20 Kasım 2013 Çarşamba

Uluslararası toplum iradesini satanları mı kolluyor?






Bölgemizde yaşanan olaylara analitik bir gözle bakınca bunların arkasında yatan acı gerçekler daha da netleşiyor…

Irak uzun yıllardır bombalarla yaşıyor, politik ayaklanmayla tuzağa düşürülen Suriye’nin zalim lideri temsil ettiği ülkesinin iradesini kendi kişisel menfaati için sattığını; Mısır’da ise küçük bir azınlığın menfaati için yine sömürgeci zihniyetin emrine girmiş ve ülke insanlarının iradesini gasp etmiş bir darbeci yönetim görüyoruz.

Netice olarak geçici bir menfaat için kendilerinin ve ülkelerinin iradesini ipotek altına aldıran bu anlayışın ortaya çıktığını görüyoruz.

Her gün eşi görülmemiş vahşet örneği sergileyerek, kendi insanına paralı askerlerle bombalar ve kurşunlar yağdıran bu zihniyetin arkasında ise sözde insan haklarını, demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü savunanlar var.

Küçük bir menfaat için satılanlar geride yıllardır dinmeyen gözyaşı ve kanın yanında, harabeye dönmüş bir ülke, açlık ve sefalet bırakmış durumdalar.

Bölgemizde oluşan bu dramatik yapı ise bazılarının işini iyice kolaylaştırmış oluyor.

Taş atıp kolunu yormadan amacına ulaşmak isteyeneler için çok uygun bir ortam oluşmuş oluyor.

Bir yandan uluslararası toplumun dikkatleri mevcut yapı üzerine odaklanırken, diğer taraftan leş kargaları için gün doğmuş oldu.

Hiçbir uluslararası kural ve yasa tanımayanlar, kendilerine uluslar üstü bir statüde sayarak bildiklerini okumaktadır geri kalmayacakları zehabına kapılmaktalar.

Dolayısıyla uluslararası toplumun vurdumduymaz yaklaşımı uluslararası toplum düzeninin bozulmasına, ihlaline ve çökmesine yol açmış ve açmaya devam edecektir.

Bu nedenle ne Birleşmiş Milletleri, ne uluslararası hukuk, ne evrensel insan hakları, ne Uluslararası Ceza Mahkemesi ve ne de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu nedenle kuruluş amaçlarına ve ilkellerine uygun olarak icraat yapamamaktadırlar.
 
Bu kurumlar üstlenmiş oldukları yükümlülükleri yaşanan insanlık dışı vakalar karşısında zaman zaman gözlerini, zaman zaman kulaklarını ve vicdanlarını kapatarak yerine getirmeme anlayışı içinde bulunuyorlar. Bu uluslararası adaletin tecelli etmesinde önemli bir noksanlık oluşturuyor.

Bu nedenle uluslararası hukuk ve uluslararası kurumların felç edildiği, icra yapamaz hale getirildiği bir algı oluşuyor!

Birileri yayılmacı politika anlayışıyla genişlemesini sürdürürken, bu oranda mazlum toplumlar küçülmüş, öldürülmüş, yerlerini ve yurtlarını terk etmek zorunda bırakılmışlar.

Bu anlayışın sürmesi ve sürdürülmesi ile küresel huzur ve güvenin tesis edilmesi zorlaştığı gibi, sözde sahip çıkılan evrensel değerler de büyük yara almış oluyor.
Yani evrensel hukuk kuralları çarpıtılarak güçlünün hukukunun oluştuğu bir hukuk düzenine doğru mu gidiliyor, sorusu akla geliyor!