22 Mart 2014 Cumartesi

30 mart seçimleri neden çok önemli!


 


İktidar olup, muktedir olamama dönemi Ak Parti iktidarlarıyla son buldu.

Millet iradesi saygı bulmaya başladı.

Artık azınlıkların millet iradesini sömürmesi gerilerde kaldı.

Maalesef bir zamanlar öyleydi.

Milletin iradesi belli bir azınlığın menfaatine sunuluyordu.
Millet iradesine gasp vardı!

Dirayetli, kararlı bir yönetim bu insanlık ve çağ dışı anlayışa son verdi.

Yönetimde daima millet, daima hizmet anlayışı hakim kılındı.

Fakat bu olumlu anlayışı hazmedemeyenler ise boş durmadılar.

Hain emellerine ulaşmak için uzun yıllar öncesine dayanan planlarını ortaya döktüler.

Bu ülke üzerindeki hain ve sinsi planlarını hiç eksik etmeyen iç ve dış mihraklar geçtiğimiz yıl gezi olaylarını uygulamaya koydular!

Fakat boşuna çıktı.

Evet, yaktılar, yıktılar ama çok şükür başarılı olamadılar.

Sonrasında ise 17 aralık hareketi kendini baş gösterdi, tabi evvelinde ülkemizi istikrarsızlığa sürükleme amacını güden 7 şubat 2012 hukuksuzluğu vardı!...

Gaye aynı, hedef aynı bu ülkenin birlik ve beraberliğini istemeyenler, kalkınmasını ve güçlenmesini istemeyenler maşalar vasıtasıyla bir çirkin teşebbüse daha başvurmuşlardı.

Kaostan, kargaşadan medet umanların bu çirkin çabaları da boşa çıktı.

Böylece bu milletin manevi değerlerini ve iyi niyetini kendi çirkin emelleri için kullananların hainlikleri açığa çıktı…

Millet iradesini hiçe sayanlardan bu ülke çok çekti.

Bu anlayış ülkemiz ve insanımızın kalkınma ve gelişmesine bir bariyer oluşturuyordu.

3 kasım 2002 seçimleriyle işbaşına gelen Ak Parti hükümetleri gelişme ve kalkınmanın önünde duran bu anlamsız engelleri, tabuları birer birer yıktı.

Ak Parti hükümetleri yıllardır ülkemizin ilerlemesini engelleyen ve çözüme kavuşturulmasını bekleyen problemlerin kaldırılması için çare oldu.

2002 Kasımından bu yana verdiği sözleri birer birer yerine getirdi…

 

Ülkemiz yönetiminde bugüne kadar değişik partiler görev aldı.

Bunların içinde merhum Menderes ve merhum Özal da ülkeye hizmette görev aldılar.

Ülkeye hizmet ettikleri için birini iki arkadaşıyla astılar, diğerini de zehirleyerek dar-ı bekaya irtihal eylediler.

Şimdi millet ve memleket düşmanlıkları bitmeyenlerin ülkemizin kalkınmasında ve güçlenmesinde iktidara geldiği günden bugüne kadar önemli hizmetlerde bulunmuş Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik hain planlarını uygulamaya çalışıyorlar.

Bu nedenle her konuşmasında ifade ettiği gibi 30 mart seçimleri büyük önem arz ediyor.

30 mart seçimleri istikrarın sürmesi ya da sürmemesi adına bir oylama olacak.

Millet olarak bu önemin şuurunda olmak ülkesini seven her fert için önem taşıyor.

30 martta Ak Partinin zafer ilan etmesi gerek ülkemiz ve gerekse bütün mazlumların dört gözle bekledikleri bir sonuç olacak.

Böyle bir sonuç ülkemiz adına bugüne kadar yapılan olumlu yatırımların bundan sonra daha da hız kazanmasına vesile olacak.

Ak Partinin zaferiyle sonuçlanacak 30 mart seçimleri mazlumlara, gariplere umut ışığı olacak.

Ülkemiz ve bölgemizde istikrarın ve başlatılan bütün olumlu süreçlerin tamamlanmasına katkı sağlayacak.

Dahası, devasa yatırımları inşa etmeyi değil de, yıkmayı bir meziyet sanan malum muhalefetin bu anlamsız girişimine fırsat verilmeyecek.

 

18 Mart 2014 Salı

Kırk yıllık kani olur mu yani?


 

Bir zamanlar ülke ekonomisi bir anayasa kitapçığının fırlatılmasıyla krize girecek kadar zayıf ve kırılgandı.

Mevcut siyasi yönetim ülkeyi iyi idare edememenin çaresizliği içinde kalmıştı.

Bir ülke düşünün yatırım yok, yapmak isteyen ortamın elverişsizliğini, ilgilerin yatırımcıya olan yaklaşımını değerlendirince bırakın yeni yatırım yapmayı, mevcutlar bile alıp kaçıyordu.

İşsizlik hat safhada...

İşyerleri kapanıyor, ülke açlık ve yoksulluğa doğru gidiyordu...

Seçimlerde meydanlara çıkıp nerdeyse gökteki yıldızları vaat edenler işbaşına geldikten sonra dut yemiş bülbüle dönüyorlardı.

3 kasım 2002 öncesi gazete manşetlerine ve köşe yazılarına bakınca hemen hemen hepsi dönemin siyasal yönetimini topa tutuyor.

Ülke her geçen gün kötüye gidiyor, her geçen gün fakirleşiyor. Her geçen gün sorunlar artıyor.

Seçim meydanlarında nutuk atmakla, takiyye yapmakla ülkeyi yönetmek aynı olmuyor.

3 kasım 2002 öncesindeki hükümet çareyi erken seçime gitmekte bulmuştu.

Böylece 3 kasım 2002, Türkiye tarihinde çok önemli bir dönüm noktası oluyordu.

Bu tarih sadece ülkemiz için değil, cihan devleti olan Osmanlı bakiyesi olarak, imparatorluğun dağılmasıyla mazlum ve mağdur duruma düşen bütün topluluklar için umut ışığı...

Bu tarih aynı zamanda ülkemizin üzerine çöken kara bulutların dağılmaya başladığı tarih.

Ak Partinin iktidara geldiği bu tarihten bugüne kadar ülkemiz büyük bir değişim ve dönüşüm yaşamaya başladı.

Ülkemiz devekuşu politikasından kurtulmuş, geniş ve derin bir ufuk sahibi olan bir siyasi yönetimin kontrolüne girmiş oldu.

Aradan 11 yılı aşkın bir süre geçti.

Her alanda uygulanan olumlu politikalar ile ülkemiz öncekinden çok farklı bir seviyeye yükseldi.

Önemli projeler planlanıp hizmete açıldı.

Barajlar, yollar, köprüler, tüneller, duble yollar, vs.

Milli geliri 230 milyar dolardan 800 milyar doları aşarak kişi başına üç katın üzerinde bir seviyeye yükselmiş oldu.

Enflasyon yüzde otuzlardan tek haneli rakama, faiz yüzde altmışlarda tek haneli rakamlara gerilemiş oldu.

Yıllık ihracat 36 milyar dolardan 150 milyar doların üzerine çıkarak, 4 katın üzerinde bir artış sağlandı. Temel ekonomik göstergelerde kayda değer ve istikrarlı gelişmeler meydana geldi.

Bütün bu olumlu gelişmeler yıllardır dünyayı kasıp kavuran küresel ekonomik kriz ve yine yıllardır çevremizdeki ülkelerde yaşanan sosyal ve politik istikrarsızlığa rağmen başarılmış oldu.

Bu olumsuz gelişmeler önceki hükümetler döneminde olsaydı ülkemizin hali ne olurdu acaba?

Çevremizde ve dünyada meydana gelen bunca olumsuzluklara rağmen, ülkemiz önemli başarılar elde etmiş oldu.

Hafızayı beşer nisyanla malul olduğu için ne Ak Parti öncesindeki o kötü günler hatırlanıyor, ne de bugünkü durumla geçmişin mukayesesi yapılıyor.

Dahası birtakım sıkıntılı süreçlerin; gerek küresel ekonomik krizin olumsuz etkileri, gerekse içerde ve çevre ülkelerde yaşanan toplumsal ve siyasal değişimlerin ülkemiz üzerine bıraktığı olumsuzlukların iyi bir şekilde yönetilmesi takdir edilmesi gereken bir durum.

Bunca olumsuz gelişmelere rağmen ülkemizin, başka ülkelerle kıyaslandığında, yüksek bir performans göstermiş olduğunu görüyoruz.

Çok sayıda devasa yatırımların yapılıp hizmete açıldığını şahit oluyoruz.

Yavuz Sultan Selim köprüsü, üçüncü hava alanı, ikinci tüp geçit ve enerji projelerinin tamamlanıp faaliyete geçmesini göz önüne aldığımız zaman nasıl bir Türkiye’yle karşılaşacağımızı tahayyül edebiliyor muyuz?

Bu yapılan yatırımlar ve yapılacaklarla beraber Türkiye bundan sonra daha da hızlı bir kalkına yörüngesine girmiş olacak.

Ak Parti hükümetlerinin ve Sayın başbakanımızın başarısını takdir etmemek çok büyük bir vefasızlık örneği olur herhalde.

Bütün bu yatırımlar lafla değil sayın başbakanımız sürekli vurguladığı gibi eser siyaseti anlayışıyla meydana gelmekte ve gelmeye de devam ediyor…

Takiyye, ideoloji ve slogan siyasetini bu millet çok dinledi.

Biliniyor ki takiyye ve slogan siyaseti yapanların ne bu ülkeye ve ne de bu millete faydası olacak. Geçmişte ideoloji ve slogan siyaseti güdenler, bugün ise Takiyye siyaseti yapıyorlar. Geçmişte devrimci olmayanları işe almayan zihniyet bugün takiyye politikasıyla hedefine ulaşmak istiyor.

Netice olarak takiyye siyaseti yapanlar bu husustaki çok önemli bir atasözümüzü hatırlatıyor; Kırk yıllık kani olur mu yani?...

16 Mart 2014 Pazar

Sustainable development goals


 

Millennium Development Goals (MDGs), the United Nations has initiated along with almost all states in the world in 2000 aimed to find solution for basic problems of human being across the world.

Time for the initiative is going to run out for the MDGs in 2015, and remarkable way could not be taken up until now. Instead, a new initiative has been launched that called ‘sustainable development goals’ to solve the said troubles.

When we made a comparison between the beginning of MDGs and today, we see that there is no significant advancement in solving the problems. There is still one million people suffer from hunger and malnutrition. Also another some one billion cannot access to safety drinkable water. Some two and a half billion people cannot access sanitation regarding lack of hygienic facilities.

For this a range of huge conferences organized with regard to Rio+20 that held in June 2012. Participant governments renewed their strong political commitment to sustainable development. The aim of the goals is to promote integration, coherence of policies and the implementation of actions in the areas of social, economic and environment.

During the United Nations Conference on Sustainable Development held in June 2012 in Brazil, Heads of State and Government resolved to establish an inclusive and transparent intergovernmental process on sustainable development goals that is open to all stakeholders, with a view to developing global sustainable development goals to be agreed by the General Assembly, according to the statement.

A broad understanding highlighted for completion of the

unfinished business of the MDGs on poverty eradication and other important social objectives must shape centrally in the SDG framework.

SDGs is foreseen should be action-oriented, concise and easy to communicate, limited in number, aspirational, global in nature and

universally applicable to all countries, while taking into account the different national realities, capacities and levels of development and respecting national policies and priorities.

The aim of SDGs is to eradicate poverty, inequitable development within and among states as well as protection of the environment is amongst the most vital sustainable development challenges facing humankind in this century.

The issues will have to be addressed in a comprehensive, holistic, balanced and integrated manner.

Finally, in order to overcome basic humanitarian problems across the world, suitable situation must be installed. As for providing a suitable situation, the current configuration of the UN must be changed. As long as the imperialist structure goes on, waiting a whole solution for the basic problems does not go beyond being a dream.

5 Mart 2014 Çarşamba

Rusya ne yapmak istiyor?


 

Rusya ne yapmak istiyor vermek istediği mesajı ne ve kimlere?

Eski alışkanlıkları mı depreşti?

Sovyet bloku dönemini mi özledi?

Yoksa o döneme ait düşüncelerini şartlar gereği nadasa almıştı da, şimdi tekrar eski günlere dönmenin hesaplarını mı yapıyor?...

Ukrayna'da meydana gelen son olaylar yıllardır batı ve Rusya arasında kalan bu ülkenin bağımsızlığını gündeme getirdi.

Yaşananların hatırlattığı ise bu ülkede millet iradesine saygı duyulmadığını gösteriyor.

Dolaysıyla milletin emanetine sahip çıkılmayınca, neticesinde de son aylarda Ukrayna’da yaşanan olaylar kaçınılmaz oldu...

Bu olaylarda Rusya’nın emperyalist tutumunu göz ardı etmemek gerekiyor.

Rusya bu alışkanlığı komünist dönemde yaklaşık 70 - 75 yıl sürdürdü.

Her türlü insan hakları ihlali yapılarak insanlığın en temel değerleri ayaklar altına alındı.

Özellikle Müslümanlar bu insan hakları ihlallerini en acımasız şekilde yaşadılar.

Milyonlarca Müslüman Türkler asırlarca yaşadıkları vatanlarından başka yerlere sürüldüler. Bunların yerine de Ruslar yerleştirildi.

Bu sürgün esnasında anlatılan ve yazılanlara göre çok sayıda insan acımasız bir şekilde hayatını kaybetti.

İnsan fıtratıyla bağdaşmayan komünist rejim netice itibariyle çöktü.

1989 – 1990 yılları rejimin çöküşü oldu ve esir milletler birer birer hürriyetlerine kavuştu.

Çöküşün başladığı yıllarda Rusya’da ordu darmadağınık olmuş, Rus subayları parasızlıktan arma ve formalarını satılığa çıkarmışlardı.

Ülkemizle olan ticari ilişkilerinde "bavul ticareti" diye bir terim de bu vesileyle ticaret literatürüne girmiş oldu.
Petrol ve doğal gaz kaynakları sayesinde Rusya geçen zaman içinde ekonomisini toparladı, süper güç rolünü oynamaya başladı.


Kendini toparlayınca dişlerini göstermeye başladı.

Şimdi akıllara gelen soru şu; eski komünist blok sınırları içinde kalan ülkelerde az ya da çok Rus var. Rusya bunu gerekçe göstererek, kafasının estiği zaman çeşitli bahanelerle veya çeşitli hilelerle bağımsızlığına kavuşmuş bu ülkelere saldırma cüretini gösterir mi?

Aslında Rusya'nın bu tutumu ekonomisinin güçlenmesi ve batılı devletlerin tutumuna bağlı.

Rusya ekonomik açıdan güçlendikçe bu kartını gösterebilir!

Çoğu Müslüman Türk devleti olan bu ülkeler, bu durumu nazarı dikkate alarak gelecek politikalarını belirlemeleri gerekir ki muhtemel bir saldırıyla karşılaşmasınlar.

Bir başka husus ise batının Rusya’nın bu saldırgan tutumundan caydırması için ağırlığını koyması gerekiyor.

Rusya’nın kırımı kuşatmaktan vazgeçmesi için batılı devletlerin kararlı bir politika izlemeleri olumlu sonuç verebilir.

Bu sayede Rusya ilk günlerdeki tutumunu yumuşatmışa benziyor.

Uluslararası toplum Suriye konusunda da ciddi bir ortak tavır alıp, uygularsa Rusya, Suriye politikasını yumuşatır herhalde. G8 üyeleri Haziran ayında Soçi’de yapılacak G8 toplantısını boykot çağrısını Suriye için de yaparsa, Suriye’deki mazlumlar içinde bir umut ışığı doğabilir.  

1 Mart 2014 Cumartesi

Fincancı katırları neden ürküyor?




Millet iradesine saygı göstermeyen ülke liderleri veya bu iradeyi menfaatleri uğruna başkalarına peşkeş çekenler, her bakımından kendi ülkelerine ve insanlarına büyük zararlar vermişler.

Zarardan ziyade ihanet etmişlerdir.

Gerek iç güçlerin ve gerekse dış güçlerin boyunduruğuna girerek demokrasilerini vesayet altına alanlar ülke ve insanlarını mağdur ve mahzun bırakmışlardır.

Gerek menfaatleri gereği ve gerekse acziyetleri nedeniyle irade gaspına ortam hazırlayan yönetimler ülkelerinin geri kalmasına da ortam hazırlamışlar.

Fakat bu düzen değişince aslına dönünce de fincancı katırları ürkmeye başlıyor.

Şimdi ülkemizde o eski alışkanlıklara fırsat vermeyen bir yönetim var.

Yani milletin vermiş olduğu emanete sadık kalarak ülkeyi yöneten bir iktidar var.

Durum böyle olunca fincancı katırları ürkmeye başlıyor.

Emperyalistlerin her türlü kirli oyunu deneyerek hedeflerine aldıkları Türkiye’yi, demokratik metotla işbaşına gelmiş bir yönetimi şöyle veya böyle saf dışı bırakma girişimleri var.

Gördüğümüz kadarıyla gerek iç kaynaklı ve gerekse iç ve dış ortaklığa dayalı birkaç girişim yapıldı.

Son iki yıl içinde biri 2012 ve ikisi 2013 yılında olmak üzere üç teşebbüsün yapıldığı izlenimi var kamuoyunda.

Zaten yaşanan oylalar da bu görüşü doğrular nitelikte.

Gerek bölgemizde ve gerekse dünyada hem mazlumlar ve hem de İslam âlemi için bir kale gibi duran ülkemizi çeşitli entrikalar, komplolar ve ayak oyunlarıyla çirkin bir şekilde dize getirmek istiyorlar.

O da düştü mü, emperyalistler ve sömürü baronları için bir engel kalmamış olacak.

İki de bir içerdeki piyonlarıyla giriştikleri çirkin oyunun asıl amacı bu!...

Bu emperyalistlerin İslam ülkelerinde istedikleri, seçimle de gelse; ya kukla bir yönetim ya da astığı astık kestiği kestik olan zalim bir yönetimin işbaşında bulunmasıdır.

Çünkü demokrasinin yeşerip gelişmesi bunlar için en büyük düşmandır.

Çünkü demokratik ortamın sürmesi söz konusu ülke için kalkınma, gelişme ve refahın yükselmesidir.

Bu da emperyalist baronlarını rahatsız ediyor.

İşte Mısır’daki darbeye sessiz kalışları bundan, Suriye’deki tarihte eşi görülmemiş vahşete seyirci kalmaları bunun için.

Yine yakın komşumuz Irak’a demokrasi getireceğiz demelerine rağmen, mevcudun daha kötüsünü bırakmaları bundan!...

Bunların ellerinde şimdiye kadar laiklik elden gidiyor, cumhuriyet ilkeleri elden gidiyor, teraneleri vardı.

Gördüler ki artık bu yalan tutmuyor, dayanağı kalmadı; gitmesinin mümkün olmadığı, zaten kimsenin böyle bir derdi de olmadığı iyice anlaşıldı.

Fakat bunların çirkin planları çok…

Hedef saptırmadaki maharetlerini kullanarak, şimdi başka şeylere tutunarak kirli emellerini gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

Temelde politikalarını bir güç odağına inşa edip ve onu kullanarak çirkin emellerini gerçekleştirmek girişiminde bulunuyorlar.

Dün başka bir güçtü, bugün ondan ümitlerini kestikleri için ve o güvendikleri güç çok şükür kurumsal bir yapıya kavuştuğu için, başka bir güç odağını ele geçirerek çirkin emellerini gerçekleştirmeye yöneldiler.

Bunun için 30 mart 2014 tarihi çok önemli, hele ki İslam aleminin bölük pörçük olduğu ve emperyalistlerin saldırısına uğradığı bir dönemde 30 mart seçimleri büyük önem taşıyor ülkemiz için.

3 kasım 2002’den beri iş başında olan Ak Parti, o günden bugüne çok değerli hizmetler ve yatırımlar yaparak ülkemize büyük eserler kazandırmış. Temennimiz bu hizmet ve yatırımların kesintiye uğramaması.

Dahası sadece ülkemiz için değil tüm mazlumlar için bu seçim önem taşıyor.

Dileğimiz bağımsızlık bayrağının düşmemesi.