9 Eylül 2011 Cuma

Sınır tanımaz şımarıklık

Hani şu mahalle aralarında oyuncak tabancalarla mantar patlatan çocuklar var ya! Özellikle bayram günlerinde eğlenmek amacıyla oyuncak tabancalarını patlatıp dururlar.

Bayram çocuklarının bu oyunları bazen de tehlikeli sonuçlara yol açmıyor değil. Çocuk aklı… Biraz da şımarıklık buna eklenince çocuk haklı duruma gelebiliyor.

Bu oyuncak tabancasından mahrum olanlar da vardır; masum masum bakarak içlerinden keşkeler çekerler. Bu acı keşkeleri en iyi bilen ve yaşayanlar ise Filistinli çocuklar. Çünkü onların hayatları oyuncak değil de gerçek silahların hedefinde geçiyor, kurtulabilirlerse...

Çocukların şımarığı olduğu gibi devletlerin de şımarık olanları var. Onların büyükleri de onları şımartıyor. Fakat tehlikenin büyüğü de işte bu noktada başlıyor. Bu şımarık devletlerin masumane niyetlerle yüklü şımarık çocuklardan can alıcı farkı ise oyunlarını son teknolojik silahlarla oynamaları. Şakalarının olmayışı, silahlarının uzak yakın demeden her hedefi vurma özelliğine sahip olması.

Nasıl olsa kimsenin bir şey dediği yok. Çoluk çocuk, büyük küçük demeden rastgele ateş etme şımarıklığını kendilerini verilmiş bir ayrıcalık olarak görüyorlar. Duvar diplerine, köşelere sıkıştırılmış savunmasız çocuklar anne ve babalarının gözleri önlerinde birer birer kurşuna diziliyor.

Büyükleri,”bana bak bir daha yaparsan kulağını çekerim” ikazını yapar yapmasına ama bu şımarık çocuk kısa zaman sonra gene bildiğini okumaya devam eder. Büyüklerinin hoşgörüsünün sınırsız olduğunu bilir. Sınır tanımaz şımarıklık sınırsız hoşgörüden ileri geliyor.

Önüne geleni elinde tutuğu silahı ile gözünü kırpmadan ölüme gönderen bu şımarık çocuk hedefinde kim varsa; ister bebek, isterse çocuk; genç-yaşlı, kadın-erkek demeden savunmasız olan bu insanları yıllardır kendi öz topraklarında sürekli olarak öldürerek işgal ettiği toprakların asırlardır sahibi olan öz evlatlarına parya muamelesi yapıyor.

60 yıldır Filistin toprakları işgal altında kalbura çevrilmiş, Filistin halkı yerlerinden yurtlarından edilmiş, sürekli kan, gözyaşı ve göç... yaşantılarının tabii bir parçası olmuş.

Bu zavallı insanlar en ileri teknolojik silahlarla donatılmış düzenli ordulara karşı en ilkel silahlarla Birleşmiş Milletler insan hakları bildirgesinde yer alan en tabii hakları olan canlarını korumaya çalıştıkları zaman ise karşı tarafa gün doğmuş oluyor. Fırsat bu fırsattır anlayışıyla bu savunmasız zavallı insanları saldırgan olarak nitelendirip saldırılarının dozunu daha da artırıyor. Açıkçası karşısındakine öz vatan topraklarında yaşama hakkı tanımıyor. Bugüne kadar “Ya öleceksin ya öleceksin” prensibiyle işgal ve yok etme anlayışını sürdürmüş.

İşte altmış yıldır her türlü yok etme planını uygulayarak açık hava hapishanesine çevirdiği Gazze’ye ve ölüme mahkûm ettiği Gazzelilere insani yardım götüren Mavi Marmara gemisine baskın yaparak 8’i Türk, 1’i Türk-Amerikan vatandaşı olmak üzere 9 kişinin haksız yere ölümüne neden olan İsrail hükümeti özür dilememe ve yine bu husustaki Türk hükümetinin diğer yasal taleplerini yerine getirmemek için direniyor.

Nereye kadar mı? Meydanı boş bulursa nihai hedefine ulaşıncaya kadar... O nihai hedef ise kendi ifadelerine göre bir tarafta Nil bir tarafta Fırat.

İşin bir başka çarpıcı tarafıysa yıllardır ülkemizin bir bölümünde yaşadığımız terör olaylarının uygulama şekliyle söz konusu devletin Filistinli vatandaşlara uyguladıklarının ne kadar çok birbirine benzer ve örtüşüyor olması.

Temennimiz insan haklarını sadece kendi insanları için var sayan bu devletin, bu hakkın bütün insanlar için aynı ölçekte geçerli olduğunu kabullenebilmesi.