28 Aralık 2013 Cumartesi

İttihat ve terakki zihniyeti



 

Ülkemizde son günlerin çarpıcı gündemi hiç şüphesiz gezi olaylarının devamı niteliğindedir.

Yenilen pehlivan güreşe doymaz misali kargaşa güruhunda bulunanlar ve onların dış destekçileri her seferinde tuşla yenilse bile kin ve nefretlerini kusmaktan geri kalmamak için hain tertiplerinin yenilerini sahnelemenin gayreti içinde olacaklarını her fırsatta izhar ediyorlar.

Tek gayeleri var, o da bu ülkeyi kaosa sürüklemek.  

Gezi sonrasında söylenenlere göre bu hain güruhun sonbaharda tekrar benzer bir olaya yelteneceği şeklindeydi.

Fakat bu tertip sonbahar değil de Aralık ayına denk geldi.

Bitti mi? hayır bitmez… çünkü emperyalist güçlerin hain ve çirkin tertipleri bitmez, kin ve nefretlerini kusmak için fırsat kollayacaklardır.

Tek hedefleri var, Türkiye’yi bir Mısır, bir Afganistan, hatta bir Suriye’ye çevirmek!..

İşte milletin bu hain, çirkin planı fark etmesi gerekiyor.

Çok uyanık olması gerekiyor!

Bu oyunun nelere mal olacağını görmek için ise diğer İslam ülkelerindeki canlı örneklerine çok dikkatlice bakmak gerekiyor.

Bu emperyalist güçlerin hedefi millet iradesiyle iş başında bulunan ülkeleri emirleri altına alıp sömürgeleştirmektir. Menfaatlerine geldiği zaman savundukları ne demokrasi ve ne de hukukun üstünlüğü gibi temel prensipleri ve insan haklarını aramaz ve öne sürmezler – ancak ve ancak menfaatleri doğrultusunda bu değerlere sahip çıkarlar.

Bu temel değerleri yanıltma sanatını çok iyi bildikleri için işlerine gelmeyen ülkelerde çarpıtarak hain emellerine ulaşmak isterler.

Üç beş kişinin yapmış olduğu kanunsuz gösterileri bir insan hakları ihlali gibi, memlekette bir yangın varmış gibi bütün dünyaya ilan etmeye çalışan uluslararasının önde gelen yayın kuruluşları, iktidar partisinin düzenlediği onbinlerin, yüzbinlerin katıldığı coşkulu mitingleri verme dürüstlüğü ve cesaretini gösteremezler.

Çünkü gerçek niyetlerine ters düşmektedir.

Bunlar aynı zamanda tarafsız ve yansız habercilik ilkelerini de ihlal etmektedirler. Bu yanlı habercilik tutumuna da gerektiğinde uluslar arası basın kurumlarının müdahalede bulunması gerekir. Basın özgürlüğünü prensipler dışına çıkarak kullanmamaları gerekir…

Kendilerine savcı, avukat ve jandarma görevini biçenler, güçlü kurum ve yayın organlarıyla mazlum milletleri tahakkümleri altına almak isterler. Bir taraftan insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü ihlal ederken işleri geldiği zaman bu değerleri bir silah gibi kullanarak hain emellerine varmak isterler.

Demokrasinin kurum ve kurallarıyla işlemesine tahammül edemezler.

Dış güçler içerdeki zavallı maşalarını kullanarak ülkemizin birlik ve beraberlik içinde güçlenmesini, kalkınmasını ve mazlum milletlere sahip çıkmasını istememektedirler.

Osmanlı İmparatorluğunu yıkan İttihat ve terakki zihniyetini iyi kullanmaktadırlar.

Bu hain zihniyeti içerdeki uşakları vasıtasıyla hep canlı ve uygulamada tutmak isterler.

Ülkemizin bugün birçok İslam ülkesinde yaşanan kaos ortamına sürüklenmemesi için çok dikkatli, çok hassas olması ve aklıselimin elden bırakılmaması gerekiyor.   

26 Aralık 2013 Perşembe

BM’nin benzer olaylara farklı yaklaşımı


 
 
Ne birleşmiş milletler, ne uluslararası toplum ve ne de insan ve çocuk hakları organizasyonları gibi kuruluşlardan Suriye’deki mazlumlar için bir faydanın geleceği yok görünüyor.
Sözde huzur ve güveni tesis etmek ve temel hakları korumayı üstlenmiş bu kuruluşlar üzerlerine düşen sorumluluk ve görevi layıkıyla yerine getirmiyorlar.

 

Bu kuruluşların tavizkar ve yanlı tutumu Suriye yönetimini uyguladığı vahşet örneklerinde sınır tanımaz bir hale getirmiş!

Son zamanlarda bu cani yönetim vahşetini aldığı cesaretten dolayı iyice artırmış olacak ki bugüne kadar denediği bütün vahşet senaryolarını uygulamış ve milyonları yerinden yurdundan etmiş ve bir kısmının vahşice ölümüne neden olmuş.

Son vahşet örneği ise artık varil bombaları.

Son günlerde yüzlerce insan varil bombalarıyla bütün dünyanın gözü önünde öldürülüyor. Kışın dondurucu soğuğunda Suriyeli çocuklar donarak ölüyor.
BM Güvenlik Konseyi kılının kıpırdatmıyor!

Bu arada BM Güney Sudan’da devam eden eski liderle mevcut başkan arasındaki çatışmaları önlemek amacıyla BM barış gücü asker sayısını iki katına çıkarmayı amaçlıyor.

2011 yılında Sudan’dan bölünerek kurulan bu ülkede iki kabile reisleri arasında çıkan çatışmalardan dolayı birkaç bin ölü ve 81 bin kişi yerinden edilmiş.
Binlerce insanın öldürüldüğü, toplu mezarların olduğu, Güney Sudan’a BM Güvenlik Konseyi mevcut asker sayısının 7 binden 12 bin beş yüze çıkarılmasını onayladı.

BM Güvenlik Konseyi Güney Sudan’da devam eden çatışmaları durdurmak ve güvenliği sağlamak için gerekli önlemleri alması ile üzerine düşen görevi yerine getiriyor, insanlık adına memnuniyet verici ve takdirle karşılanacak bir gelişme.

Ban ki Moon son açıklamasında, “Güney Sudan yalnız değil, BM’nin oradaki varlığını güçlendireceğiz, korkunç bir saldırıya uğradığınızı biliyoruz, önemli ölçüde insan hakları ihlali işleniyor” diyerek haklı olarak endişelerini dile getiriyor.
 

BM aynı zamanda Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki çatışmaları önlemek, huzur ve güveni sağlamak için Güvenlik Konseyinin kararıyla Fransız askeri birlikleriyle müdahalesini sürdürüyor...

Bu durumda farklı iki bakış açısı var BM’nin.

BM’nin Suriye’ye olan tutumunu ele aldığımızda, Güvenlik Konseyinin ne denli taraflı hareket ettiği açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Suriye'de devam eden insanlık dramı söz konusu iki ülkeyle mukayese edilemez ölçüde!

Suriye’de üç yıldır devam eden çatışmalarda 22 milyonluk nüfusun yarısı yerlerinden olmuş, bir kısmı ülke içinde göçmen durumuna düşmüş, bir kısmı ülkesini terk ederek komşu ülkelere sığınmış, 150 bin civarında da insan hayatını yitirmiş.

Hele son günlerde ise varil bombaları bu kışın dondurucu soğuklarında çoluk çocuk demeden masum insanların üzerlerine yağdırılmakta. Peki, bu Güvenlik Konseyi Güney Sudan'da ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nde devam eden çatışmalara gerekli kararları alarak görevini yerine getirmeye çalışırken Suriye’deki bu vahşeti neden görmek istemiyor.

İşte bu batı zihniyetinin ve BM’nin uyguladığı çifte standardın ve yüklenmiş olduğu görevde samimi olmadığının en bariz göstergesidir.

Güvenlik konseyinin mevcut yapısı adil olmadığı için aldığı kararlarda adil olmuyor.
 
 

24 Aralık 2013 Salı

Emperyalist sendrom


 
 
Umutları zaman zaman emperyalist güçlerin açıklamalarına, sömürü güruhuna bağlayanlar, “Türkiye aleyhine bir açıklama yapılsa da biraz rahatlasak,” görüntüsü veriyor…

Fıtrat meselesi, huy bir türlü terk edilemiyor…

Sanki ülkemizin güçlenmesini, büyümesini, refahın bütün toplum katmanlarına yayılmasından rahatsızlık duydukları izhar ediliyor.

Her ne zaman ülkede, belli bir azınlığı değil de, bütün milleti kucaklayan bir yönetim bulunsa, gizlenmiş iç ve dış güçlerin işbirliği zaman zaman çeşitli bahanelerle açığa çıkıyor.

Şimdiye kadar umutları darbelerdi çok şükür ülkemiz bu garabeti dirayetli, kararlı Ak Parti hükümetleri sayesinde aştı.

Bu yanlış ülkemize çok büyük zararlar vermişti.

Temenni ediyoruz ki ülkemiz böyle bir yanlışa bir daha düşürülmez.

Fakat iç ve dış güçler durmak bilmez fıtratları gereği mugalata sanatını iyi kullandıkları ve fitne senaryolarında uzman oldukları için benzer yollara başvurmayı ihmal etmemekteler.

Ülkesini seven, bütün ülkeyi kucaklayan bir idareyi çökertme girişimlerini her fırsatta deniyorlar ve bu gidişle sürdürmede de kararlı oldukları izlenimini veriyorlar.

İşte son olaylarda konuşulan, tartışılan yapılan açıklamalar milyar dolarların uçup gittiğini gösteriyor!

Son günlerde ülkemizde istenilmeyen olayları görünce, insan bazı soruları sormaktan kendini alamıyor!

Bu şekilde akıl ve mantık dışı öç alma kimin işine yarıyor?

Eğer doğruysa devletin kurumlarını ele geçirme ne anlama geliyor?

Bu ülkenin kurumları kimin elinden alınıp kimin eline verilecek?

Niye birilerinin menfaati ön plana çıkıyor?

Niye başkalarının iradesi devreye giriyor?

Niye milletin %50 oyu ile işbaşına gelmiş bir iktidar ve hükümet yıpratılmak isteniyor, batı demokrasilerindeki gibi millet iradesine ne zaman saygı göstermeyi öğreneceğiz?

Yıllardır oluşan istikrar ve güveni zedelemek kimin işine yarayacak?

Bölgesinde tek başına bir istikrar ve güven adası gibi duran ülkemiz var.

Amaç bu güven ve istikrarı zedelemek mi?

Yoksa yükselen Türkiye imajı mı yaralanmak isteniyor?

Veya Türkiye’nin geleceğe yönelik sürdürülebilir kalkınma hedeflerini baltalamak mı?

Güçlü bir Türkiye sadece kendisi için değil, aynı zamanda mazlum İslam âlemine rehberlik edecek; onların bulundukları zulüm ortamından kurtulmalarına yardımcı olacak...

Fakat tezgâhlar ne kadar haince, çirkince, sinsice hazırlanırsa hazırlansın, gerçekler ne kadar kamufle edilirse edilsin, ne kadar saptırılırsa saptırılsın artık bu millet gerçekleri çok iyi biliyor, her şeyin şuurunda neyin ne maksatla ve kimlere hizmet için yapılacağını çok iyi biliyor.

Yeter ki aklıselim elden bırakılmasın ve söylentilere değil de, gerçekleri görülebilsin, kendi iradesine sahip çıkabilsin.

O zaman ülkemizi bir Suriye, bir Mısır, bir Afganistan haline çeviremeyeceklerdir.

O zaman emperyalistlerin bu çirkin hevesleri kursaklarında kalacaktır.

O zaman ülkemiz kalkınma ve refah yolunda hedeflerine daha çabuk ulaşacaktır.

Bir daha emperyalistlerin tuzağına düşmeyecek ve düşürülmeyecektir, temennimiz, ümidimiz, inancımız bu yöndedir.

19 Aralık 2013 Perşembe

Fetret dönemine geçit verilmez



Gezi olaylarıyla başlayan Türkiye ekonomisini çökertme planları yaklaşık altı ay sonra yeni bir hamleyle kendini gösterdi. Bu gidişat girişimlerin bu hamlelerin gelecekte de olabileceğinin işareti de olabilir.

Gezi olayları öncesinde ne gibi atlımlar olmuştu Türkiye ekonomisinde?

Mayıs ayında Uluslararası Para Fonu’nun (İMF) borçlarının tamamı ödendi ve Türkiye ekonomisi bu defa İMF'ye borç verme konumuna geldi.

Faiz oranları sıfıra doğru ilerliyordu.

Ülkenin ve bölgesinin en büyük havaalanı ihalesi yapılmıştı.

Üçüncü köprü inşaatı başlamıştı.

Sonrasında da 150 yıllık hayal olan Marmaray gibi Çin’i Londra’ya bağlayacak proje hayata geçmişti.

Bunlar Türkiye’de Ak Parti iktidarlarının 11 yılda yaptığı önemli yatırımlardan sadece birkaç tanesiydi.

11 yıldır ülkede kararlı, tutarlı, azimli olan bir iktidar bulunuyordu; başkalarının geçişmişte “siz yapmayın biz bunları size yaparız, bu işleri bize bırakın” telkin ve zorlamalarına fırsat vermeyen doğru bildiği yolda dosdoğru yürüyen bir iktidar bulunuyordu.

Yerleşik ve kokuşmuş bir düzene haklı olarak başkaldıran, ülkesini ve milletini düşünen bir iktidar vardı.

Artık "söz de karar da" milletin diyen bir iktidar bulunuyor.

Milletten aldığı iradeyi başkalarının emrine veren değil de, milletin istekleri doğrultusunda kullanan ve ülkenin tamamı için ayrım yapmadan yapılması gereken ne varsa bunların takipçisi olan ve yerine getiren bir iktidar bulunuyor.

İktidara geldiği günden beri gerek içerde ve gerekse dışarda her türlü zorluğu sümen altı etmeden, çözüme kavuşturmayı kendine amaç ve prensip edinmiş ve mevcut ekonomik, toplumsal sıkıntıları çözerek yoluna devam eden bir kadro.

Bunlar kimin için yapılıyordu, “her şey bu ülke, bu millet için” idi.

Hatta sadece bu ülke ve millet için dersek eksik söylemiş oluruz; insanlık adına, mazlumlar adına, garip gureba adına; yani bütün mazlum milletler adına yapılıyordu. Türkiye’nin güçlenmesi mazlumlar adına bir umut ışığı olurken emperyalistler için bir heyula oluyordu.

Onlar için bozuk bir dünya düzeni, sömürülmek için daha uygun düşüyor...

Bugüne kadar yapılanlar, yapılmakta olanlar ve yapılacaklar gerek ülkemiz ve gerekse adil bir dünya için olumlu gelişmeler.

11 yıllık ülkenin geçmişine baktığımızda mevcut tabloda öz olarak bunları görüyoruz.

Fakat bu tablodan huzursuzluk duyanlar, ürkenler var.

Aslında sıkıntı da buradan kaynaklanıyor, fakat yanılıyorlar.

Güçlü bir Türkiye onların düşündükleri gibi olamaz, onların beklentilerinin tamamen tersi bir Türkiye’dir. Yani huzuru ve güveni savunan, koruyan ve bu değerleri sürdürülebilir bir küresel yapıya kavuşturmak isteyen bir Türkiye fotoğrafı var…

Türkiye’nin yüksek bir kalkınma potansiyeli var. Aynı zamanda yakın komşularının da çok yüksek bir kalkınma potansiyeli var. Suriye’de Irak’ta, Mısır’daki durum belli…

Bu ülkeler ve Kuzey Afrika ve Afrika’nın tamamında yatırım yapılabilir ortamı oluştuğunda muazzam bir kalkınma potansiyeli ortaya çıkacak...

Temennimiz Türkiye’nin bir daha fetret dönemine dönmemesi, fetret devri oluşturmak isteyenlere de fırsat verilmemesi.

18 Aralık 2013 Çarşamba

Koalisyonlu dönemlerin özlemi mi çekiliyor?


 
 
 
Ülkemizde yaşanan son gelişmelerin kafalarda bazı sorular oluşturduğunu görüyoruz. Ülkemiz derin devletin başka bir şekliyle mi karşı karşıya bulunuyor?
Bir ülkenin istikrar ve güven duygusunu sarsan köhnemiş alışkanlıklar değişmedi mi?
Bildiğimiz kadarıyla demokrasilerin olduğu ülkelerde muhalefeti muhalefet partileri yapar, bu görevi başkalarının, başka kurumların üstlenmesi hukuk kuralları ve demokratik kurallarla uygun düşmeyeceği biliniyor...
 
Epey zamandı ülkemizde milletvekili istifaları gündemden düşmüştü, özellikle önceki dönemlerde zaman zaman bu tip istifalar görülüyordu...
Güçlü ve istikrarlı hükümetler döneminin alışık olmadığı bir durum.
O dönemlerde istifalar genellikle ya beklentilerin karşılanmadığı veya bazı iç ve dış güçlerin menfaate dayalı baskılarının rol oynadığı yorumlarına yol açıyordu.
İstifaların bir başka yönü ise millet iradesinin yaralanması, hiçe sayılması gibi bir duruma yol açıyor.
İstifa eden kişinin sadece partisinden değil, aynı zamanda milletvekilliğinden de istifa etmesi daha mantıklı ve daha dürüst bir duruş intibaı bırakır kamuoyunda. Bu da milletin emanetini millete teslim etmek anlamına gelir. "Ben milletin emanetini bu kadar taşıyabildim," diyerek emaneti iade eder.
 
Eğer seçime girilen parti ilkeleriyle ters düşmek gibi bir durum varsa, bu prensipler yeni tesis edilmemiş, başlangıçtan beri var olan ilkelerdir. Bunu seçen de seçilen de iyi bilir.
Millet oyunu verirken öncelikle seçtiği kişilerin bağlı oldukları partiye oyunu vermektedir, kişi ise ikinci planda kalmaktadır.
Özellikle karizmatik ve başarılı liderlerin partilerinde bu kural çok daha ağırlık kazanmakta ve öne çıkmaktadır.
Sadece partiden istifa etmek samimiyetle ve arkasında durduğu davaya olan sadakatle bağdaşmaz.
Ülkemiz bu tür istifaları geçmiş dönemlerde, özellikle de koalisyonlu dönemlerden iyi biliyor.
Söz konusu istifaların hiçbiri milletin nazarında iyi bir intiba bırakmamıştır.
Hele özellikle karnesi başarılarla dolu olan bir partiden istifa etme durumu söz konusu olunca hiçbir şekilde makul karşılanmaz.
Artık herkes gerçekleri çok iyi biliyor, iyiyi kötüyü çok iyi ayırt ediyor, istifaların arkasında nelerin döndüğünü; ülkenin ve milletin çıkarları değil de, ya kişisel veya dış güçlerin çıkarına olduğunu çok iyi idrak ediyor. Durum böyle olunca istifa eden değil de, istifaya maruz kalan parti daha çok kazançlı çıkacaktır.
İnanıyoruz ki kendini millete hizmet için adamış ve yaptığı yatırımlarla bu hususta kendini uzun yıllardır ispat ettirmiş Ak Parti bu süreçten daha da güçlü çıkacaktır.
Bu güçten ülkemizin tümü kazançlı çıkacaktır.

17 Aralık 2013 Salı

II. dünya savaşından beri en büyük kriz!



 

İslam ülkeleri birer birer kaosa sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıya.

En son bu kervana Bangladeş katıldı.

İdamın arkasından çıkan olaylarda otuzun üzerinde kişi hayatını kaybetti.

İdamın maksadı da buydu, bir İslam ülkesini daha kargaşa ortamına sürüklemek.

Çıkarları gereği millet iradesine tahammül edemeyen emperyalist güçler demokrasiyle idare edilen İslam ülkelerini karıştırmak için fırsat kollamakta.

Çok iyi organize olan emperyalistler, maalesef İslam ülkelerinin bu zaafını çok iyi kullanıyorlar!

Ban Ki moon Orta Afrika Cumhuriyetindeki çatışmalar nedeniyle taraflara çağrıda bulunarak, “zulüm ve suç işleyen herkesi dünyanın izlediğini ve hesaba çekileceklerini söylüyor.”

Bu ifadesiyle Suriye’nin zalim yöneticilerine de bir şeyler ima ediyor, fakat dünya güveliğini üstlenen BM Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi bu hususta ne düşünüyor?

BM’nin tespiti bugün yeryüzünde en fazla mağdur duruma düşenler Suriyeliler.

Kışın dondurucu soğuklarında Suriyeli çocuklar donarak ölüyor.

Suriye’de şartlar her geçen gün kötüye gidiyor.

BM’nin açıklamasında, bu gidişle 22,4 milyon Suriyelinin üççeyreği 2014 yılında insani yardıma muhtaç olacak.

BM 2014 yılında 13 milyar dolarlık insani yardıma ihtiyaç olacağını, bunun arayışında olduğunu ve meblağın yarısı Suriye için kullanılacak...

Açlık ve dondurucu soğuklar Suriyelileri tehdit ediyor.

Ekmek fiyatlarının bazı yerlerde %500 artış gösterdiği ifade ediliyor.

9 milyon insan komşu ülkelere sığınmış veya ülke içinde evlerini terk etmiş durumda.

BM temsilcileri Suriye’deki durumu dünyada yaşanan en büyük krizlerden bir olarak değerlendiriyor; ikinci dünya savaşından beri en acımasızı olduğunu açıklıyor.

Uluslararası toplum bu vahşeti durdurmak için kararlı bir tavır takınmadıkça, Suriye yönetimi vahşete devam edecek.

Suriye’de belirsizlik devam ederken ülkenin geleceği ile ilgili 7 senaryo öngörülüyor.

Birincisi Iran ve Rusya’nın desteği sayesinde mevcut zalim yönetimin zaferi kazanması...

İkinci ihtimal muhaliflerin zaferi kazanması fakat ılımlı güçlerin parçalanması ve aşırı grupların güçlenmesi bu ihtimalin zayıf olduğuna işaret ediyor.

Üçüncü ihtimal ise el kaide gibi aşır grupların savaşı kazanması şeklinde, bunun ise milyonlarca alevi ve hristiyanların komşu ülkelere sığınmasına yol açacağı beklentisi var.

Dördüncü senaryo ise, ülkenin çıkmaza sürüklenmesi.

Beşinci ihtimal ülkenin parçalanması olarak düşünülüyor.

Altıncı ihtimal ise bölgesel ihtilaf; savaşın bölgeye özellikle Lübnan ve Irak’a yayılması; bunun ise en kötü sonuç olacağı ve 50 milyon insanın bundan etkileneceği şeklinde.

Yedinci senaryo ülkede kargaşa olması; kaosun ülkeyi parçalanmaya sürükleyeceği şeklinde.

12 Aralık 2013 Perşembe

Mandela’nın mirasını gerçek manada sahiplenmek


 

BM tarafından barış ve uzlaşma şampiyonu olarak onurlandırılan Güney Afrika’nın ilk siyahi başkanı Nelson Mandela ölümüyle günlerdir dünya gündeminde bulunuyor.

Mandela temel insan haklarının savunucusu olduğu, ülkesinde diğer insanlara tanınan hakların kendilerine de verilmesi mücadelesi nedeniyle 27 yıl hapis yatmıştı.

Şimdi dünya Mandela’nın 27 yıl mücadele vererek kazandığı mirası konuşuyor.

Günlerdir Mandela manşetlerde, fakat Mandela’nın mirasını paylaşma konusunda olumlu bir gelişme ne yazık ki göremiyoruz.

Özellikle temel insan hakkı olan yaşama hakkı ayaklar altında!..

Bunu özellikle Suriye’de, Filistin’de, Myanmar’da, Mısır’da, Afrika ve daha dünyanın birçok ülkesinde görmek mümkün.

Dünyanın üst seviyede lider ve temsilcilerle cenaze törenine akın ettiği ve övgüyle bahsettiği Mandela’nın davasına sadece lafla sahip çıkılıyor.

Uygulamada ise önemli bir gelişme yok.

Bu da bu husustaki samimiyetsizliğini bariz bir göstergesi oluyor.

Bazılarının zihinlerine yerleştirilen İslamifobianın baskısından bir türlü kurtulamayan uluslararası toplumun bu takıntısı ile dünyanın temel sorunlarına çözüm bulması zor görünüyor.

Birileri bu anlamsız korkunun aşılması için çaba göstermesi gerekiyor.

İslam ülkelerine bu hususta düşen önemli görevler var.

Bu yanlış psikozun etkisinden kurtulmak için İslam’ın iyi anlatılması gerekiyor. İslamiyet’in bir baskı, saldırı, terör dini değil de; bir hoşgörü, merhamet ve herkesin dinine saygı duyduğu gerçeğinin anlatılması gerekiyor.

Özellikle Müslümanları ve İslamiyet’i menfaatleri gereği yanlış gösterme gayreti içinde olanların gayeleri yayılmacı emellerini gerçekleştirme amacından ileri geliyor.

Bunu da nasıl yaptıkları malum…

İşte bugün İslam ülkelerine en büyük zararı verenler ise günümüz dünyasının vazgeçilmez yönetim şekli olan demokrasi gerçeğini bir tarafa bırakıp, işlerini baskı ve silah zoruyla yapmak isteyenler ve bu gerçeği menfaatleri icabı görmek istemeyenlerdir.

Bu yanlışlığı inatla sürdürmek isteyenler ne yazık ki kötü emellerini gerçekleştirmek isteyenlere büyük kozlar veriyorlar…

Mandela açıklamalarında, yaptığı mücadeleyi bir ırk adına, siya beyaz adına değil, bütün mazlum milletler adına yaptığını; kimseye kızgın olmadığını, öç alma duygusu içinde olmadığını ifade ederek insanlık adına örnek bir davranış sergilemiş olduğunu vurguluyor.

Bu nedenle kendisini bütün dünya takdirle karşıladı.

Ancak kendisinden övgüyle takdirle bahseden dünya ne yazık ki savunduğu değerlere sahip çıkmakta gereken hassasiyeti göstermiyor.

Yine Mısır’da yapılan darbeden yanalar, yine Suriye ve diğer yerlerde kanları akan mazlumlardan yana tavır alamıyorlar.

Bu da onların içine düştüğü çelişki ve samimiyetsizliğin açık bir göstergesi oluyor.

 

8 Aralık 2013 Pazar

Başkalarının ekmeğine yağ sürmek



 

Bugün yeryüzünde sorunlarını meşruiyet yoluyla çözemeyenlerin içine düşürüldükleri çıkmaz terör.

Terörü bir kurtuluş yolu olarak görenlerin birçoğu geri kalmış ülkelerde ve İslam ülkelerinde bulunuyor…

Bu çıkmaza düşürülenler meselelerin üstesinden gelmek ve başarmak için en ideal yolun meşruiyet olduğunu bir türlü anlamak istemiyorlar.

Bu çıkmaz, aklıselim ve ileri görüş eksikliği; belki de bu eksiklikleri sezen hain güçlerin kurtuluşun tek yolunun terör olduğunu göstermeleri ve şartlandırmalarından ileri geliyor.

Terörle çok sayıda masum insan hayatını kaybederken, teröre bulaşan, bu işte fiilen görev alanlar da boş yere hayatlarını kaybetmiş oluyorlar.

Kimin adına, kimin amacına hizmet ettiklerinin şuurunda olmadan…

Mücadele ettikleri yol uğruna bir şeyler kazanmak isterken, bu gayrimeşru mücadelenin içinde olanlar dâhil, masum insanlar da bundan zarar görüyor!

Bu çıkmazdan menfaat sağlayan ister küçük, isterse büyük oranda olsun; ister ferdi olsun veya belli bir kitle adına olsun terörün kazananı sadece ve sadece bu işin arka planında olanlar, bu çirkin ve haksız işi organize edenler olmuştur. Bunca tecrübeden sonra insaf edip bu acı gerçeği fark etmek ve görmek gerekiyor.

İster psikolojik olsun, ister silahlı olsun bu işe alet olanlar ile bu çirkin oyunun kazananı bu işin organizatörleri, yani arka plandakiler, elini soğuktan soğuğa değdirmeyenler...

Evet, kazançları gayri meşru da olsa, onlar için meşruiyetin zaten önemi yok. Karakterleri, yapıları gereği meşruiyet ortamından haz etmezler.

Bugün yeryüzünde içine düştükleri sıkıntıları aşmak ve kurtulmanın tek yolu meşruiyet içinde kalarak ve meşru zeminlerde mücadele etme gerçeğini bir türlü anlamak istemeyen; bu gerçeği görmek istemeyenler hem kendilerine ve hem de söz de savundukları değer ve toplumlara zarar vermekteler.

Günümüzde uzun yıllardır şu veya bu şekilde teröre saplanan ülkeler var bunların hemen hepsi Müslüman ülkeler; hep geri gitmişler, bulundukları toplum ve ülkelere büyük ölçüde onarılmaz zararlar ve acılar vermişler.

Bu yanlış anlayış, bu yanlış tutum sürekli karşı tarafa önemli kozlar vermekte. Sömürgeci ülkeler ve bu zihniyetin sahipleri bunu kendi menfaatleri doğrultusunda çok iyi kullanmaktalar.

Bu iş başkalarının ekmeğine yağ sürmek, daha doğrusu yabancıların ekmeğine yağ sürmek, onların güçlenmesi, semirmesi için ortam hazırlamaktan başka bir amaç taşımadı, taşımıyor.

Kazanan hep onlar oldu; kaybedenler, geri kalanlar ve ise fiilen bu işe alet olanlar olmuştur.

Aklıselimi ve mantıklarını kullanarak dönüp geriye bakarlarsa bu acı gerçeği çok net bir şekilde göreceklerdir. Yeter ki iradelerini başkalarına satmasınlar, aklıselimden yana kullanmayı tercih etsinler.

7 Aralık 2013 Cumartesi

BM’nin adaletsiz yaklaşımı


 

 

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Orta Afrika Cumhuriyetinde Müslüman grupla hükümet askerleri arasında devam eden çatışmayı önlemek için Fransız askerlerini olaya müdahale etmesi amacıyla oybirliği ile karar aldı.

Daha önce de Mali’de aynı sebeple meydana gelen olayları yatıştırmak amacıyla Güvenlik Konseyi Fransız askerlerini görevlendirmişti.

Aslında her iki karar da yerinde alınmıştı.

Aksi halde haksız yere çok sayıda insan hem canından ve hem de yerlerinden olarak göçmen konumuna düşecekti.

Tamamen insani amaçlar gözetilerek kararlar alınmış.

Orta Afrika Cumhuriyetinde 2,3 milyon insani yardıma muhtaç, 400 binin üzerinde insan yerlerinden edilmiş, 100 bin kişi çatışmalarda hayatını yitirmiş…

Orta Afrika Cumhuriyeti için alınan acil hareket kararının şiddeti önlemek adına gerekli olduğu; beklenilmesi halinde mevcutlara ilaveten daha çok insan hayatını kaybedecek ve daha çok sayıda insan göçmen konumuna düşecekti.

Kararda bir başka gerekçe ise hukukun üstünlüğünü tesis etmek ve ülkede güvenliği sağlamak amacını taşıyor.

BM Güvenlik Konseyi makul gerekçeler ileri sürerek Orta Afrika Cumhuriyetine Fransız askerlerinin müdahalesini kararlaştırdı.

Güvenlik Konseyinin aldığı bu olumlu kararlar insanlık adına memnuniyet verici.

Ancak çatışmalar Müslüman ve Hıristiyanlar arasında olunca hemen karar alınabiliyor algısını öne çıkarıyor!

Fakat bu çatışmalar Müslümanlar arasında olunca bir türlü böyle bir insani karara yaklaşmak istenilmiyor.

İşte en basit örneği Suriye!…

Suriye’de üç yıldır yaşanan mezalim neticesinde nerdeyse ülkenin tamamı harabeye dönmüş, 7-8 milyon insan yerinden yurdundan edilmiş, birkaç milyonu komşu ülkelere sığınarak göçmen durumuna düşmüş, 150 bine yakın insan hayatını yitirmiş.
Ülkede kalanlar çok zor şartlarda hayatta kalmaya çalışıyorlar. Bu insanlık dışı olayları yerinde tespit eden BM’nin görevlileri söylüyor ve onlar da zaman zaman bu vahşetin durdurulması için acil karar alınmasını dünya kamuoyuna duyuruyor.

İnsani gerekçeler öne sürülerek Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti için alınan kararların benzeri neden Suriye için alınmadığı ise hem insanlık adına ve hem de BM Güvenlik Konseyi adına esef ve endişe verici bir durum.

Bu durumda BM Güvenlik Konseyi aldığı kararlarda kuruluş amaçlarını göz ardı ederek almış olduğunun işaretini veriyor.

Eğer mesele insani gerekçe ise bu kararın Suriye için ve geçmişte yine başka yerlerde insanlık dramının yaşandığı yerlerde bu tür kararlar alamamasının arkasındaki düşüncenin, kararların tarafsız ve temel haklar gözetilerek değil de, taraf tutarak alındığı algısını öne çıkarıyor.

Bu da Güvenlik Konseyinin adil davranmadığının açık bir delili oluyor.

Dünya Kamuoyunun ve küresel sivil toplum örgütlerinin bu yanlı tutumu kınaması gerekiyor ve bu büyük yanlışlığı telafi edecek bir karar almaya zorlaması gerekiyor.

4 Aralık 2013 Çarşamba

BM SOS veriyor!...


 

 
Uluslararası toplum ve özellikle Birleşmiş Milletlerin (BM) beş daimi temsilcisi Suriye’de yaşanan insanlık dramını görmezden gelmeye devam ediyor.

BM ise çözüm yolunu ilgili ülkelerin Suriyeli mültecilere daha fazla kapı açması için çağrıda buluyor.

Fakat asıl çağrıyı yapılması gereken kurumlara yapmıyor veya yapamıyor.

Kapılar nereye kadar açık tutulacak; bir ülke her yönüyle paramparça olmuş, milyonlar ülkesini terk etmek ve ülke içinde ve dışında göçebeye dönmüş.

Bununla kalsa yine bir nebze iyi, fakat milyonlarca Suriyeli bu kış soğuğunda aç ve açıkta, hasatlıklar kol geziyor.
Uluslararası toplum vicdanı dünya kamuoyu önünde testten geçiyor.

Bu insanları bu duruma düşüren sadece Suriye’nin zalim yönetim kadrosu mu? Elbette değil, belki de onlardan çok bu zalim yönetime toz kondurmayan destekçilerinden kaynaklanıyor.

Çünkü onlar çözümden değil çözümsüzlükten yana tavır takındıklarının görüntüsünü veriyorlar.

BM insani yardım görevlilerinin yönetimin müsaadesi olmadığı için yeterince yardımda bulunamadıklarından şikâyetçi.

Yetkililer aynı zamanda Suriye’deki durumun uluslararası hukukun ihlali anlamına geldiği hatırlatmasını yapıyor.

Sivillerin hedeflenmesi hukuk ihlali…

BM temsilcisi güvenlik konseyinden "sivillerin hedef alınmasının uluslararası hukuka karşı gelmek olduğunu, hukuk ihlali olduğunu" hatırlatmasını istiyor.
Bu hukuk ihlali üç yıldır devam ediyor.

BM temsilcileri bu hatırlatmayı yaparken bir bakıma güvenlik konseyinin tutumunun bu şekilde sürmesinin Suriye’de kıyımın devamına destek olmak anlamına geldiğini dile getirmek istiyorlar.

Bu da bir kurumun amacından saptırıldığında belirlenmiş hedefleri doğrultusunda iş yapamaz hale getirildiğinin belirtisine işaret ediyor.

İlgili ülkelere kapılarını Suriyeli mültecilere açık tutulmasını isterken, BM Suriye çıkmazını geçici çözümlerle hal yoluna gitmeye çalışıyor; böylece görevini yerine getirmiş olduğunu dünya kamuoyuna göstermeye çalışıyor.

Asıl yapılması gereken, kalıcı çözüme ise yanaşamıyor.

BM tarafından yapılan bu ve benzeri açıklamalar, dünya barışını, huzur ve güvenini sağlamak amacıyla kurulmuş bir kurumun bir bakıma acizliğini gösteriyor.

Aynı zamanda dünya huzur ve güvenini sağlamak amacıyla kurulmuş önemli bir kurumun dünya toplumlarının sıkıntılarını aşmada içine düştüğü çaresizliğin göstergesi oluyor.

Netice olarak BM SOS veriyor, kurtarma yerine kurtarılma görüntüsü veriyor!