29 Haziran 2016 Çarşamba

Uncertainty continues in oil prices



Having a crucial role regarded as an engine in the global economy in developments of the countries, the oil prices uphold its fluctuation mode since the last two years.
On the one hand ups and downs in crude oil prices and uncertainties seemingly will continue, on the other hand this situation urges the world economies to remain vigilant.
The fluctuations in oil prices are similar with the global growth which has not found stabilization and wanted growth rate since the global economic crisis happened 8 years ago because of being a crucial component.
Meanwhile, the countries predominantly depend on oil production in their economic activities should make structural reforms in order to adapt to this situation. 
Situation is also not convenient to produce more oil in MENA countries which characterizes the oil production region with regard to conflicts, skirmishes, strife and terror.
Regarding this which refers to lesser oil supply than the current condition, the crude oil prices plunged drastically.
Some countries such as Iraq and Libya in this region potentially have noteworthy crude oil production capacity also Iran can be added to this category regarding removal of the sanctions. When the unsuitable conditions reach recovery in MENA countries, oil supply might be higher than the current amount.
As known in the last two years the crude oil prices pursued a downward trend and dropped up to $26 a barrel in February from over $100 a barrel in June 2014.
After seeing that price, the oil prices neared 2016 highs in May in line with supply disruptions and output cuts. Brent crude futures traded at $49.31 per barrel.
Late May the price of oil has gone above $50 a barrel for the first time in 2016. In this, wildfires in the western provinces in Canada as well as falling of oil inventories and the supply disruption are shown the reason for rising of the oil prices.
According to the analysts, oil prices would hit $50 a barrel in the second half of 2016 and $60 by the end of 2017.
Another view predicts that the prices would be between $50 and $55 a barrel in 2017, however for the possible price rises would urge the additional rigs to be installed to rise crude oil output when it exceed $50 a barrel.
For Brent oil price, $50 a barrel is regraded a psychological barrier and can rise over that and also it would not be a sustainable increase above $50 a barrel.
In conclusion, following declination since June 2014, from over $100 a barrel to under $30 a barrel, the oil price might be passing towards upward trend. Expectation for the end of the year, oil price would hit $60 per barrel. According to the forecasts for the upcoming years, the oil price would increases by $80 a barrel in 2017, $75 a barrel in 2018 and $70 a barrel in 2019.
These predictions indicate that uncertainty in the oil price that will continue depending on the other global developments in the upcoming years. 




26 Haziran 2016 Pazar

AB’nin tarihi perspektifi


 

İngiltere’nin uzun zamandır konuşulan birlikten ayrılma kararı gerek birlikte ve gerekse dünyada deprem etkisi yaptı.
Kuruluşuna baktığımızda, Avrupa’nın kurulduğu tarihte içinde bulunduğu şartların oluşturduğu topluluktu.

Maksadı komşu ülkeler arasında sıkça oluşan ve İkinci Dünya savaşında zirveye ulaşan kanlı savaşları sonlandırmaktı.

1950 yılında Avrupa Kömür ve Çelik Birliği, kalıcı bir yapı sağlamak için Avrupa ülkelerini ekonomik ve politik olarak birleştirmeye başladı.

Altı kurucu ülke Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda oldu.

1950’li yıllar aynı zamanda doğu ve batı arasında soğuk savaşın etkisinin hakim olduğu yıllardı.

1956 yılında Macaristan’da komünist rejime karşı yapılan protesto Sovyet tankları ile bastırıldı, kızıl ordu 1968 yılında da Çekoslovakya'yı işgal etti.

1957 yılında Roma Anlaşması Avrupa Ekonomik Topluluğunu veya Ortak Pazarın kurulmasını oluşturdu.

Birliğin 1960’lı yılları ise ekonomi adına iyi bir dönem olarak değerlendiriliyor.

Bunun bir göstergesi olarak o yıllarda topluluk dışarıdan işgücü ithal etmeye başlamış, ülkemizden de Avrupa ülkelerine insan gücü akınının başlangıcı olmuştu.

Bu arada AB ülkeleri gümrük vergisini durduruyor.

Bu ülkeler gıda üretimi üzerinde ortak kontrolde anlaşıyorlar, öyle ki herkese için yeterince bulunuyor, hatta fazla tarım üretimi oluyor.

Mayıs 1968 yılında Paris’te öğrenci ayaklanması vuku buluyor. Bu nesil ‘68 Nesli’ olarak adlandırılıyor.

1970-1979 yılları topluluk büyümesi ve genişleme yıllarına sahne oluyor.

Bu dönemde Danimarka, İrlanda ve İngiltere 1 Ocak 1973 tarihinde birliğe katılıyor, üye sayısı dokuza yükseliyor. 

Ekim 1973 yılındaki Arap İsrail savaşı enerji kriziyle sonuçlanıyor ve Avrupa’da ekonomik krizler başlıyor.

1974 yılında Salazar rejimi Portekiz’de ve İspanya’da 1975 yılında ise General Franko’nun ölümüyle son diktatörlükler devriliyor.

Bu dönemde  Avrupa parlamentosu AB ilişkilerinde etkisini artırıyor ve 1979 yılında kendi üyelerini doğrudan seçiyor.

1970’lerde kirliliğe karşı mücadele yoğunlaşıyor.

AB çevre korumayı benimsiyor ve ilk defa olarak ‘kirleten öder’ nosyonunu uyguluyor.

1980 yılında Sovyet bloğunun ilk işçi sendikası Lech Walesa tarafından kuruluyor, aynı yılın yazında Polonya'da Gdansk tersanesinde grev başlıyor.

1981 yılında Yunanistan birliğin onuncu üyesi oluyor. Beş yıl sonra İspanya ve Portekiz’in üyeliği geliyor.

1986 yılında ‘Tek Avrupa Senedi’ imzalanıyor, böylece ‘Tek Pazar’ oluşuyor, böylece üye ülkelerde serbest ticaret akışı başlıyor.

9 kasım 1989 tarihi ise büyük politik değişime sahne oluyor Berlin Duvarı yıkılıyor ve Doğu ve Batı Almanya arasında sınırlar açılıyor ve ekim 1990 yılında birleşiyor.

Orta ve doğu Avrupa’da komünizmin çökmesi ile Avrupalılar daha yakın komşular oluyor.

1993 yılında Tek Pazar malların, hizmetlerin, insanların ve paranın serbest dolaşımı ile tamamlanıyor.

1993 yılında tek Avrupa para birimini kapsayan Maastricht Anlaşması ve 1999 yılında demokrasi ve hakları kapsayan Amsterdam anlaşması yapılıyor.

1995’te Avusturya, Finlandiya ve İsveç birliğe dâhil oluyor.

Lüksemburg’da küçük bir köy olan ‘Schengen’ anlaşması pasaportsuz dolaşımı sağlıyor.

Bu anlaşmayla milyonlarca insan AB’nin diğer ülkelerinde çalışma imkânına kavuşuyor.

2000 yılında AB yeni bir kur benimsiyor.

2004 yılında 10 ülke birliğe katılıyor. Bulgaristan ve Romanya ise 2007 yılında dâhil oluyor.

Eylül 2008 yılında dünyayı küresel ekonomik kriz vuruyor.

Küresel ekonomik kriz Avrupa’yı sert vuruyor.

Birlik 2010 yılından itibaren zorlu bir on yıla girmiş oluyor.

2012 yılında ise AB’ye aslında hak etmediği Nobel Barış Ödülü veriliyor.

2013 yılında birliğin son üyesi Hırvatistan oluyor…

Şimdi gelinen noktada ise İngiltere’nin Avrupa Birliğini terk etme kararının politik, ekonomik ve mali piyasalarda şok etkisi oluşturduğun görüyoruz.

Bu aynı zamanda birliğin çözülme sürecinin başlangıcı şeklinde yorumlanıyor.

19 Haziran 2016 Pazar

Otomotivin hızlı dönüşümü


 
 

Dünyanın içinde bulunduğu şartlar gereği bazı sektörler çok hızlı bir değişim içinde bulunuyor. Küreselleşen dünya bu şartları hazırlıyor.

Mevcut duruma göre oran olarak çok az görünmesine rağmen bu değişimin birkaç yıl içinde çığ gibi büyüyeceğinin açıklamaları yapılıyor.

Bu sektörlerin önde geleni ise otomotiv sektörü…

Artan şehirleşme oranı aynı zamanda otomotiv sektörünü de körüklüyor.

Mevcut duruma göre dünya nüfusunun %50’den fazlası şehirlerde yaşıyor.

Gelecek on yıllarda bu oranın %60’lara ulaşacağı yönünde tahminler yapılıyor.

Bu aynı zamanda hali hazırda dünyanın bazı büyük şehirlerinde oluşan kirlilik oranının giderek artmasına yol açacağına işaret ediyor.

Günümüzde çevre kirliliğinin korkutucu boyutlara ulaşmış olması gelecek on yıllarda artan şehirleşme ve nüfus oranıyla daha da kötüleşeceğinin işareti olarak algılanıyor.

Bu gidişatı durdurmak ve hatta mevcut çevresel değerleri aşağılara çekmek için uluslar arası ölçekte önemli çalışmalar yapılıyor.

İklim değişikliğinin sıcaklık artışlarına ve deniz suyu seviyesinin yükselmesine neden olacağı dolayısıyla sera gazı emisyonlarına neden olan CO2 miktarının azaltılması gerekiyor.

Sera gazı emisyonlarının en büyük payı fosil yakıtlardan ileri geliyor.

Bu yakıt türünü de en fazla kullanan sektör günümüzde ulaşım sektörü.

Dolayısıyla bu sektör hızlı bir değişim içine girmiş bulunuyor.

Hemen hemen her kategoride otomotiv sektörü bir arayış ve dönüşüm içinde bulunuyor.

Sektörden kaynaklanan sera gazı emisyonlarını azaltmak, hatta sıfıra düşürmek için bazı ülkeler şimdiden gerekli tedbirleri almaya başlamış, önümüzdeki yıllarda belli bir tarihten sonra büyükşehirlerde fosil yakıtlı araç kullanılmaması kararı alınmış.

Hava kirliliğinin hayati tehlike arz ettiği Çin’in bazı şehirleri toplu ulaşımda kademeli olarak elektrikli otobüslere dönüşüyor.

Bu dönüşüm bazı Avrupa ve Amerika şehirlerinde de var.

Toplu taşımada olduğu gibi sıfır emisyonlu araçlar otomobillerde ve diğer deniz ve hava ulaşım araçlarında da sıfır olmasa bile daha düşük emisyonlu CNG, doğal gaz gibi yakıtların kullanımı öngörülüyor.

Bu hızlı ve kapsamlı dönüşüm çalışmaları şu an kullanılmakta olan teknolojileri bir anda devre dışı bırakarak geleceğin temiz yakıt esaslı teknolojileri devreye alınacak.

Bu hususta yapılan açıklamaya göre, 2025 yılına kadar bütün satılan yeni araçların elektrikli olacağı, elektrikli araçların performansının çok hızlı geliştiği ve fiyatlarının çok hızlı düşeceği ifade ediliyor.

Dolaysıyla içten yanmalı motorlu araçların bununla rekabet edemeyecekleri iddia ediliyor.

Küresel olarak 2020 yılında 2,4 milyon adet elektrikli araç satılmış olacak, 2015 yılında satılan 348 bin adet elektrikli araçla karşılaştırıldığında...
2016 yılında ise toplam küresel araç satışı ise 91,54 milyon olarak bekleniyor.

Bütün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de otomotiv sektörü ekonominin lokomotifi konumunda.

Ülkemizde en fazla ihracat oranına sahip sektör.

Bu nedenle sektörde küresel olarak süren teknolojik dönüşüme ayak uydurmak ve hatta bir adım önde olmak için sektörün içinde bulunduğu hızlı dönüşümün göz ardı edilmemesi gerekiyor.

Hele ki sektörün ülkemizin 2023 ihracat hedefinde önemli bir paya sahip olması göz önüne alınırsa…

9 Haziran 2016 Perşembe

AB’nin yaklaşımı hariçten gazel okumaktır


 

 

Avrupa Parlamentosunun görüşü hariçten gazel okumaktan başka bir şey değil.

Dokunulmazlık kanununun onaylanması malum güruhun bildik hezeyanlarını depreştirdi.

Ülkemizin lehine alınacak kararlara karşı bunlardan başka bir şey beklemek de

saflıktan öteye geçmez.

Onların malum hayalleri ülkemizin bekasına yöneliktir.

Yine bu güruh o bildik söylemlerini kendi menfaatleri olduğu zaman gündeme getirirler.

Yani demokrasi, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü gibi söylemler kendilerinin menfaati varsa, muarızlarının da zararı olacaksa sahiplenirler.

Bunu yaparken de karşılarındakilerin bu değerlerin mana ve önemini bilmedikleri zehabına kapıldıklarını gösterirler.

Veya “biz ne dersek esas olan odur” yaklaşımını sergilerler.

Ancak geçmişte olan şenlikleri orada kaldı, eski Türkiye'de kaldı.

Her sözlerinin, her açıklamalarının bir kanun gibi karşılanacağı dönem geride kaldı.

Söz konusu olan insani değerlere olan inandırıcılıklarını çoktan yitirdiler.

Çifte standart yaklaşımlı çözüm önerileri güvenirliğini yitirmiş bulunuyor.

O sahip çıktıkları insani değerlere olan samimiyetsizlikleri artık çok iyi biliniyor.

O değerlere sahip çıksaydılar ve samimi olsaydılar bugün özellikle bölgemizde yaşanan insanlık dışı olaylara alabildiğince duyarsız kalmamış, şimdiye dek çoktan çözüm ortağı olmuşlardı.

Yıllardır akan kana dur der, mazlumların derdine derman olurlardı.

Eğer sahip çıktıkları değerlerde samimi olsalardı bu çokbilmiş güruh, demokratik yolla seçilmiş Mısır devlet başkanının askeri bir ihtilalle alınıp hapse atılarak ölüme terk edilmesine sessiz kalınmaz, göz yumulmazdı.

Darbe yanlısı olan, daha doğrusu sömürüye boyun eğen darbeyi yapan o ekipte demokratik yolla iş başına gelmiş birini alaşağı edemezdi, daha doğrusu o cesareti gösteremezdi.

Her fırsatta bu söylemleri sahiplenenlerin demokrasi anlayışı, hukukun üstünlüğü anlayışı nedir?

Mazlumların katledilmesi mi?

Yerlerinden edilmesi mi?

Evlerinin emperyalist güçlerle başlarına yıkılması mı?

Sığınacak bir yurt ararken açık denizlerde sulara gömülmesi mi?

Üzerlerine varil bombaları atanlara bir laf söylemeyip, zalimleri korumak mı?

Bu mantığa değer verecekler ancak ve ancak onlara piyon olanlardır.

Bu kararın AB-Türkiye ilişkilerine zarar vereceği de hiç inandırıcı değil.

Bu husustaki AB yaklaşımının sadece ve sadece bir oyalama taktiğinden başka bir şey olmadığı çok iyi anlaşılmıştır.  

Zaten bazı AB üyeleri Türkiye’nin birliğe giremeyeceğini zaman zaman dile getiriyor.

Ülkemizin bu tür açıklamalara karnının tok olduğu da biliniyor.

Ne zamanki Mısır’da, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Afganistan’da, Filistin’de ve daha birçok mazlum ülkede yaşanan insanlık dışı fiili durum ortadan kaldırılıp sözde değil, özde insani değerlerin tesisi için samimi bir ortak tavır alınırsa, o zaman söz konusu söylemlere olan samimiyet olunduğuna kanaat getirilir.