22 Aralık 2012 Cumartesi

Suriye'de kış


 

 

2012 miladi takvim yılının bitmesine günler kaldı. Bir yıl daha iyi ve kötü olaylarıyla birlikte tarihteki yerini almış olacak.

Kimileri iyilikleri ile anılırken, bazıları ise tarihin kara sayfalarına geçmiş olacak.

2012 yılına damgasını vuran uluslararası olayların başında, Suriye’de yaklaşık olarak iki yıldır yaşanan insanlık dışı olaylar geliyor.

Dünyanın bu işte kilit rol oynayacak ülke ve kurumları ise bu insanlık dışı gidişe seyirci kalmaya devam ediyor.

şın şiddetli etkisini gösterdiği şu sıralarda Suriyelilerin özellikle savaşın ortasında kalanların ve sınır komşulara kaçış yolu bulamayanların durumu çok daha acı ve hüzün verici.

Bir taraftan zalim yönetimin yağdırdığı bombalara karşı kendilerini savunmaya çalışırken, Suriyeliler diğer taraftan kış şartlarının getirdiği zorluklar karşısında hayatta kalmaya çalışıyorlar.

Suriye’nin zalim lideri bütün dünyanın, insan hakları savunucuları ve diğer benzeri kuruluşların gözleri önünde zulmüne kesintisiz olarak devam ediyor.

Arkasına aldığı birkaç devletin desteği ile kan akıtarak, gidişine çok az zaman kalsa da vahşetini sürdürüyor.

Bu zulme ve bu vahşete, dünya sanki sessiz kalmayı tercih ediyor ya da arada bir cılız bir şekilde kınama türünden bir iki laf ediyor.

İşlerine gelmezse, savunuculuğunu yaptıkları değerlere pek sahip çıkmıyorlar gibi bir görüntü veriyorlar.

Bir başka deyişle sahip çıkılması gereken insani değerlere olan bağlılıklarında samimiyetsiz bir politika izliyorlar.

Madem uluslararası hukuk ve insan hakları örgütü var, bu kurumlar demek ki gerekeni yapamıyor. Bu hususta tutarlı bir yol izlemiyor...

Çünkü Suriye’de yapılan katliamlar gerek insan hakları ve gerekse uluslararası ceza mahkemesi prensiplerini ihlal eder nitelikte.

Suriye’nin sözde liderinin ne iş başına geliş şekli ve ne de yaklaşık son iki yıldır yaptıkları hiçbir insani ve hukuki prensiple bağdaşmamaktadır.

Suriye’de yaşanan insanlık dışı duruma uluslararası hukuk kurumu, insan hakları savunucuları ve uluslararası toplumun önde gelen ülkeleri bu vahşeti durdurmak için gerekli çabaları göstermeleri gerekir…

Zaten meşruluğu kalmayan ve meşru olmaya yanaşmayan mevcut yönetimin ve liderinin Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından kovuşturmaya tabi tutulması bu mahkemenin asli görevi olmalı.

Çünkü kuruluş amacı bunu gerektiriyor.

Ancak burada iş gene Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine düşüyor. Güvenlik Konseyi de bugüne kadar bu hususta olumlu bir karar alamadı.

Adaletin temsilcisi gibi görünen, ancak bu işe yanaşmayan Güvenlik Konseyi ise bu tutumuyla ne adaleti, ne insan haklarını ve ne de hukuktan yana olduğunun temsilcisi olamayacağı görüntüsünü veriyor.

Bu da, 21. yüzyılın şeffaf dünyasında Suriye’de yaşananlara, dolaylı da olsa zulme onay vermekten başka bir manaya gelmiyor.

 

 

16 Aralık 2012 Pazar

Küresel problemlere pansuman tedbirler!



 


Görevi gereği hemen hemen küresel sorunların hepsiyle ilgilenen Birleşmiş Milletler çözümde çeşitli nedenlerden dolayı zorlanıyor veya yetersiz ya da eksik kalıyor.

Küresel sorunların çözümüne önderlik ederken gerek zamanlamasında ve gerekse başka nedenlerden dolayı tam ve kesin olarak sonuca gidemiyor. Bu da sorunların bir bakıma kronikleşmesine yol açıyor.

Birleşmiş milletler ‘balık tutmasını öğretmek’ yerine ‘balık vererek’ dünya genelindeki milyonlarca insanın sorunlarını çözmeye çalışıyor.

Kalıcı çözüm yerine, geçici olanı tercih ediyor. Pansuman tedbirlerle küresel toplumun yaralarını sarmaya çalışıyor.

Bu çabası olağanüstü ve acil durumlar için çok yerinde ve çok doğru...

Bu anlamda elbette yapılması gerekeni yapıyor, ancak iyileştirmelerin sürdürülebilir bir yapıya kavuşmasında yetersiz kalıyor.

Temel insani sıkıntılara baktığımızda, dünya genelinde 1 milyar insan güvenli içme suyundan yoksun, yine yaklaşık başka bir milyar insan açlıkla karşı karşıya bulunuyor, yeterli beslenemiyor; 2,5 milyar insan ise sanitasyon eksikliği, yani zaruri ihtiyaçların giderilmesi için elzem olan, hijyenik ve sağlıklı olmayan bir ortamda yaşamaya çalışıyorlar.

Bu yapı içerisinde her yıl binlerce insan bu eksikliklerden dolayı hayatını kaybettiğini yine BM’ye bağlı kuruluşların raporlarından öğreniyoruz…

 

Kronikleşmiş uzun yılların küresel sıkıntıları yanında acil yardım bekleyen çeşitli nedenlerle mağdur olmuş insanlar için BM’nin acil finansmana ihtiyacı var.

Birleşmiş Milletler 2013 yılı için acil olarak 8,5 milyar dolarlık bir fona ihtiyaç duyuyor. Önümüzdeki yıl içinde 51 milyon insanın acil ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla bu finansmanı bulması gerektiği çağrısında bulunuyor.

Bu insanlar tabii afetler veya şiddete maruz kalmaları neticesinde yerlerinden yurtlarından edilmiş, açlıkla karşı karşıya kalmış, evsiz, korumasız ve savunmasız durumdalar.

Acil yardım yapılacak ülkelerin çoğu Afrika'da bulunuyor.

Mevcut durumda Afrika yeryüzünde en sıkıntılı kıtaların başında geliyor.   

Terör, iç savaş, kabile savaşları, kuraklık, açlık ve göçler bu kıtanın en çok yaşadığı önemli problemler.

Savaş, terör ve iç karışıklık ortamı, başta insan olmak üzere bütün canılar için hayatı idame ettirmenin en büyük engelini oluşturuyor.

Huzura ve güvene yer olmadığı gibi, yatırımı, üretimi risk altına alan ve yaşamı tehdit eden bu olumsuz gelişmeler sürdükçe normal bir düzene geçmek mümkün olmuyor.

Afrika’da aşırı yoksulluk çeken ülkeler; Çat, Mali, Moritanya, Nijer, Sudan, Kamerun ve Nijerya; bu ülkelerin insani gelişme seviyeleri en düşük olarak bulunuyor dünyada.

Politik istikrarı sağlayamamak bu ülkelerin önde gelen eksiklikleri, bu da başta herhalde bu ülkelerin liderlerinin eksikliklerinden kaynaklan bir durum… İşin içine başka yanlışlıklar da dahil olunca ve bu kötü ortamı fırsat bilerek bu ülkelerin birlik ve beraberliğini sabote edecek şekilde yönlendirince istikrar ve güven ortamını sağlamak zorlaşıyor.

Netice olarak küresel olarak büyüyen problemler karşısında Birleşmiş Milletler kalıcı çözümde yetersiz kalarak pansuman tedbirlerle meselelerin üstesinden gelmeye çalışıyor…

 

 

14 Aralık 2012 Cuma

Kanlı oyunun uzatmaları


 

Bugüne kadar varlığını sözde temsilcisi olduğu ülkesinin insanlarına baskı yaparak sürdüren Suriye liderinin sona yaklaşğı açıklamaları yapılıyor.

Bu aşamaya kadar Suriye liderini destekleyen Rusya da artık ümidini kesmiş görünüyor.

Rusya dışişlerinin yaptığı açıklamalarla Suriye’nin zalim liderinin gidici olduğunu itiraf etti.

Mevcut dikta rejiminin her geçen gün ‘toprak ve güç kaybettiği’ açıklamasını yaparak, muhaliflerin üstünlüğünün kabul edilmesi gerektiğini itiraf etti.

Rusya’nın bu açıklaması, bir gün önce ABD başkanı Barak Obama’nın Suriye’deki muhalifleri tanıyacağını açıklamasından sonra geldi!

Bu açıklamalar, Rusya’nın bugüne kadar; politikasıyla, maddiyatıyla ve silah vererek desteklediği mevcut Suriye liderinin sonunun çok yaklaşğını gösteriyor olmalı.

Suriye liderinin zemin kaybettiğini, muhaliflerin ise kazandığını Rusya dışişleri itiraf ediyor. “Muhaliflerin zaferini dışlayamayız” diyor…

Amma neden sonra, binlerce masum insanın ölümüne neden olunduktan, 500 binin üzerinde Suriyelinin komşu ülkelere; Türkiye, Ürdün ve Lübnan’a sığındıktan ve 2,5 milyon insanın bulundukları yerleri ve evelerini terk ettikten sonra…

Dahası, geride 40 – 50 bin civarında masum insanın ölümüne neden olarak ve yakılmış, yıkılmış, harap olmuş bir şehir bıraktıktan sonra!

Yani kelimenin tam manasıyla ba’de harab’ül Basra…

Bu aşamadan sonra kanlı oyunun ikinci perdesi mi başlamış olacak...

ş basında yapılan yorumlar ve açıklamalara göre, yaklaşık iki seneyi bulan çarpışmaların neticesinde Suriye’nin %60’nın muhaliflerin kontrolünde bulunduğu; geri kalan kısmın tamamen ele geçmesi için ise bir buçuk senelik bir zaman alacağı şeklinde…

Bir başka senaryo ve öngörü ise bu aşamadan sonra, Suriye’nin dörde bölüneceği şeklinde. Yani Yugoslavya benzeri bir tablonun ortaya çıkacağı tahmin ediliyor!

Sona yaklaşan bu süreci muhaliflerin çok iyi değerlendirmesi gerekiyor ki karşılarına açıklanan ve beklenenden çok farklı bir durum çıkmasın.

Arap Baharı’nın mevcut durumda en son ülkesi Suriye olmuştu, öncekiler henüz otokratik rejimden demokratik rejime geçiş sürecini yaşıyorlar. Demokratik düzene ya alışık olmadıklarından ya da bu düzen kurum ve kurallarıyla tam olarak teşekkül etmediğinden hâlihazırda geçiş dönemini tamamlayamadılar.

Özellikle Mısır bu süreci tam olarak tamamlayamadı. Bir başka nedeni de kargaşa ortamına çok müsait olmasından ileri geliyor, yani hassas süreç devam ediyor.

Rejimin oturmasında da her iki tarafa önemli görevlerin düşğünü unutmamak gerekiyor…

Esat sonrası Suriye’de de kargaşa yaşanmaması için tarafların, birbirlerine düşmeden, makul bir paydada buluşması gerekiyor ki rejimin değişim ve geçiş döneminde her bakımdan zaten çok fazla tahribat görmüş ülke, bu aşamadan sonra bir daha yaşadığı acıları ve kargaşayı yaşamasın…

Demokratikleşeme aşamasında İslam ülkelerinin en büyük sıkıntısı çabuk dolduruşa gelmeleri, başaklarının hain emellerine çabukça alet olmalarından ileri geliyor.

Bu istenmeyen durumu henüz tam olarak demokratik düzeni hazmedip, uygulamaya koyamayan ülkelerde maalesef görmek mümkün!

Netice olarak Suriye’nin zalim lideri bir kez daha ‘Zulümle abat olunamayacağı’ vecizesini tasdik ederken; lider ve yönetici olarak varlığı sürdürmenin ise bilgi, ilim-irfan, hak ve adalet ve hukuk kuralları erdemlerine sahip olarak mümkün olacağı gerçeğini akıldan çıkarmamak gerekiyor.

Dileyelim geride kalan zalimlere bundan ders çıkar…

 

6 Aralık 2012 Perşembe


Radical economic shifts in next decades

 

 

 

Globalization has pushed the world to enter into an inclusive change, in other words it has taken the world into a restructuring and integration process.

Until now seemingly the world cannot be able to completely adapt to the global system and global economy in a healthily way. Because of economic crisis has not yet been recovering for years across the world.

The weak data about economies is likely to put pressure on the government to boost stimulus measures to spur growth.

Thereby, more belt-tightening measures and austerity budget are foreseen in particular throughout Europe by the governments for 2013, too.

Workers across the European Union are staging a series of protests and strikes to show their reaction against rising unemployment and austerity measures. The bad condition in economy throughout Europe, of course, takes the entire world under its contagious effect more or less…

Meanwhile, when we have a look at Turkish economy, it has enjoyed crucial development, despite some negative events both in its surrounding countries and the world. Regarding confidence and stability which are the indispensable stipulation of sustainable development have been established, the country has recorded noteworthy gains almost in every area through last decade.

In this achievement, due to the ruling party being winner alone of the general elections three times without any gap has played important role in this development, as well as its consistent policies.

Building confidence and stability feature a crucial importance in terms of attracting and encouraging investors for investment from both home and abroad.

Thanks to the ruling Ak Party’s smart governance during last decade, the country has gained great earnings ranging from domestic issues to foreign ones.

In the macroeconomic area, such as production, consumption, exports, per capita income, gross domestic product have outstandingly boosted when compared to the previous term.

Exports of Turkey have consistently boosted in the last decade.

For 2012, targeted figure is some $150 billion. In the first eleven months this year, the accomplished export figures show that the year-end target would be achieved.

Setting stability and perceiving capacity in macroeconomic indicators, the government has scheduled some objectives for the upcoming years.

One of them is to achieve exports worth $500 billion and second one is to enter into ten biggest economies in the world by 2023, the centenary celebration of Turkish Republic.

The ruling party also aims to achieve per capita income by $25 thousand and $1 trillion worth of trade volume at the end of next decade.

Meanwhile, the world economy has been also experiencing some fundamental changes.

According to a report of OECD, the balance of economic power is expected to shift dramatically over the next half century, with fast-growing emerging-market economies accounting for an ever-increasing share of global output.

The United States is expected to cede its place as the world's largest economy to China, as early as 2016, India’s GDP is also expected to pass that of the United States over the long term, the OECD recorded.

OECD also predicts, combined, the two Asian giants would soon surpass the collective economy of the G7 nations. Fast-ageing economic heavyweights, such as Japan and the euro area, will gradually lose ground on the global GDP table to countries with a younger population.

The report also highlighted that shifting balance of long-term global output would lead to corresponding improvements in living standards, with income per capita expected to more than quadruple in the poorest countries by 2060 and the gap that currently exists in living standards between emerging-markets and advanced economies will have narrowed by 2060.

The indicators and conditions signal that radical shifts would happen in the favor of emerging economies, in the next decades.

 

 

1 Aralık 2012 Cumartesi

Filistin için yeni başlangıç ve yeni bir sayfa


 

 

Büyük bir oy çoğunluğuyla, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yapılan oylamada Filistin BM’ye ‘Üye Olmayan Gözlemci Devlet Statüsü’nü kazanmış oldu, böylece 29 Kasım 2012 tarihinde Filistin için yeni bir sayfa açılmış oldu.

Bu tarihe kadar Filistin devletinin kurulmayışının arkasında yatan olumsuzlukları kısaca irdelediğimizde; birincisi Filistin’in yalnız bırakılmış olması, ciddi bir şekilde arkasında destekleyeni olmayışı idi.

Bir başka önemli neden ise Filistin’in kendisini yanlış yönlendirmiş olması, yani yol haritasını yanlış çizmesinden ileri geliyordu. Kendisini temsil edenlerin yapmış olduğu yanlışlıklar idi…

Savunmasını hep karşı tarafa kendi eliyle taviz vererek yapma yolunu seçmiş olmasından ileri geliyordu.

Bu durum giderek kendisini yalnızlaştırdığı gibi, hem çok sayıda masum insanını, her yaştan, acımasız İsrail’in zulmü altında kaybetmiş oldu.
Ayrıca önemli miktarda toprak kaybına maruz kaldı. Çok sayıda insanı yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı.

Önemli ölçüde insan hakları ihlalleri yaşadı.

Bu sürece gelinceye kadar bütün İslam ülkeleri hipnoz edilmiş; yasal yollardan zulüm, baskı ve insanlık dışı muameleye maruz kalan Filistin halkına karşı yapılanlar karşısında âdete dilini yutmuş gibiydi…

Ancak gördüğümüz ve takip ettiğimiz kadarıyla, gerek ülkemiz ve gerekse bölgemizde bir değişimin öncüsü olarak işbaşına gelen Ak Parti iktidarlarının Filistin konusunda takındıkları tavır ve politika bu mazlum insanların sesinin dünyaya duyurulmasında hayatî bir rol oynadı. Özellikle de, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Filistin’in haklı davasının yanında cansiperane duruşunun büyük payı olduğunu herhalde unutmamak gerekiyor!

Türk hükümetinin ve Türk dışişlerinin zulmün ve haksızlığın karşısında kararlı ve dirayetli duruşu sayesinde Filistin’in bugünkü konumuna ulaşmasında göz ardı edilemeyecek kadar payı ve rolü olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Buna bir de Filistin davasına dokuz şehit veren Mavi Marmara insani yardım gemisini ilave edersek, Türkiye’nin yapmış olduğu diplomatik katkıların ve çabaların Filistin’in haklı davasının dünya çapında yankı bulmasına yol açtı.

Bu aşamadan sonra Filistinlilere ve liderlerine önemli işler düşüyor...

Artık uluslararası toplumun bir parçası olarak Filistin’in kurumsal yapılanmasını tamamlayıp, uluslararası kural ve hukuka göre hareket ederek, kendilerine haksız bir şekilde atfedilen yanlış bir tanımdan kurtulmuş olmalarını dileriz.

***

Bu arada İsrail’in 3000 adet yeni yerleşim alanı kurma kararı yayılmacı ve işgalci kimliğini sürdüreceğini gösteriyor.

Sürekli olarak Filistinlileri zalim ki, bu insanlar kendi öz topraklarında mazlum ve sürgün duruma düşşler, kendisini ise mazlum olarak göstermesi ve BM'nin de bu görüşü onaylaması ise bu meselenin çözümünü güçleştirmekten başka şeye hizmet etmeyecektir.

Gerek BM ve gerekse uluslararası toplumun gerçekleri görüp kabul etmesi, mazlumu, mağduru ve zalimi ayırt etme erdemini göstermesi gerekiyor.

Bugüne kadar, altmış yılı aşan bir süre zarfında İsrail devletinin işgal ettiği topraklarda haksız bir şekilde Filistinlileri potansiyel suçlu göstererek bu insanlara yapmış olduğu işkence ve zulüm tarihin sayfalarına bunu yapanlar ve destekleyenler adına kara bir leke olarak geçecektir.

Bugüne kadar bu zulmü destekleyenler son oylamada da açık bir şekilde bütün dünyaya zalimden yana olduklarını BM’de yapılan oylamada Filistin devletinin kurulmasına karşı oy kullanarak kendilerini âdete tescil ettirme görüntüsünü vermişlerdir.
Hiç değilse bu aşamada çekimser kalarak bir nebze olsun bu işin çözümüne katkı sağlayabileceklerini göstermeleri gerekirdi...