Kişisel ihtiraslar ve yanlış politikaların neticesi olarak, yaklaşık bir yüzyıl önce yedi düvele karşı savaşmak zorunda kalan 600 yıllık cihan devleti olan Osmanlı İmparatorluğu parça parça koparak dağılıyordu.
Ajanlar Osmanlı topraklarında cirit atarak, her türlü bölücülük ve fitne tohumlarını serperek amaçlarına ulaşmışlardı.
Asırlarca birlikte yaşadığımız dini, inancı, kültürü ve tarihi aynı olan geniş bir coğrafyaya yayılan imparatorlukta bulunan milletler sözde bağımsızlık ve hürriyet söylemleri ile Osmanlı baskı ve boyunduruğundan kurtulmak için ayrılmaya teşvik edilmişti.
İmparatorluk parçalanmış, özü ise bugün içinde bulunduğumuz topraklarda kalmıştı. Bir müddet dondurulan ecdadımızdan kalan o öz ve ruh nihayet çözülmeye başladı. Yine mazlumlara el uzatmaya, onları içinde bulundukları zor durumdan kurtarma gayret ve çabası içine girdi. Bunun örneklerini son yıllarda dünyanın çeşitli yerlerinde görmeye başladık…
Daha iyi bir gelecek için bölücü ve fitne oyunlarına gelerek o dönemin parçalanma hareketine önayak olanlar belki de kişisel olarak bile olsa hayallerine ulaşamadılar. Emellerine ulaşanlar ise sömürgeci devletler olmuştu.
Bağımsızlıklarını kazandıklarını sananların her biri birer kapalı toplum olmuş, çoğu sömürgeci ve despot, ya da onların kuklası konumunda olan yöneticilerin idaresinde öncekine göre çok daha kötü duruma düşmüştü. Bağımsızlık teranesiyle onları kandıran güçler geçtiğimiz bir yüzyıl boyunca tabii kaynaklarını sömürmüş ve asıl sahipleri ise sefalet içinde yaşamışlardı.
Dirayetli ve istikrarlı yönetimlerden yoksun olarak yönetilen bu milletlerin yanlarına kalan ise kan ve gözyaşı olmuştu.
Bu onlar için çok pahalı ve telafi edilemez bir tecrübeydi.
Şimdi bu ülkelerin bir bölümünde yeni bir döneme girildi.
Uyanış ve diriliş dönemi başladı, gördükleri baskı ve insanlık dışı döneme son vermek için canları pahasına da olsa bu kötü gidişe dur deme sürecini başlattılar.
Günümüz iletişim teknolojilerinin kendilerine sunduğu imkânları da kullanarak, Tunus’ta yanan demokrasi ve özgürlük ateş bildiğimiz gibi diğer ülkeler olan Mısır’a, Libya’ya ve Suriye’ye de atladı. İlk üç ülke önemli ölçüde giriştikleri mücadelede başarı sağladılar. Dünya gerçeklerin gerisinde kalan Suriye yönetimi ise gördüklerinden ders almaya niyeti olmadan zulmünde direnişe devam ediyor, ama nereye kadar... Zulümle abat olunmayacağına göre kötü akıbete mahkûm olmaktan başka çare görünmüyor, eğer demokratik yollarla uzlaşma yoluna gitmezse.
İşte, Osmanlı tarafından baskı altında tutuldukları gerekçesiyle sözde bağımsızlıklarına kavuşturulmuş olan söz konusu ülkelerin bu gerçeği görmeleri ve ibret almaları gerekiyor.
Bu yaşanılanlar umarız, kaynakları zengin, fakat fakir ve hakir duruma düşen bu ülkelerin insanları için ciddi bir ders olur.
Ülkemizle olan yakınlaşmayı amacından saptırarak, yine tekrar 'Osmanlı baskısı geliyor’ tuzağını oluşturup, bu tip oyunlara gelmemelerini temenni ediyoruz. Çünkü bu baskı aldatması yabancı basında işlenerek gündemde tutulmaya çalışılıyor. Özellikle Başbakan Erdoğan’ın Kuzey Afrika ziyaretinde yabancı basın Osmanlılık konusunu kenarından köşesinden tutarak gündeme getirmeye çalışmıştı.
Sayın Başbakan Erdoğan’ın ‘Arap Baharı’nın yaşandığı ülkelere yaptığı geziler bir değişimin, yeni bir dönemin başlangıcı olduğunun işaretini veriyor; hem ülkemiz, hem bölgemiz ve hem de dünya için…
Gezinin bir başka dikkat çeken tarafı ise, karizma ve liderlik vasfının ülkemiz sınırları içinde tescillenen başbakanın, bu geziyle bu vasıfları yabancı basında yer alarak küresel olarak da tescillenmiş oldu. Ustalık dönemi şahlığını göstermeye başlarken, bu arada talandan mal kaçırmaya çalışanların da mat oluşu gözlerden kaçmıyordu.
Temennimiz Arap Bahar’ını yaşayan bu kardeş ülkelerin bir an evvel istikrarlı bir yönetime kavuşmaları.