19 Eylül 2011 Pazartesi

Küresel karizma

Kişisel ihtiraslar ve yanlış politikaların neticesi olarak, yaklaşık bir yüzyıl önce yedi düvele karşı savaşmak zorunda kalan 600 yıllık cihan devleti olan Osmanlı İmparatorluğu parça parça koparak dağılıyordu.

Ajanlar Osmanlı topraklarında cirit atarak, her türlü bölücülük ve fitne tohumlarını serperek amaçlarına ulaşmışlardı.

Asırlarca birlikte yaşadığımız dini, inancı, kültürü ve tarihi aynı olan geniş bir coğrafyaya yayılan imparatorlukta bulunan milletler sözde bağımsızlık ve hürriyet söylemleri ile Osmanlı baskı ve boyunduruğundan kurtulmak için ayrılmaya teşvik edilmişti.

İmparatorluk parçalanmış, özü ise bugün içinde bulunduğumuz topraklarda kalmıştı. Bir müddet dondurulan ecdadımızdan kalan o öz ve ruh nihayet çözülmeye başladı. Yine mazlumlara el uzatmaya, onları içinde bulundukları zor durumdan kurtarma gayret ve çabası içine girdi. Bunun örneklerini son yıllarda dünyanın çeşitli yerlerinde görmeye başladık…

Daha iyi bir gelecek için bölücü ve fitne oyunlarına gelerek o dönemin parçalanma hareketine önayak olanlar belki de kişisel olarak bile olsa hayallerine ulaşamadılar. Emellerine ulaşanlar ise sömürgeci devletler olmuştu.

Bağımsızlıklarını kazandıklarını sananların her biri birer kapalı toplum olmuş, çoğu sömürgeci ve despot, ya da onların kuklası konumunda olan yöneticilerin idaresinde öncekine göre çok daha kötü duruma düşmüştü. Bağımsızlık teranesiyle onları kandıran güçler geçtiğimiz bir yüzyıl boyunca tabii kaynaklarını sömürmüş ve asıl sahipleri ise sefalet içinde yaşamışlardı.

Dirayetli ve istikrarlı yönetimlerden yoksun olarak yönetilen bu milletlerin yanlarına kalan ise kan ve gözyaşı olmuştu.

Bu onlar için çok pahalı ve telafi edilemez bir tecrübeydi.

Şimdi bu ülkelerin bir bölümünde yeni bir döneme girildi.

Uyanış ve diriliş dönemi başladı, gördükleri baskı ve insanlık dışı döneme son vermek için canları pahasına da olsa bu kötü gidişe dur deme sürecini başlattılar.

Günümüz iletişim teknolojilerinin kendilerine sunduğu imkânları da kullanarak, Tunus’ta yanan demokrasi ve özgürlük ateş bildiğimiz gibi diğer ülkeler olan Mısır’a, Libya’ya ve Suriye’ye de atladı. İlk üç ülke önemli ölçüde giriştikleri mücadelede başarı sağladılar. Dünya gerçeklerin gerisinde kalan Suriye yönetimi ise gördüklerinden ders almaya niyeti olmadan zulmünde direnişe devam ediyor, ama nereye kadar... Zulümle abat olunmayacağına göre kötü akıbete mahkûm olmaktan başka çare görünmüyor, eğer demokratik yollarla uzlaşma yoluna gitmezse.

İşte, Osmanlı tarafından baskı altında tutuldukları gerekçesiyle sözde bağımsızlıklarına kavuşturulmuş olan söz konusu ülkelerin bu gerçeği görmeleri ve ibret almaları gerekiyor.

Bu yaşanılanlar umarız, kaynakları zengin, fakat fakir ve hakir duruma düşen bu ülkelerin insanları için ciddi bir ders olur.

Ülkemizle olan yakınlaşmayı amacından saptırarak, yine tekrar 'Osmanlı baskısı geliyor’ tuzağını oluşturup, bu tip oyunlara gelmemelerini temenni ediyoruz. Çünkü bu baskı aldatması yabancı basında işlenerek gündemde tutulmaya çalışılıyor. Özellikle Başbakan Erdoğan’ın Kuzey Afrika ziyaretinde yabancı basın Osmanlılık konusunu kenarından köşesinden tutarak gündeme getirmeye çalışmıştı.

Sayın Başbakan Erdoğan’ın ‘Arap Baharı’nın yaşandığı ülkelere yaptığı geziler bir değişimin, yeni bir dönemin başlangıcı olduğunun işaretini veriyor; hem ülkemiz, hem bölgemiz ve hem de dünya için…

Gezinin bir başka dikkat çeken tarafı ise, karizma ve liderlik vasfının ülkemiz sınırları içinde tescillenen başbakanın, bu geziyle bu vasıfları yabancı basında yer alarak küresel olarak da tescillenmiş oldu. Ustalık dönemi şahlığını göstermeye başlarken, bu arada talandan mal kaçırmaya çalışanların da mat oluşu gözlerden kaçmıyordu.

Temennimiz Arap Bahar’ını yaşayan bu kardeş ülkelerin bir an evvel istikrarlı bir yönetime kavuşmaları.

13 Eylül 2011 Salı

Niyet hayır, akıbet hayır!

Tarım alanında ede ettiği tecrübelerini sanayi alanına taşıyan Gaziantep, Kurtuluş Savaşında yazmış olduğu kahramanlık destanını ekonomik savaşta da yazıyor.

Gaziantepliler ruhlarında taşıdıkları mücadeleci yapılarını ekonomik alana aktararak iş yaşantılarında da örnek gösterilecek bir başarıya imza atmışlar, atmaya devam ediyorlar.

Bu girişimcilik ruhu Gaziantep’i Güneydoğu bölgemizin önde gelen illerinden biri yapmış.

Sadece bölgesinde değil ülke genelinde tarımsal ve sanayi üretimi ile öne çıkarak hem bölgesine ve hem de ülke ekonomisine katkıda bulunuyor. Bugüne kadar anlamsız konulara şartlanıp kalmamış ve yan gelip yatarak her şeyi devletten bekleme saplantısına kilitlenip kalmamış.

Antepli yapısındaki girişimcilik meziyetiyle sahip olduğu kalkınma dinamiklerini harekete geçirmesini bilmiş.

Ekonominin temel kuralı olan kaynakların verimli kullanılması prensibinden hareketle kalkınma ve gelişme potansiyellerini harekete geçirmeyi bilmiş.

Eldekilerle nelerin yapılacağını iyi hesap etmiş doğru karar ve doğru yatırımlar yaparak her geçen yıl üretim ve ihracatını artırmış. Yatırımlarını sadece il sınırları içinde tutmamış, ülkeye yaydığı gibi sınırları aşarak ülke dışına taşıma başarısını göstermiş.

Ülke içinde özellikle ev tekstili, halı ve mobilya alanında yaptığı yatırımlar ve ürettiği ürünlerle Türkiye’deki tüketicilerin beğenisini kazandığı gibi, yurt dışına açılarak küresel tüketicilerin de ihtiyacına cevap verecek üretimler yapmış. Yatırımcı ve işletmeci ruhunu geliştirerek yatırımlarını ülke dışına taşımış.

Sanki ‘Niyet hayır, akıbet hayır’ özdeyişini kendisine prensip edinmiş gibi; bu kıymetli prensip ise vatandaşlarına ve ülkesine yararlı işlerin yapılmasına neden olmuş.

Anlamsız takıntıları kendine rehber edinmemiş. Kafasını kof ve kısır düşüncelerle doldurup meşgul etmemiş. Enerjisini vatanını, vatandaşını, ülkesini seven olarak faydalı şeylere harcamış.

Gaziantepli işadamları bu üretken, yararlı düşüncelerini, birikimlerini özellikle komşu illere de aktarmalılar. Hatta bu konuda seminerler vermeliler. Komşu illerdeki sanayi ve ticaret odalarıyla ortaklaşa düzenleyecekleri konferans, seminer ve panellerle bu illerdeki atıl durumda bulunan kalkınma potansiyellerini harekete geçirme konusunda öncülük etmeliler.

“Bakın biz anlamsız fikir ve saplantılarla yıllarımızı boşa geçirmedik, bu ülkeye, millete, bu vatana sevecen düşünce ve faaliyetlerle hareket ettik. Mevcut anayasa, kanunlar bize hangi hakları tanıdıysa ülke sınırları içinde olan herkese aynı hakları tanıyor. Farklılık bizim bakış açımızda, farklılık enerjimizi faydalı ve yararlı işlerde kullanmakta; zararın neresinden dönerseniz kardır. Sizi yanlış şekilde şartlandıranları kulak asmayın, bugüne kadar hem kendinize ve hem de ülkeye yazık ettiniz. Bunca zaman boşa gitti, heba oldu. Artık gerçekleri görme zamanıdır, gafletten uyanma zamanıdır.” diyerek yanlış saplantıları olanlara önemli bir hatırlatmada bulunmalılar.

Zaten içine düşmüş oldukları tuzağın kimler tarafından hazırlandığı ve bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kimlerin ekmeğine yağ süreceğini anlamaları zamanının gelip geçtiğini görmeleri gerekiyor. Yeter ki bazı saplantılardan uzaklaşsınlar.

9 Eylül 2011 Cuma

Sınır tanımaz şımarıklık

Hani şu mahalle aralarında oyuncak tabancalarla mantar patlatan çocuklar var ya! Özellikle bayram günlerinde eğlenmek amacıyla oyuncak tabancalarını patlatıp dururlar.

Bayram çocuklarının bu oyunları bazen de tehlikeli sonuçlara yol açmıyor değil. Çocuk aklı… Biraz da şımarıklık buna eklenince çocuk haklı duruma gelebiliyor.

Bu oyuncak tabancasından mahrum olanlar da vardır; masum masum bakarak içlerinden keşkeler çekerler. Bu acı keşkeleri en iyi bilen ve yaşayanlar ise Filistinli çocuklar. Çünkü onların hayatları oyuncak değil de gerçek silahların hedefinde geçiyor, kurtulabilirlerse...

Çocukların şımarığı olduğu gibi devletlerin de şımarık olanları var. Onların büyükleri de onları şımartıyor. Fakat tehlikenin büyüğü de işte bu noktada başlıyor. Bu şımarık devletlerin masumane niyetlerle yüklü şımarık çocuklardan can alıcı farkı ise oyunlarını son teknolojik silahlarla oynamaları. Şakalarının olmayışı, silahlarının uzak yakın demeden her hedefi vurma özelliğine sahip olması.

Nasıl olsa kimsenin bir şey dediği yok. Çoluk çocuk, büyük küçük demeden rastgele ateş etme şımarıklığını kendilerini verilmiş bir ayrıcalık olarak görüyorlar. Duvar diplerine, köşelere sıkıştırılmış savunmasız çocuklar anne ve babalarının gözleri önlerinde birer birer kurşuna diziliyor.

Büyükleri,”bana bak bir daha yaparsan kulağını çekerim” ikazını yapar yapmasına ama bu şımarık çocuk kısa zaman sonra gene bildiğini okumaya devam eder. Büyüklerinin hoşgörüsünün sınırsız olduğunu bilir. Sınır tanımaz şımarıklık sınırsız hoşgörüden ileri geliyor.

Önüne geleni elinde tutuğu silahı ile gözünü kırpmadan ölüme gönderen bu şımarık çocuk hedefinde kim varsa; ister bebek, isterse çocuk; genç-yaşlı, kadın-erkek demeden savunmasız olan bu insanları yıllardır kendi öz topraklarında sürekli olarak öldürerek işgal ettiği toprakların asırlardır sahibi olan öz evlatlarına parya muamelesi yapıyor.

60 yıldır Filistin toprakları işgal altında kalbura çevrilmiş, Filistin halkı yerlerinden yurtlarından edilmiş, sürekli kan, gözyaşı ve göç... yaşantılarının tabii bir parçası olmuş.

Bu zavallı insanlar en ileri teknolojik silahlarla donatılmış düzenli ordulara karşı en ilkel silahlarla Birleşmiş Milletler insan hakları bildirgesinde yer alan en tabii hakları olan canlarını korumaya çalıştıkları zaman ise karşı tarafa gün doğmuş oluyor. Fırsat bu fırsattır anlayışıyla bu savunmasız zavallı insanları saldırgan olarak nitelendirip saldırılarının dozunu daha da artırıyor. Açıkçası karşısındakine öz vatan topraklarında yaşama hakkı tanımıyor. Bugüne kadar “Ya öleceksin ya öleceksin” prensibiyle işgal ve yok etme anlayışını sürdürmüş.

İşte altmış yıldır her türlü yok etme planını uygulayarak açık hava hapishanesine çevirdiği Gazze’ye ve ölüme mahkûm ettiği Gazzelilere insani yardım götüren Mavi Marmara gemisine baskın yaparak 8’i Türk, 1’i Türk-Amerikan vatandaşı olmak üzere 9 kişinin haksız yere ölümüne neden olan İsrail hükümeti özür dilememe ve yine bu husustaki Türk hükümetinin diğer yasal taleplerini yerine getirmemek için direniyor.

Nereye kadar mı? Meydanı boş bulursa nihai hedefine ulaşıncaya kadar... O nihai hedef ise kendi ifadelerine göre bir tarafta Nil bir tarafta Fırat.

İşin bir başka çarpıcı tarafıysa yıllardır ülkemizin bir bölümünde yaşadığımız terör olaylarının uygulama şekliyle söz konusu devletin Filistinli vatandaşlara uyguladıklarının ne kadar çok birbirine benzer ve örtüşüyor olması.

Temennimiz insan haklarını sadece kendi insanları için var sayan bu devletin, bu hakkın bütün insanlar için aynı ölçekte geçerli olduğunu kabullenebilmesi.