20 Aralık 2016 Salı

Korku, Türkiye'nin önlenemez yükselişi



 
Bugün insanlığın içine düştüğü çıkmazın sebebi Osmanlı İmparatorluğu gibi bir cihan devletinin, bir başka deyişle onun vasıflarına sahip bir süper gücün olmamasıdır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğunun süper güç olarak tarih sahnesinde yer alması aynı zamanda huzur, güven ve adalet anlamına geliyordu.
Dünyaya hükmeden ecdadımız bu temel değerlere sadık kalmıştı.
Şimdi Osmanlının mirası olan Türkiye’nin tekrar o eski ihtişamlı günlere dönüşü, yani dünyaya huzur, güven, adalet ve temel insan haklarına sahip çıkmak ve uygulamak istemesi, haksızlığa karşı duruşu bazılarını rahatsız ediyor.
Bugün maalesef süper güç diye kendini tanımlayanlar veya böyle bilinen ülkeler dünyayı hiç iyi yönetemiyorlar.
İnsanlık kan ve gözyaşına terk edilmiş durumda.
Özellikle bölgemiz, özellikle yakın ve çevre komşu ülkelerimiz…
Filistin, Yemen, Afganistan, Libya; sınır komşularımız ise Irak ve Suriye uzun yıllardır kan ağlıyor.
Sözde süper güçler bu ülkelerde meydana gelen (getirilen) temel haklar ihlaline eften püften bahaneler bularak yıllardır göz yumuyorlar.
Uzun yıllardır sürdürülen “tavşana kaç tazıya tut” politikası nedeniyle, bu ülkeler yakılıp yıkılıyor, insanları yok ediliyor, bu ülkelerde taş üstünde taş bırakılmıyor. Bu ülkelerdeki tarih yok ediliyor.
Eğer güçlü bir Osmanlı İmparatorluğu olmuş olsaydı, temel insan haklarını, hak ve hukuk, adalet gibi insanlığın temel değerlerini koruduğu gibi, bu ülkelerde yıllardır yaşanan insan katliamı da meydana gelmemiş olurdu.
Çünkü kuruluş amacı, kolladığı, koruduğu ve inandığı değerler gereği bu temel değerlere sadık kalmış ve kalmaya devam etmiş olacaktı.
Ancak iç ve dış hain mihraklar yaklaşık bir asır önce imparatorluğun sonunu getirdi.
Yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti onun mirası ve bakiyesi oldu.
Her ne kadar köklerinden koparılmak için çabalar gösterildiyse de buna muvaffak olunamadı.
Bunun en büyük delili ise 15 Temmuz gibi çok alçakça ve haince planlanmış olan içten kuşatma hareketine karşı direnişi ve zaferi oldu.
15 Temmuz yenilgisinden sonra deliye dönen bu kuşatma hareketinin arkasındaki güçler yine içerdeki beslemeleriyle ülkemiz üzerindeki hain emellerini sürdürüyorlar.
Bu hain emel ve planlarını uygulama safhasına koyarak, canlı bomba eylemlerine ağırlık verdiler.
Emperyalistlerin korkuları gene aynı; ülkemizde elde edilen olumlu gelişmeleri Osmanlının uyanışı, diriliş olarak görüyorlar.
Özellikle son 14 yılda kazandığı bölgesindeki liderlik vasfı ve kalkınmada elde ettiği başarılar, bölgesinde olduğu kadar bütün dünyada da kendinden söz ettirmeye başladı.
Üstelik bu başarıları, gerek içerde ve gerekse çevresindeki terör olaylarına rağmen, gerçekleştirdi.
Yine gerek İslam ülkelerinde ve gerekse diğer mağdur ve mazlum duruma düşen ülkelere fıtratı gereği sahip çıkması da ülkemizi emperyalistlerin hedef tahtasına koymuştur.
Sayın Cumhurbaşkanımızın zaman zaman dile getirdiği 780 bin kilometre kare olan fiziki sınırlarının yanında gönül coğrafyamızın çok çok daha büyük olması, çok daha geniş bir hinterlant içinde yer alması da bugün karşılaştığı sıkıntıların oluşmasına neden olmuştur.
Evet, Türkiye güçlenirse Ortadoğu’nun lideri olur, Türkiye güçlenir ve kalkınırsa Türk-İslam âleminin lideri olur.
Korku bu önlenemez liderlik.
Bu iki bölgenin liderliğini yürütme erkine ulaşan bir Türkiye aynı zamanda dünya lideri olur.
İşte bunu sezen ve gören dış mihraklar Türkiye’yi es geçerler mi?
Türkiye’yi rahat bırakırlar mı?
Ellerinde ne kadar besleme varsa istedikleri gibi kullanarak ülkemizi istikrarsızlaştırmaya çalışacaklardır.
Dileriz bu önlenemez yükseliş kesintiye uğramadan devam eder, böylece dünya mağdur ve mazlumları da huzura kavuşur.

14 Aralık 2016 Çarşamba

“Many of Syrian remains under rubbles”



Many of Syrian people remain under their homes’ wrecks resulting in the heavy bombardment, according to the statement of defenseless Syrian people who exposed to heavy bombardment carried out by the regime.
Unfortunately unprecedented brutality has being carried out in Syria since 11th March 2011.
Unfortunately Syrian people had been plunged into an inextricable trap for six years, as they had a great hope to transform from antidemocratic to democratic regime.  
While Syrian people planned to achieve a democratic situation in the country, instead they have faced genocide.
But these innocent people could not have realized they would have faced this dirty, heinous game.
They trusted in the sincerity, honesty of the western community that seemingly advocates democracy, human rights and rule of law.
But then they had understood that the western community advocates the aforementioned values in favor of themselves, not only all of the communities across the world.
Well, the Syrian people started their action to pass to a democratic regime with lots of hopes and they also thought no one would interfere to their free will. However, the developments in Syria did not happen in line with their expectations, because super powers took place at the side of the antidemocratic regime.
While the Syrian people did not realize their democracy dream, they also lost thousands of hundreds of their people; faced millions of internally displaced people and millions fled their country. 
They lost their lives under heavy bombardment, heavy weapons; they lost their lives in the seas attempting to cross the Mediterranean to look for a safe haven. Aren’t these developments counted as the basic human rights violation?
Whenever they want the humanitarian organizations can condemn any violation of basic human rights. But, they have preferred to remain silent in the face of the genocide in Syria. Is this honesty, is this sincerity, and is this loyalty to basic human rights?
This approach of the humanitarian organizations and international community to this inhumane condition whether in Syria or any other place cannot be accepted, this approach is not accepted as a justice approach.  

This approach is breaching of international law, breaching of justice, breaching of rule of law, breaching of basic human rights…

13 Aralık 2016 Salı

“Save Aleppo, Save Humanity”




The people, who under heavy bombardment of dictator Syrian regime, are screaming those who advocate human rights, adding that “this is the last video record”.  

8 Aralık 2016 Perşembe

Uluslararası zulmüm üstünlüğü








Uluslararası hukuk ölmüş, Uluslararası af örgütü, insan hakları teşkilatları, uluslararası ceza mahkemesi gibi kuruluşlar ise görevlerini yapamaz hale getirilmiş!

Getirilmiş, çünkü temel insan haklar ayaklar altına alınmış.

Bu kurumların insanlara yapılan haksızlık, zulüm ve canilik karşısında sesleri çıkmaz olmuş.

Ancak ve ancak işlerine gelen hususlarda seslerini çıkarıyorlar.

Bu da belli bir azınlık grubun menfaati gereği oluyor.

Daha doğrusu sömürü dünyasının istekleri doğrultusunda görev yaptıkları iyice anlaşılmış.

Çünkü her gün katledilen masum insanlar Müslüman oldukları için maruz kaldıkları bu vahşete isimleri hak, hukuk olan bu kurumlar tepki göstermek istemiyor.

Fıtratları gereği bu vahşete dur diyecek bir ses çıkarmak istemiyorlar.

Her gün Suriye’de, Halep’te ve birçok Müslüman ülkesinde mazlum, mağdur ve savunmasız onlarca yüzlerce insan zalim yönetim, iç savaş ve kargaşada ağır silahlarının acımasız saldırıları altında can veriyor...

Bu vahşet altı yıldır acımasız, merhametsiz bir şekilde zulmünü sürdürüyor.

Ne İslam ülkeleri ve ne de sözde insani kuruluşlar bu mazlumların uğradığı zulmü samimi bir dille kınamıyor.

Bütün dünya Müslümanları ve mensubu oldukları ülkelerin temsilcileri topluca 6 yıldır Suriye’de süregelen acımasız insanlık dramına dur demek için BM’de özel bir oturum düzenleyebildi mi?

Böyle bir ortak payda da bir araya gelmek sadece Müslüman ülkelerin görevi değil; insana, mazluma ve mağdura önem veren bütün insanlığın önde gelen insani görevidir.

Bunu yapamıyorlarsa, insan olduklarını unutmuş olduklarını hatırlatmak mı gerekecek?

Suriye ve Halep’te 6 yıldır devam eden insan katliamının en somut delili bu tarihi şehrin yazılı ve görüntülü basına yansıyan görüntülerini görmek yeterli olacak.

Ayrıca BM zaman zaman bu vahşetle ilgili raporlar hazırlayıp dünya kamuoyuna da sunuyor.

Suriye’de, Halep’te sözün bittiği yere çoktan gelindi.

Kendi insanına en acımasız silahlarla ve ‘orantısız güç’ kullanım ifadesinin çok hafif kaldığı bir güçle savunmasız insanların başlarına bomba yağdıran, zulümde zirveye tırmanmış Suriye lideri dünya kamuoyunda devlet başkanı sıfatıyla anılıyor.

Son günlerde Halep’te işbirlikçi güçlerle elde ettiği kazanımları zafer addediyor.

Sözde devlet başkanı diye sıfatlandırılan bu zalimin işgal ettiği görevde aslında hiçbir hukuki hakkı olmaması gerekir.

Çünkü bu adam hukuk dışı kurallar ile kendini seçtirmiş, zorbalıkla iş başına gelmiştir.

Ülkesinde demokrasi isteyen, demokratik hak isteyen halkına karşı 6 yıldır en acımasız bir şekilde saldıran bu zalimin, eğer uluslararası hukuk işleseydi, bu görevde kalması mümkün olamayacaktı.

Zaten uluslararası hukukun tabuta konulduğunu Rusya devlet başkanı Putin yıllar önce söylemişti, işte bu yüzden Suriye’de uluslararası hukukun üstünlüğü yerine uluslararası zulmüm üstünlüğü varlığını sürdürüyor.

Bu nedenle sözde bu değerleri savunan batı ve sömürü dünyası, dünya kamuoyu önünde güvenirliğini yitirmiş bulunuyor.

İslam dünyasına düşen görev ise zulmün üstünlüğüne sesiz kalmak değil, hukukun üstünlüğünü savunmanın çabası ve gayreti içinde olması gerekir.   

3 Aralık 2016 Cumartesi

OPEC’in üretimi kısma kararı


 
 

Yaklaşık 2,5 yıl ham petrol fiyatlarında aşağı yönlü eğilim devam etti.

2014 haziranda varil fiyatı 110 doların üzerine kadar yükselen petrol fiyatları bu tarihten sonra düşüş trendine girdi.

O tarihten bu yana belli aralıklar arasında gidip geldiyse de petrol fiyatları 100 dolara tekrar çıkmadı, 50 dolar ve altında seyretti.

Petrol fiyatlarındaki aşağı yönlü eğilimin özellikle petrol ithal eden ülkelerin ekonomilerine olumlu yansımaları oldu…

Petrol üretimi yapan ülkeler arasında üretim konusunda uyum sağlanamadığı için petrol fiyatları hem eski ulaştığı yüksek rakamlara ulaşmadı ve hem de istikrarlı bir seyir izleyemedi.

Düşük petrol fiyatları petrol üreten ülkelerin ekonomilerine olumsuz etki yaparken diğer ülkeler ve bu ülkelerin tüketicileri aynı zamanda üretim tesislerinde petrol esaslı ürün kullananlar için olumlu bir gelişmeye yol açtı.

Petrol piyasaları 30 kasımda yapılacak OPEC toplantısına odaklandı.

Toplantı öncesi OPEC üyeleri arasında üretimi kısma üzerine anlaşma sağlanamayacağı söylentisi ile fiyatlar Brent petrolünde 45 dolara kadar geriledi.

Ancak son anda anlaşma sağlanması nedeniyle fiyatlar 50 doların üzerine yükselerek hafta sonu itibariyle 55 dolara yaklaştı.

Toplantıda OPEC üreticilerinin günlük üretimi ekim ayı üretimi olan 33,82 milyon varilin altına inerek günlük olarak 1,2 milyon varil kısma kararında anlaşma sağlandı.

Buna ilaveten, OPEC dışındaki petrol üreticileri de günlük üretimlerinde 0,6 milyon varil kısma kararı aldı üretimlerinde.

Analistler önümüzdeki günlerde petrol piyasasındaki istikrarsızlığın yüksek olacağını ifade ediyor.

Anlaşma sağlanamaması durumda petrol fiyatlarının 2017 yılının ilk yarısına kadar yükselen stoklar ile ortalama 45 dolar civarında olacağı, hatta 40 doların altına düşeceği tahminleri yapılıyordu...

Ülkemiz için petrol fiyatlarının iki çarpanı bulunuyor, biri doların lira karşısında değer kazanması, diğeri ise uluslararası petrol piyasasının yükselmesi.

Ülkemiz petrol fiyatlarını bu iki faktör belirliyor.

Yapılan tahminlere göre petrolün varil fiyatı 2017 yılında 55-60 dolar seviyesinde olacağı, ancak bu OPEC’in ve OPEC dışı petrol üreticilerinin üretimi kısma doğrultusunda almış oldukları kararı sürdürmelerine bağlı. Birinin anlaşmaya bağlı kalmaması durumunda fiyatlar tekrar aşağı yönlü bir seyir izleyebilir.
Fosil yakıtların çevre problemleri nedeniyle gerek ülke ve gerekse uluslar arası seviyede azaltılması yönünde çalışmalar var.

Çin gibi nüfusu yüksek oranlara sahip ülkelerde olduğu gibi, dünyanın diğer bütün mega kentleri artık fosil yakıtlı araçların azaltılması hatta belli mesafelerden itibaren bu şehirlere girmemesi yönünde tedbirler alıp uygulamaya koyuyorlar.

Bu eğilim oranı giderek artış gösterecek.

Çevreyi korumayla ilgili bu tedbirlerin fosil yakıt tüketimine etkisi ne oranda olacağı yakın zamanda görülecektir.

Elektrikli ve hibrid araçların hızla yaygınlaşması fosil yakıtlara olan talebi düşüreceği beklentisi var. Bu araçların enerji ihtiyaçlarını karşılayacak yenilenebilir enerji üretimini artırmak ya da başka teknolojilerin gelişmesi ile ulaşım sektörünün ihtiyacı karşılanabilir...