21 Temmuz 2016 Perşembe

Bundan sonraki beklentiler




Ülkemiz Batının ilgisini çekmeye devam edecektir, batılı ülkelerin odak merkezinden uzaklaştırılmaz.
Ezeli ve ebedi olarak batı gayesinden vazgeçmez.
Bunun temel nedeni Türkiye’nin Osmanlı soyundan olmasından ileri geliyor.
Osmanlı İmparatorluğu ise tarihi şan ve şerefle dolu bir dönemi kapsamaktadır.
İmparatorluğun dağılmasıyla onlarca devlet doğmuştur.
Fakat temeli, bakiyesi bizim ülkemizdir.
Dolayısıyla bu geçmişe sahiplenen ise bizim insanımız ve ülkemizdir.
Sahip olduğu toprakları altıyüz küsur yıl adaletle yönetmiş olması imparatorluğun şiarıdır...
Türk yönetiminin kendi değerlerine sahip çıkması, bağımsızlığını perçinlemesi ve bu arada kalkınmasını sürdürülebilir bir yapıya kavuşturması, bazı çevreleri rahatsız ediyor, bu bilinen bir gerçek.
Özellikle Ak Parti iktidarları döneminde bu faaliyetlere yönelik çalışmaların artış göstermesi, bağımsızlığının gereği dik duruşu sömürü çevrelerin rahatsız ettiği gibi aynı zamanda korkutmaktadır ki, bu korku gereksizdir!
Türkiye’nin son 14 yılda kazandığı bu kazanımlar karşı güçler tarafından akamete uğratılmak isteniyor.
Türk insanının refahının artması ve huzur içinde olması istenmiyor.
Bunun en çarpıcı göstergesi ise son yaşadığımız, öncekilerden çok daha acımasız ve kanlı olan darbe girişimidir.
Bu kanlı girişim çok şükür başarısız olmuş, fakat haksız bir şekilde masum canlara mal olmuştur!
Eğer başarılı olmuş olsaydı, kim bilir daha ne kadar masum insanın kıyılmış olacağını düşünmek ise insanı çok daha ürkütüyor.
Bu canice planlanan darbenin elbirliği ile önlenmiş olması işin sevindirici tarafı olmuştur. 
Sözde kendini dini bir lider olarak dünyaya tanıtan fakat gerçekte sözde üstlendiği sıfatla uzaktan yakından ilgisi olmadığı ise gün gibi aşikâr. 
Siyasete bu derece bulaşmış, sürekli fitne ve fesat odakları oluşturan bir zatın ise zaten İslam dini ile hiçbir ilgisi olamaz.
Artık bilinen bir gerçek var ne zamanki ülkemiz güçlenir ve kalkınmasını hızlandırırsa bu ve benzeri kalkışmalarla karşı karşıya getirilir.
Bundan sonra Türkiye’yi kendi başına bırakırlar mı, sorusuna cevap ise; hayırdır!
Kendilerini savcı ve hâkim yerine koyan batılı sömürgeci devletler ülkemiz üzerine daha fazla odaklanacaklardır.
Her fırsatta demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarını gündeme getireceklerdir.
Ellerindeki piyonlara mikrofonu uzatarak yalan yanlış, ağızların ne gelirse kusturacaklardır. 
Aynı zamanda, bugün bölgemizde yaşanan çok sayıdaki ülkede insan hakları ihlallerini hep görmezden gelmeye devam edeceklerdir.
Gerçek zalimleri ağızlarına almayacak, fiili insan hakları ihlallerini ve antidemokratik yönetimleri hep göz ardı edeceklerdir.
Bu onların fıtratı gereği izleyecekleri politikaları olmuş ve olmaya devam edecektir, bunu ispatlamaya gerek yok, görünen köy kılavuz istemez…
Türk siyasi hayatı ve Türk demokrasisi çok badireler görmüş ve atlatmış.
Geçmişte bu doğrultuda yaşananlar gelecek için bir ders niteliğindedir.
Bu yaşananlardan ders çıkarılarak gelecek buna göre şekillendirilebilir, böylece ülkemiz daha az yıpratılmış olur ve daha istikrarlı bir şekilde hedeflerine ulaşır.
Bu son yaşadığımız kalkışmanın birçoklarına ders olmasını temenni ederiz.
Bundan sonra geçmişte yaşadıklarının ışığında bir daha ülkenin siyasi ve benzeri istikrarsız bir duruma düşmemesi için ne yapılmalı, sorusu akla geliyor.
Darba girişimleri ülkemizi uluslararası arenada itibarsızlaştırma hareketi olduğu gibi aynı zamanda insani, sosyal, ekonomik boyutları da olmaktadır.

Şanlı ordumuzun içindeki bir azınlık grubun son kalkışmasının akamete uğraması (uğratılması) ülkemizin bir muz cumhuriyeti olmadığını, emperyalist güçlerin sömürgesi olmadığını bütün dünyaya göstermiştir.