30 Ağustos 2012 Perşembe

Denklemi artı ve eksileriyle ele almalı

 

 

Saman üretiminin yeterli olmaması ve arzı karşılayamaması fiyatlarının yükselmesine yol açacağına dair açıklamalar yapılıyor.  

Iğdırlı hayvan üretici ve besicilerinin konudan şikâyetçi oldukları, kuraklık ve havaların erken soğuması nedeniyle bu yıl saman fiyatlarının söz konusu bölgede yükseldiğinden çiftçiler dert yanıyor. Aslında Iğdır ilimiz bulunduğu bölgede sahip olduğu iklim özellikleri itibariyle farklı bir konuma sahip. Bir zamanlar doğunun Çukurova’sı tabiri kullanılırdı Iğdır için, yine de öyledir!

Saman üretiminin yetersiz kalmasına sebep olarak kuraklık gösteriliyor.

Hatta bu durumun saman ithalatına yol açacağı ifade ediliyor.

Ancak tek tip yeme bağlı kalmaları söz konusu üreticilerin bu husustaki sıkıntılarını artırmış olabilir.

Samandan doğan açığı alternatif benzer yemlerden telafi etme yolun gidilebilir.

Otlakların ve çayırların sulanmasıyla özellikle sıcak bölgelerimizde ilave yem teminini sağlanabilir, mevsim henüz daha yaz sayılır!

Kuraklık afeti beklenmedik anlarda kendini gösterebiliyor.

Ülkemizin genel olarak bu yıl kuraklıktan etkilendiği pek söylenemez.

Kuraklığın bu yıl en fazla etkilediği ülke Amerika, yapılan açıklamalara göre, soya ve mısır üretimi ABD'de önemli ölçüde kuraklık nedeniyle zarar görmüş.

Mısır üretiminin yüzde 49’u ve soya yetiştirme alanlarının yüzde 46’sı aşırı kuraklıktan zarar görmüş. Bu durumun verim azalmasına ve erken hasat yapılmasına yol açtığı belirtiliyor.

Kıtanın kuraklık izleme ofisinin açıklamasına göre, ülkenin yüzde 63’ü kuraklık yaşıyor, ABD Tarım Bakanlığına göre, bu alan son elli yılda görülen en büyük alan olarak değerlendiriliyor.

Bu durumun sadece söz konusu ülke için olumsuz sonuçlarının olmayacağı, ABD’nin dünyanın en büyük mısır üreticisi ve ihracatçısı olması nedeniyle dünya çapında geniş olumsuz etkilerinin olacağı düşünülüyor.

Ülkenin azalan yurtiçi üretimi bütün dünyada gıda güveliğinin kötüleşeceği yorumlarına yol açıyor.

Bu kötü gidişten Japonya, Meksika gibi mısır, soya yan ürünleri ve hayvan yemi ithal eden ülkelerin etkileneceği bekleniyor.

Yapılması gerekenin tabii kaynakların daha iyi yönetilmesi…

Daha fazla sürdürülebilir yaklaşımları benimsemek…

 

***

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım örgütü küresel olarak bir milyara yakın insanın yeterli beslenmediğini tahmin ediyor.

Dünya Sağlık Örgütü ise bir milyarın üzerinde insanın aşırı kilolu olduğu ve en az 300 milyon insanın obez olduğunu tahmin ediyor.

Aç insanların sayısı ile aşırı kilolu olanlar arasında ilginç bir oran var, bir denklemin eksi ve artıları gibi.

Bir başka deyişle aşırı kilolu olanların ve obezliğin önlenmesi ve adil bir dağılımla açlığın önüne geçilmiş olacak…

Ülkemiz sanayileşmesini hızla tamamlama yolunda önemli gelişmelere sahne olurken, aynı zamanda sahip olduğu tarımsal özellikler - ki bu değerlere yeryüzünde çok az ülke sahiptir diyebiliriz - nedeniyle önemini artırıyor.

Doğu ve güneydoğu bölgemiz hayvancılık için, sahip olduğu yayla ve otlaklar açısından zengin bir potansiyele sahip. Ancak bu potansiyel başımıza çalınan ve 30 yıldır devam eden terör nedeniyle yeterince değerlendirilemiyor. Terör belası gerek bölge ve gerekse ülkemiz ekonomisine büyük zararlar veriyor. Elbette ki bu kirli ve çirkin oyun bilinçli olarak sergileniyor! Terörün bitmesi bölgeyi ekonomik anlamda uçuracaktır...

Netice olarak, ülke sorunlarının çözümünde meslek odalarının da önemli katkısı olacağı kesindir. Bu nedenle söz konusu oda ve dernekler mensubu oldukları kesimin eğitimine katkıda bulunarak muhtemelen karşılaşacakları sıkıntıların aza indirilmesinde hayati rol oynayabilirler. Meseleye sadece sorun tarafından değil de, çözüm tarafından da bakılırsa o zaman gerçek görevlerini yapmış olurlar, daha doğrusu faydalılık katsayılarını artırmış olur.  

Tabii kaynakların önemini iyi kavrayıp, onları koruma ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşturmak muhtemelen karşılaşılacak risklerin azaltılmasında önemli katkılar sağlayacaktır.

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Gaye Kürt realitesi mi?


 

 

Zihinlerde iz bırakan iki önemli olay var ülkemizde...

Biri oniki eylül 1980 yılına kadar devam eden kanlı çatışmaların o gün sabahı itibariyle kesilmesi ve sonrasında ülkenin beklediği huzura kavuşması idi!

Bir diğeri ise ülkemizin sulh ve sükûnunu yakından ilgilendiren terörist başının 1999 yılında yakalanması neticesinde ne hikmetse terör olaylarının hemen durması idi!

O tarihte bu yakalama hadisesi ülkemizi sözde bir hak arama bahanesiyle uzun yıllardır kana bulamış olan ‘terörün bittiği ve huzurun geldiği’ şeklinde algılanıyordu.

1984 yılında Siirt’in Eruh ilçesinde fiilen kanla başlayan terör, 1999 yılında terörist başının yakalanmasıyla durmuştu.

Bu olayın arkasında yatan gerçek nedenin ise bu vesileyle birilerini iktidara getirme arzusunun olduğuna dair yorumlar yapılıyordu. Nitekim 1999 yılı nisan ayında yapılan genel seçimlerde, seçim sonrasında iktidara gelmesi beklenen partiler seçimi kazanmış ve hükümet olmuşları. Önceden düşünülen senaryo kurgulandığı gibi hayat bulmuştu.

Bu olayla millet iradesine bir şekilde yön verilmiş, millet iradesi dolaylı da olsa etki altında kalmıştı.

Bu iki parti maalesef milletin beklentilerine cevap veremediği gibi ülkenin ekonomisi daha da kötüye giderek, ülkemiz büyük bir kriz yaşamış, iş yerleri kapanmış, çok sayıda insan işsiz kalmıştı.

Türkiye ekonomisi küçülmüştü.

Netice olarak dönemin iktidar partileri ülkeyi yönetme aczine düşünce, çareyi erken seçime gitmekte bulmuştu.

İşte o zamanki iktidarın yapmış olduğu en hayırlı icraatı ülkeyi daha fazla sıkıntıya götürmeden erken seçim kararı almaları olmuştu.

Bu karar ülkemizde yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

3 kasım 2002 yılında yapılan erken genel seçimiyle ülkemiz yeni bir döneme girmişti.

Ak Parti 3 kasım 2002 seçimleriyle iktidara gelerek ülkemizin yıllarca el atılmamış sorunlarına neşter vurmuş, ülkede bir kalkınma hamlesi başlamıştı. Ülkeye güven ve istikrar gelmişti; yatırım ve kalkınma için aranan unsurlardı.

Başlatılan yatırımlar birer birer hizmete açılıyor, ekonomide bir canlılık yaşanmaya başlamış, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir kalınma hızı başlamıştı.

Ülkemiz bir değişimin içine girmiş, A’dan Z’ye her şey bu ülke yararına değişiyordu, değişmesi gerekiyordu.

Uzun yıllardır bekleyen problemlerin üç, beş yılda bitmesi mümkün değildi, fakat ülkemiz kalkınma trenine binmiş hızla yoluna devam ediyordu.

Bu kalkınma treninin durmaması ve kesintiye uğramamsı için birkaç dönem Ak Partinin iktidarda kalması ve kalkınmada sürdürülebilir bir rotaya oturması gerekiyordu. Nitekim önceki yıllarda başlayan kalkınmanın meyveleri sonraki seçimler için önemli bir yatırım olmuş ve neticede Ak Parti haklı olarak üç dönem kesintisiz seçimi kazanarak bugüne kadar gelmişti.

Yaşadıklarımıza ve gelişmelere baktığımızda uzun yıllar kalkınmasını tamamlayamayan ülkemiz kalkınmada önemli sıçramalar yapmaya devam ediyordu.

Beklenmedik çok önemli istenmeyen bir gelişme olmadığı takdirde bu treni durdurmanın mümkün olmayacağı görüntüsü verildi.

Milli gelir 3 bin dolarlardan 10 bin dolarlar seviyesine çıkarak bu süre içinde kişi başına milli gelir üç mislinden fazla bir artış gösterdi. İleri ülkeler seviyesine çıkmak için bu yeterli değildi, fakat bu yolda atılımlar devam ediyordu…

Yine ihracatın o yıllarda 30 küsur milyar dolarlardan bu yılsonu hedefi olarak 150 milyar dolarlara ulaşacak bir performansı yakaladığı görülüyor.

Bu arada 2008 yılında başlayan ve hala etkisini sürdüren küresel bir ekonomik kriz dünyanın gündeminde bulunuyor.

Ülkemizi en az seviyede etkileyen ve özellikle kalkınmış ülkelerin daha çok etkilendiği küresel kriz etkisini sürdürüyor. Bu hususta tam düzlüğe çıkışın 2013 – 2014 yıllarında ve hatta 2015 yılında olacağına dair görüş bildiriliyor…

Yazının başlangıcında değindiğimiz konuya tekrar dönersek; sağduyu sahiplerinin ortak tespit ve teşhisi: Türkiye ne zaman şaha kalksa ülke düşmanları şu veya bu şekilde ellerinde tuttukları kozları devreye alarak hızımız kesilmeye çalışılıyor. Nitekim 1999 yılında bitme noktasına gelen ve bir süre buzdolabına konan terörün arkasındaki güçler 2002 yılından sonra ülkemizde başlayan kalkınma hamlelerini hazmedemeyişlerinin bir sonucu olarak terörü şu veya bu şekilde tekrar devreye alarak yeniden hortlatmış, canlı kuklaları vasıtasıyla kan akıtmaya başlamışlardır.

Bu işin arkasında yatan asıl gerçek ne Kürt realitesi ve ne de onlara sahip çıkmak adına ileri sürülen reçetelerdir...

Bunu da öncelikle söz konusu bölgede yaşayan vatandaşlarımızın bilmesi gerekiyor, hem kendi ve hem de ülkemizin topyekûn kalkınma ve huzuru için...

Bu insanlarımız ne kadar erken bu işin arka planında duran çirkin oyunun farkına varırlarsa; huzura, güvene, rahata ve ekonomik kalkınmaya o oranda çabuk kavuşmuş olacaklar!

18 Ağustos 2012 Cumartesi

ABD’de etkili olan kuraklık


 



Gıda insanların en önemli zaruri ihtiyaçlarından biri.

Toprak ve tohumun yanında, su gıda maddelerinin yetiştirilmesinde vazgeçilmez temel unsur.

Su rezervlerinin tek kaynağı kar veya yağmur yağışları...

Bu yıl Amerika ve birkaç tarım ürünleri ihracatçısı ülkeler aşırı kurakla karşı karşıya bulunuyor.

New York Times’in haberine, ABD geçen yarım yüzyıl içinde karşılaştığı en kötü kuraklığı yaşıyor. Soya ve mısır rekolte tahminlerini 2003’den bu yana en düşük seviyesine; mısır rekoltesini ise 1995 yılından buyana en düşük seviyeye çekti.

Analistler küçülen üretimler hayvan yemi ve gıda fiyatlarının yukarı çekileceğinin endişesini taşıyor.

Tarımsal ürünlerin farklı amaçlarla kullanımı, kulanım alanlarının çeşitlenmesi, talebin artmasına paralel olarak pazara sunulan arz miktarlarına bağlı olarak fiyatların da yükselmesine yol açabiliyor.

Özellikle son yıllarda dünyada biyoyakıt kullanımındaki artış daha fazla bitkisel üretimin yapılmasını gerektiriyor.

ABD tarım bakanı kuraklığın yaşandığı Nebraska’daki çiftçilerin 1988 yılında yaşanan son büyük kuraklıktan daha iyi olduklarını ifade etmiş. Hava ve yağmur şartlarının normal olmaması halinde soya ve mısır fiyatlarının %20-25 artacağı tahmini yapılıyor.

Bu ülkede aynı zamanda süt, yumurta ve et üretimin de düşeceği tahmin ediliyor, kuraklık nedeniyle.

ABD tarım bakanlığı gıda fiyatlarının 2013 yılında %3-4 artış göstereceğini tahmin ediyor.

Sera gazlarını azaltmak amacıyla 'yenilenebilir yakıt standardını' 2005 yılında onaylayan ve 2007 yılında genişleten ABD'nin, 2012 yılında 13.2 milyar galon mısır esaslı biyoyakıt üreteceği bekleniyor.

Bu ülkede mısır üretiminin %40’ı etanol üreticilerine gidiyor.

Kuraklığın dünyanın her yerinde emtia fiyatlarına etki yaptığı söyleniyor.

Kötü hava şartlarının sadece ABD’yi değil; Brezilya, Rusya, Avustralya ve Hindistan gibi diğer büyük ihracatçı ülkeleri de vuracağı beklentisi var!

Bu durum aynı zamanda ilgilileri belli gıda ürünlerinde küresel yetersizliğe yol açacağına dair endişelere itiyor. Ki, bu da küresel gıda fiyatlarının artacağı ve enflasyonu tetikleyeceği yorumların neden oluyor.

ABD’nin dünyanın en büyük mısır, soya ve buğday ihracatçısı olması, muhtemel fiyat yükselmelerinin küresel dalga etkisi yapacağı endişesini gündeme getiriyor...

Toprak, tohum yeterli ve yüksek verimli olsa da üçüncü ve hayati bileşen olan su olmadan işletmecilerin üretim yapması mümkün değil.

Tarımsal üretimin kapalı alanlarda yapılan fabrikasyon üretimden farklı olarak tabiatta her türlü meteorolojik olaylara kaşı maruz kalma durumu, bu üretim sektörünün daha hassas ve kırılgan olduğunu gösteriyor.

Bu kırılgan ve hassas yapıyı mümkün olduğu kadar aza indirmek için üretim sürecinde başka tedbirler yanında sigortalama, üreticilerin uğrayacağı zararı telafi etmesi açısından önem arz ediyor.

Kuraklık ve kıtlıklardan alınması gereken önemli derse ise kaynakların ve özellikle su kaynaklarının önemini iyi kavramak ve sürdürülebilir yapıyı sağlayıp sürekli kılmayı akla getiriyor.

Ülkemiz bulunduğu bölgede en zengin su kaynaklarına sahip, komşularına göre! Bu durum ülkemizin stratejik önemini daha da artırıyor. 
Hayati bir öneme sahip olan su kaynakları, önemi giderek artırarak petrolden öte bir değer kazanacağa benziyor.

Kuraklıklar aynı zamanda israf kavramının önemine vurgu yapıyor...

Her ne kadar günümüz iklim koşulları çok değişken bir yapı arz ediyorsa da, yapılması gerekenin tüm tedbirleri önceden almak, muhtemel riskleri azaltmak açısından önem taşıyor.

Bu hususta bir başka önemli nokta ise uzun yılları kapsayan kapsamlı projeksiyonların yapılmasını ve devamlılığını gündeme getiriyor.  

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Deeply wounded Eurozone




While our neighboring country Syria has been struggling to win democratic rights against the tyrannic leader, their conditions are not suitable to consider the economic situation.

In fact, the economy has completely collapsed, the single thought for the Syrian people immediately to get freedom, to end merciless and unjust carnages to which they have been exposed for one and half years.

In terms of Europe, its economy has been trying to get recovery since 2008.

Downward trend is persisting its impression in the economy of European Union. According to analysts and indicators, full recovery expected would be achieved in 2014 and 2015.

The foremost problem of the union is budget deficits.

In order to prevent the deficits, the officials of the union are preparing new measures to handle the crisis.

The analysts say the arguments about European policy are taking on a “very dangerous” tone, as worries mount about the future of the euro.

Pessimist and negative developments sustain their effect in the economy and cause to emerge concerns about union monetary unit, euro.

As for the European Central Bank, it is decisive to preserve euro.

Meanwhile, the constrictions in the economy lead to layoffs.

The number of people unemployed across the 17 countries that use the euro had hit a record high in June; Europe’s debt crisis has ramifications beyond the financial markets.

The unemployment rate maintains its upward trend in the eurozone, posted as 11.2 percent in June.

Eurostat, the EU’s statistics office, said 17.801 million people were out of work in the eurozone in June, 123,000 more than May, and is the highest level since the euro was formed in 1999.

Spain, which is at the forefront of Europe’s debt crisis concerns, had the highest unemployment rate across the eurozone of 24.8 percent.

Spain’s downturn deepened in the second quarter, with the economy shrinking 0.4 percent after contracting 0.3 percent in the first three months of 2012, the government said the economy would continue in recession next year, shrinking 0.5 percent instead of growing 0.2 percent as previously expected.

Spain was forecast to return to growth of 1.2 percent in 2014 and 1.9 percent in 2015.

As for Greece’s rate was not far behind staying at 22.5 percent.

According to a source, political leaders in Greece have agreed on most of the austerity measures demanded by its creditors and are now eyeing wage cuts to get the final 1.5 billion euros of savings still needed.

It was also indicated that Greece also must acquire savings worth 11.5 billion euros for 2013 and 2014 to satisfy its increasingly impatient lenders.

Many countries that use the euro, including France and Italy, also have double-digit unemployment rates. Germany, Europe’s biggest economy, its unemployment rate, according to Eurostat, dropped to 5.4 percent in June from 5.5 percent in May.

Another foremost country, the UK economy slumped 0.7 percent in the 2nd quarter, worse-than-expected amount in the second quarter.

Developments in European economy commented that conditions “bear the traits of a psychological dissolution of Europe”.

In conclusion, new measures expected to be arranged for Europe to handle the crisis.

It is said that it was not seen any room for further concession and popular budget in economy.

On the agenda of eurozone there are layoffs, a cap on pensions, cuts in welfare benefits, reductions in tax exemptions, and lower salaries for public employees as well as raising the retirement age by a year to make up for the shortfall in savings, according to the statements.

However, European Central Bank president Mario Draghi announced the bank “is ready to do what it takes to preserve the euro.”

German Chancellor Angela Merkel and French President Francois Hollande also vowed to do "everything to protect the eurozone".

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Arakanlı Müslümanların düşündürdükleri





Medeniyet, hak, hukuk ve demokrasi kavramlarının konuşulmadığı, anılmadığı bir günün olmadığı dünyada, Arakanlı Müslümanların yaşadığı insanlık dışı dramı çeşitli vesilelerle basından takip ediyoruz.

Sadece ülkemizde değil, Türkiye'nin öncülüğü ile dünya basını da bu acı olaya yer vermeye başladı. Ülkemiz insanlık dışı her olayı açığa çıkarmak, dünya gündemine taşımak için gerekli çabayı gösteriyor. İnsani konulara olan hassasiyeti ve fıtratı gereği bu konuda öncülük yapmaktan geri kalmıyor.

Bunu yaparken bir insani borç olarak konuyu ele alıyor ve bu hususta sorumluluk üstlenerek insanlık dramlarını dünya gündemine taşıyor. Yetkili uluslar arası kuruluşları hareket geçirerek bu tür insan hakları ihlallerinin önlenmesi konusunda gayret ve çaba sarf ediyor.

Dünyadaki Müslüman topluluklara baktığımıza, en çok insan hakları ihlallerine maruz kaldıklarına şahit oluyoruz. Müslüman ülkelerde kendi aralarında mazlum ve fakir olan toplulukları içinde bulundukları sıkıntılı durumdan kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayacak yeterli ve karalı bir duruşu göremiyoruz.

Petrol zengini ülkelerin zenginlik kaynaklarının bir kısmını hayır işlerine ayırmaları söz konusu insanların maruz kaldıkları insanlık dışı muameleden kurtulmalarına vesile olacaktır.

Maddi destek sağlayacakları gibi, diplomatik destekle de bu mesele kalıcı çözüme kavuşturulabilir.

Bu hususta yapılan yanlışlıkların en bariz ve çarpıcı misali ise Suriye’de yaşanan katliama destek veren birkaç İslam ülkesi.

Göz göre göre bu yanlışa destek vererek yapılan katliamlara seyirci kalıyorlar.

Böyle bir yanlışa destek verenler kendi aymazlıklarını ve çapsızlıklarını gözler önüne seriyorlar.

21. yüzyılın medeni denilen dünyasında Arakanlı Müslüman kardeşlerimizin maruz kaldıkları insanlık dışı drama bakınca, bugüne kadar bu insanlara gerek siyasi manada ve gerekse en zaruri ihtiyaçları olan gıda, giyinme ve barınma hususunda hiçbir yardımın yapılmadığını görüyoruz.

Belki de, ülkemizin bu hususta bir çabası olmasaydı bu insanlar maruz kaldıkları baskı ve insanlık dışı muamele neticesinde yok olup gideceklerdi.

Eğer bunlardan kendilerine bir menfaat gelmiş olsaydı şimdiye kadar çoktan desteklenmiş örgütlü bir konuma gelmişlerdi, haklarını arayıp kavuşmaları için!

Hak arama konusunda ülkemize bakınca, bu konuda arkasına aldıkları yedi düvelin desteği ile 30 yıldır öldürerek sözde hak arayan insanlıktan nasibini almamış terör örgütünü unutmamak gerekiyor!

Söz konusu bölgenin kalkınmasını, gelişmesini önleyerek ve tek gayesi ve hedefi öldürmekten başka bir şey olmayan zulüm güruhunun hayatta kalma sebebi sadece ve sadece öldürmek.

Doğu ve güneydoğu bölgesindeki insanların sözde haklarını savunanlar ki hak konusunda bir eksiklik yok; eksiklik sadece oluşturulan terör ortamı dolayısıyla var olan hakların uygulamasında yaşanıyor. Terör örgütünün gayesi hak aramak değil, var olan hakları gasp etmektir.

Terör örgütünün arkasına aldığı yedi düvelin desteği ile yaptığı aslında bir hak arama mücadelesinden ziyade, tamamen bu insanların mevcut haklarının elinden alınmasının mücadelesidir. Bu mücadelenin nihai hedefi yeni bir Filistin, yeni bir Arakan oluşturup, böylece bu insanları tamamen köleleştirmeği amaçlamaktadır.

Gerek Arakanlı ve gerekse Filistinli Müslüman kardeşlerimizin durumuna düşmemenin tek yolu öncelikle bu bölge insanlarına bağlı. Kendi üzerlerinde oynanan bu oyunu doğru anlamaları, doğru algılamaları gerekiyor ki bu çirkin oyun bozulsun; işte o zaman sahip oldukları hakları tam olarak elde etmiş ve yaşamış olacaklar.

O zaman ellerinde bulunan zenginlik kaynaklarını harekete geçirecekler…

  




4 Ağustos 2012 Cumartesi

Suriyeli muhalifler askeri müdahale istemiyor










Lider kısaca; yöneten, önderlik yapan ve başkalarına ilham veren şeklinde tarif ediliyor.

Ama bunun yanında geçmişte de, günümüz de lider konumunda olup kötü örnekler sergileyenleri de görüyoruz, ne yazık ki!

İşte yanı başımızda kendi menfaatleri gereği elinde tuttuğu güçle halkını birbirine kırdıran kötü bir lider örneği...

Birinci Dünya savaşından sonrası bölgemizde meydana gelen yeni oluşumlar bu tip lider örnekleriyle doluydu. Her biri zaman ayarlı bomba gibi kullanım süreleri dolunca patlatılıyorlar…

Bu tip liderlerin yönetim biçimleri özellikleri belli güç odaklarının kontrol ve emrinde olarak ülkesinin menfaatlerini onlarla paylaşmaktan öteye gitmiyordu…

Bir buçuk yıl öncesine kadar totaliter ve demokratik olmayan bir anlayışla yönetilse bile yakın komşumuz Suriye halkı bir arada yaşıyordu.

Fakat Ortadoğu ve kuzey Afrika bölgesinde bir değişim rüzgârı esti, Suriyeli vatandaşlar da bundan etkilendi ve umutlandı. Onlar da, onlarca yıldır yaşadıkları baskı rejiminden kurtulup, özledikleri günümüz yönetim biçimi olan demokratik bir rejime kavuşma hayaline kapıldılar.

Olayların bu derece yıkıcı ve ölümcül bir mecraya gireceğini bilselerdi belki de böylesine ağır bir faturası olan demokrasi, hak ve hukuk mücadelesine girişmezlerdi.

Başlangıçta masumane gösterilerle başlamış olan olaylar, giderek sertleşmeye dönüşmüştü. 

Tunus, Mısır ve hatta Libya’daki gibi kısa ve kolay olabileceğini sanmışlardı, fakat gerçekler beklentileri aştı. Çok kan döküldü, kanlı rejim acımasızca kendi insanlarının canını aldı ve almaya devam ediyor.

Çatışmalar gün geçtikçe şiddetini artırarak ülkenin her yerine yayılmaya başladı.

Ok yaydan çıkmış; şartlar artık kazanan ve kaybedenin net bir şekilde ortaya çıkmasını gerektiriyordu.

Suriye yönetimi içinde bulunan biraz vicdan sahibi olanlar yönetimin kendi insanına karşı canice yaptığı saldırılara karşı cephe alarak birer birer çözülmeye başladılar.

Gelinen noktada Suriye yönetimi artık geri dönülmez ve içinden çıkılmaz bir bataklığı içine düşmüş görünüyor.

Suriye ordusu silahsız insanları öldürmeye devam ediyor, kendi insanlarına karşı katliamın en acımasızını uyguluyor.

Suriye liderine olayın başından beri destek veren Rusya, İran ve Irak yönetimi ise dökülen kana ortak olmuş ve bu insanlık dışı olaya destek vermişlerdir.

Dahası sözde korudukları Suriye liderine iyilik yapmak isterken, akıbetinin ne olacağı belli olmayan bir mecraya sürüklemişlerdir. Görünen o ki bu safhadan sonra kendisini iyi bir akıbetin beklemediğidir. 

Suriye liderinden beklenen, daha fazla kan dökülmeden, en kısa zamanda geri adım atması.

Ancak mevcut durumda eli kanlı liderin görünürde böyle bir niyeti yok.

Çatışmaların bu şekilde devam etmesi ise iki taraf için de çok kan dökülmesine neden oluyor.

Çözüm olarak uluslararası askeri müdahale konuşuluyor.

Suriye muhalif liderleri bu kanlı çatışmalara dışarıdan bir askeri müdahale edilmesinin çok daha kötü sonuçlar doğuracağını düşünerek haklı olarak böyle bir harekete sıcak bakmıyorlar. İstekleri ise kendilerinin silah ve mühimmatla desteklenmesi…

Çıkmaza sürüklenen Suriye’de açlık, susuzluk, yokluk, korku ve ölüm kol geziyor...

Suriyeli muhalifler askeri müdahale istemiyor







Lider kısaca; yöneten, önderlik yapan ve başkalarına ilham veren şeklinde tarif ediliyor.

Ama bunun yanında geçmişte de, günümüz de lider konumunda olup kötü örnekler sergileyenleri de ne yazık ki görüyoruz!

İşte yanı başımızda kendi menfaatleri gereği elinde tuttuğu güçle halkını birbirine kırdıran kötü bir lider örneği...

Birinci Dünya savaşından sonrası bölgemizde meydana gelen yeni oluşumlar bu tip lider örnekleriyle doluydu. Her biri zaman ayarlı bomba gibi kullanım süreleri dolunca patlatılıyorlar…

Bu tip liderlerin yönetim biçimleri özellikleri belli güç odaklarının kontrol ve emrinde olarak ülkesinin menfaatlerini onlarla paylaşmaktan öteye gitmiyordu…

Bir buçuk yıl öncesine kadar totaliter ve demokratik olmayan bir anlayışla yönetilse bile yakın komşumuz Suriye halkı bir arada yaşıyordu.

Fakat Ortadoğu ve kuzey Afrika bölgesinde bir değişim rüzgârı esti, Suriyeli vatandaşlar da bundan etkilendi ve umutlandı. Onlar da, onlarca yıldır yaşadıkları baskı rejiminden kurtulup, özledikleri günümüz yönetim biçimi olan demokratik bir rejime kavuşma hayaline kapıldılar.

Olayların bu derece yıkıcı ve ölümcül bir mecraya gireceğini bilselerdi belki de böylesine ağır bir faturası olan demokrasi, hak ve hukuk mücadelesine girişmezlerdi.

Başlangıçta masumane gösterilerle başlamış olan olaylar, giderek sertleşmeye dönüşmüştü. 

Tunus, Mısır ve hatta Libya’daki gibi kısa ve kolay olabileceğini sanmışlardı, fakat gerçekler beklentileri aştı. Çok kan döküldü, kanlı rejim acımasızca kendi insanlarının canını aldı ve almaya devam ediyor.

Çatışmalar gün geçtikçe şiddetini artırarak ülkenin her yerine yayılmaya başladı.

Ok yaydan çıkmış; şartlar artık kazanan ve kaybedenin net bir şekilde ortaya çıkmasını gerektiriyordu.

Suriye yönetimi içinde bulunan biraz vicdan sahibi olanlar yönetimin kendi insanına karşı canice yaptığı saldırılara karşı cephe alarak birer birer çözülmeye başladılar.

Gelinen noktada Suriye yönetimi artık geri dönülmez ve içinden çıkılmaz bir bataklığı içine düşmüş görünüyor.

Suriye ordusu silahsız insanları öldürmeye devam ediyor, kendi insanlarına karşı katliamın en acımasızını uyguluyor.

Suriye liderine olayın başından beri destek veren Rusya, İran ve Irak yönetimi ise dökülen kana ortak olmuş ve bu insanlık dışı olaya destek vermişlerdir.

Dahası sözde korudukları Suriye liderine iyilik yapmak isterken, akıbetinin ne olacağı belli olmayan bir mecraya sürüklemişlerdir. Görünen o ki bu safhadan sonra kendisini iyi bir akıbetin beklemediğidir. 

Suriye liderinden beklenen, daha fazla kan dökülmeden, en kısa zamanda geri adım atması.

Ancak mevcut durumda eli kanlı liderin görünürde böyle bir niyeti yok.

Çatışmaların bu şekilde devam etmesi ise iki taraf için de çok kan dökülmesine neden oluyor.

Çözüm olarak uluslararası askeri müdahale konuşuluyor.

Suriye muhalif liderleri bu kanlı çatışmalara dışarıdan bir askeri müdahale edilmesinin çok daha kötü sonuçlar doğuracağını düşünerek haklı olarak böyle bir harekete sıcak bakmıyorlar. İstekleri ise kendilerinin silah ve mühimmatla desteklenmesi…

Çıkmaza sürüklenen Suriye’de açlık, susuzluk, yokluk, korku ve ölüm kol geziyor.