21 Ocak 2013 Pazartesi

Yağmur hasat mevsimi


 

 

 

Geleneksel manada bölgeden bölgeye, üründen ürüne değişiklik göstererek yazın son ayları ve sonbahar ayları hasat mevsimi olarak bilinir. Bir yıl boyunca yapılan hazırlık ve çalışmanın semeresi hasat mevsiminde alınır.

Ancak günümüzde artık her mevsim hasat yapmak mümkün...

Her ne kadar büyüklük olarak normal mevsimindeki kadar olmasa da, yılın her ayında ürün hasadı yapılıyor.

Gelişen üretim teknik, teknolojileri ve sera kültürü sayesinde, ülkemiz kışı ılıman geçen bölgelerinde sera ürünü almak mümkün.

Gerek, maliyet ve satış fiyatı ve gerekse sağlık ve lezzet açısından tabii şartlarda ve kendi mevsiminde yetişenler kadar istenilen özellikte olmasa da, günümüz şartlarının gereği olarak seracılık artık bir üretim tekniği olarak bütün dünyada benimsenmiş.

Ülkemizde sahip olduğu iklim özellikleri sayesinde bu hususta yüksek potansiyele sahip; bu potansiyel değerlendirildiğinde mevcut üretim daha yukarı seviyelere çekilebilir.

Fakat kış ayları asıl bir başka temel ürünün hasat mevsimi. Bu da suyun hasat mevsimi...

Bu hasat yapılamazsa ne diğer ürünlerin hasadı yapılabilir, nede yenilenebilir enerji kaynağı olan hidroelektrik barajlarının ihtiyacı olan yeterli su elde edilebilir.

Bu bakımdan bu mevsim suyun hasadını en iyi şekilde, mümkün olan en az fire ve zayiatla yapmayı gerektiriyor.

Derelerin, nehir yataklarının, göller ve çok amaçlı barajların ve su toplama havzalarının yeterince dolması ve yaz aylarında ihtiyaç duyulduğunda kullanıma hazır bulunması yağmur ve kar sularının en iyi şekilde hasat edilmesini zorunlu kılıyor.

Bu nedenle bu hasat bir alt yapı hazırlığını gerektiriyor.

Şehirlerimizin durumu malum; şehirciliğin bir zorunluluğu olarak maalesef suyun hasadını azami ölçüde yapmak mümkün olamıyor. Ama buralarda imkân dâhilinde gerekli tedbirler alınarak kısmen de olsa yağmur hasadı yapılabilir.

Şehirlerimiz de mevcut açık alanların, yani toprağın suyla buluştuğu yerlerin en iyi şekilde değerlendirilmesi yanında, kentsel değişim sürecini yaşayan ülkemizde şehirlerimiz için bir başka çözüm de yağan yağmur suyunu toplam için bazı ülkelerde uygulanan, çatılardan akan suları toplamak için projeler geliştirerek yağmur suyu hasadı yapılabilir.

Bu öncelikle projelendirmenin yağmur sularını toplama tanklarına yönlendirecek şekilde yapılmasını gerektiriyor. İlk anda uygulamaya alınmasa da ihtiyaç duyulduğunda sistem kurularak ve devreye alınarak elde edilen sular çeşitli işlemlerden geçirilerek evsel kullanımda ve sulama suyu olarak kullanılabilir.

Yağmur hasadı için en hayatî alanlar şehir yerleşim alanlarının dışında kalan yerler. Bu alanların su hasadı için daha iyi yönetilebilir ve kontrol edilebilir olması yağan yağmur ve kar sularının en verimli şekilde hasat edilmesine imkân tanımasını sağlayacaktır.

Yağmur ve kar sularını mümkün olan en iyi şekilde yönetmek suyun istenilen yerlerde toplanmasını sağlayacağı gibi, aynı zamanda taşkın ve sellerin vereceği zararın bu oranda azalmasını sağlayacaktır.

Dileğimiz yağmur hasat mevsiminin bereketli geçmesi ve bunun diğer temel ürünlere yansıması…

17 Ocak 2013 Perşembe

Top priority of the world: Food and job


 

 

 

The global economic system has been trying to weather the crisis. Because of dynamics of economy does not act effectively in some economies of the world.

In the world, some nations’ economic activities have not achieved a stable position regarding unresolved basic global problems.

When we look at some examples for this, one of nations is Syria. There are no economical activities with regard to political uprising that has been persisting for some two years.   

Another drastic example for economic and social collapsing is Afghanistan. This country is suffering from strife and terror for over 30 years.

Another painful example has been persisting in Iraq for over 20 years, since the first Iraq war that was started with regard to the invasion of Kuwait by Iraqi army and then Iraq war II, since then this country cannot be able to hold an order.

As known, in the region, Palestine is the most striking example and bleeding sore that has been in the war condition over 60 years and struggling to win an independent state statute even though the UN has approved.

Some countries in both Africa and Asia continents suffer from destabilization and strife.

In addition, some parts of the world are punctuated by the natural disaster from time to time, so the global economic situation has been volatile.

Thus the political uprising, strife and wars and natural disasters in the world have blockaded the achievement in economic activities of nations...

There is also a global change in the world that has being experienced for over two decades.

The last two decades of the 20th century were staged outstanding events. Thanks to advanced communication technologies and transparency, iron curtain countries were divided into many countries.

Winds of restructuring have been maintaining its effect. Thereby change across the world has gotten acceleration in terms of politic, economic and social.

As if this global change has seemingly turned into a global economic crisis.

Since the great depression which appeared in 2008, the global economic crisis cannot be overwhelmed, thereby full of recovery cannot be achieved.

Following collapsing of iron curtain, the European Union has launched an expansion campaign.

Majority of those countries entered the EU.

So some analysts comment that the euro area crisis finds its roots in the credit booms seen in many countries following the introduction of the euro in 1999.

The economy experts also comment the major developed economies related to problems left unresolved in the aftermath of the Great Recession of 2008-2009.

During last 5 years the leading advanced economies of the world could not be able to get rid of the crisis completely.

The principal problems in many economies of the global world, which are struggling, are unemployment that remains high, as well as fiscal problems, carrying out austerity measures, spending cuts or tax hikes.

In addition, there are also sovereign debt distress, fragile banking sectors and weak aggregate demand.

Without growth, the future of the global economy is regarded in jeopardy.

As for how to overwhelm the crisis and restore growth, the things must be done are listed like this; completing reform of the financial sector; and addressing inequality and building inclusive growth in order to generate jobs and food for the millions of unemployed.

The euro zone and United States are regarded the foremost fragile economies because of fiscal cliff. Even if solutions can be found to the crises in the Middle East and Europe, economic growth is expected to stagnate and then gradually return with some further strengthening in 2014.

In conclusion, currently the global economy seems to get full recovery in 2015, according to the interpretations.

 

 

7 Ocak 2013 Pazartesi

Zalim(ler)in masumiyeti!


 

Suriye’nin zalim lideri masumiyet kılıfına bürünerek ülkede yaşanan katliamlardan kendisinin suçu olmadığını yaptığı televizyon konuşması ile dünyaya duyurdu.

Babası Esat’ın peşi sıra yönetime geçen oğul Esat komünizm bozuntusu olan baasçı rejimle ülkeyi kırk yılı aşkın bir süredir zulümle yönetiyor. Zulmünde ölçü tanımıyor…

Arap Baharı hareketinden etkilenen muhalif grup eşit ve adil şartlarda yapılacak bir seçimle ülkenin demokratik bir yapıya kavuşmasını istiyordu.

Ancak bu Esat'ın işine gelmedi.

Elinde tuttuğu vurucu güçlerle halkına karşı akıl almaz işkenceler yapan Suriye’nin zalim lideri sütten çıkmış ak kaşık ve kar beyazı masumiyeti ve saflığı ile kendini mazlum ve mağdur sınıfına koydu.

Altmış binin üzerinde insanı; çoluk çocuk, büyük küçük demeden hür ve demokratik dünyanın gözleri önünde insan en temel hakkı olan yaşama hakkını ihlal ederek öldüren Esat yaklaşık iki yıldır temel haklarını elde etmek için mücadele veren Suriye halkına karşı uyguladığı etnik temizliği görmezden gelip kendini aklamaya çalışıyor.

Halkına köle muamelesi yaparak iktidarını sürdürmek istiyor. Boyun eğmezlerse asi ilan ederek kendini temize çekmeye çalışıyor.

Haklarını savunan muhalifleri de batının kuklası ilan ediyor.

Aynı zamanda bu zulme destek verenlere de teşekkürü bir borç biliyor.

Aslında Esat muhaliflere yönelik yapmış olduğu suçlamalarla bugüne kadar kendisinin yapmış olduğu akıl almaz vahşetini dünyaya ilan etmiş oldu.

Şecaat arz ederken sirkatini dile getirdi...
Kendisinin bütün dünyanın gözü önünde etnik katliam yaptığını aklının ucundan bile geçirmiyor hiç.

Kendi ve avenesinin ikbal ve menfaati için binlerce insanı nahak yere öldüren, ikibuçuk milyon insanı evlerinden eden ve beşyüzbini aşan insanın ülkeyi terk edip komşu ülkelere göç etmelerine neden olan Esat’ın muhalifler için sarf ettiği sözleri normal bir kişinin söyleyebileceği türden sözler değil.

Ancak ve ancak insanlıktan nasibini alamamış, gözünü hırs bürümüş birinin ağzından kontrolsüz bir şekilde çıkan ifadelerdir.

Bu söyledikleriyle aynı zamanda bütün dünya kamuoyunu büyük bir yanılgı içine sürüklemeye çalışıyor.

şünemiyor ki çağımızın kitle iletişim araçlarıyla artık ne kadar saklamaya ve ne kadar çarpıtmaya çalışırsa çalışsın gelişmeler bir şekilde bütün dünyaya ulaşıyor.

Sormazlar mı adama, “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu”, iki yıldır yapmış olduğun bu vahşet, bunca insanlık suçu karşısında nasıl çıkıp bütün dünyanın gözü önünde kendini masum ilan ediyorsun?

Bu adam diyor ki, ”benim menfaatime dokunan herkesi asi ilan ederek kendimi temize çıkarır, mazlum ve masum ilan ederim; benim halkım ya kuzu kuzu benim zulmüme boyun eğer ya da vahşetim altında can verir.”

Belli ki mazlumun ahı’nın çıkacağını aklının ucundan geçirmiyor, fakat beyhude!..

6 Ocak 2013 Pazar

Kara kıtanın kara bahtlı insanları


 

 

Kara kıta Afrika’nın kendisi gibi bahtı da kara. Kıta içinde bulunduğu sıkıntılardan bir türlü çıkamıyor. Uzun yıllardır kıtanın çoğu ülkelerinde devam eden ekonomik, politik ve toplumsal sıkıntılar varlığını sürdürüyor.

Afrika toprak ve nüfus bakımından dünyanın ikinci büyük kıtası. Avrupa’nın güneyinde konumlanan kara kıta batıda Atlantik Okyanusu ve doğuda Hint Okyanusu ile sınır oluşturuyor.

Kıtanın ülkemizle olan ilişkileri Osmanlı döneminde başlamış, Cumhuriyet döneminde ise özellikle Ak Parti hükümetleri döneminde ilişkilerin ivme kazandığı, yeniden bir canlanma sürecine girdiği görülüyor.

Gerek diplomatik ve gerekse ticari anlamda ilişkilerde hacim itibariyle artış kaydedilmiş son yıllarda.

Afrika hemen hemen her bakımdan sıkıntılar yaşayan bir kıta.

Vizyonsuz ve adalet kavramının pek yer bulmadığı yönetim anlayışları kıta insanlarının geri kalmasına yol açtığı gibi, sürekli olarak istikrarsızlığa da zemin hazırlamış.

Adil ve demokratik olmayan yönetim anlayışı bu kıta ülkelerinin dünyanın en fazla geri kalan ülkelerini oluşturmasına yol açmış.

Afrika’da birçok ülkede; açlık, susuzluk, kuraklık, yokluk, kargaşa, iç savaş, terör kol geziyor.

Ayrışmaya, parçalanmaya ve bölünmeye ya da istenilen şekilde yönlendirilmeye çok müsait bir toplumsal yapıya sahip. Ülkelerin adil, sağlam ve insanların tümünü kucaklayıp kollayacak kurumsal yapının olmayışı veya işlemeyişi kıtada huzurun, güvenin tesisini engellemekte.

Kıtadaki kırılgan yapı bir taraftan bu kıtanın genel olarak kalkınmasını önlerken, diğer taraftan istismarcıların kolayca kol gezeceği ve istedikleri gibi yönlendirecekleri bir ortam oluşturmakta.

Kendilerini bu istikrasız ve kırılgan yapıdan kurtaracak samimi dostlara ihtiyaçları var. Türkiye onlardan biri, belki de bu hususta en samimi olanı!..

Bu çerçevede ülkemiz, gördüğümüz ve izlediğimiz kadarıyla, merkezine insanı yerleştiren bir anlayışa sahip olan Ak Parti hükümetleri döneminde, kıta ile olan ilişkilerini âdete bir şahlanış sürecine çekmiş gibi görünüyor.

Önce insan anlayışlı bu yaklaşımlar sayesinde; ülkemiz ve Afrika ülkeleri arasında son yıllarda olumlu gelişmeler hâsıl oldu. Bu olumlu yaklaşımlar sayesinde ülkemizle Afrika ülkeleri arasındaki ticaret hacminde giderek bir artışlar yaşanıyor. Hatta Avrupa’da son yıllarda ekonomik kriz nedeniyle düşen ihracatımız, Afrika’daki artışla telafi edilmekte.

Afrika bu bakımdan da büyük bir potansiyele sahip, huzur ve sükûna kavuştuğu oranda bu potansiyel harekete geçecektir.

Ülkemizin bu kıtaya bakışı sadece ticari eksende değil, aynı zamanda devlet ve millet vasıflarına sahip olmaları yönünde de bu kıtaya katkıda bulunacağı bir gerçek.

Bu olumlu gelişmelerin hayat bulması ise; ayrışmanın, bölünmenin ve parçalanmanın kendilerine yarardan çok zarar verdiği gerçeğinin idraki içinde olmalarına bağlı olacaktır.

Ortak yatırımlara yenilerinin eklenmesi ile ülkemiz ve Afrika ülkeleri arasında her iki taraf için büyük faydaların oluşmasına zemin hazırlayacağını ümit ediyoruz.

Bu çerçevede, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın başlattığı gezinin ülkemizin Afrika açılımına yeni bir sayfa ilave ederek her alanda ilişkilerin gelişmesine katkıda bulanacağını umuyoruz.

 

 

 

1 Ocak 2013 Salı

Uluslararası toplumun Suriye duyarsızlığı

 

 

Klasik bir ifadeyle 2012 miladi yılı tarihin tozlu sayfalarındaki yerini aldı. Aslında kimilerine göre tarihin müstesna bir köşesinde yer alırken, bazıları için acı ve ıstırapla dolu bir yıl oldu.

2012 yılında bölgemizde ve hatta dünyada en fazla öne çıkan olay, 2011 mart ayında başlayan 2012 yılında da artarak acımasızca katliamlarını sürdüren Suriye’deki iç savaş vahşetini sürdürdü.

2013 yılında ise Suriye’de yaşanan olayların artçı şokları sınırlarının ötesindeki komşularını etkileyerek devam edeceği öngörülüyor.

Suriye'nin insanlıktan nasibini almayan zalim lideri ve ona açık destek veren bir iki devletin önde gelenleri bu vahşetin perde arkasındaki dolaylı olarak oyun kurucuları oldu.

Ancak Rusya’nın son zamanlarda Suriye’de yaşanan dram adına olumlu yaklaşım sergilemesine rağmen, İran’ın bu konuda ciddiye alınacak bir açıklama yapmaması ise açıkça zulme destek vermesinden başka bir anlam taşımıyor.

Bu haliyle tam bir takiye politikası izlediğini gösterirken, dış politikasında da tutarsız bir profil çizmiş olduğunu dünyaya ilan ediyor.

Bu tutumuyla Suriye konusunda bugüne kadar izlediği politikanın arkasında yatan kendine has bazı hayalleri, emelleri olabilir düşüncesini akıllara getiriyor…

Her geçen gün kan kaybeden Suriye’nin zalim liderinin analistlere göre bir yıl daha görevini sürdüremeyeceği tahmin ediliyor.

Başlangıçta kendisine destek çıkanlar; gerek kendi yakın çevresi ve gerekse dışarıdan aldığı destekler birer birer çekiliyor. Başlangıçta herhalde sahip olduğu askeri güçlere ve kendisine destek verenlere güvenerek bu duruma düşeceğini, giderek yalnızlaşacağını, bir çıkmaza sürükleneceğini tahmin edemiyordu!

Fakat göründüğü kadarıyla giderek yalnızlığa terk edildiği, bundan sonrasının ise nasıl bir sonla noktalanacağı ise bir bakıma kendi tutumuna bağlı olacak.

Kendisi için Kaddafi benzetmesi yapanlar da var…

Böyle bir son yaşamaması için Esat’ın görevini bırakıp ayrılması ve böylece bir geçiş hükümetinin kurulması öngörülüyor.

B.M. elçisi Lakhdar Brahmi’nin görüşü ise, Esat’ın ülkeyi terk etmesine dair şimdilik bir işaret olmadığı şeklinde…

Meselenin insani boyutuna baktığımızda, durum içler acısı…  

Yardım kuruluşlarına göre, Suriye’de siviller için hayat şartları kış şartlarının da etkisiyle giderek kötüleşiyor, verem hastalığı ve açlık yayılıyor.

Uluslararası toplumun şimdilik bu husustaki tavrı ise askeri müdahaleden, hatta sınırlı bir uçuşa yasak bölgeden yana görünmediği yönünde.

Bosna’daki savaşı sona erdiren ortak zemini bulmaya muktedir olan Amerika ve Rusya'nın Türkiye, Katar, Suudi Arabistan gibi bölgesel aktörlerle beraber aynı çözümün Suriye’de yapılabileceği kaydediliyor.

Giderek zor durumu düşen Suriye yönetiminden beklenen en büyük tehlikenin ise, rejiminin kimyasal silahlarına, Lübnan’daki Hizbullah’a ve ülkemizdeki terör örgütüne dönmesi şeklinde yorumlanıyor ve böylece buralara huzursuzlukların taşınması beklentisi var.

Türkiye’nin Suriyeli muhaliflere yapmış olduğu insani yardıma karşılık, Suriye rejiminin Kürt kartını misilleme olarak oynayacağını ima ettiği söyleniyor.

Dileyelim İran uyguladığı yanlış tutumdan vazgeçsin ve uluslararası toplum bu konuya biraz insani açıdan bakarak duyarsız kalmayıp Suriye’deki vahşet son bulsun.