24 Kasım 2013 Pazar

Uluslararası toplumun vahşet hoşgörüsü


 

Görülmemiş vahşet, görülmemiş zulüm, görülmemiş insanlık dramı; Suriye halkı yediden yetmişe maruz bırakıldığı insanlık dışı bir muameleyle karşı karşıya bulunuyor.

Üç yıldır Suriyelilerin bütün dünyanın gözü önünde çektikleri acılar insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek.

Bu belki de türünde geçmişte yaşananların en acımasızlarından bir olarak nitelenecek.

Ortaçağ ve yakınçağda yaşananların en gaddar ve vahşice uygulamalarından biri olarak tarihçiler tarafından tescil edilecek.

İşlenen cinayet ve gaddarlığın insanlık dışı boyutu aslında olaylar tam olarak açıklık kazandığı zaman belli olacak.

Bugüne kadar yapılan zulüm ve vahşetin büyüklüğü, çocuklar üzerinde bıraktığı ve bırakacağı fiziki ve ruhsal tahribat ise uzun yıllar sürecek.

O zaman bu vahşete her ne şekilde olursa olsun; gerek lojistik ve gerekse taktik ve gerekse madden destekte bulunanlarda şu andaki zulmü uygulayan yönetim kadar insanlık önünde mahcup ve suçlu duruma düşmüş olacak.

Çünkü çıkan haberlerde Suriye’nin artık muhalifler karşısında dayanacak gücünün kalmadığı, dışarıdan yapılan destekle vahşeti sürdürdüğü söyleniyor.

Ülkesinde kendi hür iradeleriyle yönetimi belirlemek isteyenlerle, buna müsaade etmeyen despot ve gaddar bir rejim yanlıları arasında başlayan çatışmalar üç yıla yakın bir süredir devam ediyor.

Yani bugün batılı demokrasi ve insan hakları savunucularının ağızlarını her açtıklarında dillerinden düşürmedikleri değerlerin kendi ülkelerinde de tesis edilip uygulanmasını isteyen bu ülkenin gerçek sahipleri ile baskı ve zulmünde ısrar eden despot rejim arasında cereyan etmekte bu mücadele.

Bu bir savaş değil! Zulmünde ısrar edenlerle kendi topraklarında, kendi mülklerinde en tabii haklarını elde etmek isteyen Suriye'nin gerçek sahipleri ile tabii haklarını gasp eden dikta rejimi arasında yaşanan bir mücadelenin kanla ve ölümle bastırılması.

Suriye’deki vahşeti konu alan son bir rapora göre, despot rejim mensupları her türlü insanlık suçunu işlemiş, işlemeye devam ediyor.

Yasak olmasına rağmen her türlü silah bütün dünyanın gözleri önünde savunmasız insanlar üzerinde denendi.

Şu andaki despot rejimin sahipleri sadece savaş suçlusu değil, uygulanan vahşet örnekleri savaş suçlularının çok ötesine geçmiş durumda. En ağır insanlık suçu işleniyor.

Rapora göre 11 binin üzerinde çocuk üç yıl içinde hedef alınmış; bir bölümü nişancılar tarafından katledilmiş, bir kısmı infaz edilmiş, bir kısmı işkence yapılarak öldürülmüş.

Suriye’de günümüz şeffaf dünyasında kapalı rejimler dönemi olan komünist rejim tiranlarının belki de bu denli ve bu oranda vahşet sergilemedikleri bir vahşet, bir dram yaşanıyor bütün dünyanın gözleri önünde...

Bu vahşet karşısında hala Birleşmiş Milletler güvenlik konseyi üyeleri bu vahşete seyirci kalmaya devam ediyor.

Bu hususta yetkili uluslararası insani kuruluşlar ve mahkemelerin sesi çıkmıyor. Dut yemiş bülbüle dönmüşler.

Vahşeti seyretmekle görevlerini yerine getirme arasında bir şaşkınlık yaşanıyor.

20 Kasım 2013 Çarşamba

Uluslararası toplum iradesini satanları mı kolluyor?






Bölgemizde yaşanan olaylara analitik bir gözle bakınca bunların arkasında yatan acı gerçekler daha da netleşiyor…

Irak uzun yıllardır bombalarla yaşıyor, politik ayaklanmayla tuzağa düşürülen Suriye’nin zalim lideri temsil ettiği ülkesinin iradesini kendi kişisel menfaati için sattığını; Mısır’da ise küçük bir azınlığın menfaati için yine sömürgeci zihniyetin emrine girmiş ve ülke insanlarının iradesini gasp etmiş bir darbeci yönetim görüyoruz.

Netice olarak geçici bir menfaat için kendilerinin ve ülkelerinin iradesini ipotek altına aldıran bu anlayışın ortaya çıktığını görüyoruz.

Her gün eşi görülmemiş vahşet örneği sergileyerek, kendi insanına paralı askerlerle bombalar ve kurşunlar yağdıran bu zihniyetin arkasında ise sözde insan haklarını, demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü savunanlar var.

Küçük bir menfaat için satılanlar geride yıllardır dinmeyen gözyaşı ve kanın yanında, harabeye dönmüş bir ülke, açlık ve sefalet bırakmış durumdalar.

Bölgemizde oluşan bu dramatik yapı ise bazılarının işini iyice kolaylaştırmış oluyor.

Taş atıp kolunu yormadan amacına ulaşmak isteyeneler için çok uygun bir ortam oluşmuş oluyor.

Bir yandan uluslararası toplumun dikkatleri mevcut yapı üzerine odaklanırken, diğer taraftan leş kargaları için gün doğmuş oldu.

Hiçbir uluslararası kural ve yasa tanımayanlar, kendilerine uluslar üstü bir statüde sayarak bildiklerini okumaktadır geri kalmayacakları zehabına kapılmaktalar.

Dolayısıyla uluslararası toplumun vurdumduymaz yaklaşımı uluslararası toplum düzeninin bozulmasına, ihlaline ve çökmesine yol açmış ve açmaya devam edecektir.

Bu nedenle ne Birleşmiş Milletleri, ne uluslararası hukuk, ne evrensel insan hakları, ne Uluslararası Ceza Mahkemesi ve ne de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu nedenle kuruluş amaçlarına ve ilkellerine uygun olarak icraat yapamamaktadırlar.
 
Bu kurumlar üstlenmiş oldukları yükümlülükleri yaşanan insanlık dışı vakalar karşısında zaman zaman gözlerini, zaman zaman kulaklarını ve vicdanlarını kapatarak yerine getirmeme anlayışı içinde bulunuyorlar. Bu uluslararası adaletin tecelli etmesinde önemli bir noksanlık oluşturuyor.

Bu nedenle uluslararası hukuk ve uluslararası kurumların felç edildiği, icra yapamaz hale getirildiği bir algı oluşuyor!

Birileri yayılmacı politika anlayışıyla genişlemesini sürdürürken, bu oranda mazlum toplumlar küçülmüş, öldürülmüş, yerlerini ve yurtlarını terk etmek zorunda bırakılmışlar.

Bu anlayışın sürmesi ve sürdürülmesi ile küresel huzur ve güvenin tesis edilmesi zorlaştığı gibi, sözde sahip çıkılan evrensel değerler de büyük yara almış oluyor.
Yani evrensel hukuk kuralları çarpıtılarak güçlünün hukukunun oluştuğu bir hukuk düzenine doğru mu gidiliyor, sorusu akla geliyor!

17 Kasım 2013 Pazar

Arap baharının sancılı süreci


 

İslam ülkelerinde yaşanan gelişmelere bakınca, “bunca olan bitenden sonra hala daha ders alınmadı mı?” sorusunu sormaktan insan kendini alamıyor.

Özellikle yakın çevre ve komşu İslam ülkelerin son yıllarda yaşadıkları değişim süreci bir türlü tamamlanamadı.

Gelişmelere bakınca, değişim sürecinin tamamlanması ve hedefe varması da biraz zaman alacağı izlenimini veriyor.

Bu sürecin tamamlanması için öncelikle bu ülkelerin halklarına ve yöneticilerine büyük ölçüde görev düşüyor.

Bu süreçte samimi olarak destek verecekleri dost ülkeleri de unutmamak gerekiyor.

Bu noktada samimi yaklaşımın hangi ülkelerden geleceğine çok dikkat etmeleri gerekiyor.

Bu süreçte dostu düşmanı iyi ayırt etmeleri gerekiyor!..

Söz konusu ülkeler değişim sürecinde, bizzat yaşadıkları sıkıntılara rağmen bir türlü olup bitenden ders çıkarıp aklıselimin gösterdiği yolu bulmakta zorlanıyorlar.

Tunus’la, Libya’yla, Mısırla başlayan ve ilk aşamada çok az kayıplarla başarıya ulaşan değişim süreci hala sarsıntılar geçiriyor, bir türlü istikrara kavuşamıyor.

Özellikle Mısırlıların süreci tamamlayıp seçimi yaptıktan sonra iç ve dış güçlerin oyununa gelerek içine düştükleri tuzak her bakımdan kendileri için çok pahalıya mal oldu.

Binlerce insan hayatını kaybetti.

Ekonomileri iyiye gitmek yerine daha kötüleşti.

Suriyelilerin kendilerinden önce komşu ülkelerde başlatılan politik ayaklanmaya heveslenip sokaklara dökülmeleri kendileri için çok çok daha kötü bir sonuca yol açtı.

150 bin civarında insan hayatını yitirdi, 8 milyon insan yerinden yurdundan oldu, geride kalanlar ise açlık ve sefalete mahkûm oldu. Şimdi harbeye dönmüş bir ülke ve içine düşülen çıkmaz var…

Zaman zaman Tunus ve Libya’da gösteriler yapılıyor, bu gösterilerle bu ülkelerin tıpkı Mısır’da olduğu gibi bir tuzak olacağı ihtimali gözden uzak tutulmamalı.

Bu tablodan, başta yöneticileri olmak üzere bütün bu ülkelerin insanları ibret alıp bu geçiş dönemini sağlıklı bir şekilde atlatmaları gerekiyor.

Henüz tam olarak demokrasinin kurum ve kuralları ile teşekkül etmeden ve bu yeni yapı sindirilmeden demokrasinin erdemlerinden istifade etmeleri bir anda mümkün olmuyor.

Bir olgunlaşma süresinin geçmesi gerekiyor.

Bu süre zarfında demokrasinin kurum ve kurallarını benimseyip, sindirmek gerekiyor.

Bu değişim sürecinin emperyalistlerin kötü niyetlileri için aranmakla bulunmaz bir fırsat olacağı unutulmamalı.

Değişim sürecini yaşayan bu İslam ülkelerinin tam olarak elde edemedikleri demokratik düzenin nimetlerini altın tepsi içinde bu sömürgeci güruhunun kötü emellerine sunma durumuna düşmemek için çok dikkatli olmaları gerekiyor...


Libya’da yapılan gösterilerde onlarca kişi hayatın kaybetti.

Ülkenin silahlı çatışma içine düşürülmek istendiği söyleniyor ki emperyalistlerin hedefi de budur.

Bu bakımdan gerek Tunus ve gerekse Libya’nın çok dikkatli olmaları gerekiyor; Mısır’ın, Suriye’nin içine düşürüldüğü çıkmaza düşürülmemeleri için…

Bu nedenle bu ülkelerin Türkiye gibi dost ülkelerin manevi desteğine ihtiyaçları var. Özellikle ülkemizin bu husustaki tecrübe, birikim ve samimiyetine kapılarını açmaları gerekiyor.

Temennimiz bu ülkelerin Mısır ve Suriye’deki gibi bir çıkmaza sürüklenmemeleri. Bu ülkelerde yaşanan acı olaylardan ibret almaları!

9 Kasım 2013 Cumartesi

BM kös dinliyor


 

Birleşmiş Milletlerin (BM) dünyada yaşanan ekonomik, politik ihtilaflar yanında tabii afetler neticesinde zor duruma düşen ülkelerdeki afetzedelere yardımda bulunma görevi de var. Netice olarak insanlığın içine düştüğü her türlü sıkıntılı durumla ilgili bir kurum…

Dünyanın her tarafında çeşitli ihtilaflar, savaşlar iç savaşlar, işgallerin yaşandığı bölgelere ulaşarak yardım etmeye çalışıyor! Fakat üç yıldır Türkiye'de bulunan Suriyeli mültecilere bulunduğu yardım ise 'devede kulak' bile değil...

BM’nin üstlenmiş olduğu bu insani görevlerde pek başarılı olduğu söylenemez. Gerek maddi ve gerekse diplomatik açıdan başarılı olduğu söylenemez.

Olayları yerinde incelemeye çalışıp dünya kamuoyunu bilgilendirme ve raporlar hazırlayıp sunarak problemlere çözüm arama çabasında...

BM yüklenmiş olduğu misyonu yerine getirmede muktedir değil. BM kurum olarak sorumluluk almış, fakat yetkisiz bırakılmış.

Bu dünya teşkilatının elini kolunu bağlayan hakim güçler var. Bu hakim güçler BM’yi tüm insanlığa hizmet için değil de, sırf kendi menfaatleri için kullanıyorlar.

Bu hakim güçler dünyayı paylaşımda anlaşma sağlayamadılar mı, çözümsüzlük hükmünü sürdürüyor.

Küresel güçlerin menfaatleri neyi gerektiriyorsa o minval üzere hareket ediyorlar.

Bugün yeryüzünde kanayan önemli iki bölge var; biri Afrika kıtası, diğeri ise Filistin, Suriye, Irak ve Afganistan gibi ülkeleri de kapsayan bölge.

Bu bölgelerdeki ülkeler uzun yıllardır çözüm bekliyor, bunların çoğunluğunu İslam ülkeleri oluşturuyor.

Görevi insani meseleleri çözüme kavuşturmak olan BM’nin bu asli görevinde kararlı ve azimli olsaydı 60 seneyi aşan bir süredir kan ve gözyaşının dinmediği Filistin meselesi halledilir, yapılan zulümlere bugüne kadar çoktan son verilmişti.

Filistinliler de kendi topraklarında bir devlete sahip olmuş olurlardı.

Ne yazık ki yarım asrı aşan bir süredir çözülmeyen bu insani dram batının ve BM’nin oyalama politikası ve zaman zaman açıkladıkları kınama politikasından öteye geçmemektedir.

Kangren olan dünya meselelerine böyle bir aldatma politikasıyla yaklaşan egemen ve emperyalist güçlerin bu sorunlara çözüm amaçlı yaklaşmaları da mümkün değil.

Üç yıldır sözde sahip çıktıkları her türlü insani değerin ihlal edildiği Suriye’de, emperyalist güçler ‘tavşana kaç, tazıya tut’ politikası izliyor.
Suriye’deki insani dram, batının sahip çıktığı, el üstünde tuttuğu bütün insani değerleri altüst etmiş durumda. Bir zalim kimileri tarafından açık bir şekilde, kimileri tarafından kapalı kapılar ardında kollanıyor. Bu kukla zalim yönetime sahip çıkanlar, en az onlar kadar bu ülkede yaşanan insanı drama ve ihlallere ortak olmaktadırlar.

Bu ihlallere hiçbir uluslar arası kurum ciddi bir şekilde kınama yapmıyor.

Her türlü sefaletin yaşandığı Suriye’de çocuk felci salgının patlak verdiği, salgının bu bölgeyle sınırlı kalmayıp Avrupa’ya sıçrayacağı beklentisi var.

Şimdi acaba bu salgın batılı güçleri harekete geçirir mi, bu vesileyle bir zalimi bu kadar kollamaya son verip, bu vahşeti son erdirmek için bir insani yaklaşım hareketi başlar mı? BM kös dinlemekten vaz geçer de üstlenmiş olduğu asli görevini yerine getirme çabasında olur mu?