16 Mayıs 2015 Cumartesi

Tarım sektörünün değişmekte olan paradigması


 
Tarım ve gıda sektörü hayati bir sektör olup tabiatı gereği risklerle karşı karşıya bulunmaktadır.

Üzerinde çok fazla spekülasyon yapmaya ve istismar edilmeye müsait bir sektör.

Özellikle seçim dönemlerinde çok daha fazla gündeme getirilmekte.

İnsan beslenmesine esas teşkil ettiği için tarım ve gıda sektörünün stratejik önemi giderek artıyor.

Dünya nüfusu artışını sürdürürken, toprak ve su kaynakları azalıyor.

Karşılaştığı sıkıntılar sadece toprak ve su kaynaklarının azalması değil, aynı zamanda iklim değişikliği ve çevre kirliliği sektörün risk faktörlerini artırıyor.

Mevcut 7 milyarın üzerinde olan dünya nüfusunun 2050 yılına kadar 9 milyara yükseleceği tahmin ediliyor.

Halihazırda yaklaşık bir milyar insan yetersiz besleniyor, hem bu açığı kapatmak ve hem de gelecekte doğacak nüfus artışı nedeniyle olacak gıda talebini karşılamak için küresel olarak tarım ve gıda üretimini  yaklaşık %50 artırmak gerekiyor.

Ancak dünya çapında olan gıda açığını kapatmak için Birleşmiş Milletler öncülüğünde yapılan çalışmalar, planlar ve programlar mevcut şartlarda başarılı olamıyor. Küresel konjonktür buna izin vermiyor.

Bir çok ülkenin mevcut durumu bu açığı kapatmak için müsait değil.

Birleşmiş Milletlerin mevcut yapısı dünya barışını başarmaya yetmediği gibi, mevcut 1 milyar civarındaki aç insanı doyuracak ortamı hazırlamak için de yeterli olamıyor. Dolayısıyla bu husustaki planları ve programları hedefine ulaşmıyor...

Ülkemize gelince, sahip olduğu toprak ve su kaynakları, iklim şartları hemen hemen yeryüzünde mevcut bütün tarım ürünlerini yetiştirecek ekolojik yapıya sahip.

Bu iklim ve toprak şartları çok sayıda tarım ürününü yetiştirmek için uygun olduğu gibi batıdan doğu bölgelerine uzanan eksende tarım ürünlerini her mevsim yetiştirme şansı da var.

Tarım üretiminde kesintisiz ve sürdürülebilir bir potansiyel var.
Ülkemizin sahip olduğu bu eşsiz zirai ekolojik yapı ister istemez stratejik önemini de artırıyor.

Küresel şartlar bu önemin giderek artacağına işaret ediyor, azalan toprak ve su kaynakları nedeniyle.

Amerika, Avrupa gibi kalkınmasını tamamlamış ülkelerde tarım sektörü nüfusun yüzde onların altında bir kesimi bünyesinde bulundururken, gelişmekte olan ülkelerde bu oran daha yüksek. Ülkemizde de son yıllarda artan şehirleşme ve sanayileşme oranına paralel olarak sektördeki oran düşüş göstermesine rağmen söz konusu ülkelere göre hala yüksek bulunuyor. Zaman içinde sektörde yapılacak yapısal reformlar, artan teknoloji kullanımı, şehirleşmedeki artış bu oran giderek düşürecek etmenler olacak.

İşte tarım kesiminin on yıl öncesine göre yaklaşık on puan düşmesine rağmen yine de bünyesinde kayda değer bir oranı barındırması politik cazibesini de elinde tutuyor.

Sektörün içinde bulunduğu sıkıntıları tamamen yok etmek yapısı gereği mümkün değil, değişik oranlarda risklerle karşı karşıya kalacaktır.

Seçim dönemlerinde çok daha fazla gündeme gelen ve muhalefet tarafından istismar edilen sektörün karşılaştığı sorunların çözümü tek taraflı, sadece hükümetler tarafından çözüme kavuşturulması da mümkün değil.

Sektörü sadece eski kalıpları içinde değerlendirmek uygun olmaz, değişen küresel paradigmaları da göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Bu nedenle ilgili sivil toplum kuruluşlarının sadece sektörün problemlerini dile getirmekten ziyade bununla birlikte makul çözüm önerilerini de hazırlaması aynı zamanda sektörün verimini ve gelirini de artırmış olacaktır. Böylece politik istismara meydan bırakılmamış olur.