27 Haziran 2014 Cuma

Emperyalist kumpas


 

 
Suriye, Libya ve Irak; bu ülkeler Türkiye’nin yakın komşuları ve ticaretinin de önemli pazarlarıydı. Suriye dört yıldır iç savaşta.

Libya, Arap Baharı dönüşümü ile kısa zamanda iç çatışmadan çıkarak demokratik düzene adım attı.

Fakat Libya’nın bu durumu emperyalistleri hayal kırıklığına uğratmıştı.

Sömürü düzeni Libya’da beklediği ilgi ve alakayı görmemiş olacak ki ülke istikrara kavuştum derken, ABD elçiliğine yapılan kanlı baskın iç çatışmalar için bir başlangıç oldu.

Gerek ticari olarak ve gerekse bu ülkede uzun yıllardır sürdürülen inşaat çalışmaları ülkemiz açısından önem taşıyordu.

İşte Suriye’de de bir türlü bitirilmek istemeyen kardeş kavgasının önde gelen nedenlerinden biri de iç savaş öncesi iki ülke ilişkilerinin ivme kazanmasıydı. 

2003’ten beri bir türlü istikrar bulamayan Irak ise son iki yılda giderek istikrarsızlaşmaya başladı, söz konusu dönemde ölen sivil sayısında artış kaydedildiği görülüyor.

Bu ülkede de gerek ticaret ve gerekse inşaat ihaleleri bakımından ülkemiz açısından olumlu gelişmelerin yaşandığını görüyoruz.

Bir başka ülke ise bilindiği gibi Mısır, demokratik yolla seçilmiş devlet başkanı haksız bir şekilde bu ülkenin paralel yapısı tarafından görevinden alındı.

Sonrasında binlerce Mısırlı zalim askeri cunta tarafından dünyanın gözü önünde avlanarak öldürüldü.

Her bakımdan ülkemizle yakın ilişkileri olan bu ülkelerde son yıllarda yapılan hak ihlalleri karşısında ne BM, ne uluslararası toplum ve uluslararası medya ve ne de uluslararası hak örgütleri bu ihlalleri kınayan samimi bir açıklamada bulunmadılar.

Zaman zaman BM’nin bu tür açıklamaları olduysa da adet yerini bulsun türündendi, samimi olarak bu işin üzerine gitmedi.

Her türlü insani hak ihlallerine karşı yaptıkları tek şey göz boyama türünden olayı kınamadan ibarettir.

Bu yapı aynı zamanda bu kurumların çürümüşlüğünü gösterdiği gibi, tarafsızlıklarını da yitirdiklerinin göstergesi oluyor.

Dünya barış ve huzurunu korumakla görevli bu uluslararası kuruluşların bir reform ihtiyacı içinde oldukları artık çok daha net bir şekilde anlaşılmış oluyor...

Bu bozulmanın sonucu olarak küresel terör giderek bir tırmanış sürecine girmiş.

Dünya adeta terörün korunduğu ve beslendiği bir dönem yaşıyor.

Irak ve Suriye’de İslam devleti kurduklarını açıklayan IŞİD örgütünün bu hareketi Ürdün ve Lübnan’a kadar taşıyacağı söyleniyor.

Suriye’de dört yıldır acımasız bir şekilde nahak yere her türlü işkence uygulanması ile yüzbinlerin ölümü karşısında sessiz kalan, zalim ve katil bir yönetimi koruma altına alan uluslararası toplumun bariz duyarsızlığını görüyoruz...
 
IŞİD hareketinin birden bire hız kazanması da bu savı destekler nitelikte.

Bölgenin bu derece istikrarsızlaştırılması akla derin ihtimalleri getiriyor.

Birisi örtülü olarak ülkemizin hedeflerine ulaşmasını duraklatmaya uğratmak!
Diğeri ise bölge iyice istikrarsız duruma düşünce kapsamlı bir uluslararası koalisyon oluşturularak bu güçler tarafından yine barış ve huzur getireceğiz masalıyla bölgenin işgal edilmesi gibi çirkin senaryoları akla getiriyor.

24 Haziran 2014 Salı

Emperyalistlerin ali cengiz oyunu


 
 
Suriye unutuldu, bu ülkede gereken yapıldı.
Bundan sonrası için muhtemelen Suriye yönetiminin uluslararası güç tarafından ne zaman halledileceği safhasıdır.
Şimdi gündemde Irak var!
Irak batı hegemonyasının oluşturduğu örgütlerin kontrolüne geçmiş durumda.
Yıllardır her türlü vizyon ve misyondan yoksun dayatma bir yönetim tarafından idare edilen Irak şu anda içine düşürüldüğü kaos ortamına teslim edildi.
Emperyalist güçler işlerini ve rollerini iyi biliyor.
Ülkeyi içinden çıkılmaz hale getirenler en başta hayali bahanelerle 2003 yılında işgali yapan koalisyon güçleri idi.
Zaten tek gayeleri de petrol kaynakları zengin olan Irak’ı bu hale getirmekti.
Bu zenginlikten gerçek sahiplerini mahrum bırakmaktı…
Emperyalistler amaçlarına ulaştı.
Amaç ne Saddam ve ne de başka kurgulanmış bahaneydi.
Amaç ülkeyi karıştırıp içinden çıkılmaz hale getirmekti.
Amaç insani olsaydı, Suriye’nin zalim lideri zulümde Saddam’ı fersah fersah geçtiği halde bu zalim içinde koalisyon oluşturulurdu.
Ne kimse bu mukayeseyi yapıyor ve ne de bu hususta fikir yürütüyor...
Eşi görülmemiş zulüm örnekleri de bu ülkede sergileniyor.
Her iki ülkenin birinde özellikle desteklenen ve beslenen bir zalim lider, diğerinde ise terör örgütlerinin kol gezdiği bir durum var.
İslam ülkelerinin ahvali belli.
Hemen hemen tamamında sözde şeriat devleti kurma amacıyla oluşturulan örgütler masum insanları gözünü kırpmadan her türlü silah kullanarak katliamlarına devam ediyor.
Bu örgütler nasıl oluşturuluyor, özellikle liderleri kimlerden oluşuyor pek bilinmiyor mu, fakat tahmin etmek de zorlanmıyoruz.
İngiliz vatandaşlarının cihat adına, İslamiyet adına terör örgütlerine katılmaları kafalarda çok sayıda soru işareti oluşturuyor.
Bu katılanlar özellikle esasta başka uyruklu olup çeşitli vesilelerle bu ülkeye gitmiş veya götürülmüş. Bir bakıma yağmurdan kaçıp doluya tutulmuşlar!
Daha iyi bir gelecek özlemi ile anayurtlarını terk eden gençler içinden çıkılmaz bir durumla karşılamış oluyorlar.
Beyinleri uyuşturulup sözde cihad veya İslam’a yardım amacıyla terör örgütlerine katılmalarının arkasında yatan asıl gerçek ise emperyalist oyun.
Gerek Irak ve gerekse diğer İslam ülkelerinde sözde davaları için bu katliamları yapanlar İslamiyet’le uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi, İslami kisve altında bu uğurda mücadele edenlerin de İslamiyet’le gerçek bir ilişiklerinin olup olmadığı da ayrı bir muamma.
Çünkü İslamiyet’i bilen bu denli canilik yapmaz.
Kandırılmışlar güruhunun İslam’a ve Müslümanlara cihad adına vermiş oldukları zarar, sömürü düzenin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramıyor.
Bugün Irak’ta ilerleyen IŞİD örgütü belli bir noktadan sonra mevcudiyetini gösteremeyecektir.
Emperyalist güçler amaçlarına ulaştıktan sonra ibreyi tersine çevirecek ve olan ise her bakımdan kayba uğrayan Müslümanlara olacaktır.
Yıllardır terörle uğraşanlar, zerre kadar hedeflerine yaklaşamamış ve yaklaşamayacaklardır.
Çünkü ipler başkalarının elinde istedikleri gibi bu piyonları oynatıyorlar.
Bu piyonlar emperyalistlerin örtülü silahı olup hem kendilerine ve hem de haksız yere katlettikleri masum insanlara büyük zararlar vermektedir.
Irak’ın içine düşürüldüğü bu çıkmaz öncelikle mevcut yönetimin olaylara bağnaz bakışı ve ileri görüş yoksunluğundan kaynaklanıyor.
Bu bağnazlığın neticesi olarak sömürü baronlarına ülkeyi teslim etmek olacaktır.
Bu bağnaz yönetim insanlarının hür iradesini gasp edip, hırsı, kini ve miyop görüşü nedeniyle emperyalist güçlere teslim edecektir.
Bunun da en önemli nedeni Türkiye gibi dost bir ülkenin tavsiye ve görüşlerine danışmamasıdır diye düşünüyoruz.

20 Haziran 2014 Cuma

Şehir ve insan


 
 
 
Şehirleşme günümüz insanlarının yaşam şeklinin gereği olarak her geçen gün artış gösteriyor. Küresel ölçekte %50’yi aşan şehirleşme önümüzdeki on yıllarda artışını sürdürmeye devam edecek.
Dolayısıyla şehirleşme yerel yönetimlere bir yandan yeni yükler getirirken aynı zamanda bu yükleri hafifletmek için ilgili alanlarda yatırımların sürdürülmesini zorunlu kılıyor.
Şehirleşme aynı zamanda tabii kaynaklar üzerine de kayda değer yükler getirmeye devam edecek.
Eskinin o gecekondu anlayışlı nereyi bulursam, nereye gözümü kestirirsem oraya bir göz oda, sonrasında kademeli olarak diğer eklentilerini yapmayı; dahası üzerine birkaç kat çıkma dönemi geçmişte kaldı.
Bu yanlış yapılaşma modeli dönüşümle birlikte tarihte kalmış olacak.
Şimdi her yönüyle dört başı mamur meskenler yapılarak ihtiyaç sahiplerinin hizmetine sunuluyor.
Ak Parti iktidarları döneminde başlatılan ve aynı zamanda ülkemiz üzerinde bulunduğu jeolojik yapının bir lüzumu olan dönüşüm projeleri ile şehirlerimiz daha sağlam ve daha modern yapılara ve görünüme kavuşuyor.
Bu dönüşüm birçok açıdan ülkemiz için fırsatlar sunuyor.
Eskinin o yanlış yapılaşma anlayışı, bu dönüşüm projeleriyle o yanlış yapılaşmanın oluşturduğu hatalar nedeniyle kapatılan ve perdelenen tarih ve tabiat hazinelerinin açığa çıkarılması fırsatını sunmuş olacak.
Bu özellikle, bir tarih ve tabiat hazinesi olan İstanbul gibi şehirlerimizin değerini çok daha artırmış olacak.
Turizm açısından mevcut potansiyel çok daha yukarılara taşınmış olacak.
Ülkemizin eşsiz tarihi ve tabiat güzelliklerine daha kolay ve rahat ulaşma imkânı sunacak.
Bunun örneklerini bazı yerlerde görmek, daha doğrusu dönüşümün uygulamaya konulduğu yerlerde görmek mümkün.
Bu uygulama tarihi mekânlara nefes aldırma fırsatı sunuyor.
Şehir yaşantısı aynı zamanda şehir kültürünü ve temiz toplum anlayışını da gerekli kılıyor.
Nedenine gelince günümüz ‘kullan at teknolojisinin’ her geçen gün yaygınlaşarak özellikle şehir insanın hizmetine sunulması, bu insanlara aynı zamanda bir sorumluluk da getiriyor.
Temiz toplum anlayışını benimseyip uygulamayı bir zaruret haline getiriyor.
Bu sorumluluk bir vatandaşlık görevi ve çevre hakkının varlığını göz önünde tutmayı gerektiriyor.
Bu da öncelikle şehirle çöp alanlarının çok iyi ayırt edilmesi gerekiyor.
Temizlik görevlilerinin yapması gereken yanında, şehirleri kullananlara daha büyük sorumluluk düşüyor.
Temiz toplum ve temiz şehir anlayışını bir vatandaşlık görevi olarak benimseyip her eline geleni gelişi güzel bir yerlere fırlatılmaması gerektiğinin şuurunda olmak çevre hakkının da bir gereği…
Şehir ve insan kültürünün iyi bir şekilde kavranıp uygulanması, şehir paydaşlarının tümünün sağlığını ve yaşam kalitesini doğrudan ilgilendirmektedir.
Bu aynı zamanda örnek bir toplum olmanın da göstergesi olacak.

15 Haziran 2014 Pazar

Hedefteki ülke


 

 

Ülkemiz hedef olarak seçilmiş, yaşadıklarımız bunun açık delili.

Açık bir şekilde bu durum kendini yaklaşık bir senedir iyice belli etmiştir.

Açık bir gerçek var ki o da güçlü, kalkınmış ve lider bir Türkiye’nin istenmediğidir.

Bunun ilk belirgin işareti geçen yıl gezi diye nitelendirilen aslında ülkemizin birliği, dirliği ve güçlülüğünü alt etmek isteyen kökleri dışarıda, sürgünleri içerde olan birçoğu kandırılmış fakat önderleri ise ihanet içinde olanların organizasyonuyla bir ihtilal provasından ibaretti.

Ülkemiz kalkınma, gelişme ve ilerleme yolunda attığı her adım sonrasında bu tür engellerle karşılaşıyor.

O zaman ne vardı, İMF borçları bitmiş ve önemli projelerin temel atma törenleri günde gelmişti.

Bu deve projeler ülkemizi her yönden dünyanın önde gelen ülkelerinin bulunduğu yörüngeye taşıyacaktı.

Gezi olaylarını takiben yine kökleri dışarıda olan ve sürgünleri içerde olan her tarafa sarmaşık gibi sarılmış bir yapının ihaneti 17 ve 25 aralık tarihlerinde yaşandı.

Bu sefer yine ülkemizde kapasitesi, özellikleri itibariyle, hizmete girdiğinde ülkemize sağlayacağı küresel avantajlar açısından dünyada ilk sıralarda yer alacak olan üçüncü hava limanının temeli geçtiğimiz günlerde atılmıştı!

Kalkınma ve refah yolunda atılan her büyük adım sürekli fincancı katırlarını ürkütmeye devam ediyordu…

Ülkemizin köklü ve şanlı bir tarihi var.

Ne zaman güçlü olsa emperyalist güçler ve sömürü baronları bu güçlenmeden ve gelişmeden rahatsızlık duymaktalar.

Çünkü onlar hak ve hukuktan yana değil, sömürüden ve zulümden yanadırlar tarih boyunca bu böyle olmuştur.

Nerede bir zulüm olmuşsa buna çözüm getirmek yerine yangına körükle gitme politikasını benimsemişlerdir.

Tabii sureti haktan yana görünmeyi de elden bırakmazlar.

Hak ve hukuk adına samimiyetleri yoktur.

Ülkemizin her kalkınma hamlesi bu sömürü güruhunu çok rahatsız etmektedir.

Kalkınan ve güçlenen bir Türkiye haksızlıklar karşısında daha güçlü duracaktır, mazlumların sayısı azalacaktır..

Son Musul hadisesi çok önemli bir hususu hatırlatmaktadır.

Ülkemizin her hususta çok dikkatli hareket etmesini, çok ince hesaplar yapmasını ve kesintisiz bir teyakkuz halinde olmasını bir zaruret haline geldiğinin göstergesidir.

Çünkü emperyalist güçler ve sömürü baronları da sürekli olarak Türkiye’nin her hususta bir açığını kollamakta, nerde ve ne zaman bir boşluk bulurlarsa onu en azgın bir şekilde değerlendirmeye çalışmaktalar.

Bir bakıma bir orman kanununu sürekli gündemde tutmaktalar.

Ormanda savunmasız hayvanlar kendi hallerinde, bir taraftan herhangi bir zararın geleceğini göz ardı ederek ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken, yırtıcı hayvanlar tuzak kurarak bu savunmasız hayvanları parçalamaya çalışırlar.

Bazıları hemen pes ederse de, bazıları direnir, fakat saldırıyı sadece bir noktadan yapmayın birkaç noktadan yaparak avlarını alt etmektedirler.

İşte son yıllarda emperyalist güçler Türkiye üzerinde bu taktiği uygulamaya çalışıyorlar.

Son bir yılda ilk saldırı bildiğimiz gibi gezi olaylarıyla oldu, sonrasında 17 ve 25 aralık tarihinde ve şimdi Musul hadisesi ile ülkemiz karşı karşıya bırakıldı.

Hiç temenni etmeyiz, fakat son gelişme Türkiye’nin bu tür olaylarla karşılaşabileceğinin işaretini veriyor.

Ülkemiz son 12 yılda Ak Parti hükümetleri döneminde önceki dönemlere göre her alanda çok farklı ilerlemeler kaydetti. Emperyalistlerin korkusu da bundan kaynaklanıyor. Güçlenen Türkiye bunların hain ve çirkin emellerine fırsat vermeyecektir.

Temennimiz de budur!...

14 Haziran 2014 Cumartesi

Emperyalistlerin güçlü silahı


 

Son dönemin güçlenerek adından söz ettiren terör örgütü el Kaide'nin yeni sürgünü olan IŞİD’in Suriye ve Irak’ta geniş bir alanı kontrol altında tuttuğu iddia ediliyor.

Son günlerde yarım milyon Musullunun göç etmesine neden olan IŞİD 3-5 bin civarında bir kadrosunun olduğu söyleniyor.

ABD askerlerinin 2011 aralık ayında çekilmeye başlamasıyla İslam devleti kurma amacıyla ortaya çıkan örgüt sınırları Irak, Suriye ve Ürdün’ü kapsadığı ifade ediliyor.

Ancak bilinen bir gerçek var ki o da ne bu örgütün ve ne de diğer terör örgütlerinin planları doğrultusunda bir neticeye ulaşmalarının mümkün olmayacağı.

Bir başka çarpıcı gerçek ise terör örgütlerinin her geçen gün artan bir şekilde nev zuhur etmesi ve özellikle de tamamının İslam ülkelerinde faaliyet göstermelerinin de bir tesadüf olmaması.

Bu terör örgütlerinin çoğunun amacı söz konusu ülkelerde bir İslam devleti kurmak esasına dayanıyor.

Bu hayallerine ulaşmak için de bu ülkelerde acımasız tuzaklar kurarak onbinlerce masum insanın ölümüne yol açmaları.

İslamiyet’te değil onbinlerce günahsız insanı yok yere öldürmek, bir kişiyi dahi öldürmenin ne kadar büyük bir günah olduğu gerçeğini dahi bilmeyecek kadar şuursuz davranıyorlar.

Bu nedenle bu örgütlerin hiçbirinin İslamiyet’i temsil edemeyecekleri ancak bu kisve altında zavallı insanları kandırarak saflarına dahil etmeleri!

Müslüman bir insan bulunduğu ülkenin kanunlarına karşı saygılı olması, teröre ve fitneye karışmaması İslam dininin emridir. Meseleyi nereden ele alsak bu örgütlerin yaptıkları canilikten başka bir şey olmayıp, ancak ve ancak emperyalistlerin değirmenine su taşımaktan öteye geçmemektedir.

Mücadelelerini demokratik yollara başvurarak yapmasını tercih etmedikçe ve çareyi terörde arayanlar hem ülkelerine ve hem de kendilerine en büyük zararı vermektedirler.

Bu işten büyük kazançlar ele edenler ise bu örgütleri organize eden ve her türlü lojistik desteği veren ve bir robot gibi kullanan küresel sömürü düzenidir. Sonrasında da bu sömürü düzeni sureti haktan görünerek basit bir kınamayla işi geçiştirip olayı kapatmaya çalışmaktır.

Bugüne kadar Müslüman olmayan ülkelerin hiçbirinde birileri çıkıp da ben ‘Hristiyan devleti’ kuracağım diye örgütlenip kendi insanına silah çeken bir ülkeye rastlamadık.

Bu insanlar kendi ülkelerinin nizamlarına ve kanunlarına saygılı oldukları kadar, isteklerini yasa dışı yollardan değil de kanun çerçevesi içinde kalarak yerine getiriyorlar.

İslam ülkelerinde isteğini yerine getirmek için hemen silaha sarılan bu örgütler bu gerçeği görme akıl ve mantığından bu derece yoksunlar.

Irak’ta 2003 yılında koalisyon güçlerinin demokrasiyi getireceğiz safsatası ile bu ülkeyi işgal etmeleri ve o tarihten beri yıllardır bir türlü istikrar bulunmamasının nedeni ise o günden bugünlerin hain senaryosunun hazırlanmış olduğunun açık bir kanıtıdır.

İslam ülkelerinde yaşanan bu acı gerçekler Emperyalist güçlerin terör ve benzeri usullerle bu ülkeleri ne kadar kolay kontrol altına tutarak sömürmelerini devam ettirmeleridir…

Yaklaşık bir asırdır Osmanlı İmparatorluğunun tarih sahnesinden çekildiği; İmparatorluğun tarih sahnesinden çekilmesiyle sonrasında birçok İslam devleti kuruldu.

Bu ülkelerin bir kısmında bir türlü o tarihten bugüne kadar istikrar ve huzur tesis edilemedi.

Bunda tabii ki yönetime gelenler devlet ve millet şuuruyla değil de, sadece kendi ikballerini düşünmelerinin rolü var. Adil bir yönetim getirmemeleri bu ülkelere zenginliklerinin yanında insanlarının da ziyan olmasına yol açtı.

İslam aleminin hali pürmelali yok olmak bilmiyor, işte bugün altmış yılı aşkın bir süredir Filistin kan ağlıyor.

Yine ne Suriye ve ne de Irak’ta istikrar tesis edilemedi.

Kuzey Afrika ülkelerine baktığımızda yine aynı sıkıntıyı görüyoruz.

Osmanlının dağılması sömürü düzeninin iyice semirmesini sağladı.

İslam ülkelerinin dağınık ve parçalanmış kalması emperyalistler için bulunmaz bir fırsat oluşturuyor, bu yetmiyormuş gibi daha fazlasını istiyorlar.

İslam ülkelerinde gerçek bir dayanışma millet ve devlet olma şuuru tam teşekkül etmediğinden emperyalistlerin çirkin emellerine alet olmaktan kurtulamıyorlar.

İslam ülkelerine yapılan bir saldırı ve haksızlıklar gerek demokratik ve gerekse diplomatik kanalları uygun bir şekilde çalıştırmayıp suspus oturanlar sanıyorlar ki kurtulmuş olacaklar.

Bu sömürü düzeninin çarklarının onları da dişlerinin arasına alacağının idrakine bir türlü varamıyorlar!

Çünkü sömürü baronlarının mevcut düzeni sürdürmeleri için çok sayıda alternatif haince planı var.

İslam ülkelerini istikrarsızlaştırmak için bunlar yeri ve zamanı geldiğinde, gerek duyulduğunda uygulamaya konulacaktır.

İslam âleminin ve İslami organizasyonların sessiz kalışı sürdükçe, sömürgeci zihniyetin daha çok IŞİD’ler üreteceğinin unutulmaması lazım, çünkü bunların hepsi belli merkezlerden yönetiliyor!

Demokratik ve diplomatik tepkilerini göstermeyip sessiz kalan bu ülkeler suspusları sürdükçe sıranın kendilerine de geleceğini akıllarından çıkarmamalılar.

9 Haziran 2014 Pazartesi

Diyarbakırlı anneler


 

Diyarbakırlı anneler haklı oldukları davalarında dik duruşlarını sürdürüyorlar.

Geçen otuz yılda evlatlarını yok yere kaybetmenin acı tecrübesi, çözüm sürecinde Diyarbakırlı annelere için çok önemli bir ders oldu.

Artık bu çirkin oyunun bir parçası olmak istemiyorlar.

Emperyalistlerin haince bir oyunu olan bu aldatmaya evlatlarını haklı olarak kurban etmek istemiyorlar.

Geride kalan 30 – 40 yıllık bir zaman diliminde Diyarbakırlı annelerin evlatları gerek içerde ve gerekse dışardaki huzur ve güven düşmanlarının kurbanı olmuştu!

Bazı ülke düşmanlarının ve onların içerdeki maşaları vasıtasıyla ülkemiz çok şey kaybetmişti gride kalan 30-40 yıllık dönemde.

Sorunlarını baskıyla, zorbalıkla ve zulümle halletmek için mutlaka terörü seçmek en akıl dışı yoldu.

Seçimle, demokrasiyle, hukuk kurallarıyla ve hür iradeyle yönetilen ülkelerde ki ülkemiz de bunlardan biri, teröre bulaşmak ne aklın, ne mantığın, ne vicdanın ve ne de hiçbir hukuk kuralının kabul göreceği bir yol değildi.

Son günlerde yaşadıklarımız ülkemizde terör meselesini bitirmek için 1,5 yıldır işleyen çözüm sürecinden bugüne kadar alınan olumlu neticeler yine bazılarını rahatsız etmiş olsa gerek!

Çünkü bazıları meşru yolu, demokrasi ve barışı, hukukun üstünlüğünü ve halkın hür iradesini haz edemezler.

Her ne kadar bu değerleri ağızlarına sakız yapsalar da iş icraata gelince yan çizmesini iyi bilirler, kılıf üretmesini iyi bilirler.

Bu özellikleriyse samimiyetsizliklerinde uzmanlaşmış olmalarının en belirgin göstergesi olmaktadır.

Fakat dileğimiz bu defa ülkemizin doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine ker kesim bu çirkin oyunu artık çok iyi anladı.

Bu hileli ayak oyunlarının ülkemizin hiçbir ferdine zerre kadar faydası olmayacağı gün gibi aşikârdır.

Geçmişte olduğu gibi bugün de bu hileli, provokatif faaliyetler ülkemizi istikrarsızlığa sürükleme çabasından başka bir amaç gütmemektedir.

Fakat biliyoruz ki işbaşına geldiği günden bugüne, gerek suni olarak ve gerekse kronikleşmiş sorunları birer birer yok eden bir iktidar var.

Ak Parti iktidarları bundan sonra da sorun çözücü icraatlarını sürdürecek, geçmiş yıllarda yaptıkları yapacaklarının ispatı olmuştur.

Terörden her ne şekilde olursa olsun, ister silahlı ister psikolojik usullerle olsun ülkemizin mevcut bünyesi bunu kabul edemeyecek bir evreye ulaşmıştır.

Herkesin her kesimin hedeflerine ne tür olursa olsun terörle değil de, meşruiyet içinde kalarak ulaşma yollarını tercih etmeleri hukuk devletinde bir vatandaşlık görevidir.

Kürt kardeşlerimizin sorunlarını demokratik yollardan değil de, çağımızın en acımasız, en vahşi ve en namert usulü olan terör yoluyla sözde çözüm getirmek isteyenler aslında bu kardeşlerimize ve bu bölgeye en büyük zararı vermişlerdir.

Bugün, büyük çoğunluğun kabul gördüğü ve destek verdiği çözüm sürecinde 1,5 yıldır yaşanan güzel gelişmeler de bunun en belirgin işaretidir.

İleri toplumlar hedeflerine, amaçlarına meşru zeminde hukukun içinde kalarak mücadelelerini vererek ulaşmış ve ulaşmaktadırlar.

Bugüne kadar acılarını, gözyaşlarını gizleyen Diyarbakırlı annelerin artık tahammülü kalmamış, kararlı ve dik duruşlarıyla haklı oldukları davalarında yavrularının kendilerine teslim edilmesini istemeleri en tabii ve insani haklarıdır.

Bu kararlı duruşlarına hükümetimizin de aynı şekilde kararlı bir duruş sergilediğini görüyoruz.

Bu annelerin feryadını bütün dünyaya duyuracak ve destek olacak bir diğer güç ise medya ve sivil toplum kuruluşları olacaktır.

Özellikle uluslararası medyanın bu hususta önemli rolü olacaktır.

Fakat bu malum medya mazlumların ve ülkemizin menfaatine olacak işlerde sırra kadem basar, ancak yıkıcılar meydana çıkınca karargâhlarını hemen kurarlar.

Bu da onların medyayı nasıl maksatlı kullandıklarını ve tarafsız olmaları gerektiği bu konuda nasıl aleyhte yanlı bir tutum izlediklerinin en açık delili oluyor.

5 Haziran 2014 Perşembe

Mazlumların salahı BM Güvenlik Konseyinin reformunda


 

Uluslararası toplumun mevcut küresel olaylara bakış anlayışı sorunların çözümünü zorlaştırıyor.

Uluslararası toplumun küresel olaylara olan bu yaklaşımı çözüm yerine çözümsüzlük getiriyor.

Bu yaklaşım adil ve tarafsız olmayan bir yaklaşım şeklini temsil ediyor.

Bu yaklaşım şekli birilerini koruma amacını güttüğünü akla getiriyor.

Dolayısıyla küresel boyuttaki toplumsal sıkıntılar da azalacağına giderek artış gösteriyor.

Bugün yeryüzünde çatışmaların, terörün ve iç çalkantıların en fazla yaşandığı bölgelerden biri ülkemizi de çok yakından ilgilendiriyor.

Huzursuzluğun bir türlü dinmek bilmediği MENA diye kısaca isimlendirilen Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesidir.

Irak, Suriye ve Mısır bu bölgede bulunuyor.

Afrika hemen hemen baştanbaşa sürekli olarak çatışmaların olduğu bir kıta.

Orta Afrika, Nijerya, Somali, Sudan, Mali gibi ülkelerin iç huzursuzluklarla çalkalandıklarını görüyoruz.

Yine ülkemizle gerek tarih, kültür ve dini bakımdan bizi ilgilendiren ve uzun yıllardır huzur ve güven bulamayan ülkeler ise Afganistan ve Pakistan.

Afganistan içindeki hainlerin büyük gafleti nedeniyle dönemin Rusya’sı olan Sovyet yönetimi tarafından 1979 Aralık ayında işgal edilerek 1980 Şubat ayına kadar savaşmak zorunda kalmıştı.

Sonrasında ise bu zorbadan kurtulan Afganistan kendi içinde birlik beraberliği sağlayamaması nedeniyle 35 yıldır huzur ve sükûn bulamadı. Afganistan o tarihten bugüne kadar her bakımdan büyük kayıplar verdi.

Sefalet içine düşürüldü. Sömürgeci zihniyet Afganistan’ı adeta bir kobay gibi kullanmak istedi. Dahası bazıları için avlanma alanı oldu!

Başlarına musallat edilen Taliban denilen örgüt hem Afganistan ve hem de Pakistan’ı uzun yıllardır kemirip duruyor.

İslam ülkelerinin başına musallat edilen örgütlerin hemen hemen hepsi, sözde bir İslami yönetim kurma amacıyla mücadele veriyor.

Afganistan, Pakistan, Nijerya ve Somali’deki sömürge uşakları olan bu örgütler bilerek veya bilmeyerek içine düşürüldükleri bu yanlış nedeniyle ülkelerine en acımasız düşmanın bile yapamayacağı zararlar verdiler!…
Şu veya bu şekilde terörün meşru bir amacı ve hedefi olmamıştır, olamaz, ancak ancak birilerinin değirmenine su taşımaktır görevi!

Terör, sömürü baronlarının işlerini uzaktan kumandayla İslam ülkelerini karıştırıp, hedefleri doğrultusunda ilerlemeleri için seçtikleri acımasız bir yoldur…

G7 ülke liderleri Ukrayna’da çıkan iç çatışmalardan dolayı ve Kırım’ı ilhak etmesi nedeniyle Rusya’ya daha fazla yaptırım uygulayacaklarını ifade ediyorlar.

Rusya bildiğimiz gibi dört yıldır Suriye’de devam eden, belki de insanlık tarihinin en gaddar uygulamalarına açıkça lojistik destek veriyor.

Suriye’nin zalim yönetimi de cüretini, savunmasız insanlara karşı hiçbir kural ve hukuk tanımazlık ilkesiyle saldırması da bu desteklerden ileri geliyor.

Eğer uluslararası toplum gerekli baskıyı ve kınamayı önceden samimi ve kararlı olarak yapsaydı, Rusya en azından tarafsız bir politika sergilerdi. Suriye rejimi çoktan çökmüş olacak, bu kadar masum insan da her türlü insanlık dışı infazlarla hayatını yitirmemiş olacaktı.

Rusya bu tavizi uluslararası toplum cılız kalan tepkisinden alınca bu defa Kırım’ı ilhak ederek Ukrayna’da iç savaşın çıkmasına neden oldu…

Gerek acil reforma ihtiyacı olan BM Güvenlik Konseyinin mevcut yapısı, gerekse uluslararası toplumun insani olaylara karşı takındığı duyarsızlık ve yine uluslararası seviyede kurulmuş olan ilgili hukuk ve temel hakları koruma amaçlı kuruluşların insan hakları ihlallerine duyarsızlığı küresel huzur ve güvene büyük darbe vurmaktadır.

Netice olarak bugün yeryüzünde mazlumların salah bulması, BM Güvenlik Konseyinin günümüz şartlarına uygun, adil ve şeffaf bir reforma gitmesi ile olacaktır.

3 Haziran 2014 Salı

Terörün tek gayesi, emperyalistlere hizmettir


 
 
Nerede her fırsatta demokrasi ve insan haklarından dem vuranlar?...
Barış, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü ağızlarından düşürmeyenler!...
Günlerdir çeşitli şekillerde evlatları kandırılarak kaçırılan annelerin feryatlarını duymak istemeyenler, görmek istemeyenler nerede?
Bu sonu belli olmayan, bugüne kadar geride gözyaşı ve kandan başka bir şey bırakmayan bu anlamsız hareketin peşinin bırakılmasının artık bir zorunluluk olduğu ne zaman anlaşılacak?
Bunca hoşgörü, sabır ve iyi niyete rağmen bu derece istismar etmenin de bir sınırı olduğunun bilinmesi gerektiği bilinmiyor mu?
Yapılan açıklamalara göre yüzlerce çocuk kandırılarak gelecek hayalleri hüsrana uğratılmak isteniyor.
Nerede çocuk hakları savunucuları?
Bu hareketin haklar bildirgesine aykırı olduğu; ilgili sivil toplum kuruluşları tarafından kınama amaçlı açıklamaları gerektirmez mi?
BM’nin ilgili birimi neden ses çıkarmıyor, neden bu tür insani olaylarda dut yemiş bülbüle dönüyorlar?
Evet, kaçırılan evlatları için kararlılık ve cesaret örneği sergileyen bu anneleri öncelikle tebrik etmek, her türlü yasal ve hukuki desteği vermek gerekiyor ki bu hususta şüphemiz yok!
bu annelerin demokratik ve haklı duruşlarına destek olunması, için her kesimin üzerine düşeni yapması gerekir.
Özellikle medya ve sivil toplum kuruluşlarının desteği ise bu hususta çok daha önemli!
İsimlerinde barış ve demokrasiyi taşıyanlardan da bu duyarlılığı göstermeleri beklenir.
Böylece gerçekten bu değerlere karşı olan samimiyetlerini ispat etmiş olsunlar.
Demokratik ülkelerde siyasi mücadeleler meşruiyet içinde kalarak sürdürülür...
 
Bilindiği gibi malum medya işine geldiğinde darbe yapacak kadar bir güç ortaya koymasını biliyor, bu insani davada da suspus olmamaları bekleniyor.
Özellikle uluslararası medya, samimilerse bu annelerin duruşuna destek versinler.
Gelip orada kamp kurmaları, o acılı annelerin haklı duruşlarını bütün dünyaya göstermeleri gerekir!
 
Mısır’daki darbe ortamını oluşturmak için seçilmiş bir yönetime muhalefet etmek amacıyla aylarca kesintisiz yayın yapan bu malum uluslararası medyanın bu insani davada da Diyarbakırlı acılı annelerin sesini dünyaya duyurmaları meslek ilkelerine bağlılıkları açısından önem taşıyor.
Fakat neredeler?
Görünürlerde yoklar, ne yazılı ve nede görsel medyalarında bu insani dava için karargâh kurup canla başla görev yapmıyorlar.
Onların görevi sadece bu ülkenin aleyhine bir durum olduğu vakit akılları başlarına geliyor.
Bu da yapmış oldukları habercilik anlayışını ne kadar istismar ettikleri ve ne kadar bu hususta samimiyetsiz olduklarının ispatı oluyor.
Barış, demokrasi ve insan hakları söylemlerini ağızlarına sakız yapanlar ise bu annelere kulak vererek bu husustaki samimiyetlerini göstermelerinin tam zamanı…
Terörün ne olduğunu hem ülkemiz ve hem de bütün dünya çok iyi biliyor.
Bu çıkmaz sokaktan, bu girdaptan kurtulmanın tek yolu bu işten vazgeçmektir.
Bilinmesi gerekir ki terörün tek hizmet ettiği kesim vardır o da sadece ve sadece emperyalist güçler ve sömürü düzenidir!