20 Aralık 2016 Salı

Korku, Türkiye'nin önlenemez yükselişi



 
Bugün insanlığın içine düştüğü çıkmazın sebebi Osmanlı İmparatorluğu gibi bir cihan devletinin, bir başka deyişle onun vasıflarına sahip bir süper gücün olmamasıdır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğunun süper güç olarak tarih sahnesinde yer alması aynı zamanda huzur, güven ve adalet anlamına geliyordu.
Dünyaya hükmeden ecdadımız bu temel değerlere sadık kalmıştı.
Şimdi Osmanlının mirası olan Türkiye’nin tekrar o eski ihtişamlı günlere dönüşü, yani dünyaya huzur, güven, adalet ve temel insan haklarına sahip çıkmak ve uygulamak istemesi, haksızlığa karşı duruşu bazılarını rahatsız ediyor.
Bugün maalesef süper güç diye kendini tanımlayanlar veya böyle bilinen ülkeler dünyayı hiç iyi yönetemiyorlar.
İnsanlık kan ve gözyaşına terk edilmiş durumda.
Özellikle bölgemiz, özellikle yakın ve çevre komşu ülkelerimiz…
Filistin, Yemen, Afganistan, Libya; sınır komşularımız ise Irak ve Suriye uzun yıllardır kan ağlıyor.
Sözde süper güçler bu ülkelerde meydana gelen (getirilen) temel haklar ihlaline eften püften bahaneler bularak yıllardır göz yumuyorlar.
Uzun yıllardır sürdürülen “tavşana kaç tazıya tut” politikası nedeniyle, bu ülkeler yakılıp yıkılıyor, insanları yok ediliyor, bu ülkelerde taş üstünde taş bırakılmıyor. Bu ülkelerdeki tarih yok ediliyor.
Eğer güçlü bir Osmanlı İmparatorluğu olmuş olsaydı, temel insan haklarını, hak ve hukuk, adalet gibi insanlığın temel değerlerini koruduğu gibi, bu ülkelerde yıllardır yaşanan insan katliamı da meydana gelmemiş olurdu.
Çünkü kuruluş amacı, kolladığı, koruduğu ve inandığı değerler gereği bu temel değerlere sadık kalmış ve kalmaya devam etmiş olacaktı.
Ancak iç ve dış hain mihraklar yaklaşık bir asır önce imparatorluğun sonunu getirdi.
Yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti onun mirası ve bakiyesi oldu.
Her ne kadar köklerinden koparılmak için çabalar gösterildiyse de buna muvaffak olunamadı.
Bunun en büyük delili ise 15 Temmuz gibi çok alçakça ve haince planlanmış olan içten kuşatma hareketine karşı direnişi ve zaferi oldu.
15 Temmuz yenilgisinden sonra deliye dönen bu kuşatma hareketinin arkasındaki güçler yine içerdeki beslemeleriyle ülkemiz üzerindeki hain emellerini sürdürüyorlar.
Bu hain emel ve planlarını uygulama safhasına koyarak, canlı bomba eylemlerine ağırlık verdiler.
Emperyalistlerin korkuları gene aynı; ülkemizde elde edilen olumlu gelişmeleri Osmanlının uyanışı, diriliş olarak görüyorlar.
Özellikle son 14 yılda kazandığı bölgesindeki liderlik vasfı ve kalkınmada elde ettiği başarılar, bölgesinde olduğu kadar bütün dünyada da kendinden söz ettirmeye başladı.
Üstelik bu başarıları, gerek içerde ve gerekse çevresindeki terör olaylarına rağmen, gerçekleştirdi.
Yine gerek İslam ülkelerinde ve gerekse diğer mağdur ve mazlum duruma düşen ülkelere fıtratı gereği sahip çıkması da ülkemizi emperyalistlerin hedef tahtasına koymuştur.
Sayın Cumhurbaşkanımızın zaman zaman dile getirdiği 780 bin kilometre kare olan fiziki sınırlarının yanında gönül coğrafyamızın çok çok daha büyük olması, çok daha geniş bir hinterlant içinde yer alması da bugün karşılaştığı sıkıntıların oluşmasına neden olmuştur.
Evet, Türkiye güçlenirse Ortadoğu’nun lideri olur, Türkiye güçlenir ve kalkınırsa Türk-İslam âleminin lideri olur.
Korku bu önlenemez liderlik.
Bu iki bölgenin liderliğini yürütme erkine ulaşan bir Türkiye aynı zamanda dünya lideri olur.
İşte bunu sezen ve gören dış mihraklar Türkiye’yi es geçerler mi?
Türkiye’yi rahat bırakırlar mı?
Ellerinde ne kadar besleme varsa istedikleri gibi kullanarak ülkemizi istikrarsızlaştırmaya çalışacaklardır.
Dileriz bu önlenemez yükseliş kesintiye uğramadan devam eder, böylece dünya mağdur ve mazlumları da huzura kavuşur.

14 Aralık 2016 Çarşamba

“Many of Syrian remains under rubbles”



Many of Syrian people remain under their homes’ wrecks resulting in the heavy bombardment, according to the statement of defenseless Syrian people who exposed to heavy bombardment carried out by the regime.
Unfortunately unprecedented brutality has being carried out in Syria since 11th March 2011.
Unfortunately Syrian people had been plunged into an inextricable trap for six years, as they had a great hope to transform from antidemocratic to democratic regime.  
While Syrian people planned to achieve a democratic situation in the country, instead they have faced genocide.
But these innocent people could not have realized they would have faced this dirty, heinous game.
They trusted in the sincerity, honesty of the western community that seemingly advocates democracy, human rights and rule of law.
But then they had understood that the western community advocates the aforementioned values in favor of themselves, not only all of the communities across the world.
Well, the Syrian people started their action to pass to a democratic regime with lots of hopes and they also thought no one would interfere to their free will. However, the developments in Syria did not happen in line with their expectations, because super powers took place at the side of the antidemocratic regime.
While the Syrian people did not realize their democracy dream, they also lost thousands of hundreds of their people; faced millions of internally displaced people and millions fled their country. 
They lost their lives under heavy bombardment, heavy weapons; they lost their lives in the seas attempting to cross the Mediterranean to look for a safe haven. Aren’t these developments counted as the basic human rights violation?
Whenever they want the humanitarian organizations can condemn any violation of basic human rights. But, they have preferred to remain silent in the face of the genocide in Syria. Is this honesty, is this sincerity, and is this loyalty to basic human rights?
This approach of the humanitarian organizations and international community to this inhumane condition whether in Syria or any other place cannot be accepted, this approach is not accepted as a justice approach.  

This approach is breaching of international law, breaching of justice, breaching of rule of law, breaching of basic human rights…

13 Aralık 2016 Salı

“Save Aleppo, Save Humanity”




The people, who under heavy bombardment of dictator Syrian regime, are screaming those who advocate human rights, adding that “this is the last video record”.  

8 Aralık 2016 Perşembe

Uluslararası zulmüm üstünlüğü








Uluslararası hukuk ölmüş, Uluslararası af örgütü, insan hakları teşkilatları, uluslararası ceza mahkemesi gibi kuruluşlar ise görevlerini yapamaz hale getirilmiş!

Getirilmiş, çünkü temel insan haklar ayaklar altına alınmış.

Bu kurumların insanlara yapılan haksızlık, zulüm ve canilik karşısında sesleri çıkmaz olmuş.

Ancak ve ancak işlerine gelen hususlarda seslerini çıkarıyorlar.

Bu da belli bir azınlık grubun menfaati gereği oluyor.

Daha doğrusu sömürü dünyasının istekleri doğrultusunda görev yaptıkları iyice anlaşılmış.

Çünkü her gün katledilen masum insanlar Müslüman oldukları için maruz kaldıkları bu vahşete isimleri hak, hukuk olan bu kurumlar tepki göstermek istemiyor.

Fıtratları gereği bu vahşete dur diyecek bir ses çıkarmak istemiyorlar.

Her gün Suriye’de, Halep’te ve birçok Müslüman ülkesinde mazlum, mağdur ve savunmasız onlarca yüzlerce insan zalim yönetim, iç savaş ve kargaşada ağır silahlarının acımasız saldırıları altında can veriyor...

Bu vahşet altı yıldır acımasız, merhametsiz bir şekilde zulmünü sürdürüyor.

Ne İslam ülkeleri ve ne de sözde insani kuruluşlar bu mazlumların uğradığı zulmü samimi bir dille kınamıyor.

Bütün dünya Müslümanları ve mensubu oldukları ülkelerin temsilcileri topluca 6 yıldır Suriye’de süregelen acımasız insanlık dramına dur demek için BM’de özel bir oturum düzenleyebildi mi?

Böyle bir ortak payda da bir araya gelmek sadece Müslüman ülkelerin görevi değil; insana, mazluma ve mağdura önem veren bütün insanlığın önde gelen insani görevidir.

Bunu yapamıyorlarsa, insan olduklarını unutmuş olduklarını hatırlatmak mı gerekecek?

Suriye ve Halep’te 6 yıldır devam eden insan katliamının en somut delili bu tarihi şehrin yazılı ve görüntülü basına yansıyan görüntülerini görmek yeterli olacak.

Ayrıca BM zaman zaman bu vahşetle ilgili raporlar hazırlayıp dünya kamuoyuna da sunuyor.

Suriye’de, Halep’te sözün bittiği yere çoktan gelindi.

Kendi insanına en acımasız silahlarla ve ‘orantısız güç’ kullanım ifadesinin çok hafif kaldığı bir güçle savunmasız insanların başlarına bomba yağdıran, zulümde zirveye tırmanmış Suriye lideri dünya kamuoyunda devlet başkanı sıfatıyla anılıyor.

Son günlerde Halep’te işbirlikçi güçlerle elde ettiği kazanımları zafer addediyor.

Sözde devlet başkanı diye sıfatlandırılan bu zalimin işgal ettiği görevde aslında hiçbir hukuki hakkı olmaması gerekir.

Çünkü bu adam hukuk dışı kurallar ile kendini seçtirmiş, zorbalıkla iş başına gelmiştir.

Ülkesinde demokrasi isteyen, demokratik hak isteyen halkına karşı 6 yıldır en acımasız bir şekilde saldıran bu zalimin, eğer uluslararası hukuk işleseydi, bu görevde kalması mümkün olamayacaktı.

Zaten uluslararası hukukun tabuta konulduğunu Rusya devlet başkanı Putin yıllar önce söylemişti, işte bu yüzden Suriye’de uluslararası hukukun üstünlüğü yerine uluslararası zulmüm üstünlüğü varlığını sürdürüyor.

Bu nedenle sözde bu değerleri savunan batı ve sömürü dünyası, dünya kamuoyu önünde güvenirliğini yitirmiş bulunuyor.

İslam dünyasına düşen görev ise zulmün üstünlüğüne sesiz kalmak değil, hukukun üstünlüğünü savunmanın çabası ve gayreti içinde olması gerekir.   

3 Aralık 2016 Cumartesi

OPEC’in üretimi kısma kararı


 
 

Yaklaşık 2,5 yıl ham petrol fiyatlarında aşağı yönlü eğilim devam etti.

2014 haziranda varil fiyatı 110 doların üzerine kadar yükselen petrol fiyatları bu tarihten sonra düşüş trendine girdi.

O tarihten bu yana belli aralıklar arasında gidip geldiyse de petrol fiyatları 100 dolara tekrar çıkmadı, 50 dolar ve altında seyretti.

Petrol fiyatlarındaki aşağı yönlü eğilimin özellikle petrol ithal eden ülkelerin ekonomilerine olumlu yansımaları oldu…

Petrol üretimi yapan ülkeler arasında üretim konusunda uyum sağlanamadığı için petrol fiyatları hem eski ulaştığı yüksek rakamlara ulaşmadı ve hem de istikrarlı bir seyir izleyemedi.

Düşük petrol fiyatları petrol üreten ülkelerin ekonomilerine olumsuz etki yaparken diğer ülkeler ve bu ülkelerin tüketicileri aynı zamanda üretim tesislerinde petrol esaslı ürün kullananlar için olumlu bir gelişmeye yol açtı.

Petrol piyasaları 30 kasımda yapılacak OPEC toplantısına odaklandı.

Toplantı öncesi OPEC üyeleri arasında üretimi kısma üzerine anlaşma sağlanamayacağı söylentisi ile fiyatlar Brent petrolünde 45 dolara kadar geriledi.

Ancak son anda anlaşma sağlanması nedeniyle fiyatlar 50 doların üzerine yükselerek hafta sonu itibariyle 55 dolara yaklaştı.

Toplantıda OPEC üreticilerinin günlük üretimi ekim ayı üretimi olan 33,82 milyon varilin altına inerek günlük olarak 1,2 milyon varil kısma kararında anlaşma sağlandı.

Buna ilaveten, OPEC dışındaki petrol üreticileri de günlük üretimlerinde 0,6 milyon varil kısma kararı aldı üretimlerinde.

Analistler önümüzdeki günlerde petrol piyasasındaki istikrarsızlığın yüksek olacağını ifade ediyor.

Anlaşma sağlanamaması durumda petrol fiyatlarının 2017 yılının ilk yarısına kadar yükselen stoklar ile ortalama 45 dolar civarında olacağı, hatta 40 doların altına düşeceği tahminleri yapılıyordu...

Ülkemiz için petrol fiyatlarının iki çarpanı bulunuyor, biri doların lira karşısında değer kazanması, diğeri ise uluslararası petrol piyasasının yükselmesi.

Ülkemiz petrol fiyatlarını bu iki faktör belirliyor.

Yapılan tahminlere göre petrolün varil fiyatı 2017 yılında 55-60 dolar seviyesinde olacağı, ancak bu OPEC’in ve OPEC dışı petrol üreticilerinin üretimi kısma doğrultusunda almış oldukları kararı sürdürmelerine bağlı. Birinin anlaşmaya bağlı kalmaması durumunda fiyatlar tekrar aşağı yönlü bir seyir izleyebilir.
Fosil yakıtların çevre problemleri nedeniyle gerek ülke ve gerekse uluslar arası seviyede azaltılması yönünde çalışmalar var.

Çin gibi nüfusu yüksek oranlara sahip ülkelerde olduğu gibi, dünyanın diğer bütün mega kentleri artık fosil yakıtlı araçların azaltılması hatta belli mesafelerden itibaren bu şehirlere girmemesi yönünde tedbirler alıp uygulamaya koyuyorlar.

Bu eğilim oranı giderek artış gösterecek.

Çevreyi korumayla ilgili bu tedbirlerin fosil yakıt tüketimine etkisi ne oranda olacağı yakın zamanda görülecektir.

Elektrikli ve hibrid araçların hızla yaygınlaşması fosil yakıtlara olan talebi düşüreceği beklentisi var. Bu araçların enerji ihtiyaçlarını karşılayacak yenilenebilir enerji üretimini artırmak ya da başka teknolojilerin gelişmesi ile ulaşım sektörünün ihtiyacı karşılanabilir...

 

22 Kasım 2016 Salı

Yargısız infaz alışkanlığı



 
Sureti haktan görünen malum kesim o bildik huyundan vazgeçmez.

Bunun son örneğini İstanbul’da yapılan NATO toplantısında tekrar gördük.

Kişi veya bir topluluğa ya da ülkeye yargısız infaz uygulamak ne aklıselimin, ne insan hakları, ne demokrasi ve ne de hukukun üstünlüğü anlayışıyla bağdaşmaz.

Bu yaklaşım hem bu değerleri istismar ve hem de muhatabını istismar etmekten başka bir mana taşımaz.

Meseleyi çarpıtmak, saptırmak dürüstlük ilkesiyle de bağdaşmaz…

NATO parlamenter asamblesi 62’nci genel kurul toplantısı 18-21 Kasım 2016 tarihinde İstanbul’da düzenlendi.

NATO’nun önemi, yararı ve görevi üzerine konuşmalar yapıldı.

Ülkemizi ilgilendiren meseleler tartışma konuları arasında yer aldı.

En önemli konulardan biri yıllardır huzurumuza, bütünlüğümüze ve bağımsızlığımıza musallat olan terör örgütleri ve siyasi uzantılarının toplantıya konu olması oldu.

30 yılı aşan PKK terör örgütü ve siyasi uzantısı olan partinin meclisteki üyelerinin bir kısmının uzun yıllardır ülkemizin bütünlüğüne yönelik sürdürülen insanlık ve kanun dışı eylemleri, söylemleri nedeniyle tutuklanmaları Hollandalı delege tarafından tenkit ve bir bakıma da şikayet kabilinden dile getirildi…

Yıllardır ülkemizin komşularında yaşanan vahşetin ne denli insanlık dışı boyutlara ulaştığını söylemeye gerek yok.

6 yıldır Suriye’de savunmasız insanların dramını bütün dünyayla hep birlikte seyrediyoruz.

Evleri başlarına yıkılıyor, acımasız Suriye yönetiminin her gün masum insanların üzerlerine attıkları bombaların bıraktığı beton yığınlarının altından kurtulmaya çalışan, sahillere vuran çocukların dramını görmezden gelen bu vicdan yoksunu güruh ülkesine ihanet içinde olan tutuklu milletvekillerini savunuyor.

İnsani değerleri ustaca saptırmalarındaki maharetlerini gösterme çabası içindeler.

Yüzbinlerce savunmasız insan Suriye’deki gaddar rejim tarafından katledildi!

Bu vahşeti gören yok, enkaz altından çıkarılan çocukların dramını görmezden gelip, ülkemizin birlik ve beraberliğini, toprak bütünlüğünü tehlikeye atanların savunmasına soyunuyorlar.

Ne ülkemizde düzenlenen NATO parlamenter asamblesi toplantısında, ne de her sene Birleşmiş Milletler genel kurulunda ve diğer oturumlarda bu mazlum insanların dramı ciddi bir şekilde ele alınmadı.

Uluslararası Af Örgütü ve diğer uluslararası insani ve hukuki kuruluşlar 6 yıldır insanlığın yüzkarası Suriye’deki insanlık dramına çözüm getirecek bir yaklaşım sergilemiyor.

Irak 2003 yılından beri aynı zulme sahne oluyor.

Bunlar sadece sınır komşularımızda meydana gelen (getirilen) vahşet sahneleri.

Yıllardır meydana gelen bu insanlık dışı ve insanlık ayıbı olayların durması yargısız infaz anlayışı ile değil, samimi ve ciddi bir yaklaşımla ele alınarak halledilir.


 

 

29 Ekim 2016 Cumartesi

ABD'nin yeni başkanı dünyaya bakışını değiştirecek mi?

 

 

Uzun bir aday adayı ve adaylık maratonundan sonra ABD başkanlık seçimine az bir zaman kaldı.

Her iki parti adayı da seçimi kazanmak için kıyasıya mücadele verdi.

Uluslararası politikanın belirlenmesinde önemli bir role sahip olan Amerika’nın yeni başkanın seçilmesiyle bu politikasında bir değişiklik olacak mı sorusu gündemdeki yerini koruyor.

Çünkü dünyadaki olaylara baktığımızda insanlık insanlığını unutmuş, bazı bölgeler adeta yangın yerine dönmüş.

Bugün uluslararası toplumun benimseyip kabul ettiği temel insani değerlerin sadece ismi var, bu değerler uygulanmasında ise maalesef eser yok diyebileceğimiz durumu düşürülmüş.

Söz konusu yerlerde zulüm artık günlük yaşantı halini almış, her gün Suriye’de, Irak’ta onlarca masum insan; çoluk, çocuk, büyük küçük, savunmasız insanlar ya her türlü desteği gören terör örgütleri, ya da zalim ve basiretsiz aynı zamanda belli güçlerin oyuncağı olmuş yönetimler tarafından en ağır silahlarla katlediliyor.

Bütün dünya; uluslararası af örgütü, insan hakları örgütleri, uluslararası hukuki kurumlar bu zulme seyirci kalıp görmezden geldikleri gibi, suçları başkalarında arama çabasındalar.

Bu hususta dünya kamuoyunu aldatmak için bütün maharetlerini gösteriyorlar… 

Peki, bölgemizde uzun yıllardır süregelen terör ve iç savaş dehşet ve vahşeti nelerin habercisi?

Donald Trump “Clinton kazanırsa 3. Dünya savaşı çıkar!” ikazında bulunuyor.

ABD Cumhuriyetçi başkan adayı Demokrat başkan adayı Hilary Clinton’ı bu sözlerle itham ediyor.

Trump kendisinin kazanması durumda yapacağı işin DAEŞ’le mücadele olacağını söylüyor.

Trump uygulayacağı bu politikayla, altı yılı aşan bir süredir Suriye’de devam eden ve belki de insanlık tarihinin bugüne kadar görmediği insan hakları ihalelerini göz ardı edeceği veya perdeleyeceği izlenimini veriyor.

Clinton ise mevcut yönetimin politikasını sürdüreceğini ve terör örgütlerini dolaylı olarak destekleyeceğini ifade ediyor.

Bir anlamda Suriye yönetiminin kendi vatandaşlarına karşı 6 yıldır uyguladığı zulmün devam etmesine yeşil ışık yakılıyor.

Demek ki DEAŞ denilen cani örgüt emperyalist koalisyon tarafından bunun için oluşturuldu.

Bataklığı perdeleyip sineklerle uğraşmak için kuruldu!

Her türlü insan hakları ihlalinin yapıldığı Suriye’deki 6 yıllık zulmü saklamak, perdelemek için kuruldu.

Trump Suriye’nin zalim lideriyle uğraşmak yerine DEAŞ’la mücadele etmeyi yeğlerken, Suriye’deki zulmün devamına yeşil ışık yakıyor olmalı.

Ancak Trump görünürde ABD emperyalist politikalarına karşı çıktığı izlenimi verdiği için kendi partisinin duayenleri tarafından dahi istenmiyor.

Trump’ın iddialarından biri de DEAŞ’ın görevini 20 Ocakta yeni başkana devredecek olan Obama’nın kurdurduğunu söylemesiydi.

Göründüğü kadarıyla ABD’nin milli ve dış politikasının kişilere odaklı olmadığı, başkan da olsa kişisel inisiyatif kullanamayacağıdır.

Amerikan dış politikasının önde gelen belirleyicilerin belli güçlerin yanında İsrail’in de önemli rolü olduğunu unutmamak gerekiyor.

Ancak Trump seçildiğinde farklı bir dış politika uygulamaya kalkışacağından olacak ki kendi partisinin duayenleri dahi muhalif olmayı tercih edip, rakip partinin adayı olan Clinton’ı destekleyeceklerini ifade ediyorlar.

Fakat kim seçilirse seçilsin ABD’nin bölgemize yönelik dış politikasının kolay değişmeyeceğidir.

1990 yılından itibaren bölgemizi istikrarsızlaştırma ve kaos ortamına çevirme politikası daha ne kadar devam eder şimdiden görmek mümkün gibi değil! Çünkü ABD’nin bölgeye yönelik politikası gelişmelere bağlı olarak oluşturulmuş bir politika olmadığı, önceden planladığı komünist bloğun çöküşünden sonra adım adım uygulamaya başladığı bir politika olduğu anlaşılıyor.

“Bu politika nasıl çökertilir” sorusuna gelince, o da bölge devletlerinin karşı politikalar hazırlayıp uygulamaya almalarına bağlı olacak.

8 Ekim 2016 Cumartesi

Iraklı yetkililerin mankurt sendromluğu



 

Iraklı yetkilerin zaman zaman ülkemize karşı olumsuz tavırlar içinde olmaları sağlıksız bir ruh halinin yansıması olmalı.

Yaptıkları açıklamalar hür ve sağlam bir iradeyi yansıtmıyor.

Bunun en sağlam delili ise Irak’ın on yılı aşan bir süredir içine düşürüldüğü durumdur.

Bush’ların ülkeyi işgal planları ve şu an ülkenin içine düşürüldüğü hazin durumun üzerinden 26 yılı geçti ve bu zulmün daha ne kadar süreceği de belli değil!

1990 yılı Ağustos ayında yapılan 1. Irak işgalini esas alırsak, çeyrek asrı aşan bir zaman dilimi geride kalmış.

Irak bu işgal öncesinde İran’la savaşmıştı uzun yıllar (1980-1988).
Aradan fazla zaman geçmeden söz konusu işgal yapılmış.

Aslında Osmanlı İmparatorluğundan ayrılıp sözde bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmeye çalışması bu topraklara fazla huzur getirmemiş.

Özellikle 2003 yılındaki oğul Bush’un ikinci işgali ise ülkeyi o tarihten bu yana tam bir kaos ortamına sürüklemiş. O günden bu yana Irak toprakları büyük acılara maruz kalmış; kan ve gözyaşıyla sulanmış.

Bu işgal Irak halkının her türlü insanlık dışı muameleye maruz kalmalarına yol açmış.

Koalisyon güçlerinin önde gelenleri ABD ve İngiltere’nin bu savunmasız insanlara yaptıkları zulüm bir gün açığa kavuşacaktır.

Iraklı yetkililer emperyalist güçlerin İslam ve insanlık düşmanlığını görmek istemiyor.

O tarihten bu yana binlerce Iraklı hunharca hayatını yitirdi.

Binlerce küçük, büyük her yaştan insan hayatını haksız yere kaybetti.

Binlerce insan sakat kaldı.

Binlerce insan ülkesini terk etmek zorunda kaldı.

Ülke insanları birbirine düşürüldü…

Müslümanların en zayıf noktaları günümüzde fitneye çabuk düşürülmeleri, bu da emperyalistler için kullanacakları en büyük avantaj oldu ve olmaya devam ediyor.

Son günlerde Iraklı yetkililerin ülkelerinin içine düşürüldüğü bu hazin durumu bir tarafa bırakıp, ülkemiz aleyhinde demeçler vermeleri aklın, vicdanının, mantığın kabul edeceği bir çıkış değil.

Sen kalk bugün içine düşürüldüğün durumu ve buna sebep olan ortamı hazırlayanları bir tarafa bırak ülkemiz aleyhinde laflar et!

Buna kargalar bile ‘güler misin, ağlar mısın’ der.

Bu laflar devlet adamlığına yakışmaz.

Binlerce kilometre uzaktan gelerek ülkesini işgal ettiği gibi ülkeyi yangın yerine çevirenlere bir şey söyleyemezken, gerçek bir dostunu yaralamaya kalk.

Asırlarca birlikte yaşamış; dini aynı, kültürü aynı, tarihi aynı olan gerçek bir dost ülkeye karşı istemezük teraneleri sarf etmek aklın ve mantığın kabul edeceği bir durum değil.

Bu olsa olsa akıl meleksini kaybetmiş olmanın bir tezahürü olabilir.

Bari bu zulüm ortamını hazırlayan ve uygulayanlara bir şey söyleyemiyorsan başkasına da bir şey söyleme.

Bu açıklamalar olsa olsa işgalcilerin daha fazla at oynatmalarına ortam hazırlamak için yapılmaktadır.   

Bunun manası emperyalistlerin bu işte suflörlük yaptıklarıdır.

7 Ekim 2016 Cuma

Petrol fiyatlarının tahterevallisi




Petrol fiyatları ülkemiz ve gerekse dünya piyasalarında hep gündeminde kalmış.
Ekonominin önde gelen bileşeni olması nedeniyle her kesimin ilgisini çekmiş.
Hemen hemen bütün sektörler için temel bir bileşen, üretim maliyetlerinde belirleyici rol üstlenmiş.
Ekonomik faaliyetlerde temel bir girdi olması fiyatların ve enflasyonun düşme ve yükselmesinde temel bir çarpan olarak etkisini sürdürmüş.
Ülke içindeki etkileri yanında uluslararası alanda da stratejik önemini keşfedildiğinden beri sürdürmüş.
Amerika kendisinin petrole bağımlı olduğunu ifade etmiş.
Bu yüzden olacak ki bölgemiz uzun yıllardır huzura kavuşamamış…
2014 haziranında küresel ham petrol fiyatları 140 dolar/varile yükselmişken bu tarihten sonra düşüş trendine girdi.
Petrol harcamaları özellikle ülkemiz gibi yeterli ham petrol ve doğal gaz üretimi olmayan ülkelerin dış ticaretinde hatırı sayılır bir kalem oluşturmakta.
Dış ticaret açığının önemli bir bölümüne karşılık gelmekte.
Yaklaşık 28 aydır, iki seneyi aşan bir zaman zarfında fiyatlar aşağı yönlü seyretmiş, hatta bir ara bulunduğumuz yılın ocak ayında varil fiyatı 30 doların altına kadar düşüş göstermişti.
Son günlerde OPEC’in üretimi kısma kararı alması ve doların biraz yükselişe geçmesi ülkemizde petrol fiyatlarının az da yükselmesine neden oldu.
2014 haziran ayı öncesiyle mukayese yaparsak ve bu süre içinde oluşan enflasyon farkını da göz önünde bulundurursak şu andaki fiyatların iki yıl öncesine göre uygun olduğunu söyleyebilir.
Petrol fiyatlarını etkileyen önemli iki bileşen var biri küresel ham petrol fiyatlarının yükselmesi, bir diğeri ise doların TL karşısında değer kazanması. Bu iki temel çarpan petrol fiyatlarının düşme ve yükselmesinde rol oynuyor.
Doların uluslararası rezerv para birimi olması fiyatların sadece bizde değil diğer ülkelerde de değişimine ortam hazırlıyor.
Brent ve diğer petrol piyasasının son karardan sonra 50 doların üzerine çıkmasıyla konuyla ilgili analistlerin de yorum ve görüşlerinin beraberinde getirdi.
50 doların üzerine çıkması karşı rüzgârları harekete geçireceği, kapalı bulunan petrol kuyularının tekrar açılacağı, şeyl petrol üretiminin tekrar başlayacağı böylece fiyatların yeniden 50 doların altına çekileceği öngörülüyor.
OPEC’in günlük üretimi 32,5 – 33 milyon varilde tutma kararına yönelik yorum ise, petrol kartelinin fiyatları 70 veya 80 dolar civarına yükseltme niyetlerinin olmadığı, şimdilik bunun yerine 50-60 dolar arasında tutmayı amaçladıkları belirtiliyor.
Bu kararda niyetlerin OPEC ülkelerinin mali ihtiyaçlarını karşılamak olduğuna atıfta bulunuyorlar.
Bunun yanında son yıllarda alternatif enerji kaynaklarına yönelişin sürmesi, özellikle iklim değişikliği nedeniyle yeşil enerji kaynaklarına yönelme faaliyetleri de fiyatların aşağı çekilmesinde etkili olabilir.
Özellikle ülkemizin yüksek oranda güneşli gün sayısına sahip olması bu potansiyelin gelecek yıllarda daha fazla kullanılmasına ortam hazırlayacak. 
Yine rüzgâr ve hidroelektrik santrallerinin de ülkemiz enerji ihtiyacını karşılamada önemli rol oynayacaktır.

Otomotiv sanayinde hızlı bir şekilde alternatif enerji kaynaklarına yönelme, elektrikli araçların her alanda yaygınlaşma trendine girmesi de giderek fosil kaynaklı enerji tüketiminin azalmasında rol oynayacaktır.

29 Eylül 2016 Perşembe

Darbeler neden asırlardır devam ediyor?

 

 

Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde oluşturulan padişahların halledilmesi hususunu dikkate alırsak bu topraklar üzerinde yaklaşık iki asırdır darbe senaryoları yazılıp uygulanıyor.

Osmanlı dönemine baktığımızda istemezükçüler keyfi olarak padişahları hal ediyorlar idi.

Bunlardan en önemlilerinden biri de İkinci Abdülhamit Han'a uygulanmıştı.

Bu padişahtan sonra Osmanlı İmparatorluğu hızlı bir çöküş ve toprak kaybının içine sürüklenmiş ve ülkemiz şu anki yüzölçümüne düşürülmüştü.

Cumhuriyetin ilanından sonra tek partili yönetim herhangi bir darbeye maruz kalmadan ülkeyi yönetmişti. Cumhuriyetin kurulduğu yıl olan 29 ekim 1923 tarihinden çok partili dönemin hayata geçmesine, 1950 seçimlerine kadar ülke yönetimi darbe görmedi!

14 mayıs 1950 tarihinde düzenlenen ve TBMM 9. Dönem milletvekili seçiminde gizli oy, açık tasnif yöntemi ilk kez uygulanmıştı.

Bu seçimle ülkemiz demokrasiyle tanışmış ve millet iradesi tecelli etmişti.

Tek parti döneminin partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin 27 yıllık iktidarı son bulmuş, yerine milli iradenin tercihi olan Demokrat Parti iktidara gelmişti.

Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle ülkede kalkınma hamleleri başlamış ve bunun millete yansımasıyla Demokrat Parti de üç dönem iktidarda kalmayı başarmıştı.

Ancak ‘istemezük’ zihniyeti DP’nin iktidara gelmesiyle tekrar devreye alınmış ve 27 mayıs 1960 darbesiyle millet iradesi gasp edilmişti, sonrası malum...

O tarihten sonra darbeci zihniyet varlığını ülkemizden eksik etmedi, yaklaşık her on yılda bir varlığını göstermeye devam etti, millet iradesi katl edildi.

Her seferinde maddi ve manevi olarak telafisi mümkün olmayan zararlara yol açmış olmasına rağmen; her darbe sonrasında darbelerin ülkeye verdiği zararlar anlatılmış ve kahir ekseriyet tarafından kabul görmemiş olmasına rağmen gücü elinde tutanlar antidemokratik yola başvurmaktan çekinmemişlerdi.

Haksız kalkışmalarına akıl ve mantık dışı bir gerekçe göstererek ülkemizde darbeyi geleneksel veya teamül haline getirerek bu hukuksuz tutumu sürdürmeyi tercih etmişler.

Milletin hür iradesine karşı kanlı darbeleri yapanların hiçbiri millet tarafından takdir ve kabul görmediği gibi kahraman edasıyla ortaya çıkan bu darbeci güruhun hepsi unutulup gitti.

Darbe mağdurlarına gelince onlar hep rahmetle yad edildi, ediliyor.

Bundan ders çıkarmayan darbeci güruh son olarak 15 temmuz kalkışmasında bulundu.

Bu darbe girişimi öncekilerden çok daha farklıydı, çok daha kötü sonuçları olabilecek bu hain girişim milletin sağduyu, feraset, basireti ve Sayın Cumhurbaşkanımızın kararlı duruşu sayesinde ülkemizden def edilmiş oldu.

Ancak ülkemizin bu kadar çok darbe tehlikesi geçirmiş olmasına ve her seferinde ülkemizi geri götürmüş olmasına rağmen yapılan darbeleri hazırlayan şartların üzerinde yeterince durulmamış olmasının sonucu olacak ki bugüne kadar darbelerin önüne geçilemediğini görüyoruz.

Hiçbir demokratik ülkede hatta taçlı demokrasi ile yönetilen ülkelerin hiçbirinde darbe olmamasına rağmen ülkemizde neden oluyor sorusu ciddi bir şekilde masaya yatırılıp tahlil edilmesi gerekiyor.

Reformların yapılmamış olmasından mı, dolayısıyla mevcut kurumsal yapının ülkemizde sürekli olarak darbelere kapı aralayacak olmasından mı ileri geliyor?

15 Temmuz, artık bir daha bu tür bir kalkışmanın yapılmaması için bir milat olarak görülüyor. Gerek anayasa ve gerekse devlet kurumlarında bu tür kalkışmaya yol açacak bir boşluk varsa, bu sağlıksız yapıyı giderecek bir düzenlenmeye ihtiyaç duyuluyor.

Yani hukuki ve idari olarak bir değişim ve dönüşüme ihtiyacın var olduğu ortaya çıkıyor.

15 Temmuz gecesi, bugüne kadar meydana gelen darbelerin en tehlikelisini önleyen milletimiz inanıyoruz ki bu hususta millet iradesinin ve demokratik yönetimin bekası için de üzerine düşen, yapacaktır...