29 Mayıs 2015 Cuma

Neymiş bu üst akıl?


 
 
Ne zaman Türkiye ayakları üstünde durup koşmaya, şaha kalkmaya başlasa birilerinin karın ağrıları başlar.

Bugüne kadar ülkemiz üzerinde oynan oyunların üstesinden gelinmiş olmasına rağmen, bu hilekâr güruhu bir türlü alışkanlıklarından vaz geçmez.

Üst akıl da bu hileli oyunların yeni bir versiyonu olsa gerek.

Karayı ak, akı kara gösteren zihniyettir.

Doğruyu eğri, eğriyi doğru gösteren anlayıştır.

Haklıyı haksız, haksızı haklı gösteren adil olmayan bir yaklaşım biçimidir.

Hain ve çirkin emellerine bu hileyle ulaşmak isteyenlerin yeni bir oyunudur.

Ceplerini doldurmak, çoğunluğu göz ardı etmek isteyenlerin yeni bir fitnesidir.

Zehiri şekerle kaplayıp saf insanlara sunma maharetini gösterenlerin çirkin oyunudur.

Hainlik ve ihanetlerini perde arkasından yürütüp, sonrasında sureti haktan görünenlerin, timsah gözyaşları dökenlerin çirkinlikteki ustalıklarıdır.

Dürüstlük, doğruluğu bir tarafa bırakıp hain emellerini birtakım ayak oyunlarıyla gerçekleştirmek isteyenler münafıkların hilesidir.

Kin kusmakta sınır tanımayanların iğrenç ustalıklarıdır.

İç ve dış emperyalistlerin başları sıkıldığında başvurdukları hileli bir oyundur.

Sömürü düzeninin emrine girenlerin başaramadıklarında sığındıkları yoldur.

Üst akıl milletin ya da toplumun tamamını değil de, sadece küçük bir azınlığı düşünenlerin çirkin planıdır.

Sömürü düzeninin adına çalışanların Stockholm sendromudur.

Millet, devlet, bayrak sevgisi olmayanların ve edep yoksunu olanların sığınağıdır.

Hakkı hak, batılı batıl bilmeyenlerin haksızlıktaki maharetlerinin göstergesidir.

Hedef saptırmada ustalık gösterip, gayri meşru yollarla kazanç edinenlerin başvurdukları hiledir.

Milletin temiz değerlerini kendi çirkin emelleri doğrultusunda kullananların mesleğidir.

Kazançlarını aklının, zekâsının, emeğinin, alın terinin gücüyle değil de, haksız ve hileli yollardan elde etmenin çirkin formülüdür.

Birlik beraberliğin sağlanmasından ve korunmasından rahatsız olanların; Kürt, Türk; şu etnik unsur, bu etnik unsur diye ülkeyi, milleti kişisel menfaatleri uğruna bölerek birbirlerine düşürmek isteyenlerin örtülü hilesidir.

Altıyüz küsur yıllık Cihan devleti olan Osmanlıyı yıkan, bununla da kalmayım bakiyesi olan ülkemizi yıkmak, parçalamak isteyenlerin mide bulandıran oyunudur.

Bugün çevremizde bulunun İslam ülkelerinin içine düşürüldüğü, zulmün zirvede, insanlığın ayaklar altına alındığı ortamı oluşturmak isteyenlerin ve bu oyunu görme basiretinden yoksun olanların açık bir ihanetidir.

İnsanları birbirine düşürüp arkadan kıs kıs gülenlerin çirkinlik ve vicdansızlığıdır.

Ülkenin kazanımlarını hazmedemeyen ve bu kazanımları hileli yollarla yok etmek isteyen harici emperyalistlerin içerdeki işbirlikçilerle yapmaya çalıştıkları iğrençliklerdir.

İçinde memleket, millet, bayrak, birlik ve beraberlik sevgisi ve şuuru olmayanların ve sadece kişisel menfaatlerini düşünenlerin zavallılığıdır.

Bu nedenle ‘üst akıl’ yerine selim akılı yeğleyen; gerçekleri ve doğruları görebilen; hakkı hak, batılı batıl olarak bilen bir yönetim anlayışına sahip olan Ak Partinin 7 Haziranda dördüncü defa milletten emaneti tekrar dört yıllığına teslim almasını temenni ediyoruz. Bu ülkemizde huzurun devamı, kalkınmanın sürdürülebilirliği olacağı gibi, ülkemiz üzerinde çirkin emelleri olanlara iyi bir ders olacak, bu hain emellerini kursaklarında bırakacaktır.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

İstikrarın devamı tek parti iktidarına bağlı


 

Genel seçimlere az bir zaman kaldı.

Kamuoyu araştırma şirketlerinin açıklamalarına göre Ak Parti açık ara önde bulunuyor.

Ardışık olarak üç genel seçimi kazanan Ak Parti kamuoyu yoklamalarına göre 7 Haziran seçimlerinde dördüncü genel seçimi de kazanacağı yönünde.

Miting meydanları da bu görüşü teyit eder nitelikte kalabalıklarla dolu.

Milletin hür iradesiyle ortaya çıkacak tabloya herkesin saygısı olacaktır.

Ancak geçmiş seçimlerde olduğu gibi bu seçimde de Güney ve Güneydoğuda bu iradeye saygı duyulmadığı, millet iradesine baskı ve tehditler savurulduğu yönünde açıklamalara şahit oluyoruz.

Bir taraftan hak ve özgürlük, hukukun üstünlüğü, hür irade nutukları atılırken, diğer taraftan aba altından sopa gösterme bu söylemlerle bağdaşmıyor. Bağdaşmadığı gibi ülkemizin demokrasi kazanımlarına da gölge düşürmüş oluyor!

Bu arada tek başına iktidara gelemeyeceğini anlayan muhalefet umudunu koalisyon hesaplarına bağlamış görünüyor.

Üçlü koalisyon hesapları yapılıyor.

Ancak bu hususta hatırlanması ve hatırlatılması zaruri olan çok önemli bir nokta var, o da koalisyonların bu ülke ve millete fayda yerine hep zarar vermiş olduğudur.

Bunu öğrenmek için koalisyon dönemlerine bir göz atmak yerinde olacak.

En son koalisyon hükümeti, 1999 yılı seçimlerinde herhangi bir partinin tek başına iktidara gelememesi nedeniyle üçlü bir koalisyon hükümet kurulmuştu.

O dönemi yaşayanlar ülkenin ne hale geldiğini iyi hatırlayacaklar.

Makroekonomik değerler açısından ne kadar geriye gittiğini, iş yerlerinin kapandığını, işsizler ordusunun oluştuğu, halkın içine düştüğü geçim sıkıntısı hat safhaya ulaşmıştı.

Üçlü koalisyonun hükümet etmekte içine düştüğü acizliğin bir neticesi olacak ki çareyi erken seçim kararı almakta bulmuşlardı.

Böylece 3 Kasım 2002 erken genel seçimleri Ak Parti iktidarlarının başlangıcı olmuş, o günden bugüne Ak Partinin ülkeyi idaredeki gösterdiği performansı geride kalan üç genel seçimde oylarının artışına haklı bir gerekçe olmuştu.

***
Koalisyon dönemleri ülkede istikrar ve güvenin sert düşmesine ortam hazırlamış, gerek yerli ve gerekse yabancı yatırımcılar yatırım yapmaktan kaçınmış, ülke her bakımdan geriye gitmeye başlamıştı.

Bu nedenle koalisyonlardan bu ülkenin tamamı zarar göreceğini hatırdan çıkartmamak gerek.

Güven ve istikrar yokluğu en çok özel sektörü vurduğu (vuracağı) gibi bütün toplum katmanlarını da olumsuz etkileyecektir.

Koalisyon demek 3 Kasım 2002 öncesinde yaşanan karanlık günlerin geri gelmesi demektir.

Yine faizlerin yükselmesi, enflasyonun yükselmesi, döviz kurlarının yükselmesi, işsizliktir koalisyonlar.

Dolaysıyla yatırımların durması, paranın sadece parayla ticaretinin yapıldığı dönemleridir.

Bundan sadece çok küçük bir azınlık karlı çıkacaktır.

Muhtemel bir koalisyona oy vermiş olanlar, bu durum karşısında mağdur olacaklardır. Son pişmanlık fayda vermeyecektir. Koalisyon demek ülkenin 13 yıldır kazandıklarının heba edilmesine yol açacaktır.

Dolayısıyla yaklaşık 13 yıldır iktidarda bulunan ve göreve geldiği ilk günden buyana çok yararlı ve kapsayıcı yatırım ve hizmetler yapan ve iktidara açık ara farkla yakın olan Ak Partinin dördüncü defa seçimi kazanması sadece bu partiye oy verenlere değil, ülkenin ve ülke insanlarının tamamının kazanmış olacağını düşünüyoruz.
Böylece ülkede istikrar ve güveni ortamı sürdürülebilirliğini korumuş olacak; yapımı süren ve yapılacak dev yatırımların da ülke ekonomisini güçlendirmeye devam edeceğini temenni ediyoruz.

26 Mayıs 2015 Salı

Topal demokrasi

 

Genel seçimlere az zaman kaldı!

Ülkemizde geride kalan son 14 ay içerisinde 7 haziranda yapılacak genel seçimlerle birlikte 3 büyük seçim yapılmış olacak.

Önce belediye başkanları seçimleri, sonrasında cumhurbaşkanlığı ve yaklaşan 7 haziran 2015 tarihinde ise 25. Dönem milletvekili seçimleri için seçmenler sandık başına gidecek.

Sonrasında mevcut takvime göre seçim maratonu 2019'da başlayacak ve üç seçimi kapsayacak şekilde aynı yılda yapılacak. Önümüzdeki dört sene seçimsiz geçmiş olacak.

25. dönemde yıllardır ülkemizin gündeminde bulunan ve geçtiğimiz dönemlerde sonuçlandırılmayan yeni bir anayasanın yapılması gündemdeki yerini koruyacak.

Bir önceki dönemde bu husustaki çabalar neticeye ulaşmamış, dolayısıyla ülkemiz demokrasisini topal bırakan mevcut anayasayı değiştirme ümidi 25. Döneme bırakılmıştı.

Önceki dönemlerde zaman zaman mevcut anayasa üzerinde yapılan değişikliklerin önemli bir ayağı cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi değişikliği idi. Böylece cumhurbaşkanlığı seçimi meclisin ve bu seçimi kişisel menfaatlerine alet etmek isteyenlerin tasallutundan kurtarılmış oldu.

21 ekim 2007 yılında yapılan referandumla cumhurbaşkanın seçimle iş başına gelmesi  kabul edilmişti, bu değişiklik yeterli olmamış başkanlık sisteminin kabulü ülkemiz ve demokrasinin sağlıklı olması için de zaruret haline gelmiş.

2007 yılına kadar parlamento tarafından seçilen ve söz konusu yılda cumhurbaşkanlığı seçiminde temayüllerin altüst edilmesi, seçimin daha demokratik bir yolla seçilmesi için anayasa maddesinde referandum yoluyla değişikliğe gidilmişti.

Ancak bunun eksik kalan bir yönü vardı, herhangi bir siyasi partinin desteklediği aday işbaşına gelince siyasi haklarından mahrum kalmış olmasıydı.

Bunun çözümü ise başkanlık sisteminin kabulünden geçiyordu.

Bu nedenle bu seçim bu bakımdan büyük önem taşıyor.

Bu da anayasanın değişimini gerçekleştirecek bir iradenin parlamentoda sağlanmasına bağlı.

Yeni bir anayasanın yapılması zorunluluğunu en fazla Ak Parti istiyor.

Ak Partinin aynı zamanda yeni anayasanın oluşturulmasında ciddi ve samimi çabaları var.

Gördüğümüz kadarıyla Ak partinin çabaları topal demokrasiyi sağlıklı bir yapıya kavuşturmak.

Buda başkanlık sistemini benimseyen yeni bir anayasa yapmakla olacak.

Böylece fiilen halkın seçimiyle işbaşına gelmiş bir devlet başkanının yasal kimliğine kavuşması sağlanmış olacak.

İşte topal demokrasiden sağlıklı bir demokrasiye kavuşmak için de Ak  Partinin en az 330 ya da anayasa değişikliği için gerekli olan 367  milletvekili kazanması gerekiyor. Böylece ülkemiz topal ve aksak demokrasiden kurtulmuş olacak. Temennimiz ve dualarımızda seçim sonuçlarının bu şekilde bir tablo ortaya çıkarması...

19 Mayıs 2015 Salı

DAEŞ ne yapmak istiyor?




Dünyayı kasıp kavuran uluslararası terör örgütleri, bu örgütlerin hepsinin ortak özellikleri, ortak amaçları var ve bilindiği gibi hepsi İslam ülkelerinde faaliyet gösteriyor.

Sözde hepsi de bir İslam devleti kurmak istiyor.

Taliban denilen örgüt Afganistan ve Pakistan’da uzun yıllardır bu iki ülkeye tabiri caizse kan kusturuyor.

Nice masum insanın canına kıyıldı!

Bu yetmiyormuş gibi bunu bahane eden sözde insan hakları savunucusu batı kendi askerlerini bu ülkeye yerleştirerek bu insanları kendi ülkelerinde esir duruma düşürdü.

Çeşitli bahanelerle canının istediği zaman başlarına bomba yağdırarak toplu kıyımlar yaptı.

Emperyalist zihniyet bu yetmiyormuş gibi Somali'de, Nijerya’da İslam kisvesi altında birer cani örgüt daha oluşturdu.

Bu örgütler en barışçı ve insan haklarına en saygılı olan İslam dinini kullanarak en vahşi katliamlarını yaptılar...

Vahşete ve kana doymayan vahşi batı emperyalizmi sözde demokrasi ve özgürlük bahanesiyle Irak’a girdi. Girdiği tarihten bu yana 12 yılı aşan bir zaman dilimi geride kaldı, Irak halkı hala demokrasi ve hürriyet bekliyor.

Bu koalisyon güçleri bu ülkeyi darmadağın ettiler, sadece fiziki olarak olsa yıkılan yerler yerine gelir, yapmadıkları işkence ve insanlık dışı muamele yetmiyormuş gibi bunu da bu ülkeye miras bıraktılar.

Suriye’de bağımsızlık isteyen masum insanlar tuzağa düşürülerek zalim bir yönetimden demokratik haklarını istediler, dört seneyi aşan bir zaman dilimi içinde bir ülke yakılıp yıkıldı. Milyonlar ya ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, ya da ülkelerinde göçmen durumuna düştüler.

Zulmün her türlüsü uygulandı. Yüzbinler işkence ve hunharca ölüm metotlarıyla hayatlarını kaybetti. Gerçek sayı, ülke bu zalim yönetimden kurtulduğu zaman belli olacak.

Mısır’a baktığımızda emperyalist batı zihniyeti bu ülkeye demokrasiyi çok gördü, seçimle iş başına gelmiş devlet başkanı emperyalistleri ürküttü ve içerdeki emperyalist işbirlikçi askeri yönetim seçilmiş başkanı görevinden aldı ve idame mahkûm etti.

Libya bağımsızlığına kavuşmuşken, burada da bir işbirlikçi bulundu sırf batıya biat etmediği için karıştırıldı.

Şimdi bu coğrafyada güven ve istikrar içinde kalan Türkiye var. Hem bölgenin ve hem de İslam'ın kalesi konumunda bulunuyor.

Bu istikrar ve güven ortamını bozmak için “7 Şubat, gezi olayları, bundan da sonuç alamayınca, emperyalist güçler bu defa son darbeyi 17 ve 25 Aralık 2013 tarihinde vurmak istemişlerdi.

Gerek yukarda isimlerini saydığımız ülkelerde ve gerekse bizim ülkemizde bu hareketlerin hepsi İslam kisvesi altında yapılıyor. Bu tür teşebbüste bulunanlar hep İslam dinini kendilerine kalkan ederek çirkin emellerini gerçekleştirmek istiyorlar.

Şimdi ise ortaya çıkan terör örgütlerinin en canisi peydahlandı, DAEŞ denilen sözde İslam devleti kuran bu cani örgütün gerçek amacının ne olduğu henüz gün yüzüne çıkmadı.

Irak zaten on yılı aşkın bir süredir terör içinde, Suriye’de devlet terörü var; zulüm zirvede, insanlık ayak altında.

Emperyalist batı bu işte öyle ustalaştı ki elini sıcak sudan soğuk suya koymadan istediği iğrençliği İslam ülkelerinde yapıyor.

Böylece yüzbinlerce, milyonlarca masum insan ya yok yere hayatını kaybediyor ya da vatanından oluyor.

Gerek DAEŞ ve gerekse vahşet sergileyen diğer örgütlerin tek gayesi emperyalistlere hizmet etmekten başka bir şey değil.

Bu örgüt giderek güçlenirse özellikle Irak’tan kaçmak zorunda kalan Irak halkı nereye sığınacak?

Uluslararası derin güçlerin hesapları nedir?

Bu örgütlere ne zaman dur denilir?

İslam ülkeleri bu terör örgütleri karşısında, ki bunların hepsinin tek hedefi İslam ülkelerinin huzur ve güvenini bozmak, ne zaman ortak bir eksende bir araya gelip kalıcı ve kesin bir çözüm arayışı içinde olurlar?

17 Mayıs 2015 Pazar

Mursi'nin idam kararı ne anlatmak istiyor?


 

Darbeyle görevinden alınan demokratik yolla seçilmiş Mısır’ın ilk devlet başkanının idama mahkûm edilmesi hangi manaya geliyor.

Bu idam kararı ne anlatmak istiyor!

Kimlere ders olsun diye bu karar alındı.

Bunu nasıl yorumlamak gerekir?

Bu nedenle Mursi’nin idama mahkûm edilmesini birkaç yönden ele almak gerekiyor.

Birincisi bu kararın verdiği mesaj batının sözde demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, fikir hürriyeti, millet iradesi gibi söylemlerinde samimi olmadığının en bariz göstergesi olmasıdır.

İkinci mesaj ise İslam ülkelerinde demokratik yolla seçilmiş ve batı emperyalizmin iradesinde olmayan bir lidere, bir yönetime izin verilmeyeceğinin göstergesidir.

Bu idam kararının en önemli tarafı ise “ey İslam ülkelerinin liderleri eğer size oy veren milletinizin iradesine değil de, biz emperyalistlerin iradesine saygı duymazsanız sizin de sonunuz böyle olur” demek istiyorlar.

Çünkü haksız yere demokratik yolla seçilmiş bir devlet başkanının alaşağı edilmesi, bu yetmezmiş gibi idama mahkûm edilmesinin başka anlamı olamaz.

Emperyalist batı zihniyeti demokrasiyi İslam ülkelerine çok görmektedir.

Halk iradesiyle seçilmiş lider ve yönetimlere karşı alerji duymaktadırlar.

Böylece çağdaş demokratik yönetim şekline karşı olduklarını ve bu yönetim şeklinin sahip olduğu değerler manzumesine sadakatlerinde samimi olmadıklarını ilan etmiş oluyorlar.

Aynı zamanda bu evrensel değerleri istismar ediyorlar...

Mursi’nin tutuklanma gerekçesi ise göreve geldikten sonra aleyhinde gösteri yapanları tutuklatıp işkence yaptırması şeklinde açıklanıyor!

Ancak darbeyle iş başına gelen mevcut yönetim ise haksız bir şekilde görevinden alınan seçilmiş başkanın lehine gösteri yapan binlerce Mısırlıyı planlı bir şekilde katletmiştir.

Eğer uluslararası hukuk var ve işliyorsa batı emperyalizmin sahip çıktığı demokrasiyi savunan binlerce masum insanın ölümüne sebep olmuş mevcut yönetimin de tutuklanıp yargılanması gerekir.

Batı destekli bu karar aynı zamanda İslam ülkelerine karşı alınmış bir karardır.

Bu kararın değiştirilmesi ise bütün İslam ülkelerinin özellikle Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da bulunan İslam ülkelerinin yasal yollarla gösterecekleri demokratik tepkilerle olabilir.

Aksi takdirde bu tür olayların kendi başlarına da geleceğini göz ardı etmemelidirler!
Bu idam kararı Mısır mahkemesinin haklı, adil ve hukuki bir kararı değil, olsa olsa batı emperyalizmin kararıdır.

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Tarım sektörünün değişmekte olan paradigması


 
Tarım ve gıda sektörü hayati bir sektör olup tabiatı gereği risklerle karşı karşıya bulunmaktadır.

Üzerinde çok fazla spekülasyon yapmaya ve istismar edilmeye müsait bir sektör.

Özellikle seçim dönemlerinde çok daha fazla gündeme getirilmekte.

İnsan beslenmesine esas teşkil ettiği için tarım ve gıda sektörünün stratejik önemi giderek artıyor.

Dünya nüfusu artışını sürdürürken, toprak ve su kaynakları azalıyor.

Karşılaştığı sıkıntılar sadece toprak ve su kaynaklarının azalması değil, aynı zamanda iklim değişikliği ve çevre kirliliği sektörün risk faktörlerini artırıyor.

Mevcut 7 milyarın üzerinde olan dünya nüfusunun 2050 yılına kadar 9 milyara yükseleceği tahmin ediliyor.

Halihazırda yaklaşık bir milyar insan yetersiz besleniyor, hem bu açığı kapatmak ve hem de gelecekte doğacak nüfus artışı nedeniyle olacak gıda talebini karşılamak için küresel olarak tarım ve gıda üretimini  yaklaşık %50 artırmak gerekiyor.

Ancak dünya çapında olan gıda açığını kapatmak için Birleşmiş Milletler öncülüğünde yapılan çalışmalar, planlar ve programlar mevcut şartlarda başarılı olamıyor. Küresel konjonktür buna izin vermiyor.

Bir çok ülkenin mevcut durumu bu açığı kapatmak için müsait değil.

Birleşmiş Milletlerin mevcut yapısı dünya barışını başarmaya yetmediği gibi, mevcut 1 milyar civarındaki aç insanı doyuracak ortamı hazırlamak için de yeterli olamıyor. Dolayısıyla bu husustaki planları ve programları hedefine ulaşmıyor...

Ülkemize gelince, sahip olduğu toprak ve su kaynakları, iklim şartları hemen hemen yeryüzünde mevcut bütün tarım ürünlerini yetiştirecek ekolojik yapıya sahip.

Bu iklim ve toprak şartları çok sayıda tarım ürününü yetiştirmek için uygun olduğu gibi batıdan doğu bölgelerine uzanan eksende tarım ürünlerini her mevsim yetiştirme şansı da var.

Tarım üretiminde kesintisiz ve sürdürülebilir bir potansiyel var.
Ülkemizin sahip olduğu bu eşsiz zirai ekolojik yapı ister istemez stratejik önemini de artırıyor.

Küresel şartlar bu önemin giderek artacağına işaret ediyor, azalan toprak ve su kaynakları nedeniyle.

Amerika, Avrupa gibi kalkınmasını tamamlamış ülkelerde tarım sektörü nüfusun yüzde onların altında bir kesimi bünyesinde bulundururken, gelişmekte olan ülkelerde bu oran daha yüksek. Ülkemizde de son yıllarda artan şehirleşme ve sanayileşme oranına paralel olarak sektördeki oran düşüş göstermesine rağmen söz konusu ülkelere göre hala yüksek bulunuyor. Zaman içinde sektörde yapılacak yapısal reformlar, artan teknoloji kullanımı, şehirleşmedeki artış bu oran giderek düşürecek etmenler olacak.

İşte tarım kesiminin on yıl öncesine göre yaklaşık on puan düşmesine rağmen yine de bünyesinde kayda değer bir oranı barındırması politik cazibesini de elinde tutuyor.

Sektörün içinde bulunduğu sıkıntıları tamamen yok etmek yapısı gereği mümkün değil, değişik oranlarda risklerle karşı karşıya kalacaktır.

Seçim dönemlerinde çok daha fazla gündeme gelen ve muhalefet tarafından istismar edilen sektörün karşılaştığı sorunların çözümü tek taraflı, sadece hükümetler tarafından çözüme kavuşturulması da mümkün değil.

Sektörü sadece eski kalıpları içinde değerlendirmek uygun olmaz, değişen küresel paradigmaları da göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Bu nedenle ilgili sivil toplum kuruluşlarının sadece sektörün problemlerini dile getirmekten ziyade bununla birlikte makul çözüm önerilerini de hazırlaması aynı zamanda sektörün verimini ve gelirini de artırmış olacaktır. Böylece politik istismara meydan bırakılmamış olur.

9 Mayıs 2015 Cumartesi

İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün!


Genel seçimler yaklaşıyor...

25. dönem milletvekili seçimlerinin yapılacağı 7 haziran yaklaşırken, haliyle seçime katılacak siyasi partilerin çalışmaları da yoğunlaşıyor.

Seçime katılan partilerin hedefinde bu siyasi yarışı önde bitirmek var.

Bunun içinde seçimin hedef kitlesi olan seçmenlere verilen vaatlerle her parti seçimi önde bitirme arzusunda.

Ancak Türkiye’nin çok partili dönem geçmişine baktığımızda bol keseden atan siyasi partiler iktidara geldiklerinde verilen vaatlerin yerine getirilmediğini, hatta bazı hükümet dönemlerinde vatandaşın beklentilerinde olumlu yönde gerçekleşme olmadığı gibi, daha da geriye doğru bir gidiş yaşandığını görüyoruz.
Bunun en bariz ve en yakın örneği olarak 1999 yılında iktidara gelen üç partili koalisyon hükümetini gösterebiliriz.

Çünkü bu üçlü koalisyon döneminde ülke her bakımdan geriye gitmiş, işyerleri kapanmaya başlamış, yatırımcılar gerek yerli ve gerekse yabancı yatırım yapacak güven ve istikrar ortamı bulamamışlardı.

Dolayısıyla halkın alım gücü düşmeye başlamış, işsizlerin oranı artmaya başlamıştı.

Hükümet olan partiler kalkınma için vazgeçilmez unsurları oluşturan güven ve istikrarı sürdürme hassasiyetini kavrayamamışlar, kurumsal bir yönetim anlayışı gösterememişlerdi.

Dönemin hükümeti bir çıkmaza girmiş, çareyi erken seçim kararı almakta bulmuştu.

Söz konusu hükümetin yapmış olduğu en iyi icraatı da bu karar olmuştu.

Çünkü iktidarda kalmaları her geçen gün bu ülkenin aleyhine işliyordu.

İşte bu karar ülkenin makus talihinin değişiminin başlangıcı olmuştu.

Böylece ülkenin uzun yıllardır çözüm bekleyen sıkıntılarının bertaraf edilmesi, içinde bulunduğu kısır döngüden çıkması ve kalkınma dinamiklerinin hareketleneceği bir döneme giriyordu.

İşte ülkemizin makus talihinin yenildiği, bir devrin kapanıp yeni bir devrin başladığı tarih 3 kasım 2002 genel seçimleri olmuştu. Kuruluşundan yaklaşık bir yıl sonra yapılan ilk genel seçimlerde tek başına seçimi kazanarak iktidara gelen Ak Parti o tarihten bugüne kadar üç genel seçim, üç yerel seçim, halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı seçimini ve iki de halk oylamasını kazanarak yaptığı hizmetlerle millet nezdinde kayda değer bir karşılık bulmuştu.

İktidara geldiği günden beri sürdürdüğü kararlı, tutarlı politikalar aynı zamanda güven ve istikrarın da sürdürülmesinin güvencesi olmuştu.

O günden bugüne ülkemizin kalkınmasının önünde aşılmaz bir kale gibi duran anlamsız tabular ve statüko anlayışı bir bir yıkılmış, yerini aklıselimin ve mantığın kabul ettiği değerlere bırakmıştı.

 Kalkınmamızı, gelişmemizi, güçlenmemizi ve genel refah seviyesinin artmasının engelleyen bu anlamsız tabu ve statüko anlayışının yıkılışıyla ülkemizde yeni bir dönem başladı.

Artık ülkenin ideolojiyle ve sloganlarla yönetildiği bir dönem geride kalmış, ülkenin kalkınma dinamikleri harekete geçmişti.

O tarihten bugüne kadar gerçekleştirilen projelere baktığımızda geçmiş dönemdekilerden farklı, dünyayla yarışır nitelikte olduğunu görüyoruz. Ak Parti iktidarları döneminde yapılan hizmet ve yatırımlar takdire şayan bir durum arz ediyordu.

İşte bu yatırım hamlelerinin durmaması, yapılanlara ilaveten yapılmakta olan dev projelerin hayata geçmesi de Ak Partinin genel seçimi yeniden kazanmasını gerektiriyor.

Kamuoyu araştırmalarına baktığımızda seçimin galibinin yeniden Ak Partinin olacağı yönünde.

Bir vatandaş olarak bu teveccühü görmek memnuniyet verici bir durum. Ülkenin geleceğinin emin ellerde, güvenilir ellerde olması tabii olarak her vatandaşın beklentisidir.
Ülkemizin kalkınmasının sürmesi, sadece bölgesinde değil; dünya çapında her bakımdan yükselen bir değer olması bu ülkenin her ferdi için büyük önem taşıyor. Sadece ülkemizde değil, bir ateş topuna dönen çevre ülkeleri ve bölgemizin de huzur ve istikrara kavuşması açısından bunu böyle görmek gerekiyor.

Aksini düşünmek bile insanı dehşet bir şekilde rahatsız ediyor.

Gerek ülkemizde güven, istikrar ve huzurun sürmesi, gerekse komşu ve bölge ülkelerinde devam eden kabul edilemez insanlık dramlarının son bulması açısından büyük çoğunlukla iktidara gelecek Ak Partinin çok önemli rolü olacağı görüşündeyiz. Çünkü iktidara geldiği günden bugüne kadar yapılan icraatların, bundan sonra da yapılacakların delili olarak kabul ediyoruz...