Terör, çevreye ezici öfke ve korku hissi salma faaliyeti olarak tanımlanıyor. Çevreye aşırı korku salarak o yörenin insanlarını politik amaçlar için kullanmak.
Çirkin gayelerini gerçekleştirmek amacıyla bunu yaparken vitrinini de insani söylemlerle donatmak.
Dilinden demokrasi ve insan haklarını bırakmazken, elinden de silahı eksik etmemek.
Hiç gereği yokken gereksiz yere düşman kampları oluşturup, ondan sonrada barış ve demokrasi mücadelesi istemek.
Hem demokrasi, barış ve insan hakları kelimelerini dilinden düşürme, hem de her türlü silahla kan akıtmaya devam et.
Bu ne yaman çelişki!
Veciz bir söz var, ‘Cem-i zıddeyn muhaldir.’ Yani iki zıt şey bir arada bulunmaz.
O zaman bu söylemlerin biri göstermelik oluyor. Barıştan yana olanın silahı bırakması gerekir, bırakmadığına göre barış ve demokrasi söylemlerin inandırıcı olmaktan uzak durur.
Bu işte alabildiğine, künhüne varmış bir samimiyetsizlik var. Ya da bu konuda irade kullanımında bir sorun var. Sanki ipler başkasının elindeymiş gibi bir görüntü veriliyor.
Bu şekilde bir organize, bu derece güçlü bir lojistiğe sahip olmak üç beş kişinin bir araya gelmesiyle olamayacağının bir bakıma ispatı oluyor. Demek ki barış konusunda ciddi bir irade ortaya koyulmadığına göre, bu büyük organizasyonun arkasında büyük güçler duruyor…
Yaşananlar bu ülkenin geleceği üzerine kurulmuş çirkin hesapları olanların derin bir organizasyonun ipuçlarını veriyor.
Ta başından beridir bu esas gaye vitrinin arkasında yerini alırken, vitrinde ise cezp edici kelimeler yanıp sönüyor.
İşte son zamanlarda azan terör eylemleri başlangıç yıllarındaki zorlamayla taraftar kazanmak için yapılan eylemleri hatırlatıyor.
Bilindiği gibi, sözde savunuculuğunu yaptığı halkı uğruna eline silahı alarak önüne kim çıkarsa tarayıp geçerek, sindirme hareketi yaparak taraftar toplayan örgüt, konumunu sağlamlaştırdıktan sonra yanında bulduğu kişilere silahını çevirmekten vazgeçmişti. Zorlama ve sindirmeyle bir kabul görme süreci yaşanmıştı.
Ortada fol yok yumurta yokken, durumdan vazife çıkararak kendine görev biçen örgüt birilerini kurtarma çabasına girişerek bu uğurda çok kan dökmüştü.
İşin aslında ise başkalarının ülke üzerinde derin hesapları vardı.
Öyle ya, meselenin kolay tarafı varken durup dururken ortaya atılmanın ne gereği vardı ki. Organize işler varken, kendini açık etmenin bir anlamı da yoktu. Oyun planlamış, oyuncular ve saha belirlenmişti, plancılar ise kapalı tribünlerde maçı seyrediyorlar.
Hazıra konmak dururken, taş atıp da kolunu yormaya ne gerek var.
Fırat cephesini bundan daha kolay almanın yolu olabilir miydi? Çantada keklik misali,
öbür geçe zaten hazır sayılırdı; bu taraftaysa avlanması gereken daha çok keklik vardı…
Dile kolay 30 yıl. Boş yere nice ocaklar söndü, nice hayatlar baharında yok oldu, nice yürekler dağlandı, göz pınarları ağlamaktan kurudu.
Sen istediğin kadar iyi niyetli davran istediğin kadar cömert davran, hoşgörülü davran, öyle bir kin tohumu ekilmişti ki ayrık otu gibi yayılıp kökleşmiş, söküp atmak ise mümkün görünmüyordu. Karşıdaki öyle bir şartlandırılmış ki gözü öldürmekten başka bir şeyi görmez olmuş. İradesinin kendi elinde olamayacağını ve iplerin perde arkasındakinin elinde olduğunu kestirememişti. Başkaları tarafından zincire vurulmuş bir iradenin doğru karar verme imkânı da olamazdı.
Bozuk plak gibi bir taraftan aynı şeyler tekrar edilirken, diğer taraftan eller tetikten düşmüyordu. Zaman zaman biraz merhamet damarı canlanmaya başlasa öldürme güdüsü ağır basarak hemen devreye girmeye başlıyor…
Netice olarak eğer yöre halkının hakları o söylenen demokrasi ve insan hakları çerçevesinde aranmış olsaydı, bölgenin refah seviyesi şu anda bulunduğu şartların çok ötesine geçmiş olacaktı. Bu gerçek, aklı başında olan herkes tarafından kabul ediliyor. Zaten eli silahlı olanlar için yörenin kalkınması, refahı, istihdamı diye bir meselesi yok; onların derdi bağcı dövmek. Bölgenin yüksek kalkınma potansiyelinin atıl kalmasını sağlamak. Kozları kaybetmemek. Yoksa ne demokrasi, ne insan hakları ve ne de barış… Bunlar hedef saptırmak için en güçlü söylemler, çirkin emeller için en önde gelen koruyucu kalkanlar.
Gelinen noktada bölge halkının gerçekleri görüp sağduyu ile teröre karşı koyması ve böylece aydınlık geleceklere kavuşmanın zeminini hazırlamasıdır… O zaman barışa ve insan haklarına tam olarak kavuşulacak, o zaman huzur, kalkınma ve refah gelmiş olacak.