11 Ekim 2011 Salı

Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz

Her yıl haziran ayında dünya genelinde anneler günü kutlanıyor.

Ülkemizde de giderek yaygınlaşan bu kutlama bir günlüğüne de olsa annelerin farklı bir şekilde hatırlanmasına, evlatları üzerinde olan haklarının önem ve değerinin bu vesileyle öne çıkmasına neden oluyor.

Müslüman toplumlarda anne kavramının çok daha saygın bir yeri var.

Şüphesiz ki annenin senenin bir gününde değil, her gününde hatırlanması ve gereken ilginin gösterilmesi gerekiyor.

“Cennet annelerin ayakları altındadır” hadis-i şerifi annenin önem ve değerini vurguluyor.

“Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz” atasözü de annenin önemine atıfta bulunuyor.

Bağdat’ın önemi ise geçmiş asırlarda fiziki olarak şehirciliğin ve medeniyetin şekillendiği örnek bir şehir olmalı ki bu atasözünde yerini almış.

Bağdat’ın asıl önemiyse bağrında bulundurduğu manevi değerlerin ve şahsiyetlerin varlığından ileri geliyor. Çok sayıda manevi değeri yüksek olan rehber insanları bağrında bulunduran bir şehir. Ama gel gör ki basiretsiz liderlerin şahsi ihtirasları neticesinde Bağdat bugün kan ağlıyor…



Liderlerin bir özelliği de duygu yüklü olmaları.

Duygusallık liderliğin bir parçası, bir bakıma onu başarıya taşıyan bir vasıta.

Kimisi şahsi ihtiraslarını, ikbal ve istikbalini ön planda tutarken, kimiyse ülke ve insanlarının dertleriyle hemhal oluyor.

Geçmişte de, günümüzde de bunun örneklerini görmek mümkün. Şahsi menfaatinden başka bir şey düşünmeyenlerin geride bıraktıkları zulüm, kan ve gözyaşı ve bunun neticesi olarak birer birer yıkılıp gidişleri.

Mevcutların da buna rağmen ders alamamaları, bu da onların sağlıksız bir ruh haline sahip olduklarının göstergesi oluyor herhalde.

Liderliği kişisel ihtiraslarına araç edinenlerle, kendilerini milletine ve ülkesine adayanların arasındaki fark ise geride bıraktıkları eserlerinde kendini gösteriyor. Bir tarafta varlığını sürdürmek için zulüm ve baskı kullanarak şahsi menfaatlerini devam ettirmek arzusunda olanlar, diğer tarafta ise milletin gönlünde taht kurarak milletiyle gülüp, milletiyle ağlayanlar.

Ülkesine, milletine hizmet etme aşkıyla dolu olanlar...

Kara bulutların gökyüzünü kapladığı, şimşeklerin çaktığı anların hemen arkasından nasıl sağanak boşalması oluyorsa, insan ruhunu saran kara bulutların şimşekleri ise duygusal anlar, duygusal konuşmalar. Eğer bu an insanın en yakınının ölümü olursa duyguların sağanağa dönüşmesi de kaçınılmaz oluyor.

Her nefis ölümü tadacaktır fermanının gereği olarak, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın valideleri de Hakkın rahmetine kavuştu.

Sayın başbakanın cenaze namazının arkasından helalleşme safhasında duygularına hâkim olamayarak gözyaşlarına boğulması ise dikkatleri çeken bir husus oldu.

Duygusallığın başarılı, karizmatik ve kendisini ülkesine adamış bir lider için gayet normal bir vasıf olarak değerlendirilmesinden daha tabii bir durum da olamaz.

Bu vesileyle Sayın Başbakanımıza sabr-ı cemil dilerken, muhterem annelerinin kabrinin de cennet bahçelerinden bir bahçe olmasını niyaz ediyoruz.

Ölüm ebedi bir yolculuk, geriye dönüşü olmayan bir yoluculuk; Yahya Kemal’in bilinen şiiri ‘Sessiz gemi’ ise ölümü şiirsel olarak anlatan güzel eserlerden biri…

Sessiz gemi

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.

Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden


Temennimiz gidenlerimizin de gideceklerimizin de yerlerinden memnun olmaları…