21 Ekim 2012 Pazar

Korsan devlet anlayışı

 

 

Gazze’ye insani yardım götüren Finlandiya bandıralı Estelle gemisi İsrail deniz kuvvetleri tarafından engellenerek Aşdod limanına çekildi.

Gemide bulunan aktivistler insani yardımı Gazzelilere götüreceklerdi.

İsrail’in bu insanlık dışı tutumuna takip ettiğimiz kadarıyla hiçbir uluslararası kuruluş tenkit edici bir açıklamada bulunmadı.

Birleşmiş Milletlerin bu hususta bir açıklaması yok.

Uluslararası toplum da bu konuda yapılan yanlışlığı kınayan bir açıklamada bulunmadı.

Nobel barış ödülüne layık görülen Avrupa Birliğinin de yapılan yanlışlığı kınayan bir açıklaması olmadı.

Uluslararası toplumu ilgilendiren ciddi suçların faillerinin cezasız kalma durumunu sonlandırmak amacıyla kurulmuş Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin de bu hususu uygun bulmadığına dair bir açıklaması yok.

Filistin’de, Gazze’de 60 yılı aşan bir süredir insanlık suçu işleniyor.

Hal böyle olunca, bütün güçleri arkasına almış olmalı ki İsrail devleti bütün insani ve hukuki değerleri ayakaltına alarak korsan devlet anlayışını sürdürüyor.

Biliyor ki kendisine dur diyecek hiçbir güç yok. Uluslararası toplum ve kuruluşların bu tutumu İsrail devletine açık bir destek olmalı ki, insan haklarını ihlal eden faaliyetlerini sürdürmeye devam ediyor.

İsrail başbakanı açıklamasında sınırlarını korumaya devam edeceklerini söylüyor.

İsrail devleti sınırlarını hiçbir hukuk ve insani kural tanımadan kendi istediği gibi çizme hakkını kendinde görüyor.

Bugüne kadar yaptıklarına ve açık bir şekilde insanlık suçu işlemesine karşılık uluslararası toplumdan kınama görmemesi İsrail devletini bugünkü anlayışına teşvik etmiş.

Tabii kendini uluslararası dokunulmazlık zırhına bürünmüş görünce karşısında kim olursa olsun hak hukuk gözetmeden insanlık dışı davranışlarını da sürdüreceği izlenimi veriyor.

Kendi öz topraklarında her türlü insani haktan yoksun bırakılan Filistin ve Gazzelileri herhalde köle gibi görüyor.

Çünkü insani yardım yapan gemilerin hiçbirine müsaade etmiyor. Bu toprakları âdete kendi sınırları içine dâhil etmiş havası var…

İsrail’in açıklamasındaki savunmasına bakarsak; “Gazzeyi abluka etmenin amacı silah ya da askeri amaçlı diğer malzemelerin sağlanmasını önlemek” şeklinde.

Böyle gülünç, gülünç olduğu kadar akıl, mantık ve sağduyudan yoksun bir savunma şekli olabilir mi?

Sen en ileri teknolojik silahları istediğin zaman savunmasız Filistin ve Gazze halkının üzerine boşaltacaksın, fakat bu insanlar kendilerini savunmak için hiçbir şekilde karşılık vermeyecekler. Kurbanlık koyun gibi teslim olacak. İsrail meşru müdafaa (self-defence) hakkını sadece kendine has bir kural zannediyor herhalde.

Filistin ve Gazzelilerin kalkınmalarına, gelişmelerine ve kendi topraklarında bütün diğer topluluklar ve devletler gibi hür ve kendilerini savunma, koruma ve en önemlisi temel insan haklarından yararlanmalarına müsaade edilmiyor.

Bu da demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunan uluslararası toplumun çifte standart uyguladıklarının açık bir göstergesinden başka bir anlama gelmiyor.

 

20 Ekim 2012 Cumartesi

AB yeniden yapılanıyor


 

 

Avrupa’da ekonomik kriz etkilerini sürdürüyor.

Hükümetler bütçe açıklarını kapatmak için kesinti programları uyguluyor.

Birçok Avrupa ülkesinde kemer sıkma politikalarından rahatsız olan insanlar uygulanan politikaları protesto etmek için gösterilerini sürdürüyor.

Avrupa Birliği sürdürülebilir kalkınma hızını son yıllarda kaybetmiş durumda.

Ancak birliği korumak için birliğin önde gelen ülkeleri yoğun bir çaba harcıyor.

Altmış yılı aşan süre içinde kıtada süren barış ve huzurun birlik sayesinde elde edildiği vurgulanıyor.

Bu nedenle birliğin dağılmasına karşı yoğun çaba gösteriliyor.

Bu yıl Nobel barış ödülünün AB'ye verilmesi de, bu yönde atılmış destekleyici bir unsur görünümü veriyor.

Avrupa Birliği uzun süredir yaşadığı ekonomik istikrarsızlık ve krizi aşmak için köklü çözümler bulup kurumsallaştırmaya çalışıyor.

IMF benzeri bir mali kuruluş olarak, 'Ekonomik ve Para Birliği'ni (Economic and Monetary Union - EMU) kurma çalışmasını yürütüyor.

Avrupa Konseyinin 18 -19 Ekim’de Brüksel’de yaptığı toplantılarda finans piyasasına yönelik kararlı tutumunu tekrarladı.

Böylece piyasanın tansiyonu düşecek, güven onarılacak, büyüme ve istihdam restore edilmiş olacak.

Konsey aynı zamanda entegre bütçe ve ekonomik politika çerçevelerini ve demokratik meşruiyet ve sorumlulukla ilgili konulara dikkat çekti.

Ekonomik ve para birliğine yönelik sürecin AB’nin Kurumsal ve Yasal çerçevesi üzerine inşa edilmesi kabul edildi.

Aynı zamanda avro bölgesi dışında kalan üye devletlere karşı da açıklık ve şeffaflık ile karakterize olacağını kabul etti ve tek pazar bütünlüğünün korunacağı belirtiliyor.

Zor problemlerle karşılaşan Avrupa ekonomisinin Avrupa Birliği için temel olanın her çabanın hızlı bir şekilde uygulamasının gerekliliğine işaret ediliyor. 

Bu çerçevede son ayalarda kabul edilen tedbirlerin büyümeyi yeniden başlatacağı; yatırım, güven onarımı ve Avrupa’yı üretim ve yatırım için bir lokasyon olarak daha rekabetçi yapma amacı güdülüyor.

İstihdam, yenilik, eğitim, sosyal muhteva ve iklim/enerji konularını kapsayan beş hedeften oluşan Birliğin 2020 stratejisi bağlamında Avrupa Konseyi büyüme ve istihdamı teşvik etmede kararlı duruyor,

Büyüme ve istihdam için oluşturulan enstrümanları ve politikaları bütün seviyelerde hareketlendirerek ulusal, avro ve AB seviyelerinde ele alıyor.

Çerçeveyi çizen bütün taahhütlerin tam ve ivedi olarak yerine getirilmesi lüzumuna işaret ediliyor.  

Bugüne kadar alınan raporlara göre önemli gelişme elde edildiğine işaret edilirken, daha çok çabaya ihtiyaç olduğu hatırlatılıyor.

Komisyon üye ülkelere büyüme ve istihdama odaklanmaları için yardım etmeye devam edeceğini ifade ediyor.

Tek pazarın etkinliğini artırmak için engelleri elimine ederek

2015’e kadar tam fonksiyonlu dijital tek pazarı başarmak suretiyle, 2020’ye kadar %4 ilave büyüme üretileceği bekleniyor.

Araştırma ve yenilikçi yapıyı geliştirerek, yeni bir AB sanayi politikası üzerine büyüme ve istihdamı destekleyecek sanayi rekabetçiliğini güçlendirmek amacıyla komisyon entegre bir yaklaşım geliştirmenin önemine vurgu yapıyor.

Avrupa Birliği son yıllarda yaşadığı finansal ve ekonomik krizden sonra birliği güçlendirmek ve sürdürmek için kararlı adımlar atamaya devam ederek birliği A’dan Z’ye yeniden yapılandırıyor. 
Avrupa Birliği krizi fırsata çevirmenin çabası içinde. 
 

 

 

 

 

 

 

 

                                             

14 Ekim 2012 Pazar

Nobel Barış Ödülü ve barış anlayışı


 
 

Düzenli olarak 1901 yılından itibaren kurum ve kişilere barışa katkılarından dolayı verilen Nobel Barış ödülünün bu yılki sahibi Avrupa Birliği oldu.

Ödül komitesi gerekçe olarak Avrupa Birliğinin altmış yıldır barış konusunda gösterdiği çaba ve başarıyı gösterdi.

Birlik ve kuruluşundaki öncülerinin altmış yıldan beridir barış, uzlaşma, demokrasi ve insan haklarına olan katkıları kendilerine Nobel ödülünü kazandırdı.

İkinci dünya savaşının korkulu acıları yeni bir Avrupa’ya ihtiyaç olduğunu gösteriyordu.

Bu korku ve acıları aşmanın yolu ise Avrupalılarda birlik fikrini oluşturdu. Böylece birlik fikri kendilerine savaştan uzak ve aynı zamanda kalkınma ve refah yolunda önemli gelişmeler kazanmalarına neden oldu geçen altmış yılı aşan sürede.

Bugün için bu sayede savaş düşünülmez olmuş.

Tarihi düşmanlar birlik sayesinde yakın ortak olmuşlar…

Altı üye ile başlayan birliğe, 1980’lerde Yunanistan, İspanya ve Portekiz de girdi.

Birliğe üyelik için demokrasi önemli bir şart olarak görülüyor.

Komünizmin çöküşü ve Berlin duvarının yıkılması ise orta ve doğu Avrupa ülkelerinin birliğe girmesine imkân tanıdı.

Birliğin amacı Avrupa sınırları içinde kalan bütün devletleri bünyesine dâhil etmek, şu anda 27 olan üye sayısı yakın gelecekte 30’a kadar çıkacak...

Gelecek yıl Hırvatistan’ın birliğe tam üye olacağı, Karadağ’la üyelik müzakereleri, Sırbistan’a adaylık statüsü verilmesi Balkanlarda uzlaşma sürecini güçlendireceği amacını güdüyor.

Türkiye’nin yarım asrı aşan başvurusuna rağmen üyelik konusunda birlikten net bir açıklama olmamakla birlikte, ileri demokrasi ve insan haklarına sahip olan bir ülke olarak üyelik ihtimalinin olduğu söyleniyor.

Avrupa, kurduğu birlikle savaş kıtasını barış kıtasına dönüştürmeye yardım etmiş.

Layık görülen Barış Ödülüyle, Avrupa Birliği barışın sadece kendi sınırları içinde olmasını yeterli görmeyip, bütün dünyaya yayılması için çaba göstermesi gerekir.

Küreselleşen dünyanın barış ve huzur gibi evrensel değerlere daha çok ihtiyacı var.

Bu bakımdan bu konudaki samimiyetini terör ve teröriste karşı takınacağı kararlı tutumuyla göstermesi gerekir.

Terör günümüz dünyasının savaştan daha tehlikeli bir olgusu.

Dünyanın bazı yerlerinde mantar biter gibi terör örgütü oluşuyor.

Kimisi ırkçı değerler, kimisi ise dini değerleri kendine kalkan yaparak sözde hak arıyor. Birincisinin günümüz toplumsal değerleriyle bağdaşır tarafı yok; geçmişte de yoktu devlet ve millet geleneği olan ülkelerin hiç birinde de olmamıştı.

Dini değerleri kendilerine kalkan ederek dünyanın bazı bölgelerinde dehşet saçanların ise özellikle İslam dini ile ilgileri olamaz. Çünkü İslam dini terörü, dehşeti, vahşeti, haksız yere insan öldürmeyi hiç kabul etmez ve reddeder.

Bu nedenle kandırılmışlar, saptırılmış ve adatılmışların savundukları fikirlerin İslam dini ile ilgisinin olmadığı bir gerçek.

Artık Avrupa Birliğinin, almış olduğu bu ödül nedeniyle barış ve huzurun savunuculuğunu sadece birlik içinde değil; bütün dünya ve özellikle de yakın çevresinde barışa ve huzura yönelik bütün faaliyetlerin, oluşumların ve fiillerin karşısında daha samimi ve kararlı duruş sergileyerek gerçekten layık olduğunu ispatlaması gerekir.

Avrupa Birliğinin ve ödül komitesinin barışın belirli sınırlara has değil de bütün dünya için elzem olduğunu, bu anlayışıyla hareket edilmesi gerektiğinin unutulmaması gerekir.

13 Ekim 2012 Cumartesi

Küresel kronik sorunlar ve çözümü



 
 

870 milyon kişi dünya çapında kronik açlıkla mücadele ederek hayatta kalma mücadelesi veriyor. Birleşmiş Milleteler, açlıkla ilgili açıkladığı rapor göre iyimser bir yaklaşımla açlıkla karşı karşıya olan küresel nüfusta keskin bir düşme olduğunu ifade ediyor.

Bir milyar seviyesinden rakam bugünkü rakama düşmüş geçtiğimiz yirmi yıllık mücadele sürecinde.

Yeryüzünde sekiz kişiden biri açlıkla karşı karşıya…

Dünyanın açlığı, gıda güvensizliğini ve yetersiz beslenmeyi yok etmek için yeterli bilgi ve vasıtalara sahip olduğu belirtiliyor. Ancak suni engeller bu vasıtaların fonksiyonlarını yerini getirilmesinde bariyer oluşturuyor.

Ancak, açlıkla mücadele hızının 2007’den beri düştüğü belirtilerek, bu nedenle 2015 yılı için hedeflediği rakamı yarıya düşürmede endişe yaşanıyor.

Raporun çocuklara yönelik kısmında ise, beş yaşın altında 100 milyon çocuk normal kilolarının altında bulunmaları nedeniyle insani ve sosyoekonomik potansiyellerini yerine getiremedikleri ve yetersiz beslenme neticesi olarak yılda 2,5 milyondan fazla çocuk hayatını kayıp ediyor.

Kırılganlığını sürdüren küresel finans krizinden dünya ekonomisinin iyileşmesi konusunda endişeler sürüyor BM raporuna göre.
Bu nedenle uluslararası toplumun yoksulların temel insani hak olan elverişli gıdaya kavuşmaları için aşırı çaba göstermeleri gerektiği vurgulanıyor.

2008-2009 ekonomik krizinde gelişmekte olan ülkelerin şokları karşılamada ve yükselen gıda fiyatlarının etkisinden savunmasız toplumları korumada başarılı oldukları ifade ediliyor.

Açlıkla karşılaşan 852 milyon insanın büyük bir bölümü gelişmekte olan Asya ve Afrika ülkelerinde bulunuyor.

Geçtiğimiz 20 yıl boyunca yüzde 30 azalma olurken, Afrika’da ise yetersiz beslenmede açlık oranında artış olmuş. 

Birleşmiş Milletler göçmen bürosu ise eşi görülmemiş krizlerden yakınarak rezervlerinin sıfırlandığını ve mali sıkıntı çektiklerini ifade ediyor, gerekli finansal destek için uluslararası topluluktan yardım bekliyorlar.

Afrika ve Asya savaşların, iç çekişmelerin en fazla yaşandığı iki kıta.

Otuz yılı aşkın bir süredir Afganistan’ın başına bela edilen Taliban ve öncesinde iktidar kavgaları bu ülkeye her yönden büyük zararlar verdi. Afganistan şimdi adeta bir işgali yaşıyor. Bu arada çok sayıda insan hayatını kaybetti, sakat kaldı, yerinden yurdundan oldu...

Aynı sıkıntıları Afrika’da da görüyoruz. Afrika’nın bazı ülkeleri bir taraftan kuraklık, bir taraftan da iç çekişmeler ve yine bunların başların bela edilmiş terör örgütleri bu ülkelerde huzuru, güvenliği ve dolayısıyla ekonomik hayatı felç etmiş durumda.

Bu arada insanlar öldürülüyor, göçe zorlanıyor, sakat bırakılıyor, ciddi manada temel hak ihlalleri yaşanıyor.

Özellikle bu iki kıtanın bazı ülkelerinde yaşanan iç savaşlar ve terör örgütlerinin eylemleri ağırlıklı olarak söz konusu ülkelerde ve dolaylı olarak da küresel olarak dünyada istikrar, barış, huzur, can güvenliğini ve ekonomik faaliyetleri baltalamaya devam ediyor.

Birleşmiş Milletler son zamanlarda kurum olarak içine düşmüş olduğu sıkıntılı durumu dolaylı da olsa zaman zaman ifade etmeye çalışıyor.

Üzerine düşen sorumluluğu mevcut yapısı gereği bihakkın yerine getiremediği belli.

Yüklendiği yükümlülüklerde fonksiyonel olması için şartlar BM’yi yeniden yapılandırmaya, daha adil bir yapıya kavuşmasına zorluyor.

İşte o zaman üstlendiği sorumluluklara çare bulabilir ve dünyanın bugün içine düştüğü hak ihlalleri ve acımasızlığı son bulur.

 

 

7 Ekim 2012 Pazar

Yeşil bina teknolojisiyle dönüşüm



 

Şehirlerimizde yaşanacak yeniden inşa süreci aslında beraberinde başka değişimlerin de lokomotifi olacak.

Böylece bir taşla birden fazla kuşu vurma imkânı doğmuş olacak.

Geçmişin günümüzün şartlarına cevap veremeyen sağlıksız yapı anlayışı ortadan kalkmış olacak.

Geçmişte karşılaştığımız yapboz anlayışı geride kalmış olacak; bütün altyapının birlikte projelendirilip birlikte inşa edilmesi yolların ve çevrenin köstebek yuvasına dönmesini önleme şansını verecek.

Ak Parti hükümetleri ile her alanda bir değişim yaşayan ülkemiz, şehircilik alanındaki değişimle de yeni bir ivme kazanmış olacak, şehirlerimiz yeniden inşa edilecek.

Ülkemizin deprem kuşağında yer alması, bir uçtan bir uca sağlıksız yapıların yeniden inşasını elzem kılıyor.

Dönüşümün temel amacı bu, ancak ülkemizde uzun yıllar önce sanayileşme ve kalkınma konularında yapılan yatırımlar bazı temel yanlışlıkları da beraberinde getirmiş. Sanayileşme olsunda nasıl olursa olsun anlayışı ileri görüşten yoksun dar bir anlayışın mahsulü olmuştu.

Sanayileşmenin ülkemizin belli bölgelerinde ağırlıklı olarak toplanması istihdam için cazibe merkezi olmuş.

Bu durum uzun yıllar Anadolu’dan göçü İstanbul, Ankara, İzmir gibi illere çekmiş.

Şehirlerin planlı gelişmesine engel olduğu gibi yapılan yapıların da sağlıksız inşasına yol açmıştı.

Bir bakıma büyükşehirlerimiz köykente dönüşmüştü.

Sonradan yapılan müdahalelerle şehirleşme rötuşları yapılmışsa da sağlıklı ve estetik olarak istenilen şekle kavuşturulması mümkün olmamıştır.

Şimdi başlatılan yeniden yapılanma ve şehirleşme birçok yanlışlığın bertaraf edilip, çok daha sağlıklı yerleşim alanlarının kurulmasını sağlamış olacak.

Şehircilikteki bu dönüşüm sürecini çok yönlü ve kapsamlı olarak ele alıp, inşa etmek, özellikle İstanbul için kayda değer katma değerler sağlayacaktır.

İstanbul’un en önemli özelliklerinden biri tarihi bir şehir olması ve aynı zamanda eşsiz tabii güzelliklere sahip olmasıdır. Bu nedenle geride bırakılan uzun bir dönemde bu özelliklerin ihmal edilmiş olması ve çarpık plan ve yapılaşma içine sıkışıp kalması İstanbul’un bu eşsiz değerlerine gölge düşürmüş. Bu dönüşüm bu değerlerin yeniden açığa çıkarılmasına vesile olurken şehircilik değerinin artmasına ve turizm açısından daha cazip hale gelmesine zemin hazırlayacağının işaretini vermekte. Böylece turizm gelirlerinde ilave bir katma değer oluşmasına zemin hazırlayacaktır.

Bir başka önemli konu ise dere yataklarının ve tarım alanlarının bu yerlerin asli görevlerine teslim edilmesi şansını doğurmuş olacak.

Yapılacak binalar daha güvenli ve genellikle zemini sağlam olan yamaç alanlara taşınırken, bu yerler giderek önem kazanan tarım alanlarına dönüşecek ve daha fazla ürün alınmasına vesile olacak. Taşkınlara uğrayan dere yatakları yeşil ve ormana kavuşturularak gerek yağan yağışların tutulması ve gerekse bu vesileyle suyun depolanmasına zemin hazırlamış olacak.

Ülkemizde başlayan yeniden imar ve inşa dönemi aynı zamanda günümüz ileri teknolojilerini kullanarak yeşil bina diye tabir edilen çevreyi koruyan, tabii kaynaklara faydalı olan ve bunların israfını önleyen tarz ve mimari ile yapılması da ayrı bir fayda sağlayacaktır. 

Temennimiz bu ve benzeri inceliklerin gözetilmesi, böylece dönüşümün sağlayacağı faydaların kısa zamanda hayata dönmesi, yine kısa sürede kendini amorti etmesi…

6 Ekim 2012 Cumartesi

Dünya öğretmenler günü ve eğitim


 

 
Birleşmiş Milletlerin 2000 yılında çok sayıda ülkenin desteğini alarak başta yoksulluk ve açlığa karşı oluşturduğu hareket olan sekiz maddelik ‘Milenyum Kalkınma Hedefleri’nin ikincisi olan küresel temel eğitim için 2015 yılına kadar 1,7 milyon öğretmene ihtiyaç olduğu Dünya Öğretmenler Günü vesilesiyle açıkladı.

BM yetkilileri gün vesilesiyle destekleyici öğretim ortamlarına, yeterli öğretmen eğitimi ve güvenceleri konusunda dünyaya çağrıda bulunuyorlar.

BM yetkilileri, “marifet iltifata tabidir” vecizesi gereğince, öğretmenlerin öğrencilere ve toplumlara sorumlu olmaları lüzumuna karşılık, gerekli eğitimi ve mesleklerinin önemini yansıtacak makul ücret konusunu da hatırlatmada bulundular.

Herkes için öğrenme kalitesini geliştirmek amacıyla, öğretmenler için azalan profesyonel şartların kısır döngüsünün kırılmasının lüzumuna işaret ediliyor.

Dünya öğretmenlerden çok şey bekliyor, karşılığında bizden bizim kadar beklenti içinde olmaları onların hakkıdır deniliyor.

Yetenekli ve motive olmuş öğretmen olmaksızın kaliteli eğitimin olamayacağı hatırlatılıyor.
 
***

Eğitimin önemi her alanda karşımıza çıkıyor. Geri kalmış toplumların en önemli eksikliği yeterli eğitimli kadrolara sahip olmamalarından ileri geliyor.

“Beşikten mezara kadar eğitim; iki günü birbirine eşit olan aldanmış, ziyan etmiştir; bir harf öğretenin kölesi olurum”, tavsiyesini önemseyen ve benimseyen bir anlayışın mensupları olarak eğitimin ne denli hayati bir öneme sahip olduğunu bilen bir milletiz. Ancak sadece bunu bilmek yetmiyor, aynı zamanda bu önemin şuurunda olmak, yaşamak ve yaşatmak gerekiyor.

İnsan ilk eğitimini ailesinden, daha sonra ise hocalarından alıyor.

Doğru eğitim ve bilgi insanı doğru yöne yönelttiği gibi, yanlış olan da yanlış işlere yönlendiriyor.

Bu da eğitimin öncelikle kapsam ve muhtevasının önemini öne çıkarıyor.

Herkes ve her toplum az ya da çok bir eğitim sürecine tabi tutuluyor.

Hele günümüzde iletişim şartlarının sunduğu imkânlar sayesinde sayısız bilgi akışına maruz kalıyoruz.

Sel gibi akan bu bilgi akışı karşısında her türlü konudan ve bilgiden haberdar olma şansına sahip günümüz toplumları...

Dünya topluluklarının içinde bulunduğu sıkıntıların temel kaynağı eğitim eksikliğinden veya yanlış eğitimden kaynaklanıyor.

Dağdaki teröristte eğitim almış, fakat aldığı eğitim kin ve nefret üzerine kurularak yaşama şansını ancak ve ancak karşısındakini öldürme üzerine kurulmuş bir eğitim...

Trafikte yanındaki ve önündekinin hakkını gözetme hak ve hukukunu hiçe sayan sürücüde eğitim almış ama bunu uygulamada eksiklik gösteriyor.

Bulunduğu toplumun ortak değerlerine ait olduğuna aldırış etmeden, genel toplum kurallarına ve adabına uygun olmayan tutum ve davranış içinde olanların, ağzına ne gelirse galiz bir ifadeyle boşaltmaları da eksik bir eğitimin tezahürü...
Çevre hakkı, temizliği ve koruma şuuruna sahip olmayanların eline geçirdiği ne varsa ayrım gözetmeden bulunduğu yere atanların davarnışı da eğitim eksikliği...

Varlığını insanlığın değer yargılarıyla bağdaşmayan; koflukla, kabalıkla kabul ettirmeye çalışarak toplumsal huzur ve güven unsurlarını zedeleyenlerin yapmış oldukları da yanlış ve egoist bir anlayışlı eğitimin sonucu…

Gerek toplum ve gerekse dünya barışının sağlanması doğru bir eğitimin benimsenmesi, alınması ve yaygınlaşması ile olacağı gibi, bu aynı zamanda iyi niyetle donatılmış eğitimli anlayışını istismar etmemeğe de bir o kadar bağlı olmaktadır.

Her vesileyle ifade edildiği gibi geleceğimizin teminatı olarak görülen çocuklarımızın alacağı doğru ve yeterli eğitimin mensubu bulundukları toplumun temel değerleriyle bağlantılı ve sürdürülebilir olması gerekiyor.

Beşikten mezara eğitim anlayışı da bunu vurguluyor.