29 Nisan 2014 Salı

Mısır’daki katliamların ve idam kararlarının sorumlusu kim?


 

 

Mısır’da açık bir şekilde insan hakları ve evrensel kurallar ayaklar altına alınıyor.

Başlangıçta nişancılarla yargısız infazlarla binlerce insanı kurşunlayan askeri darbe şimdi kendine bir kılıf bularak iradelerini gasp edenlere karşı gösteri yapanları idam kararlarıyla sindirmek istiyor.

İnsanlık tarihinde görülmemiş vahşet örnekleri sergileniyor.

Her ne kadar Mısır’daki idam kararlarına uluslararası toplum tepki gösterse de, bu cılız ve samimiyetsiz tepkiler göstermelik olmaktan öteye geçmiyor.

Mısırlıların iradesinin gaspına sessiz ve tepkisiz kalınması binlerce masum insanın öldürülmesine ortam hazırladı.

Halkın oylarıyla işbaşına gelen bir devlet başkanı uluslararası medya içerdeki azınlık bir grubun borazanlığını yaparak bir yıl içinde adım adım darbe ortamını hazırladı.

Tahrir meydanı seçimi takip eden ilk günlerden itibaren darbenin yapılması için kullanıldı.

Yabancı medya adeta burada karargâh kurdu.

Bugünkü ortamı hazırlamak için elinden geleni geri bırakmadı.

Hatta İngiltere eski başbakanı Tony Blair bu darbeyi tasdik eden açıklama yaptı.

Zaten batının ve bir kısım uluslararası toplumun açık desteği olmasaydı bu darbe olmazı.

Uluslararası medya ve bir kısım uluslararası toplum bu darbeye açık bir destek vermiştir.

Böylece aynı zamanda sonrasında Mısır’da yapılan katliamlara ortak olmuştur.

İradesi gasp edilen Mısırlıların haklı tepkisi meydanları doldurdu.

Darbe öncesinde meydanlardaki şuursuzca muhalefet eden azınlığın borazanlığını yapan uluslararası medya, darbe sonrasında haklı savunmasını yapan Mısır’ın gerçek sahiplerinin sesini aynı samimiyet ve yoğunlukta dile getirmedi.

Âdete yok oldu.

Tarafsız habercilik ilkesini ihlal etti!

Aktif olarak azınlıktaki darbecilere açıkça destek veren bu bölücü medya, aynı desteği haklı savunmasını yapan Mısırlılar için göstermedi, göstermiyor.

Mısır darbesinde uluslararası medya dördüncü değil, birinci kuvvet görevini üstlendi.

Bu görevinde de çok başarılı oldu.

Mısır’daki azınlıkta kalan darbecilere, bütün dünyaya bir askeri darbenin yapılmasını haklı gösterecek şekilde destek verdi.

Önceden planlanan bu ön hazırlıkla Mısır’daki darbenin yapılması için askerlere çok rahat ve çok uygun bir ortam hazırladı.

Darbenin yapılması için askerlere darbenin anahtarını adeta altın bir tepsi içinde sundu.

Mısır’daki darbenin baş sorumlusu yabancı basının önde gelenleridir.

Bu basın içerdeki üç beş azınlığı kullanarak ve onları el üstünde tutarak bugünkü vahşet ortamını hazırladı.

Sonrasında yapılan gösterilerde binlerce masum insan hayatın kaybetti.

Uluslararası basın eğer samimi ve insan haklarına saygılıysa, tarafsız habercilik ilkesine bağlıysa, şimdi Mısır’da meydanlarda üç beş değil, darbe karşıtı iradelerini ve haklarını geri almak isteyen binlerce insan var; darbecilere gösterdiği ilgiyi bunlara da göstermesi gerekir.  

Kesintisiz yayınlarını darbe karşıtı Mısırlılarla da bir ay sürdürürse, askeri darbeciler seçimlerin en azından demokratik bir katılımla yapılmasına izin vermek mecburiyetinde kalacaktır.

Demokratik bir ortam ve şartlarda yapılacak bir seçimle Mısırlılar demokrasi yanlısı bir başkan seçme imkânına kavuşmuş olacaklar.

Bunca kayıptan sonra ülkeye ve hem de bölgeye huzur gelmiş olacak.

En azından haksız yere idam kararı verilmiş yüzlerce insan bu haksız infazdan kurtulmuş olur!

Fakat emperyalizmden yana olan bu uluslararası medya bu dürüstlüğü ve samimiyeti gösteremez!

26 Nisan 2014 Cumartesi

Barışa ve kardeşliğe tahammülsüzlük


 

Filistin’de anlamsız ayrılığın birleşme kararıyla sonuçlanması bazılarını telaşlandırdı.

Düşmanları sevindiren, dostları üzen bu anlamsız ayrılığa son veriş kararı hatta bazılarını rahatsız etti.

Çünkü ayrılık, ayrı duruş sömürü ve işgal düzeni için bulunmaz bir fırsat oluşturmuştu.

Filistinlilerin böyle bir hataya düşmeleri aklın ve mantığın kabul edeceği bir durum değildi.
Filistinliler arasındaki tekrar birleşme kararı, barışa pamuk ipliği ile bağlı olanları rahatsız etti

Barış söylemlerinin yerini öfke ve telaş almışa benziyor…

İki kardeşin bir araya gelmesi birilerini niye böyle öfkelendirdi!

60 senedir Filistinlilere yapılmadık zulüm kalmadı, bu savunmasız insanlar öldürülmüş, açlığa mahkûm edilmiş ve topraklarından sürülmüş.

Kelimenin tam manasıyla bir soykırım uygulanmıştı.

Böyle bir ayrılığın içine düşmek Filistinlilerin yapmış oldukları büyük bir hataydı.

Böl parçala yönet anlayışına karşı birleşme kararı anlamlı bir duruş olacak.

Lokma biraz daha büyümüş oldu.

Bölünme hatasına düşmekle, Gazze ablukaya alınmış; savunmasız insanlar her türlü baskı ve insanlık dışı uygulamaya maruz bırakılmıştı.

Şimdi sürdürülebilir zulüm ortamına fırsat verilmemiş olacak.

Ama huylu huyundan vazgeçer mi?

Canının istediği anda hiçbir engel tanımadan, hiçbir uluslararası ve evrensel hukuk kuralına aldırış etmeden bildiğini okumaya devam etme alışkanlığı, hoyratlığı var oldukça da normal bir yaklaşım beklemek yanlış olur…

Mısır’daki darbe kim için yapıldı, Suriye’deki vahşet kim için devam ediyor.

Uluslararası toplum da bu katliamları durdurmak için ciddi bir tepki göstermediğine göre;

İsrail devleti ile Filistin arasında barış görüşmelerinin de samimi ve uzlaşmacı bir ortama kavuşmadıkça Filistinlilerin yarım asrı aşan bu yarasının iyileşmesi zor olacak.

Hem yıllardır işgal et, hem de iki kardeşin barışmasına karşı çık.

Senin savunma usulün iyi biliniyor, masum tarafın nasıl suçlanacağı iyi biliniyor.

Hemen terörist damgasını, yaftasını yapıştırıp dünyaya ilan edersin.

Bugüne kadar yaptığın şey!

Başına at gözlüğü takanlarda senin bu iddianı hemen kabullenecek, seni hemen haklı gösterecek…

Elinde düzenli ordusu olamayan, bırak son modern silahlar, ilkellerini dahi bulamayan savunmasız bir toplum dünyaya terörist ilan edilerek, eşi görülmemiş zulüm uygulanarak toprakları işgal edildi, öldürüldü ve sürüldü.

Buna rağmen karşı taraf terörist saldırgan, sen masum.

Evlerinden çıkarıldı, aç ve açıkta bırakıldı; gerektiğinde hiçbir insani kural tanımadan çoluk çocuk demeden uykuda üzerlerine bomba yağdırıldı, sen yine masum; savunmasız Filistinliler ise terörist ve saldırgan oldu.

Hep senin güvenliğin konuşuldu, ön planda tutuldu, bunca yaptığın zulüm ve insanlık dışı katliamlara rağmen hep sen mağdur savunmasız ve elinde kendini savunacak tek silahı olmayan Filistinliler terörist ve saldırgan oldu.

Rolünü çok iyi oynadın, bugüne kadar da insanlık adına değil kendi açından başarılı oldun.

Soykırım konuşulduğunda senin adın hiç ağza alınmadı.

Şimdi iki kardeş bir araya geliyor diye bazılarının huzuru kaçmaya başladı.

Çünkü bölünmüşlük, parçalanmışlık sömürü ve emperyalist düzenin işine çok daha iyi geliyor.

Bu gibi durumlar sana biçilmiş kaftan!

Barış görüşmelerini durdurmak işin bahanesi, bu anlayış barış görüşmelerinde samimi olmanın tavrı değil.

Bu yaklaşım ‘ipe un sermek’ anlayışını sergiliyor…

Elbette Filistinlilere de düşen bir şeyler var.

Kendilerini kurum ve kurallar olarak dünyanın kabul gördüğü bir sisteme göre yapılandırmaları gerekiyor.

Çamur atmalarına fırsat vermeyecek kurumsal yapılanmayı oluşturmaları gerekiyor, aksi takdirde kendilerine değil karşı tarafa koz vermiş olurlar.

Gazze gibi stratejik önemi olan bir şehrin Filistin’den ayrılması ve daha önemlisi İsrail ablukasında olması bütün Filistinliler için büyük önem taşıyor.

21 Nisan 2014 Pazartesi

Müslüman’ı Müslüman’a kırdırma projesi


 

Bugün yeryüzüne baktığımızda, dünyanın belli bölgelerinde yuvalanmış; yüklenmiş oldukları görevlerinin gereği kan dökmek, kaos oluşturmaktan başka bir amacı olamayan karanlık örgütleri görüyoruz.

Hepsinin de İslamiyet kisvesi altında faaliyet gösterme çabasında olduklarını söylemek mümkün.

Hepsi sözde İslam’ı savunuyor.

Bunların en bilineni ve yaygın olanı El kaide örgütü.

Bu örgüt aslında bunların hepsinin bağlı olduğu üst komuta kademesi konumunda.

Öncelikli hedefleri bütün İslam ülkelerinde örgütlenmeye çalışmak.

Ancak bundan istisna olanlar da var.
Daha doğrusu şimdilik böyle bir görüntü var!

Malum bu örgüt ABD’deki 11 eylül  2001'de New York ikiz kulelerine yapılan saldırılarla adını duyurdu.

O günden bugüne varlığını küresel ölçekte sürdürüyor.

Terör örgütlerinin dikkat çeken bir özelliği ise finans sıkıntısı çekmemeleri, her türlü lojistiğe kolayca ulaşmaları.
Bu da kafalarda önemli bir soru işareti bırakıyor!

El kaidenin arkasındaki güçlerin CIA ve Mossad olduğu yönünde uluslararası medyada bilgiler bulunuyor.

Bu zaman zaman da dile getiriliyor. Mossad’ın kısa açıklamasında odak noktasının Arap ülkeleri olduğu ifade ediliyor.

Azılı örgütlerden bir diğeri ise uzun yıllardır Afganistan ve Pakistan’ın başına bela edilen Taliban örgütü...

Taliban özellikle Afganistan’da çok büyük tahribatlar yaptı.

Evvelinde Sovyet döneminin Rus işgali vardı.

Fakat Taliban ülkesine Sovyet kızıl ordusundan her bakımdan çok daha fazla zarar verdi.

Kızıl orduya karşı sağladıkları birlik ve beraberlik sonrasında ülke iç çatışmalar yüzünden kendini bir türlü toparlayamadı.

Sosyal, ekonomik ve toplumsal olarak büyük acılar yaşadı, yaşıyor.

Emperyalist odaklar tarafından yönetilen örgüt hem ülkesine ve hem de kendi üyelerine sürekli kayıplar verdiriyor.

Yani kazananı olmayan bir durum uzun yıllardır sürüp gidiyor.

Geride bıraktıkları ise çok sayıda can kaybı, sakat kalanlar; bunların neticesinde giderek fakirleşen bir ülke.

Fakirleştiği gibi ülke aynı zamanda toplumsal bozulma sürecine girmiş…

Afrika’da Boko Haram ve El-Şebab örgütleri İslamiyet kisvesi altında örgütlendikleri İslam ülkelerinde zaman zaman bombalı saldırılarla baskı ve korku oluşturmaya devam ediyorlar.

Bu örgütlerin tek amacı var sözde şeriat devleti kurmak. Bu kandırılmış insanlar İslam maskesi altında İslam’a ve Müslüman’a en büyük zararı veriyor…

Uyuşturulmuş ve şartlanmış, bir bakıma birer mekanik cihaza dönüşmüş beyinler uzaktan kumandalı cihazla sömürü düzeninin hedefine ulaşması için kullanılıyor. 
Sömürü ağaları taş atıp kollarını yormadan istediklerini elde etmek için kullandıkları bir usul; yani ‘Müslüman’ı Müslüman’a kırdırma’ taktiği kendileri açısından biçilmiş kaftan.

Bu sinsi oyunları planlayıp uygulamaya koyanların sadece A ve B değil çok sayıda planları var.

Biri tutmadı mı veya akamete uğradı mı hemen bir diğeri devreye alınıyor.

Ülkemizde de zaman zaman bu tür sinsi yapılar meydana çıkıyor.

Sayın Başbakanımızın paralel yapı diye nitelendirdiği son çete kaleyi içten fetih etme sinsiliği ile hareket etmek istemişti.

Tabi öncesinde birkaç hamlesi olmuştu, sanırız bunlar iyi niyetle karşılanmış olacak ki o zaman bu hain ve sinsi tuzağın üzerine karalı bir şekilde gidilmemişti.

Bu tür örgütler isteklerini günümüzün en ideal yönetim şekli olan demokratik yollardan değil de, hep kaba güç veya sinsi yollara baş vurmaktalar.

Hiç birinin isteklerini, ideallerini hukukun içinde kalarak demokratik yollardan gerçekleştirmek istemedikleri de ayrı bir gerçek.

Bunların hiçbiri gerek fert ve gerekse örgüt seviyesinde olsun kendi iradeleriyle hareket edemedikleri, ancak ve ancak emellerine yasa dışı yollardan kavuşacaklarına şartlandırmış olmaları da tek seçenek olarak kendilerine sunulmuştur.

Bu aslında emperyalist güçlerin Müslüman’ı Müslüman’a kırdırma projesi ve taktiğidir!

 

 

 

16 Nisan 2014 Çarşamba

Toplum vicdanı BM'nin gereken kararı almasını bekliyor


 

Suriye’de işlenen vahşetin belgeleri bir kez daha dünya kamuoyuna açıklandı.

Suriye’deki dikta rejimin kendi masum ve savunmasız insanlarına karşı sistematik olarak uyguladığı cinayetler gözler önüne serildi.

Sistematik olarak tutuk evlerinde işlenen cinayetler; çok uzun süre aç bırakılma, elektroşok, boğma, kızgın aletlerle yakma, gözlerin oyulması şeklinde kategorize ediliyor.

Görülmemiş işkence ve vahşet türlerinin sergilendiği Suriye’de, dünyanın bu vahşeti durduracak gücü yok muydu?

Özellikle BM’nin 5 daimi temsilcisinin görevi ne güne duruyor?

Suriye’yi paylaşmada mı anlaşamadılar?

Belgeler gösteriyor ki Suriye'de büyük bir insanlık suçu işlenmiş!
 
Bu suç sadece bizzat bunu uygulayanların mı?
Bu vahşeti işleyenler kadar, bu vahşetin bu çaptaki büyüklüğe ulaşmasına siyasi ve finans desteği verenlerin payı yok mu?

Bu ortamın oluşması veya bu vahşet ortamının devam etmesine göz yumanların bunda payı yok mu?

Bu vahşeti direkt veya dolaylı olarak bugüne kadar destekleyenler veya duyarsız kalanlar insanlık adına dünya kamuoyunda güvenirliklerini yitirmiş olmuyorlar mı?

En azından bu denli akıl almaz ve insan vicdanının kabul edemeyeceği ölçüde yapılan vahşete göz yumanlar insanlık adına utanç duyacaklar mı?

BM Güvenlik Konseyinde bu insanlık dramının çözümü doğrultusunda alınacak kararlara karşı çıkanların insani değerlere olan hassasiyetleri tartışma konusu olmayacak mı?

Aynı zamanda bu vahşete kayıtsız kalarak görevlerini yerine getirmeyenlerin statülerinin tartışma konusu yapılması gerekmez mi?

Basın toplantısında, BM yetkililerine “bu buzdağının görünen kısmı mı” sorusuna yetkilinin tasdik eder şekilde karşılık vermesi, vahşetin ne kadar büyük olduğunu, ne kadar acımasız bir şekilde işlendiğini gösteriyor.

BM görevlileri bütün tutukluların bulunduğu tesislerde inceleme yapamadıklarını ifade ediyor…

Bu denli vahşetten sonra artık akıl almaz ve insanım diyen hiçbir kişinin kabul edemeyeceği büyüklükteki vahşeti yapan ve buna ortak olan kişi, kurum veya devlet yetkililerinin savunulacak tarafı kalmış mıdır?

BM Güvenlik Konseyi hiç olmazsa bundan sonra sistematik olarak uygulanan vahşetin, cinayetlerin durması için çaba göstermesi gerekir.

Madem bunlar bütün dünyayı temsil ediyorlar, artık temsil ettikleri kesimin vicdanına göre bir yol haritası belirlemeleri gerekir.

Bu büyüklükteki vahşetten sonra, yetkililerin insanlık vicdanını kısmen de olsa rahatlatacak bir duruş sergilemeleri gerekiyor.

Bu büyüklükte bir insanlık suçu işlendiğine göre, Uluslararası Ceza Mahkeme’sinin harekete geçmesi için BM Güvenlik Konseyinin derhal gerekeni acilen yapması gerekiyor.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kuruluş tanımında, bu tür faillerin cezasız kalmalarını sonlandırmak amacıyla kurulmuş olduğu belirtiliyor.

Suriye’de işlenen insanlık suçları artık üstü örtülemeyecek ve saklanamayacak şekilde ayan beyan, tartışmasız bir şekilde gün yüzüne çıkmıştır.

Hiç değilse bu aşamadan sonra insanlık vicdanı, bu vahşeti sonlandırmak ve cinayeti işleyenlerin cezasız kalmamaları için gerekli sürecin başlatılmasını bekliyor.

 

14 Nisan 2014 Pazartesi

Neden diktatör?


 

 
Neden diktatör söylemi çok dillendiriliyor?

Demokrasilerde diktatör yöneticinin olma ihtimali de mümkün değil.

Seçimler çok partili düzenin olduğu ve uygulandığı bir ortamda yapılır.

Geçmişte ülkemizde demokrasi zaman zaman kesintiye uğratıldı.

Son 12 yıllık Ak Parti iktidarları döneminde demokrasiye sadık kalınarak bu yolda önemli mesafeler kat edildi.

Şimdi ülkemizde antidemokratik temayüllere karşı kararlı bir şekilde duruş sergileyen ve demokrasiyi kesintiye uğratmak isteyenlere karşı direnen ve mücadele veren bir siyasi parti ve iktidarı var.

Bu siyasi parti üç genel seçim ve üç de yerel seçim geçirmiş ve bunların hepsini oylarını artırarak kazanmış.

Yani her defasında sandığa gittiğinde, milletin reyine başvurduğunda başarıyla çıkmış bir parti ve onun lideri var.

O zaman neden diktatör kelimesi zaman zaman gündeme geliyor?

Şimdi Ak Partinin iktidara geldiği 3 kasım 2002 tarihinden bugüne kadar olan icraatına kısaca baktığımızda neleri görüyoruz?

Bazı rakamları mukayese yaptığımızda yapılan icraatın olumlu yansımasını görüyoruz.

İhracat 36 milyardan, 152 milyar dolara çıkmış.

Enflasyon yüzde 30’lardan tek haneli rakamlara düşmüş.

Faizler yine yüzde 60’lardan tek haneli rakamlara düşmüş.

Milli gelir 230 milyardan 800 milyar doların üzerine çıkmış.

23,5 milyar dolardan alınan İMF borç miktarı kapatılmış ve ülkemiz İMF’den borç alan değil, borç verecek konuma gelmiş.

Merkez bankası para rezervi 27 milyar dolardan 130 milyarlar seviyesine yükselmiş.

Bu temel göstergeler o günden bugüne, hükümet aleyhine bazı olumsuzlukların olmasına rağmen ki bunlar suni olarak çıkarılmış, olumlu bir seyir izlemiş yükselen bir grafik çizmiş.

Ülkemizde yaklaşık 12 yıllık Ak Parti iktidarları döneminde bu olumlu gelişmeler olmasaydı, bunun tersi bir manzara ile karşılaşmış olsaydık kimse çıkıp da bu ülkede bir diktatör var diyemezdi, gelişmeler istedikleri şekilde meydana gelmiş olacaktı.

Ülkemizde o tarihten bugüne kadar geçmiş dönemlerde görülmemiş büyüklükte dev yatırımlar yapılmış milletin hizmetine sunulmuş.

Şu anda yapım aşamasında olan büyük projeler hizmete girdiğinde ülkemizin çehresi çok daha iyi bir şekilde değişmiş olacak.

Gerek içerde ve gerekse dışarıda ülkemizin kalkınmasını gelişmesini; gelişmiş ve büyümüş bir Türkiye istemeyenlerin yapacakları tek şey bu hükümeti ve onun liderini yıpratmak için bir takım karalama kampanyaları yapmaktır.

Bunlardan biri diktatör uydurmasıdır.

Geçmiş dönemde de ülkemizde olumlu yönde birtakım gelişmeler olduğunda buna benzer iftiralar ve yalanlar üretilerek o dönemin başbakanlar bir şekilde halledilmişler.

Bu sömürge ve emperyalist güruhun başvurdukları bu çirkin oyunlar iyi bilinir, onların taktiği çamur atmak ve karalamaktır. Bu güruhun meşrebinde hedef saptırmak vardır.

Bunu da hedeflerine ulaşıncaya kadar sürdürmektir.

Bugün diktatör derler yarın başka bir karalama vasıtası bulur, ağızlarına sakız yaparlar.

Onların fıtratı doğruları söylemek yerine gerçekleri tersyüz etmektir.

Gözlerine batan diktatörleri görmezden gelir, ya göz ardı eder veya başka kılıflar bulurlar.

İşte gelmiş geçmiş diktatörlerin en zalimi, en vahşisi 4 yıldır kendi insanlarını doğrayıp duruyor, bu insanlık vahşetine, bu insanlık trajedisine samimi bir yaklaşım var mı?

Olmaz çünkü gerçek diktatör onlardır, gerçek insan hakları sömürüsü yapan bu istismarcı güruhtur.

Suriye’deki insan kasabına bir şey diyen yok, bu gelmiş geçmiş en büyük zalime ne zalim diyen ve ne de diktatör diyen var!

Bu sözde demokrasi savunucuları, uzun yıllar sonra ülkesinin tercihi ile iktidara gelen bir devlet başkanına ancak bir yıl dayanabildiler.

Çirkin oyunlarla içerden satın aldıkları bir güç vasıtasıyla milletinin tercihiyle gelmiş bir devlet başkanını görevden uzaklaştırdılar.

Şimdi haksız bir yargılama ile karşı karşıya!

Bu zalim cunta yönetimi binlerce masum insanı katletti. Yüzlerce masum insanı idama mahkûm etti.

Sormak lazım kimmiş gerçek diktatör ve zalim, kimmiş her türlü hukuk kuralını ve insan haklarını ayaklar altına alan?

Bunların hiçbirinin ne insan haklarına, ne hukukun üstünlüğüne ve ne de demokrasiye inanç ve saygıları var, olsaydı Mısır’a uzun yıllar sonra gelen demokrasiye saygılı olurlardı, olsaydı Suriye’deki insan kasabına sahip çıkmazlardı, Filistin dilim dilim yutulmazdı.

İşte dünyanın gerçek diktatörlerin kim olduğunu iyi bilmesi ve görmesi gerekiyor.
Değerleri tersine çevirerek mazlumu zalim, zalimi mazlum göstermek isteyenleri iyi tanıması gerekiyor!

11 Nisan 2014 Cuma

Sözde değil, gerçek soykırımlara bak!


 

Her sene nisan ayında temcit pilavı gibi ABD senatosunun sözde Ermeni soykırımını gündeme getirmesi ve komisyonda görüşüp senatonun onayına sunması artık klasikleşmiş veya rutin bir hale gelmiş sıradan bir olay.

Bu sözde soykırım hadisesi doğru mu, yanlış mı olduğunun tarihçiler tarafından açıklanması gereken bir husus.

Gerek ABD’de ve gerekse başka ülkelerde sürekli gündemde tutularak âdete Demokles’in kılıcı gibi ülke olarak sürekli tepemizde tutulmak isteniyor.

Ancak bu haksız tasarıyı gündemden düşürmeyenler, günümüzde canlı soykırım örnekleri acımasız bir şekilde yaşanırken, bunlara acil çözümler bulmaları yerine bir asır öncesine ait ve doğruluğu ispatlanmamış bir hususla ilgilenmeleri soykırım konusundaki samimiyetsizliğin açık bir göstergesi oluyor.

Bu hususta sadece ülkemizin çevresinde yıllardır yaşanan acımasız katliamlar ve hukuksuzluklar göz ardı edilirken, bu sözde soykırım konusunu samimiyetsizlik ve hedef saptırma olarak değerlendirmek daha mantıklı bir yaklaşım olacak...

Sınır komşularımızdan biri olan Irak’a ABD ordusu bir koalisyon oluşturarak 2003 yılında girmişti.

Sözde demokrasiyi getirecekti!

Aradan 11 sene geçti.

O tarihten bugüne insanlık adına her türlü ihlal yapılmış ve yapılmaktadır.

Bu ülkede o günden bugüne çok sayıda insan hayatını kaybetti, kaybediyor.

Yani bu ülkede 11 yıldır soykırım işleniyor ve daha ne kadar süreceği de bilinmiyor.

Yine sınır komşumuz Suriye’de mevcut yönetim tarafından dört yıldır akıl almaz işkenceler ve her bakımdan uluslararası ve evrensel hukuka aykırı olan suçlar işliyor.

BM’nin görevlileri bu suçları tespit etmiş ve belgelemiş durumda.

Yani mevcut Suriye’nin zalim yönetimi uluslararası hukuk varsa ve uygulanıyorsa suçlu; hukuk çerçevesinde tutuklanıp yargılanması gerekiyor.

Suriyeliler her gün acımasız bir şekilde hayatlarını kaybediyor; insanlar açlıktan ölüyor. Suriye bugün yeni bir Filistin olmuştur.

Bu durum bir insanlık suçu, bir soykırım değil mi?

Yine Müslümanların Myanmar’da katliama tabi tutulmaları bir soykırım değil mi?

Mısır’da demokratik yolla işbaşına gelmiş bir yönetimi askeri darbeyle devirip yine binlerce savunmasız insanı katleden askeri cunta soykırım uygulamıyor mu?

Filistinliler altmış yıldır soykırıma maruz kalıyorlar, evleri yıkılıyor, malları mülkleri yağma ediliyor, haksız bir şekilde kendi topraklarından göçe zorlanıyor, aç ve açıkta bırakılıyor. Ağır silahlarla yapılan baskın neticesinde topluca aileler hayatlarını kaybediyorlar. Yani toplu katliamlar işlendi bugüne kadar. Bu bir soykırım değil mi?

Afrika’da, dünyanın daha birçok yerinde mazlum insanlar birbirine düşürülerek iç savaşlarda hayatlarını kaybediyorlar ve göçe zorlanıyorlar.

Şimdi sormak lazım, bir asır öncesinde kalmış ve kesin olarak nasıl başladığı bilinmeyen bir olayı her sene gündeme getirmek bu husustaki samimiyeti mi; yoksa günümüzde gerçek manada canlı soykırım olayları yaşanıyorken bunları görmezden gelerek samimiyetsizliği mi?

Dünyada çözüm bekleyen sorunlar varken, özellikle BM’nin 5 daimi temsilcisinden bir olan ABD’nin iyileşen yaraları kaşıyan bir yaklaşım yerine, kanayan yaralara çözüm çabası içinde olması çok daha insancıl ve çok daha inandırıcı olmaz mı?

10 Nisan 2014 Perşembe

İsrail devleti altın çağını mı yaşıyor?


 

 

İsrail devleti herhalde son yıllarda kavuştuğu ortam sayesinde altın devrini yaşıyor.

Planlanıp uygulamaya konulan komplolarla, taş atıp kolunu yormadan işlerini yürütmek buna denir.

Bir tarafında Suriye’nin zalim yönetimi, bir tarafında yine ülkesini ve insanlarını sırf kendi ikbali için feda eden Mısır’daki darbeci yönetim...

İsrail devletinin işini bir hayli kolaylaştırmış durumda… Dahası, bu zalimler "sen mazlum Filistinlilerin evlerini yıkmaya, Gazzelileri abluka uygulamaya devam et" demektedirler...

Arkasına aldığı uluslararası toplum desteği ile hiçbir kurum ve devlet Mısır’daki darbeye darbe diyemezken, Mısır halkı insanlık tarihinin en acımasız uygulamalarına maruz kalıyor.

Mısır ve özellikle Suriye’de soykırım hareketi yaşanıyor.

Bu iki ülkenin çağ dışı ve zorba yönetimlerinin güçleri ancak ve ancak kendi savunmasız, silahsız halklarına yetiyor.

Bu iki ülkenin yönetimleri bir taraftan kendi insanlarına karşı acımasız bir şekilde her türlü işkence ve insanlık dışı muamelede bulunurken, birlerinin ekmeğine eşi ve benzeri görülmemiş bir şekilde yağ sürüyor!

Bu ülkelerde süren insan hakları ihlalleri artık ayyuka çıkmış, fakat ne Birleşmiş Milletler, ne uluslararası toplum ve ne de bu hususlara gözlemcilik yapmak ve savunmak amacıyla kurulmuş bulunan uluslararası sivil toplum organizasyonlar ciddi bir şekilde bu acımasız ve insanlık dışı uygulamaları kınayıp halline yarımcı oluyor.

BM’nin sureti haktan görünüp Ruanda’da yirminci yılını dolduran soykırımı tenkit eden açıklamaları yapsa da, artık dünyada bu hususta bu katliamları önleyecek ne samimiyeti ve ne de icracı bir yapısının kalmadığı kanaatini uyandırmış.

Hemen hemen her gün insanlıkla ilgili ‘gün’ kutlaması yapıyor; sorunlara yönelik kurduğu günleri kutlama düzenleyerek ve konuşma yaparak aşmaya çalışıyor.

Her geçen gün dünyanın insani sorunlarına çözüm bulmakta daha da aciz duruma düşmektedir.

Gözlemcileri sadece rapor hazırlayıp dünya kamuoyuna açıklamalarda bulunurken, insanlık dışı muamelelere maruz kalan toplukların derinleşen yaralarına merhem olabilecek karar alma ve uygulama mekanizması çalışmamaktadır.

Dünya konjonktürü zalimlerden yana oluştuğu için, dumanlı havayı seven kurtlar için gün doğmuş.

İnsana ve insani değerlere saygısı olmayanlar oluşturulan bu havada zulümlerinde adeta yarışıp zirveye oynuyorlar.

İsrail devleti Filistinlilerin evlerini yıkmaya devam ederken, Suriye yönetimi kendi insanlarını öldürmeye devam ediyor. Mısır’ın darbeci zalim yönetimi ise zulme karşı direnen insanlarına karşı rekor sayılabilecek keyfi idam kararı alarak emperyalist güçlerin uşaklığını yapıyor.

Emperyalist güçler meşru yollardan yenemediği, alt edemediği ülkeleri içerden satın alarak, kaleyi içten fetih yoluna giderek hain ve çirkin emellerine bu şekilde ulaşmaya çalışıyor.    

Son aylarda ülkemizde yaşadığımız olaylar ise son kalenin ülkemiz olduğuna işaret ediyordu. Çok şükür insanımızın sağ duyusu muhtemel bir içten fethe fırsat vermemek adına 30 mart seçimlerinin Ak Partinin zaferiyle sonuçlanmasını sağladı.

İnsan haklarının gerçek savunucusu ve koruyucusu ve aynı zamanda İslam ülkelerinin olduğu kadar, bütün mazlumların yanında yer alan ülkemizin bu özelliklerinin devamının, istikrarlı ve kararlı Ak Parti iktidarları sayesinde süreceğine güvenimiz tamdır. Ak Parti iktidarlarıyla ülkemiz güçlendikçe, dileriz; gerek çevremizde ve gerekse dünyadaki mazlumların umudu artacak, huzur bulacaklardır.  

6 Nisan 2014 Pazar

Seçimi dürüstlük ve eser siyaseti kazandı




Çok tartışılan ve üzerinde çok durulan bir seçimi daha geride bıraktık. Bu seçim bir dönüm noktası; bir dönemin bitişi ve yeni bir dönemin başlangıcı niteliğini taşıyordu.

Sandık ve milletin gücü bir kez daha tecelli etti.
Dürüst siyaset, eser siyaseti bir kez daha kazandı.

Millet iradesi bir kez daha sandığa yansıdı.

Sandıktan ne çıkarsa ona saygı göstermek demokrasinin vazgeçilmez kuralıdır.

İşte bir milli iradenin sonucu daha açığa çıktı.            

Netice Ak Partinin zaferi oldu.

Milletin iradesinin Ak Parti lehine sandığa yansıması; yapılanların, hizmetin takdir edilmesidir aynı zamanda.

Sandıktan çıkan netice, millet iradesinin ayak oyunlarıyla alt edilemeyeceğinin göstergesi niteliğini taşımaktadır.

Seçimin galibi Ak Parti nezdinde milletin sağlam iradesi oldu.  

Eser siyaseti, hizmet siyaseti kazandı.

Dürüstlük siyaseti kazandı.

Gücünü milletten alan irade kazandı.

Ülkenin kalkınmasını, güçlenmesini isteyenler kazandı.

Takiyye siyaseti ise kaybetti.

Millet artık takiyye yapanlarla, gerçekleri söyleyenleri çok iyi ayırt etmesini biliyor.

Seçim meydanlarında verdikleri sözü tutup, işbaşına geldikten sonra icraatlarıyla ispat edenle, etmeyeni ayırt etmesini iyi biliyor.

Ak Parti hükümetlerinin bugüne kadar yaptığı hizmetler yapacaklarının taahhüdü anlamına geliyor.

Milletin artık ideoloji siyasetine, slogan siyasetine ve takiyye siyasetine güveni kalmamıştır.

Gördüğümüz, sezdiğimiz kadarıyla bugüne kadar yapılan hizmetler, bundan sonra yapılacak olanların bir ispatı niteliğinde olup; bugüne kadar yapılan yatırımlar ise bunda sonra yapılacaklar için bir tramplen görevi görerek kalkınma hızının daha da yükseklere sıçramasına neden olacak.

Çünkü bugün yapılmakta olan ve projeleri yapılmış devasa yatırımlar hizmete girdiği zaman ülkeye çağ atlatacak niteliklere sahip.

İşte yapılmakta olan üçüncü köprü, yani Yavuz Sultan Selim köprüsü; lastik tekerlekli araçlar için Marmara denizinin altından yapılan ikinci tüp geçit…

Üçüncü köprü aslında iki köprü kapasitesine sahip, aynı zamanda raylı sistem var. Kıtalar arası hizmet verecek bir proje.

Ve yine dünyanın önde gelen standartlarına sahip üçüncü hava limanı…

Bunlar sadece uluslar arası ölçekte olan projeler…

Türkiye’nin bir de kentsel dönüşüm süreci var ki bu da aslında çok önemli bir süreç.

Özellikle İstanbul gibi tarihi eserler ve tabii güzellikler açısından çok büyük öneme sahip şehirlerimiz için ayrı bir önem taşıyor.

Bu özellikler göz ardı edilmeden bu dönüşüm süreci tamamlanırsa, İstanbul’un değeri katbekat artar.

İstanbul’un turist potansiyeli de buna paralel olarak artış eğilimine girer.

Dünya şehri İstanbul bu dönüşüm ve değişim neticesinde gerçek değerine kavuşmuş olacak. Bu adeta toprak altında kalan bir cevherin çıkarılıp, işlenip hak ettiği değere kavuşturulma projesi.

30 mart seçimleri eser üretenlerle, yapılan eserleri yıkmak ve engellemek isteyenler arasında yapılan bir tercih olmuş.

30 mart seçimleri bir hususu daha gözler önüne serdi. O da uygulamada bulunan seçim sisteminin aksak taraflarıydı.
Özellikle oy pusulaları üzerinde yapılan bazı yanlışlıklarla çok sayıda oyun geçersiz sayılmasına neden olduğu; bunu en aza düşürecek ve tartışmalara yer vermeyecek bir şekilde yeni bir düzenlemenin yapılmasını gündeme getirmiştir.

Aynı zamanda yapılacak yeni düzenlemenin oyların daha güvenli bir şekilde sayım ve tutanaklara geçirilmesi hususu da mevcut sistemin aksayan taraflarından biri olarak zihinlerde iz bıraktı.

Bunda da tabii olarak en fazla oy alan partinin mağdur olması söz konusu olmaktadır. Temennimiz oy kullanımı ve sayımı esnasında olabilecek hataların ve şüphelerin en aza indirildiği bir uygulamanın hayata geçirilmesi...

Netice olarak kazanan eser siyaseti oldu, eser siyaseti yapan Ak Parti güven tazeledi. Bu zaferde Başbakanımız ve Ak Parti lideri Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın büyük çabasını unutmamak gerekiyor.
Tazelenen bu güvenle yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve yaklaşan genel seçimlere daha bir avantajlı bir şekilde gireceğinin ve yine yarışı önde bitireceğinin onayını almış oldu.

5 Nisan 2014 Cumartesi

New paradigm in economy


 

The industrial revolution which was the transforming from the agriculture to the industrial process, spread increasingly.

On one hand the transformation has provided great opportunities, on the other hand human-beings could not be able to consider its side effects to this extent.

In the past decades, technological innovations have been used in an unconsciousness way without taking into consideration their possible bad results, harms and destructive effects in nature and environment.

Now we comprehend that industrialization process nearly since 2 centuries to date has been managed poor and wrong.

The necessary precautions had not been taken, so that human beings are encountering today’s bad results of the poor management in economy and natural resources.

Management is one of the most important components in any business or in any activity.

The most of the difficulties, disasters we as the human have been facing increasingly stem from poor and irresponsible management.

Today’s conditions involve a holistic approach in management as well as skillfulness in order to be able to be competitive in a business life whether big or small, national or international.

As human beings encounter with some difficulties in an increasing rate across the world begin to search for the solutions.

So the solution is to require repairing, reorganizing and restructuring in the management methods, skillfulness, and talent in order to compensate and prevent the damages.

In recent decades a lot of initiative has been launched for this purpose to alleviate the troubles in the environment.

Also taking measurements are not sufficient.

With regard to enormous damage, which stems from the old economic model, urges to change the model.

In recent years new paradigm in economic model is the green economy, green management.

New paradigm in economy involves adopting the green management as sine qua non in every area of the life.

In line with environmental deterioration, the organizations both NGOs, civil society organizations and governments struggle to constitute awareness in communities.

In addition, the new condition urges to enact some new legislation, regulations and new sanctions.

Green management also foresees education that is a very crucial factor in preventing errors in every area.

The foremost names in the business world are working on major green initiatives harnessing renewable energy; this differentiates them and enhances the power of their brands in the international markets.

Green issues appeal to employees. Most people want to be part of something good and this includes being green.

Companies that have good green credentials have higher staff morale, see staff turnover and can attract and retain top talent more easily.

The biggest advantage for organizations that address green issues is an improved brand and company image.

Green initiatives can stimulate innovation. Some companies have discovered new sources of revenue.

Finally, new paradigm in the economy management is a green-based management.

Also savings in energy, water and all natural resources and abstaining from wasting and polluting resources have a remarkable importance for all creatures.

Furthermore recycling is another importance in the green economy.

From now on every investment, every business involves to be green-based, also every employee ranging top to bottom level must feature green skillfulness.

In other words green economy means to avoid from wasting as much as possible.

Educated staffs also matter to be successful in green economy.
Otherwise either personnel or manager and enterprise would not be successful and would not be competitive in the national and international markets. So remedy is to adopt green economy and to fulfill its requirements holistically.