarını hatırlatmak, tavsiyelerde bulunmak ve yol göstermek gibi amaçları ilke edinmiştir.”

Psikolojik taciz kanunla yasaklanmış. İşin içinde insan hayatı var; insanın huzuruna, hayatına ve diğer haklarının gaspı var. Durum böyle olunca konu hukuki bir boyut kazanıyor.

Mobbing fiiliyat olarak yeni var olan bir şey değil; ancak kavram olarak ve bilimsel olarak yeni ele alınmış görünüyor. Ülkemizde de, kelime karşılığı olan ve bilinen bir fiil. Aynı zamanda bizim değer yargılarımıza çok ters düşen bir eylem.

Ülkemiz 100’de yüze yakın bir çoğunlukla Müslüman bir ülke. İslamiyet’in en temel kurallarından bir de insan haklarına çok önem vermesidir. Müslüman bir toplum olarak gerek insanlığın sahip çıktığı ve gerekse de İslam dininin çok önem verdiği bir hususta boşluk oluşması, değer yargılarımızın zaman içinde erozyona uğramasından, uğratılmasından ileri geliyor…

Sahip olduğumuz değerler manzumesinde insan her zaman ön planda tutulmuş ve tutulmaktadır.

Bu yola başvuranların çoğunda, “boş ver, nemelazımcılık anlayışı yanında perde arkasında yapılan baskıların varlığı; dahası sahip olduğumuz değerler silsilesinin istismarını akla getiriyor. İşin içine bir de menfaat girince günümüz dünyasında mobbing ne yazık ki cazip hala getirilmiş oluyor. Ahlak bilgisi yeterli ve sağlam olmayınca, insanları kötüye kullanmak ve yönlendirmek maalesef kolaylaşıyor.

Çözüm ise elbette eğitim. Eğitim çok kapsamlı bir konu olmasına rağmen, bu hususta önde gelen ise ahlak bilgisine ağırlık verilmesi. Toplumları, kurumları ayakta tutan hayati bir konu… Ailede başlayan ahlak bilgisi okulda ve daha sonrada görev yapılan kurumlarda devam etmekte. Çünkü bu konu aynı zamanda kurumsallığın da bir gereği…

13 Şubat 2013 Çarşamba

“Biz size ne yaptık”


 

 

 
İsrail ordusu Filistinlilere ait evleri yıkmış. Bu da bir “İsrail Klasiği”…

Her konuda kendini ruhsatlı gören İsrail devleti gerekçe olarak da evlerin ruhsatsız oluşunu göstermiş.

Bu tutumuyla İsrail “Merdi kipti şecaat arz ederken sirkatin söyler” özdeyişini hatırlatıyor.

Altmış yılı aşan bir süredir Filistinlilere karşı her türlü hukuksuzluk ve haksızlığı yaparak, toprağını elinden alarak, canlarına kıyarak hiçbir hak tanımayan İsrail Filistinlileri ruhsatsız ev yapmakla suçluyor. İzan ve insaf sahibi biri çıkıp da, İsrail devletinin hangi işinin ruhsatlı olduğunu söyleyebilir?

Çünkü İsrail devleti için hak ve hukuk sadece ona aittir.

Arkasına aldığı güçlerle başkasına hak tanıma erdemini ve hukukunu göstermemektedir.

Ne uluslararası hukuku ve ne de temel insan haklarını tanıma gibi bir yükümlülüğünü kendinde göremiyor.

Aklına ne eserse onu yapma cüretini hiç çekinmeden de gösteriyor.

Bu güne kadar Filistin toprakları içinde at oynatmaya devam ediyor.

İstediği katliamı, istediği işgali yaptı, yapıyor.

Biliyor ki kimsenin gıkı çıkmayacak!

Ne Birleşmiş Milletlerin kararına, ne uluslararası yasalara uyduğu yok.

Hiçbir uluslararası kuruluşta bu hususta ciddi bir şekilde uyarıda bulunmuyor.

Üstünkörü bir kınama yapmakla yetiniyor.

Bu devlet yıllardır Filistinlilerin evlerini, bağ ve bahçelerini yıkarak kendi insanlarına yerleşim yerleri kuruyor. Bunu yaparken “bana nasıl olsa kimse ruhsatın var mı diye sormaz ve sorama cüretini gösteremez” diyor.

Filistinliler ise kendi topraklarında en tabii insan hakkı olan yaşama haklarına sahip olamıyorlar.

Eğer bu temel ihlalleler birilerine dokunmuyorsa, bu insani değerlerin ihlali kâğıt üzerinde kalmaktan öteye geçmiyor.

Uluslararası hukuk ve uluslararası ortak değerleri sadece İsrail devleti değil, onun bu değerleri ihlal etmesine göz yumanlar da dolaylı olarak ihlal eylemine ortak olmuş oluyorlar.

Sürekli olarak Filistinlilere ve Müslümanların kutsal değerlerine saldırırken kendisini hep masum gösterme maharetini ve rolünü çok iyi oynuyor. Bütün dünyaya da bu sahte masumiyetini kabul ettiriyor.

“Bu masumiyet maskesi arakasında hep saldırgan olacağım, istediğimi yapacağım, karşı tarafı da dünyaya terörist ilan edeceğim” anlayışını arkasına aldığı güçler sayesinde sürdürüyor.

Mescidi Aksa’nın hemen bitişiğinde yıkım yaparak sinagog yapacağı söyleniyor.

Basından takip ettiğimiz kadarıyla Müslümanların bu mukaddes mekânında yıkım işlemini sürdürüyor. Buranın Müslümanların kutsal mekânı olmasının yanında, bir tarihi değeri var uluslar arası toplum ve ilgili kurumlar buna da mı sahip çıkamıyorlar.

“Sana bu ruhsatı kim verdi, bu izni kimden aldın” diye soran yok.

Uluslararası toplum ve bunun önde gelen ülkeleri insan hakları ve barışı ağzından düşürmezken, sürekli insan hakları ihlalleri yapan ve barış karşıtı fiillerde bulunan bu devlete ses çıkarmayıp sürekli göz yumarlarsa, bu tutum bunların barış konusunda samimi olmadıklarının açık bir işareti olmaz mı?

Evi yıkılan çocuk, “Biz size ne yaptık” diyerek feryat ediyor; fakat çocuk hakları ve insan hakları savunucuları duymaz! Çünkü kulakları tıkalı, vicdanları kararmış

 

11 Şubat 2013 Pazartesi

Fossil fuels keep throne


 



Energy is one of the key components for human beings. It is regarded as a lifeblood of the global economy.

The mostly used energy types are fossil energy resources.

Nevertheless, today’s economic activities are primarily obliged to renewable energy types.

Yet presently renewable energy types are not enough to meet increasingly growing needs.

As known traditional energy type especially fossil ones have been extremely harmful regarding high CO2 emissions.

In order to alleviate the detrimental effects of fossil energy use, renewable energy resources are seen indispensable in the scope of greener economy.

Despite all harmful effects against environment and sustainable development, fossil fuels are keeping its pivotal role in energy supply across the world.

Ranging at the top in energy consumption, oil seemingly would maintain its monarchy in energy sector for years.

It is commented, at least, oil will remain dominant fossil energy resource of the developed and developing world for this decade.

While fossil energy basically crude oil featuring most harmful, but its cost is also high.

Fluctuations in oil prices would stay as sword of Damocles on economies from time to time.   

High oil prices would lead to bad things for the global economy, and save oil producing nations, as for low oil prices the reverse.

According to a research, its 150-year average price (1861 – 2011) of about $25 per barrel, for this reason current crude oil is not seen cheap.

Oil prices are not simply evaluated a supply and demand equation.

If it would be like that, oil would be selling for $50 or even $40 per barrel. The question is why then has the price of oil remained at such high levels? The geopolitical risk is shown as a reason.  

Ongoing civil unrest in the Middle East (Syria, Egypt) near major oil producing nations, has placed a geopolitical risk premium on the price of oil, adding $10-15 per barrel to oil’s price. In addition, supply disruptions in some oil producing countries, also U.S./E.U. sanctions imposed on oil producer Iran due to its nuclear program, as well as unstable conditions in Iraq for years.

Secondly, oil is not regarded just an energy form; it is also evaluated an alternative investment, for institutional investors such as hedge funds, investment funds and other high net worth investors.

Frustrated by the inadequate returns in the stock and bond markets, institutional investors have bid-up the price of commodities and one of their favorite commodities is oil.

Thereby, the two major reasons as geopolitical risk and alternative investment why oil prices are so high today.

As for the price in 2013, OPEC basket averaged $109.45 barrel in 2012 and $1.99 over the previous year.

Goldman Sachs and Morgan Stanley forecast global oil benchmark Brent will average $110 in 2013, while some other analysts think the price would average more than $115.

According to another guess, the oil price would average $80.

The EIA expects global consumption to rise by nearly 1 mb/d in 2013, while OPEC production rises 0.65 mb/d and non-OPEC production rises by 1,3 mb/d.

OPEC’s latest World Oil Outlook says energy demand increases by 54 percent over the period 2010 – to – 2035 and fossil fuel which currently account for 87 percent of energy demand will still make up 82 percent of the global total by 2035.  

Some other expectations for oil are that; comparatively cheap, abundant natural gas is displacing oil; meanwhile new drilling technologies would increase oil’s supply from areas previously as unfeasible for oil production.

In line with these forecasts and analyses, dazzling technological innovations could cause new energy resources to enter into force. In spite of everything, fossil fuels maintain their throne for decades.

 

 

 

 

10 Şubat 2013 Pazar

İslam dünyasında fetret devri

Kurum ve kuralların tam olarak tesis edilemediği, yönetim şeklinin şeffaf bir şekilde oluşturulamadığı İslam ülkelerinin bir kısmında huzur, güven ve istikrar ne yazık ki oluşturulamıyor.
Kırılgan ve hassas yapı kendini ufak bir sarsıntıda hemen öne çıkarıyor.
Özellikle siyasal değişimin baş gösterdiği Arap baharı diye nitelendirilen söz konusu süreçte tam manasıyla demokratik rejimin oturmadığı ülkelerde değişimin artçı sarsıntıları etkisini sürdürüyor.
Bu durum; daha henüz yeni döneme uyum sağlayamamak, demokratik rejime yönelik kurumların tam olarak devreye girmemesi, yönetim boşluğu, kanun boşluğu, yönetimdeki dirayetsizlilik ve acemilik; yeni döneme alışamama ve söz konusu ülkelerin insanlarının çok çabuk galeyana gelme eğilimleri ve daha başka sebeplerden dolayı bu ülkeler bir türlü sükûnet, huzur ve istikrar bulamıyorlar.
Bir başka önemli etken ise belki de tahakküm kurmak isteyen dış güçler bu ülkelerin istikrara yelken açmalarına engel oluşturuyor.
İstenmeyen ve beklenmedik olaylar karşısında olması gereken birlik, beraberlik anlayışı içinde bir olgunluk göstermek yerine, yangına körükle gitme yanlışlığının kendilerine vereceği zararın büyüklüğünü düşünememeleri, bu ülkeler ve insanlarının huzur ve sükûna kavuşmalara engel oluşturuyor.
Karşılıklı olarak fedakârlık duygusundan yoksun olarak, bir türlü millet ve devlet olmanın ortak paydasında bir araya gelemiyor ve piyon rolüne yönlendirilmeyi mi tercih ediyorlar?
Tunus muhalefet liderinin öldürülmesi açıkça ülkede kaos oluşturmak isteyenlerin bir oyunu gibi görünüyor.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki siyasi değişimin ilk ayağı olan Tunus’ta olaylar kısa sürmüş fazla kargaşa yaşanmadan seçimler yapılarak bugüne gelinmişti.
Ülkede genel olarak sakin bir hava kendini gösteriyordu… Bu sükûnetten rahatsız olanlar oldu herhalde!
Bölgenin bir başka değişim yaşan ülkesi olan Mısır’da ise seçimlerin olmasına rağmen ortalık durulma bilmedi. Mısır Demokratik düzene geçiş sürecinde bazı aksaklıkların var olduğu görüntüsünü veriyor.
Gerek halk ve gerekse yönetim karşılıklı olarak güven eksiliği yaşıyor sanki.
Libya’da şimdilik bir olumsuz durum görünmüyor, temennimiz dönüşüm sürecinin aksaklığa uğramadan tamamlanması.
Yakın komşumuz Irak’ın on senedir durumu belli, hemen hemen her gün bombalı saldırılarda onlarca insan hayatını kaybediyor.
Irak yönetimi sahip olduğu dar görüş kıskacından kurtulamıyor. Bu anlayışı meselelere geniş açıdan bakmasına engel teşkil ediyor.
Suriye’nin durumu ise bilindiği gibi içler acısı…
Uluslararası toplumun duyarsız ve ilgisiz kalışı her gün yüzlerce masum insanın ölümüne neden oluyor.
Rusya ve İran’ın bu ülke üzerindeki çıkar hesapları insanlık adına bir utanç tablosu oluşturuyor.
Afrika’daki Müslüman ülkelerin çilesi zaten hiç bitmiyor, çilenin biri bitmeden bir diğeri başlıyor.
Afganistan ve Pakistan bombalı saldırı ve patlamaların yaşandığı, ve özellikle Afganistan 30 yılı aşan bir süredir asimilasyondan tutunda zulmün her türünü yaşıyor.
Söz konusu İslam ülkelerinde yaşanan bu acıklı durum bir fetret dönemini andırıyor. Bu üzücü durumun birkaç sebebi olabilir; biri dirayetli ve adil yönetimlerin kurulamaması, bir diğeri de İslam ülkeleri arasında bu ülkeleri toparlayacak, karşılıklı güven esasına dayalı samimi ve fonksiyonel bir birliğin kurulamamış olması da bugün için İslam âleminin içine düştüğü bu acıklı tablonun oluştuğunu gösteriyor.