27 Nisan 2013 Cumartesi

Çok bilinmeyenli Suriye denklemi






Suriye ve Suriyeli mülteciler BM’nin sürekli gündeminde.
BM organları gerek Suriye’deki savaşı ve gerekse savaşın ağır faturasını ödemekte olan Suriyeli göçmenlerle sürekli inceleme yaparak raporlar yayınlıyor.
Son günlerde üzerinde ağırlıklı olarak durulan konu Suriye rejiminin kendi halkına karşı kimyasal silah kullandığı yönündeki iddialar.
İngiltere müdahale etmek için bu fiili kırmızıçizgi sayıyor.
Suriye yönetiminin kendi halkına karşı savaş suçu sayılan kimyasal silah kullandığına dair kuvvetli delilin olduğu savunuluyor.
Eğer bu iddia doğrulanırsa, İngiltere başbakanının açıklamasına göre kırmızıçizgi sayılan kimyasal silah kullanımından dolayı İngiltere ve müttefiklerinin Suriye yönetimine müdahale etme hakkı doğmuş olacak.
Cameron bu durumda askerlerini Suriye’ye göndereceğini düşünmediğini, fakat Suriye’de dehşet verici eylemlere de taviz verilmeyeceği sözünü vermiş açıklamasında.
Aynı zamanda ABD başkanı Obama’nın aynı şeyi söylediği, kimyasal silah kullanımının müdahalede bulunmaları için kırmızıçizgi sayılacağı açıklamasını daha önce yapmış.
Cameron aynı zamanda geçmişte Irak’a müdahalede Tony Blair’in kitle imha silahlarıyla ilgili düştüğü hataya düşmemek için acele etmeyeceklerini de ifade ediyor.
Kimyasal silah kullanımıyla ilgili Suriye’den örnekler alarak bilimsel araştırmaların yapıldığını, yeterli delile sahip olduklarında uluslar arası toplumun da desteğini alarak yeni bir durum belirleyeceklerini ifade ediyor.
Bu durumda Suriye’nin yanında yer alan Rusya, Iran ve Irak’ın tavrı ne olacağı sorusu gündeme geliyor.
Suriye’yi destekleyen bu ülkelerin kendilerine göre bir hesapları olmalı. Aynı şekilde kaygan bir zeminde bulunan Ortadoğu üzerinde diğer ülkelerin de bir hesabının var olduğu hatıra geliyor. Bu, yeni değil ama, kurtlar sofrasının kurulduğu zamanlarda daha çok gündem buluyor.
Suriye liderine gelince, Arap Baharı devrimini yaşayan diğer ülkelerin gerek insan kaybı ve gerekse fiziki yıkım açısından, Suriye kadar büyük zayiat vermedikleri gibi değişim süreci bu kadar uzun sürmedi, Suriyeliler çok acı çekti her bakımdan çok kayıp verdi.
Bu acıların ve kayıpların artışında zalim Suriye yönetimine desteğini sürdüren ülkelerin rolü büyük oldu.
Aynı zamanda uluslararası toplumun ilgisizliği ve işi sürüncemede bırakmaları da bu insanlık dramının boyutlarını artırdı.
Gelinen bu noktada Suriye’de yeni bir döneme gelindiğinin işareti veriliyor.
Suriye konusu sanki çok bilinmeyenli bir denkleme dönüşüyor.
Çözümü nasıl olacak, sorusu gündeme geliyor!
Esed’in sonu mu yaklaşıyor; önceki dikta liderlerinkine mi benzer, yoksa başka bir çözüm mü bulunur bunu zaman gösterecek. Fakat inatçı tavrı Esed’in akıbetinin öncekilere benzeyeceği ihtimalini artırıyor.
Esed’i destekleyenler bir noktadan sonra bu desteği çekmek zorunda kalabilir, Esed kendini boşlukta bulabilir.
O zaman düşeceği yere göre akıbet bulur herhalde...

24 Nisan 2013 Çarşamba

Dünya güvenliği 5 daimi üyenin elinde





Suriye’de katliam devam ediyor. 
BM Güvenlik konseyinin iki yılı aşan süredir savaş içinde olan Suriye’de devam eden iç savaşla ilgili problemi çözecek bir karar alamıyor veya almak istemiyor.
BM Güvenlik Konseyinin birincil amacı uluslararası barış ve güvenliği sağlamaktır, şeklinde açıklanıyor. Beşi daimi, onu geçici olmak üzere toplam 15 üyesi bulunuyor konseyin.
Ancak ferman beş daimi üyenin elinde bulunuyor. Yani dünyada yaşanan barış ve güvelikle ilgili olayların yol açacağı huzursuzlukların giderilmesi yönünde oybirliği karar alma yetkisini bu beş ülke uhdesinde bulunduruyor. Üyelerden birinin alınacak kararı veto etmesi halinde konseyden olumlu bir karar çıkmıyor.
Suriye’de iki yılı aşan bir süredir demokratik haklarını isteyen muhaliflerle dikta yönetim arasında savaş bütün acımasızlığı ile devam ediyor.
Bu savaşı durduracak bir kararın güvenlik konseyinden çıkmaması nedeniyle her gün onlarca masum insan hayatını kaybediyor.
Şehir harabe hale gelmiş. Dikta rejim elinde bulundurduğu ülkenin silahlı güçleri ve arkasına aldığı bazı ülkelerin desteği ile ülkeyi yakıp yıkıyor. UNESCO dünya mirası listesinde yüzlerce yıllık tarihi eserler, camiler bombalanarak yıkılıyor.
BM’nin son açıklamasına göre; Suriye’de 6,8 milyon insan muhtaç durumda, 4,25 milyon kişi ülke içinde yerlerinden edilmiş ve 1,3 milyon kişi rejimin zulmünden kaçarak göçmen durumuna düşerek, komşu ülkelere sığınmış. 
En az 70 binin üzerinde kişi iç savaşta hayatını kaybetmiş.
BM Genel Sekreteri Ban ki moon ülkede insani krizin korkunç durumda olduğunu ve bağışta bulunan ülkelerden BM insani çabalarına tam destek vermelerini rica ediyor.
Aynı zamanda taraflar arasında acil diyalog ihtiyacını vurguluyor.
Ancak mevcut dikta yönetime para, silah ve asker desteği veren ülkelerin bu tavrı sürdükçe diyalog sürecinin başlaması zor görünüyor.
Zulme olan bu desteğe ilave olarak uluslararası toplumun suskun ve lakayt tavrı ülkedeki iç savaşın durmasını engelliyor.
Suriye’de dikta rejim her türlü hukuksuzluğu ve insanlık dışı tutum ve eylemini sürdürüyor. Kimyasal silah kullanıldığına dair iddialar var. İşlerine geldiği zaman istedikleri kararı alan, aldıran BM Güvenli Konseyi Suriye halkı için duyarsız, tutarsız tavrını sürdürüyor.
Güvenlik konseyinin mevcut antidemokratik yapısı ve anlayışı söz konusu insanı meselelerin halledilmesinde etkili karar almasını engelliyor. Buna ilaveten uluslar arası sivil toplum kuruluşları da bu insani konuda duyarsız hareket ediyor.
Dünya genelindeki bu tür olaylara çözüm bulmada yetersiz ve aciz kalışı konseyin yeniden yapılanmasını gündeme getiriyor. 193 üyeye sahip olan BM’nin bütün dünyanın güvenliğini sadece beş daimi üyeye teslim edilmiş olması adalet ve hukuk kurallarıyla bağdaşmıyor. Bu aynı zamanda BM’nin kuruluş ilkesiyle de bağdaşmıyor.

21 Nisan 2013 Pazar

Statüko artık prim yapmıyor




Aklı başında olan herkes, ülkemizin içine düşürülmek istenen tuzağı başından beri fark etmişti.
Bunun hain bir el tarafından sinsi bir şekilde planlanarak uygulamaya konulduğu, bir aldatmaca ve ihanetten ibaret olduğu anlaşılmaktaydı.
İşte uzun yıllar ülkemizin kalkınmasının akamete maruz bırakıldığı, maddi ve manevi zarara uğratıldığı, kirli bir oyuna itildiğini toplumun bütün kesimlerinin geç de olsa anlama erdemini göstermesi memnuniyet verici bir gelişme.
Bu kirli oyunun iki önemli ayağı vardı, bir taraftan musallat olduğu bölgeyi her bakımdan zor şartlar altında bırakarak geri kalmasını sağlamak ve böylece bunun oluşturduğu ortamı bir koz olarak kullanıp kirli emellerini gerçekleştirmek idi.
Bu arada bölgenin ve ülkenin kalkınması için yapılacak harcamaları bu uğurda harcayarak gerek bölge halkını ve gerekse ülkeyi bir bütün olarak kalkınma ve refahtan yoksun bırakma amacını güdüyordu.
Neyse ki bu hain oyunu ta başından beri fark edenlerin safına hemen hemen toplumun bütün kesimlerinin geçmesi ve çözüm sürecine destek vermesi ülke genelinde memnuniyet verici bir hava oluşturmuştur.
Bu olumlu hava bir taraftan huzur ve güvenin tesis edilmesini sağlarken, eş zamanlı olarak bölgenin ve ülkenin tümünün kalkınma dinamiklerini şimdiye kadar olduğundan çok daha fazla hareketlendireceği ortak kanaati hâsıl olmuştur.
Kalkınma hamlesinin başlatılması, hız kazanması barış sürecinin kısa zamanda tamamlanması ile olacak.
Ümit ederiz ki ülkemiz insanları bir daha böylesi hain ve çirkin oyunlara gelmemek üzere yekvücut olmanın sağladığı faydaların şuurunu her zaman yüreğinde taşır.
Bu kirli ve hain oyunların milletin her ferdine doğrudan veya dolaylı olarak ne kadar zarar verdiğinin farkında olur herhalde.
Dışarıdan yapılacak bir müdahale içerden ufak bir destek görmedikçe, küçük bir karşılık bulmadıkça hiçbir zaman hedefine ulaşamayacaktır.
Çözüm sürecine toplumsal mutabakat bulmak amacıyla oluşturulan ‘Akil İnsanlar’ heyeti, ülkemizi bir uçtan bir uça dolaşarak konunun önemini ve hassasiyetini ülkemiz insanlarına anlatıp süreci en kısa zamanda tamamlamak için gayret sarf ediyor.
Başlatılan barış sürecinin en kısa zamanda tamamlanması bölgenin yaylak ve kışlaklarının yıllardır atıl halde bırakılarak vermiş olduğu zararlar, bölge ekonomisinin hareketlenmesiyle geçmişin olumsuzlukları telafi edilmeyi bekliyor.
Böylece hayvancılık, besicilik, arıcılık ve benzeri ekonomik faaliyetler canlanarak gerek bölge insanına ve gerekse ülkemizin tamamına artı katma değerler sağlayacaktır. Günümüzün şartlarında önem kazanan ekolojik üretim artmış olacak.
En önemlisi ise huzur, güven ve refah gelecektir.
Ülkenin ekonomisi ve millet kavramı daha da güçlenecektir.
Şimdi ülke olarak bir uçtan bir uca uzun yıllar önce içine düşürüldüğü bu hain oyundan kurtulma noktasına gelmiş olmanın sevinç ve memnuniyetini yaşıyoruz ülke olarak.
Kanserleşmiş bir toplumsal yaranın bünyemizden atılması yönünde neşter vuruluyor. Ülkemizin yakasına bir kene gibi yapışmış bu parazitten kurtulmamız için bu ülkeyi, huzuru ve karşılıklı güven içinde yaşamayı seven her fert bu sürece destek veriyor
Ancak ne var ki bu iyi gelişmelerden rahatsızlık duyan istismarcı kesim ise o bildik statükoya yapışarak medet umuyor. Belli ki huzuru, güveni ve bunların neticesi olarak hızlanacak kalkınmayı istemeyenler gene belli değerleri kendilerine bayrak yaparak istismar yolunu çalıştırma çabası içinde. Fakat o sömürü anlayışı artık önemini yitirdi, bunca yıl o istismarcı zihniyetin hep boş ve kof çıktığı çoktan anlaşılmış oldu.
O istismarcı ve sömürücü azınlık zihniyetin prim yapma dönemi gerilerde kaldı.




Yeşil taşımacılık





Günümüzün aşılması gereken önde gelen zorluklarından bir de küresel kirlilik.
Kirlilik insan ve diğer canlıların hayatta kalmaları için elzem olan temel kaynaklara zarar vererek kullanılmaz duruma getiriyor.
Beklenen faydanın ve ekonomik değerinin azalmasına ve yok olmasına neden oluyor…
Ülkelerin gelişme ve kalkınmalarına paralel olarak kırsal kesimin giderek şehirlere akın etmesinin devam etmesi toplu taşımacılıkta bir yandan artan yolcu sayısına cevap vermeye çalışılırken, diğer yandan da fosil yakıt kullanan araçların şehir yaşamına verdiği ağır çevre şartlarını hafifletmek için mücadele ediliyor.
Dolayısıyla dünyanın büyük şehir yönetimleri insan sağlığını tehlikeye atan bu kötü gelişmenin üstesinden gelmek için çeşitli tedbirler alıp, yeni düzenlemeler yapıyor; artan toplu taşıma ihtiyacını karşılamak için ulaşım yollarını çeşitlendirerek çözüm bulmaya çalışıyor
Bu arada yoğun taşımacılığın çevreye verdiği kirliliğin zorluklarını aşmaya çalışıyor.
Fosil yakıtların saldığı sera gazlarını azaltacak yeni teknolojiler, yeni buluşlar sürekli olarak uygulamada yerini alıyor. Zararlı gazların etkilerini azaltmak ve hatta sıfır karbon seviyesine düşürmek için gelecek projeksiyonları yapılıyor.
Günümüzde artan şehirleşme nedeniyle bütün dünyada bu sıkıntı etkisini artan bir şekilde gösteriyor. Özellikle Çin gibi yüksek kalkınma hızına sahip ülkelerde kirliliğin ağır etkisi gözlemleniyor.
Bunun en temiz çözüm yollarından biriyse çevreyi kirletmeyen yeşil araçların sayısını artırmak şeklinde düşünülüyor.
Bu düşünce ile elektrikli araçların giderek artan bir şekilde trafiğe girmesini sağlamakla olacağı öngörülüyor.
Bugün dünyada otobüs üreten firmalar bu sorunu halletmek için elektrikli otobüslerin üretimine ağırlık vermeye başladı.
Büyük şehirler toplu taşımacılıkta kullanılan elektrikli otobüs filolarını artırma teşebbüsünde bulunuyorlar. Şimdilik kısa mesafelerde çalışma imkânı bulan elektrikli otobüslerin gelecek yıllarda çevreci olmaları nedeniyle pazarda paylarının giderek artması bekleniyor.
Böylece elektrikli otobüs üretiminin artışı kaçınılmaz gibi görünüyor gelecek yıllarda.
Bu nedenle ülkemizin otobüs üretiminde sahip olduğu tecrübe, birikim ve kapasite göz önünde bulundurulursa, ülkemiz bu alanda rekabet edebilir şansa sahip.
Bu gelişme ülkemiz otobüs sektörü için takip edilmesi ve bu yeni pazarı değerlendirerek böylece pazardan mümkün olduğu kadar payını artırma çaba ve arayışını gündeme getiriyor.
Yapılan bir araştırmaya göre son yıllarda Türk otobüs firmalarının Avrupa ülkelerinde kayda değer bir pazar payı edinme yolunda olduğu, böylece sektör üreticileri küresel pazarlarda hibrid-elektrikli ve elektrikli otobüslerle bu paylarını daha da artırma şansını elde edebilirler.

18 Nisan 2013 Perşembe

İsrail'in bitmez terör endişesi


 

İsrail bu sağı solu belli olmaz. Kafasına koyduğunu yaparak gelmiş bugüne kadar.

Uluslararası toplumun tavrı bu ülkeye karşı mevcut şekliyle devam ettiği sürece, tavrını değiştirmeyecek gibi görünüyor.

Kendini hep tehdit altında hissediyor.

Yine son zamanlarda kendine yönelik tehditlerde artış olduğunu ifade ediyor.

Devletinin kuruluşunun 65. yıl dönümü kutlamalarına hazırlanırken, Filistin’den yeni ilhaklar peşinde.

Hiçbir uluslararası kural ve kanun tanımaz. Uluslararası toplum tarafından benimsenmiş bütün değerler sadece kendisine ait olduğu zehabına kapılmış.

Evrensel değerler ve insan hakları çerçevesinde ne varsa tek taraflı olarak onun menfaati ve istekleri doğrultusunda çalışmalıdır.

Bir başkasının bunlarda zerre kadar bir menfaati varsa, o zaman bu evrensel değerlerin önemi yok sayılır.

Çünkü onun gözünde kendisinin belirlediği hedef ve arzularının karşısında olabilecek menfi bir durum, ona en büyük ihanet, en büyük haksızlıktır. Kendinsin başkalarının topraklarını işgal etmesi, terörü önlemek içindir; başkalarını öldürmesi terörü önlemek içindir! İsrail devleti her ne yaparsa yapsın dünya kamuoyu onu makul karşılamak zorundadır; normal karşılamak zorundadır. Çünkü yapılanlar İsrail devleti tarafından yapılmıştır. Bunun hiçbir mahzurlu tarafı yoktur. Arkasındaki medya desteği, uluslararası toplum desteği İsrail’in yaptıklarını hep desteklemiş, makul görmüştür de ondan.

İsrail şimdi Batı Şeria’yı ilhak etmeye hazırlanıyor, uzun yıllardır Filistin’in bu topraklarını işgal etmiş olması, kendisi için haklı bir gerekçe olarak görüyor. Şecaat arz ederken merdi kıpti sirkatin söyler anlayışı ile hem işgal eder, hem de ilhak.

1967 yılında Golan Tepelerini işgal eden İsrail daha sonra burayı kendi topraklarına ilhak etmiş, iş bu kadar kolay, önce işgal sonra ilhak. Bunu İsrail yapıyorsa bunda bir yanlış, bir sakınca yoktur, anlayışı var.

Kendine ait binlerce yıl öncesine ait bir iz varsa hiçbir güç onu bildiğini yapmaktan alıkoyamaz. Yeter ki bu hususta kararını vermiş olsun.

Tek ve şaşmaz hedefi ‘vaat edilmiş toprakları’ eline geçirmek için her türlü yola başvurmak...

Şimdi BBC’ye yaptığı açıklamada, İsrail başbakanı şöyle diyor; Eğer Suriye’de yanlış grupların eline silah geçerse, bunu önleme hakkına sahip olduğunu söylüyor. Eğer Suriye’deki muhalif grupların eline uçaksavar ve kimyasal silah olursa bölgede oyun değiştirici olacağını söylüyor.

Uluslararası topluma Esat’la savaşan muhaliflere silah yardımı yapılması için artan bir çağrının olduğu, “fakat İslamcı militanların bunları kullanıyor olması, işi daha ileriye götürmelerine sebep olacaktır,” yorumunu yapıyor.

Anlaşılan İsrail uluslararası toplumun da vurdumduymazlığı ile Suriye’de süren kargaşa ortamı ve insanlık dışı durumun devamından yana görünüyor.

İsrail’in ister istemez ima ettiği bir başka husus ise devletinin kuruluşundan bugüne kadar yaptıklarının yanlış olduğunun farkında olması ve bunun bir gün kendisine döneceğini, bu nedenle her fırsatta kendisinin terörist tehlike altında olduğunu dünyaya duyurma gayreti içinde bulunuyor. Bu hezeyanları içine düştüğü yanlışlıklardan ileri geliyor.

Yanlışlıklarını, suçluluk psikolojisini ancak bu şekilde tepiklerle kapatmaya çalışıyor. İsrail bu psikozdan ancak doğruları görüp kabul etmesiyle kurtulabilir. O zaman kendisini daha güvenli hissedecek, lüzumsuz korkulardan kurtulacaktır.

13 Nisan 2013 Cumartesi

AB’nin kafası karışık





İngiltere son zamanlarda Avrupa Birliği üyeliğine olan memnuniyetsizliğini sıkça dile getirmeye başladı. Birlik anlaşmalarının yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini öne sürüyor.
AB’nin alacağı bütün kararların bütün üyeler için bağlayıcı olmamasını istiyor. Kendisine bir ayrıcalık tanınması talebinde bulunuyor.
Avrupa Birliğinin içinde bulunduğu şartlar yeniden yapılandırmayı gerektiriyor iddiasında bulunuyor.

İngiltere’nin bu tutumu son yıllarda birliğin karşılaştığı zorlukların bir reforma ihtiyacı olduğunu ortaya koyan bir durumun varlığını dışarıya yansıtmakta.
İngiltere başbakanı Cameron birliğin bir değişime ihtiyacı olduğunu savunuyor.
Bu yılın başlarında yaptığı konuşmasında Cameron gelecek seçimleri kazanması durumunda, birliğin dışında veya içinde kalma amacıyla bir referandum düzenleyeceğini açıkladı…

2008 yılında ABD’de başlayan ve son birkaç yıldır Avrupa’yı özellikle avro bölgesini zor durumda bırakan küresel finans krizi Avrupa Birliğinde ekonomik ve toplumsal sıkıntılarda artışa neden oldu.
Yapılan bir araştırmaya göre, ekonomik kriz nedeniyle son yıllarda ölüm oranında ve işsizlikte artışların olduğu gözleniyor.

Cameron, yeni bir Avrupa birliği anlaşmalarının oluşturulmasındaki karlılığında ise Almanya ve Fransa’dan dirençle karşılaştığı söyleniyor.
Almanya Başbakanı Merkel, Cameron’u ikna etmek amacıyla federal hükümet misafirhanesi olan 18. yüzyıl barok palasta konuşmaların yapılması amacıyla ailesiyle Almanya’ya davet etmiş.
Merkel Cameron’u ikna edebilecek mi, görüşmelerden nasıl bir sonuç çıkacak, Almanya ve Fransa İngiltere'yi ikna edebilecek mi?
Beş Avrupa gazetesiyle ortak röportajında Cameron ‘AB’nin zaman zaman direktifler, müdahaleler ve girişimleri ile kendisini aşmış duruma geldiğini’ söylemiş.
Birliğin esnekliğe sahip olabilmesini isteyerek, “biz hepimiz aynı şeyleri, aynı zamanda yapmak zorunda olmamalıyız, diyerek AB’den yeni yapılanma ve ayrıcalık istiyor.
Cameron avro bölgesi dışındaki üyelere bazı esnekliklerin tanınmasını istiyor, birliğin belli kanun ve kararnamelerinin dışında kalmalarını talep ediyor.
Son yıllarda Avrupa Birliğinin içine düştüğü ekonomik kriz birliğin yeniden gözden geçirilmesi konusunu gündeme getirmiş; İngiltere’nin teklifi kabul edilirse birlik avro ve avro bölgesi dışında kalan üyeler şekilde ikiye bölünmüş olacak ve teklife göre birliğin kanun ve direktiflerinin uygulanmasında üye ülkeler arasında farklılıklar olabilecek...
Almanya ve Fransa’nın İngiltere’ye itirazıysa, sadece iyi gün dostu olmaması şeklinde, tasada ve kıvançta birlikte olunmasını hatırlatıyor. Şuanda birlik içinde karşıt olarak tek sesi çıkan İngiltere, buna diğer üyelerden destek gelir mi? zaman gösterecek. Yunanistan’da birliğin dayatması nedeniyle ayrılma söylemlerini dile getirmişti. Gelişmeler, ‘son yıllarda etkisini sürdüren finansal kriz birliği parçalanma aşamasına mı getirdi’ sorusunu da gündeme getiriyor. Ya da birlik yeniden esaslı bir değişim sürecine mi girecek?
Politik, ekonomik, coğrafik olarak küresel gelişmeler dünyada yeniden bir yapılanma hareketinin devam ettiğini ve bunun hangi boyutlara ulaşacağını ilerleyen zaman zarfında görmüş olacağız.
Önemli olan bu değişimin getireceği yeni şartlar ve riskleri karşılayabilme esnekliğine hazır ve sahip olmak!

8 Nisan 2013 Pazartesi

Bin yıl hedeflerinin kalan bin günü




Bin yıl hedeflerinin başarılması için önümüzde sadece bin gün kaldı. Birleşmiş Milletlerin Genel Sekreteri Ban Ki-moon sürenin dolmasına 1000 gün kala konunun hayati önemini basın toplantısı ile açıkladı.
Buna göre 2015 yılı sonunda, 2000 yılında üye devletlerle belirlenen insani amaçlı hedeflerin başarılması için sürenin büyük bölümü bitmiş oluyor. Bugüne kadar hedeflerin ulaştığı rakamlara bakıldığında bir arpa boyu yol alındığı izlenimi var.
Bu nedenle bundan sonra konuyla ilgili çalışmaların hızlandırılması gerektiği üzerinde duruluyor. Bin yıl ya da milenyum gelişme hedefleri olarak belirlenen ve çözümlenmesi istenen önde gelen insani hususlar ise yoksulluk, açlık, eğitim, çocuk ölümleri, sağlık, hastalık, çevrenin sürdürülebilirliği gibi insanlığın karşı karşıya kaldığı küresel temel zorlukların halledilmesini kapsıyor.
Ancak geriye kalan sürede, dünyanın içinde bulunduğu mevcut konjonktüre göre hedeflerin başarılmasını beklemek pek gerçekçi görünmüyor.
Şu anda dünyada küresel ve lokal olarak üstesinden gelinmesi gereken zorluklar hükmünü sürdürüyor. Şartlar bu zorlulukları aşmak yerine, besler nitelikte gelişiyor.
Özellikle Avrupa’da devam eden ekonomik kriz ve bunun yol açtığı toplumsal sıkıntılar her geçen yıl daha da etkisini artırıyor…
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da süregelen politik ayaklanmaların nekahet dönemi henüz bitmiş değil.
Özellikle, Suriye’de devam eden iç savaş iki yılını bitirip üçüncü yılına girdi. Bu ülkede üreten kesim bu zaman zarfında bu faaliyetlerini sürdüremedikleri gibi; evsiz, işsiz, aç ve yoksul duruma düştü.
Uluslararası toplum adeta işi oluruna bırakmış görüntüsü veriyor. Suriye konusunda nasıl hareket edileceğine dair net bir karar ve görüntü veremediler. Veya şu an için kafalarındakini açıkça ifade etmek istemiyorlar. ‘Şartların beklentiler doğrulusunda oluşması’ görüntüsü var sanki…
Dolayısıyla Suriye çıkmazı aynı zamanda bin yıl hedeflerinin başarıya ulaşmasında engel oluşturuyor.
Afrika’nın birçok ülkesinde sürekli olarak iç savaş, iktidar olma, bölünme kavgası yaşanıyor, bu olumsuz durumun tabii sonucu olarak binlerce insan evinden, yurdundan olma mecburiyetinde kalarak mülteci konumuna düşüyor.
Afrika, bin yıl hedeflerinin başarılması gereken önde gelen kıtalardan biri. Açlık ve yoksulluk çoğunlukla bu kıtada.
Asya kıtasına baktığımızda, bu kıtada yine uzun yıllardır kangren olmuş zorluklar varlığını sürdürüyor.
Myanmar’da Müslüman topluluğa karşı yapılan insanlık dışı saldırılar bir kısmının ölümüne yol açarken, fırsatını bulan da ülkesini terk etmek zorunda kalıyor.
Afganistan ise kendi ülkesinde Taliban denilen örgüt ülkenin başına musallat olmuş, sözde kendine has masumane hedeflerli ileri sürerek ülkede uzun yıllardır kendi insanlarının katledilmesine ortam hazırlıyor. Pakistan yine aynı sebeplerden muzdarip. Yakın komşumuz Irak’ta bir türlü istikrar bulamıyor…
Böyle bir dünya konjonktüründe Birleşmiş Milletlerin 2000 yılında çok sayıda üye ülkenin onayı ile başlatmış olduğu temel insani amaçlı hedeflerin kalan süre içerisinde tamamlanması imkânsız görünüyor.
Birleşmiş Milletler ve onun genel sekreteri bu insani hedeflerin gerçekleşmesi için samimi olabilir, ancak kurumun mevcut yapısı bu önemli konuda ve diğer küresel zorluklardaki beklenen başarıyı göstermesine engel teşkil ediyor.
Geride kalan 12 yılda bin yıl hedeflerinde göründüğü kadarıyla önemli bir ilerleme kayıt edilmemiş.
Açlık, güvenli içme suyundan yoksun olanlar ve sanitasyon eksikliği çekenlerin oluşturduğu rakamlar alt alta toplandığında milyarları buluyor.
Hedeflerin tespiti ve konuya yaklaşım doğru ve samimi olabilir, fakat çözümdeki yaklaşım ise samimiyetten uzak görünüyor. Bu sorunlar kalan süre içinde büyük ölçüde halledilebilir türden, ancak BM’nin Güvenlik Konseyinin mevcut demokratik olmayan yapısı ve duyarsızlığı söz konusu hedeflerin çözüm sürecini uzatıyor.





1 Nisan 2013 Pazartesi

Contagious disease continues in Eurozone




Financial crisis in Eurozone maintains its pressure in recent years, like contagious diseases, spreading from one to other in the continent.
The wind of change which has been experienced across the world, especially showed its effect in the economics.
When the developments are analyzed; seemingly the world economy had been caught unprepared, regarding globalization that persists its effects on the world.
The euro zone financial crisis which does not drop from the agenda maintains its destruction effects with every passing year, and one of the countries of the zone is dragged into the economic crisis chain year after year.
Damage from the 2008-2009 global financial crisis and then euro zone debt crisis has been greater than expected on the real economy.
Beginning with Greece, Portugal, Ireland, Italy, and Spain, nowadays Greek Cyprus has undergone into crisis. Furthermore, it is said that France and Belgium try to cope with the financial ailment.
The five countries of the region have to varying degrees, failed to generate enough economic growth.
Five years after the beginning of the global financial crisis, even reform of the financial sector had advanced, but the causes of that crisis had not yet been resolved. The bad results of the crisis have been maintaining their effects.
According to a research, the financial crisis is not only being reflected in many Europeans’ wallet, their health is suffering as well. The diseases which are thought eradicated from Europe, since the beginning of the crisis, the diseases such as dengue fever and tuberculosis are reemerging regarding shrinking healthcare budgets, in addition to the number of death is on rise. Also number of suicides had raised in crisis-stricken countries, since Europe’s debt problems came into focus in 2008-2009.
Although these five countries were seen as being the countries in immediate danger of a possible default; furthermore, it is remarked that the crisis could have far-reaching consequences that extend beyond their borders to the world as a whole.
According to the head of the European Investment Bank (EIB), they did not expect the euro zone to emerge from its debt crisis within the next two years.
The 17-nation bloc’s economy which generates some a fifth of global output expected will shrink 0.3 percent in 2013. So euro zone will remain in its second recession since 2009.
The commission sees the euro zone economy growth would be 1.4 percent in 2014.
Meanwhile, Belgium, France, Luxembourg and the Netherlands have been struggling with stagnation since 2011.
“In Belgium, the people are now losing their jobs. Companies had postponed the crisis for a couple of years. But now they have used all their reserves and there is no space left of keep the people employed.
Belgium is one of the core countries of Europe, a founding member of what became the EU. Yet even here it is predicted that 2013 will be a year of stagnation. Last year, bankruptcies hit record levels,” according to the source.
In 2013, joblessness in the euro zone is expected to peak at 12.2 percent or more than 19 million people.
While the banks are going bankrupt and businesses are being shut down, economies are shrinking; joblessness is growing, the question that comes to mind what is the dimension of the euro zone crisis; after South Cyprus which country is on line?
As for the German Finance Minister Wolfgang Schaeuble said, “I believe that we will one day read in the history books about this period that the crisis brought Europe even closer together” adding that the continent was currently enjoying a very fortunate era.
Finally in this global change, the world economists and officials could not be able to apprehend the results of this huge change!