25 Temmuz 2018 Çarşamba

“Su temizdir, temizleyicidir.”



21. yüzyılın en acil küresel konularından biri ekonomik, çevresel ve sosyal sürdürülebilirliği sağlayacak uygun kaliteli bir suyun yetersiz olduğu üzerinde duruluyor.
Su dünyanın en önemli ekonomik, sosyal, çevresel, kültürel, yasal ve politik konularından biri olarak görülüyor…
Sahip olduğu eşsiz özellikleri nedeniyle su en değerli kaynak olarak nitelendiriliyor. 
Hayatın sürdürülmesi, gıda ürünlerini yetiştirmek, enerji üretmek, çevreyi yönetmek ve istihdam üretmek için su ekonomi ve sosyal gelişmenin merkezinde yer alıyor.
Geleneksel ekonomik modelin en fazla zarar verdiği ve hayati öneme haiz tabii kaynaklardan biri de su kaynakları ve su ekosistemleri.
Paha biçilmez bir kaynak olmasının yanında, su bazı durumlarda da en tehlikeli bir vaziyet alabiliyor.
Su ilişkili tehlikeler ise taşkınları, fırtınaları, kurakları kapsıyor ve 10 tabii felaketten 9’undan sorumlu tutuluyor. 
Suyun ekosistemlerini yok etmemek gerekiyor, varsa bunların tamir edilmesi ve orjinal yapısına dönüştürülmesi önem arz ediyor.
Dünyanın %71 su ile kaplı. %97.5’i tuzlu su, %2.5’luk kısmı tatlısu, bunun da %2’lik kısmı buzullarda bulunuyor, geriye sadece %0.5’lik kısmı tarım, sanayi ve kişisel kullanım için elverişli durumda bulunuyor. Başka bir değerlendirmeye göre, dünya su kaynaklarının %3 veya 4’ü tatlı sudan oluşuyor. Sadece bunun %1 ya da %0.5 insan tüketimi için güvenli bulunuyor.
Günümüzde 1,2 milyar insan su darlığı bulunan yerlerde yaşıyor. Bunlar güneybatı Amerika, İspanya kuzey Afrika, Avustralya ve Kuzey Çin.
Bunun sonucu olarak her yıl 5 yaşın altında 361 bin çocuk kötü sanitasyon ve kirli su nedeniyle ishalden, kolera, dizanteri, hepatit A ve tifo gibi hastalıklarla hayatını yitiriyor.
502 bin insan ishal, kolera, dizanteri, tifo ve çocuk felci gibi hastalık taşıyan su içiyor.
Sağlıksız sanitasyon, su ve hijyen yılda 675 bin prematüre ölümlere yol açıyor.
En az 663 milyon insan güvenli içme suyundan yoksun bulunuyor.

2 milyardan fazla insan dışkı ile kirlenmiş su içiyor, 844 milyon kişi temel içme suyuna sahip değil. 

263 milyon kişi su bulmak için 30 dakika veya daha fazla zaman harcıyor.

Nüfus ve ekonomik büyüme suya eşi görülmemiş baskı yapmış bulunuyor. Mevcut nüfus ve büyümesi ve su yönetim uygulamalarının mevcut arzı ile gelecekte dünyanın %40 yetersiz su talebiyle yüzleşeceği tahmin ediliyor.

Küresel suyun %70’i tarım sektörü için çekiliyor. 2050 yılına kadar 9 milyar insanı beslemek için tarım üretiminde %60 büyüme gerektirecek ve suyun çekilmesinde %15 artış bekleniyor.

Dünya enerji üretimi için daha fazla suya ihtiyaç duyacak, bugün 1,3 milyar insan elektriğe erişim eksikliği yaşıyor.


263 milyon insan kaynaklardan su toplamak için 30 dakikadan fazla yolculuk yaparak zaman harcıyor. 159 milyon kişi akarsu ve göl gibi su kaynaklarından herhangi bir işleme tabi tutulmamış suyu içiyor. 
“Su temizdir ve temizleyicidir”, bu nedenle atalarımız su ikramında bulunanlara “su gibi aziz ol” veciz ifadesiyle mukabele etmişler.



3 Temmuz 2018 Salı

Müslüman gafleti zulmü artırıyor




Arakanlı  Müslümanların çektiği sıkıntı yıllardır devam ediyor. Kendi topraklarından kovulan bu Müslümanlar yıllardır her türlü insanlık dışı muameleye maruz kaldılar.
Arakanlılar yeryüzünde mağdur ve mazlum Müslümanlardan bir kısmını oluşturuyor.
Yurtlarını, yakınların, işlerini, aşlarını kaybettiler.
Bu insanlık dışı olaylar bütün dünyanın gözü önünde meydana geldi.
Bu savunmasız insanların seslerini yine ülkemiz dünyaya duyurmaya çalıştı. Bu insanların bulundukları yerlere ülke olarak ziyaretler yapıldı.
Sıkıntıları bizzat yerinde gözlemlendi.
Bu insanlık dramı bütün dünyaya anlatıldı.
Fakat küresel emperyalist güçler bu insani sese pek kulak vermedi.
Her zamanki gibi ya bir kınama ya da haklarının korunacağı yerlerine geri dönmeleri için çalışacakları şeklinde sözde kalan ifadeler kullanıldı.
Ancak gözle görülür kayda değer bir sonuç alınmadı.
Bu insanların karşılaştıkları insanlık dışı muamelelere bütün dünya medya iletişim vasıtalarıyla şahit oldu.
Bu haksızlık karşısında Birleşmiş Milletlerin (BM) duyarsız tavrı benzerlerindeki gibi yine kendini gösterdi.
Çünkü gerek bu kurum ve gerekse benzer yapıya sahip olanlar için bahane bulmak çok. 
Gerekirse dut yemiş bülbüle dönüyor veya bu husustaki çaresizliğine mazeret bulmasını biliyorlar.
Kurumun adil olmayan mevcut yapısıyla mazlum ve mağdurlar lehine etkin bir karar alma imkanı bulunmuyor. 
Bu nedenle işin içinden sıyrılıp çıkma yolu tercih ediliyor.
Kurum içindeki hâkim güçler bilindiği gibi işlerine geldiğinde, menfaatleri olduğunda sözde demokrasi, barış ve huzur, özgürlük götürme kisvesi altında binlerce kilometre uzak mesafelere gitmesini biliyorlar… Biliyorlar da götürdükleri yine zulüm oluyor!
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres Bangladeş’teki Arakanlı Müslümanların kamplarını ziyaret ederek oradaki yürek burkan sıkıntıları yerinde görmüş.
Guterres, kampların sürekli taşkın ve heyelan tehlikesi altında bulunduğunu, bu Müslümanların karşılaştıkları insanlık dışı vakıanın “sistematik şiddetin en trajik hikâyelerinden" biri olduğunu söylüyor.
Bu insanlar yakınlarını, evlerini, yurtlarını, iş ve aşlarını kaybederken, bu kamplara hangi zor şartlar altında geldiklerini de gördük; yağmur ve çamur içinde yalın ayaklarla üstlerinde doğru dürüst giyecek olmaksızın zalimlerin zulmünden kaçarak Bangladeş’e sığındılar.
Aynı akıbeti Suriyelilerde yaşamıştı, onlarda evlerini, yurtlarını, yakınlarını kaybederek zalimin zulmünden kaçtılar.
Dünyada hâkim emperyalist güçlerin küresel insanlık problemlerine adil ve kalıcı çözüm getirme hususunda samimi olmayışları her geçen gün bu küresel yarayı azdırıyor.
Göçmen ve sığınması meselesi her geçen gün artarken bu yolda toplu şekilde hayatlarını kaybedenler yıllardır devam ediyor.
Haktan, hukuktan ve insanlıktan nasibini almayan uluslararası toplumun küresel insanlık dramına çare olması ise zor görünüyor.
İslam dünyasının gafleti sürdükçe bu tablo da devam edeceğe benziyor...