31 Mart 2012 Cumartesi

Geleceğin stratejik sektörü








Tarım sektörü sadece ülkemiz için değil, bütün dünya için önemli bir sektör.

Aynı zamanda stratejik bir sektör; tarıma uygun toprağı, sulama suyu ve ihtiyaç duyulan her türlü üretimi yapmak için gerekli olan tohum üretimiyle…

A’dan Z’ye konuyu kapsamlı bir şekilde ele alarak ve buna göre çözüm üretmeyi gerektiren bir sektör.

Ülkemiz tarım sektörünü sahip olduğu potansiyeli çeşitli nedenlerden dolayı tam olarak kullanamıyor. Özellikle hayvancılık konusunda bu potansiyel daha yüksek bunun şu anda en başta gelen nedenlerinden biri terör…

Bugüne kadar hiçbir sebebi yokken binlerce insan hayatının kaybına neden olurken, bunun yanında milyarlarca dolarlık milli gelirin yok olmasına ortam oluşturulmuş…

Özellikle doğu ve güneydoğu bölgemizin sahip olduğu yaylalarından istenildiği gibi, ülkemizin başına çalınan bu bela nedeniyle, faydalanmak mümkün değil. Bu potansiyelin değerlendirilmesinin sağlayacağı istihdam da bölge için hayati önem arz ediyor.

Bilimsel Araştırma tarım ve hayvancılık sektörünün en temel görevlerinden biri. Her alanda olduğu gibi tarım alanında da rekabetçi ve sürdürülebilir olabilmek için araştırma ve geliştirme konusu hayati önem taşıyor. Saldım çayıra anlayışı ile bekleneni almak pek kolay ve mümkün olmuyor.

Tarım sektörü riskleri yüksek olan bir sektör.

Her şeyi çok iyi hazırlayıp, planlayıp uygulamakla istenilen verimi almak her zaman imkan dahilinde değil.

Diğer bileşenler yanında iklim şartları çok önemli belirleyici rolü olan hayati bir faktör.

Hele günümüzde yaşanan küresel iklim değişikli, sektörün şaşkınlıklarla karşı karşıya kalmasına zemin hazırlamakta. Bazen çok yağış, bazen çok kurak geçen mevsimler sektörü ve sektör mensuplarının mağduriyetine sebep olabiliyor.

Değişen bozulan çevre şartları tarımsal üretimin beklenen bir şekilde netice alınmasını engelleyebiliyor.

Farklı nedenlerden dolayı bozulan çevrenin baskısı altında kalan tarım topraklarından istenilen özelliklerde; nitelik ve nicelikte ürün almak mümkün olmayabiliyor.

Bulunduğumuz mevsim bahar, bütün nebatatın neşvünema bulduğu, tarımsal faaliyetlerin yoğunluk kazandığı bir mevsim. Özellikle temel ürünlerin kapsamlı bir şekilde tarımının yapıldığı bir dönem içindeyiz. Tarım sektörü çiftçileri, kurumları ve sektörün sivil kuruluşlarıyla yoğun bir çalışma dönemine girmiş bulunuyor.

Ülkemiz zengin bir iklim çeşitliliğine sahip bir tarafında kış yaşanırken, diğer tarafında baharı ve yazı yaşamak mümkün. Bu zengin iklim yapısını ve sahip olduğu tabii varlıkları korumak ve sürekliliğini sağlamak gerekiyor. Çünkü bu kıymetli yapı her ülkenin sahip olamadığı bir zenginlik. Zengin iklim çeşitliliği beraberinde zengin bir tarımsal çeşitliliği getiriyor. ‘Yok yok’, denilecek şekilde ülkemizde her türlü ürünün üretimini yapmak mümkün ve nitekim bunu Türk çiftçisi başarıyor.

Şimdi tohumu tarlaya ekme zamanı, sonrasında bakım ve yetiştirme dönemi, arkasından sarf edilen emeklerin meyvesini toplama, yani hasat dönemi başlayacak.

Bu vesileyle tüm çiftçilerimiz ve ilgili kurum ve kuruluşların bu yoğun çalışma dönemlerini başarılı bir şekilde tamamlanıp, sonrasında bereketli bir hasat mevsimi yaşamalarını temenni ederiz.

27 Mart 2012 Salı

Küresel ekonomik görünüm





Geçtiğimiz yıl bazı hükümetlerin değişmesine yol açan Avro bölgesi kamu finansman sıkıntısının Avrupa birliği tarafından alınan tedbirler neticesinde son aylarda etkisini azalttığı ve iyileşme belirtilerinin görüldüğü gözleniyor.

Gözlemcilerin 2012 yılının ilk iki ayını değerlendirerek yaptıkları yorum gelişmelerin olumlu yönde seyrettiğine işaret ediyor.

Avrupa Merkez Bankasından arttırılan parasal destekle ikinci bir üç yıllık uzun dönemi kapsayan yeniden finanse etme operasyonu Avro bankacılık sistemini destekleme amacını güdüyor.

Yaklaşık 800 bankanın katılımıyla parasal sisteme enjekte edilen toplam fon 1 trilyon avroya ulaşmış.

Gelişmeler ve açıklamalar, muhtemel ekonomik krizin 2012’de beklentilerin altında bir seyir izleyeceği yönünde.

Küresel ekonomiyi olumsuz yönde etkileyecek bir başka bölge ise Arap Baharının yaşandığı MENA bölgesi. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerini kapsayan bölgede ise nispi bir iyileşmenin olduğu gözleniyor. Suriye’deki kargaşa hariç diğerlerinde seçimlerin yapıldığı, yeni yönetimlerin işbaşına geldiği, bunların sosyal istikrarı ve yeni politik düzenin halk tarafından kabulü hususundaki başarıları ekonomik büyümenin sağlanmasına katkıda bulunacak.

Dünyanın öne çıkan ekonomileri ve küresel büyümeye önemli ölçüde katkı sağlayan ülkelerden biri olan Çin’de 2012 yılında büyümenin %7.5-8.2 arasında olacağı, Hindistan’da ise %7 olacağı bekleniyor.

Rusya’da büyümenin %3.5-4 civarında olacağı tahmin ediliyor.

Küresel büyümenin bu yıl %3.5; 2013-2016 yıllarında ise %3.6 seviyesinde olacağı tahmin ediliyor.

İleri ekonomilerdeki büyüm beklentisi ise, 2011’deki %1.6’ olan oranın 2012’de 1.3’e düşeceği tahmin ediliyor.

2013-2016 yılları için, ileri ekonomilerin büyüme oranlarının, durgunluk öncesi rakamı olan %2’nin üzerine çıkacağı bekleniyor.

2012’de hızlı kalkınmakta olan ekonomilerin büyüme oranı %6.3’ten  (2011), %5.6’ya düşeceği bekleniyor. Bunun nedeniyse kısmen yavaşlayan ihracat, kısmen de bir kısmının büyüme trendinin üzerinde büyümüş olmalarına bağlanıyor.

2017 – 2025 arasında, yükselen ve gelişmekte olan ülkelerin %3.3 büyüme gösterecekleri şeklinde beklenti var. 2017-2025 yılları küresel büyüme oranının ise %2.7’ye düşeceği öngörülüyor.

Uluslararası Para Fonuna (IMF) göre, ekonomik büyümedeki son veriler beklenenden daha güçlü olduğu yönünde, özellikle ABD ekonomisinde ve istihdamdaki olumlu rakamlar bu görüşü destekler nitelikte.

İhracatında biraz azalma olsa da Çin iyi performansını sürdürüyor. Dünyanın önde gelen ülkeleri küresel büyüme ve istikrarı destekliyor. ABD merkez bankasının düşük faiz politikasını 2014’de kadar sürdürme taahhüdü ve ücretlilerin vergisini hafifletmesi, talebi ve istihdamı desteklemesi küresel ekonomi açısından olumlu bir yaklaşım olarak değerlendiriliyor…

Uluslararası enerji ajansına göre petrol fiyatları küresel ekonomik büyüme üzerinde etkin bir negatif güce sahip.

Küresel krizin başladığı 2008 haziran ayında145 dolara çıkan petrolün varil fiyatı, 23 aralık 2008'de ise 30.28 dolara kadar düşmüş. Petrol fiyatları küresel ekonomik krizin başladığı tarihten sonra en düşük seviyeye düşmüş söz konusu tarihte.

Uluslararası ham petrol fiyatları 2009’da 35 -82 dolar arasında işlem görmüş, OPEC’in aylık bültenine göre…

Ancak ABD’nin İran’a yaptırımları uygulamaya koyması, petrol fiyatlarının yükselmesine yol açacağı ve netice olarak bunun küresel ekonomiye olumsuz etki yapacağı endişesi var.

22 Mart 2012 Perşembe

Zafer işareti ile kalkan el senin değil!








Zafer işareti yaparak kalkan el senin mi sanıyorsun? Evet, el senin, fakat irade başkasının. O irade de ne yazık ki sana yar olmaz!

Bu hareketinle ceddine ihanet ettiğin gibi, geleceğini de ipoteğe götürecek yolu tercih etmiş oluyorsun.

Ey çocuk, körpecik beynini yıkayarak seni ileri sürenlerin kim olduğunu bilsen, sen ne o taşları atar, ve bundan dolayı ne de o zafer işaretini yapardın.

Ama kandırılmış, beyni yıkanmış halinle o derin kirli oyunu anlaman ne yazık ki mümkün değil. Fakat anladığın zaman ise iş işten geçmiş olacak!

Bilesin ki seni aslı esası olmayan vaatlerle kandıranların da, senin geleceğin için hiçbir endişe ve düşüncesi yok. Çünkü bu anlayışın amacı sadece günlük yaşamak, gününü gün etmektir, günü kurtarmaktır. Bu anlayış işte bu kadar kısır, bu kadar kişisel ve çok küçük bir azınlığa hizmet etmekten başka amaç gütmemektedir.  

Toplumsal ve ülke yararına hiçbir yararı yoktur. Kazancı sadece ve sadece yaşadığı kadarıyla olacak. Ondan sonrasını düşünecek ne sağlam bir inancı, ne de ilerde olacakları görebilecek kadar geniş ve engin bir ufku var.

Teröre yönelik yapılan her eylem, her hareket; fırsat buldukça her türlü fitne ve fesat aracını kullanarak kaos oluşturmak ne sana ve ne de içinde yaşadığın topluma bir fayda sağlayacaktır.

Bu topraklar asırlardır doğusuyla batısıyla, güneyli ve kuzeylisiyle birlikte aynı inanç ve mefkûre ile üzerinde yaşamış olanlarındır ve öyle de kalacaktır.

Bu toprakların aşını, ekmeğini yiyip suyunu içerek bu günlere geldin. Bil ki ihanetin sonu hüsrandır. Yaptıklarınla ancak başkalarının hayallerini süslüyor olursun. Onları çirkin hayallerine biraz daha yaklaştıkları zehabına kaptırıp, heyecanlandırıyorsun. Belki de keyfilerinden dört köşe oluyorlardır…

Sen kendini Filistinli çocuklarla aynı kefeye koyma. Senin onlarla uzaktan yakından hiç ama hiç benzer tarafın yok. Onlar uzun yıllardır zor ile baskı ile silah üstünlüğü ile işgal edilmiş kendi öz vatan topraklarını ancak ve ancak tek silahları olan taşla savunmaya çalışıyorlar. Sen ise hür ve özgür yaşadığın kendi öz vatan toprağını kıymet ve takdirinden aciz ve hangi gaye uğruna hizmet ettiği belli olmayan ancak ve ancak başkalarının ekmeğine yağ sürmekten ileri gitmeyen bir gayeye hizmet ediyor; bu güzelim vatanı her fırsatta yakıp yıkmaya çalışıyorsun. Buna özgürlük deniyorsa sen bunu dünyanın hiçbir ülkesinde bulamazsın. Seni çirkin emellerine alet edenlerle birlikte bak ve onlara sor, bu yaptıklarımızın bir benzeri şu ileri ülkelerin hiçbirinde var mı? Cevap veremeyecek ya da meseleyi hak ve hakikatle ilgisi olmayan tarafa çekeceklerdir.  Çünkü seni o hale getiren de ne yaptığının şuurunda değil. O da başkalarının maşası. Onun da beyni yıkanarak vatan ve millet sevgi duyguları dumura uğratılmış. Şunu iyi bil ki seni o eylemlere sürenlerin senin hak ve hukukunu savunmak için değil; seni kullanmak, seni istismar etmek ve senin üzerinden kendi süfli ve çirkin emeline ulaşmaktan başka gaye ve maksat gütmemekteler.

Şuursuzca katıldığın eylemlerde kazara sana bir şey olsa da hiç umurunda olmayacaktır. Çünkü onun için insanın hiçbir değeri yoktur, hatta memnun kalacaktır, bu vesileyle kendi çirkin propagandasına malzeme çıkmış olacaktır.

Unutma, ‘zafere’ diye kaldırdığın eli kendi geleceğinin kaosuna kaldırmış oluyorsun!




11 Ekim 2011 Salı

Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz

Her yıl haziran ayında dünya genelinde anneler günü kutlanıyor.

Ülkemizde de giderek yaygınlaşan bu kutlama bir günlüğüne de olsa annelerin farklı bir şekilde hatırlanmasına, evlatları üzerinde olan haklarının önem ve değerinin bu vesileyle öne çıkmasına neden oluyor.

Müslüman toplumlarda anne kavramının çok daha saygın bir yeri var.

Şüphesiz ki annenin senenin bir gününde değil, her gününde hatırlanması ve gereken ilginin gösterilmesi gerekiyor.

“Cennet annelerin ayakları altındadır” hadis-i şerifi annenin önem ve değerini vurguluyor.

“Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz” atasözü de annenin önemine atıfta bulunuyor.

Bağdat’ın önemi ise geçmiş asırlarda fiziki olarak şehirciliğin ve medeniyetin şekillendiği örnek bir şehir olmalı ki bu atasözünde yerini almış.

Bağdat’ın asıl önemiyse bağrında bulundurduğu manevi değerlerin ve şahsiyetlerin varlığından ileri geliyor. Çok sayıda manevi değeri yüksek olan rehber insanları bağrında bulunduran bir şehir. Ama gel gör ki basiretsiz liderlerin şahsi ihtirasları neticesinde Bağdat bugün kan ağlıyor…



Liderlerin bir özelliği de duygu yüklü olmaları.

Duygusallık liderliğin bir parçası, bir bakıma onu başarıya taşıyan bir vasıta.

Kimisi şahsi ihtiraslarını, ikbal ve istikbalini ön planda tutarken, kimiyse ülke ve insanlarının dertleriyle hemhal oluyor.

Geçmişte de, günümüzde de bunun örneklerini görmek mümkün. Şahsi menfaatinden başka bir şey düşünmeyenlerin geride bıraktıkları zulüm, kan ve gözyaşı ve bunun neticesi olarak birer birer yıkılıp gidişleri.

Mevcutların da buna rağmen ders alamamaları, bu da onların sağlıksız bir ruh haline sahip olduklarının göstergesi oluyor herhalde.

Liderliği kişisel ihtiraslarına araç edinenlerle, kendilerini milletine ve ülkesine adayanların arasındaki fark ise geride bıraktıkları eserlerinde kendini gösteriyor. Bir tarafta varlığını sürdürmek için zulüm ve baskı kullanarak şahsi menfaatlerini devam ettirmek arzusunda olanlar, diğer tarafta ise milletin gönlünde taht kurarak milletiyle gülüp, milletiyle ağlayanlar.

Ülkesine, milletine hizmet etme aşkıyla dolu olanlar...

Kara bulutların gökyüzünü kapladığı, şimşeklerin çaktığı anların hemen arkasından nasıl sağanak boşalması oluyorsa, insan ruhunu saran kara bulutların şimşekleri ise duygusal anlar, duygusal konuşmalar. Eğer bu an insanın en yakınının ölümü olursa duyguların sağanağa dönüşmesi de kaçınılmaz oluyor.

Her nefis ölümü tadacaktır fermanının gereği olarak, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın valideleri de Hakkın rahmetine kavuştu.

Sayın başbakanın cenaze namazının arkasından helalleşme safhasında duygularına hâkim olamayarak gözyaşlarına boğulması ise dikkatleri çeken bir husus oldu.

Duygusallığın başarılı, karizmatik ve kendisini ülkesine adamış bir lider için gayet normal bir vasıf olarak değerlendirilmesinden daha tabii bir durum da olamaz.

Bu vesileyle Sayın Başbakanımıza sabr-ı cemil dilerken, muhterem annelerinin kabrinin de cennet bahçelerinden bir bahçe olmasını niyaz ediyoruz.

Ölüm ebedi bir yolculuk, geriye dönüşü olmayan bir yoluculuk; Yahya Kemal’in bilinen şiiri ‘Sessiz gemi’ ise ölümü şiirsel olarak anlatan güzel eserlerden biri…

Sessiz gemi

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.

Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden


Temennimiz gidenlerimizin de gideceklerimizin de yerlerinden memnun olmaları…

6 Ekim 2011 Perşembe

Yeni yasama dönemi

Yeni yasama dönemi 1 Ekim itibariyle başlamış oldu. 12 Haziran 2011 genel seçimlerinin ardından yeniden şekillenen ve yüzde 95 temsil gücüne sahip olan parlamento, ülkemiz vatandaşlarının sorunlarının tartışılıp, yine bu ülke insanlarının demokratik yollarla seçip meclise gönderdiği temsilcileri tarafından çözüme kavuşturulacak.

Toplum kesimlerinin de beklentisi elbette sorunların meşru çözüm zemini olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılması.

Ülkenin dört bir yanındaki vatandaşların sorunları meclisteki temsilcileri vasıtasıyla mevcut yaslar çerçevesinde çözüme kavuşturulacak.

Sorunları çözmede önemli bir yol ise diyalog yolunun açık tutulması olacaktır.

Bizim gibi kalkınmakta olan ülkelerde milletin temsilcilerine, özellikle yürütmeyi temsil eden partinin milletvekillerine daha çok iş düşmekte.

Milletvekillerinin önemli görevlerinden biri de seçmenlerini dinleyip çözüm yolları üretmek.

Bu husus sorunların fazla olduğu bölgeler için daha çok önem taşımakta.

Yıllar öncesindeki milletvekili profili yerini çözüm üreten bir yapıya bırakmış görünüyor.

Şimdi meselelere daha açık ve daha gerçekçi politikalarla yaklaşılmakta. Meselelere o eski sümen altı bakış anlayışıyla yaklaşım geride kaldı.

Millete hizmet elbette daha çok iktidar milletvekillerini ilgilendiriyor…

Gerçi ne kadar çözüm üretilirse üretilsin bunun sonunun gelmeyeceği de ayrı bir gerçek.

Hayat devam ettikçe sorunlar ve sıkıntılarda hayatın bir parçası olarak devam edecektir. Ancak katlanılacak ve katlanması mümkün olmayan sıkıntılar var. Önemli olanın çekilemez olanların bir an evvel bertaraf edilmesi ve diğerlerinin de asgariye düşürülmesi anlayışıyla hareket edilmesi.

Ülkemizi en çok uğraştıran ve aynı zamanda gelişmesini ve huzuru önleyen en önde gelen sorunun terör olması nedeniyle, bu hususta bölge milletvekillerine daha çok iş düşmekte.

Söz konusu bölge insanını terör konusuna karşı bilinçlendirmek ve özellikle içinde bulundukları sorunların ırkçı esaslı bir yaklaşımla değil de, daha gerçekçi bir yaklaşımla çözülebileceğinin öneminin anlatılması görevi milletin temsilcilerine düşmekte.

Tabi bunun yanında sivil toplum kuruluşlarının gerek terör ve gerekse diğer sorunların çözümünde önemli rolleri olacaktır. Şüphesiz terörün olmaması halinde bölge kalkınması hız kazanacak ve bu ölçüde sıkıntılar giderek yok olacaktır.

Ülkemizin yeni yasama döneminin başlamasıyla meclisin önde gelen gündem maddelerinden biri de uzun yıllardır konuşulan yeni bir anayasa hazırlamak olacak.

Yıllardır tartışılan mevcut anayasanın bir an evvel değişmesi artık bir zaruret haline gelmiş. Yerine göre yürütmenin elini kolunu bağlayan maddelerin kaldırılarak ülkemiz ve insanlarının menfaatlerini koruyan ve kollayan maddeleri içeren yeni bir anayasa herkesin beklentisi…

Bu husustaki eksikliği ve sıkıntıyı en çok hisseden ise yürütme olmalı.

Daha demokratik bir anayasa yapmak yürütmenin önündeki engelleri kaldırarak sorunlara daha çabuk ve daha köklü çözüm üretme imkânı sunacak. Taşların yerine oturduğu, her kurumun kendi görev alanı içinde kalarak ve kendi alanındaki gelişmesini teşvik edecek bir anayasa aynı zamanda ülkenin kalkınmasını hızlandıracaktır.

Önemli olanın temel insan haklarını bünyesinde bulunduracak bir anayasanın yürürlüğe girmesi ve uygulama aşamasında toplum vicdanında yara açmayacak bir metni içermesi.

Bizim gibi mozaik bir toplum yapısına sahip olan, ama temel değerlerde ortak bir paydada buluşabilen toplumlar için yapılacak yeni bir anayasada bu özellik göz önünde bulundurulacaktır.

1 Ekim 2011 Cumartesi

Cem-i zıddeyn muhaldir

Terör, çevreye ezici öfke ve korku hissi salma faaliyeti olarak tanımlanıyor. Çevreye aşırı korku salarak o yörenin insanlarını politik amaçlar için kullanmak.

Çirkin gayelerini gerçekleştirmek amacıyla bunu yaparken vitrinini de insani söylemlerle donatmak.

Dilinden demokrasi ve insan haklarını bırakmazken, elinden de silahı eksik etmemek.

Hiç gereği yokken gereksiz yere düşman kampları oluşturup, ondan sonrada barış ve demokrasi mücadelesi istemek.

Hem demokrasi, barış ve insan hakları kelimelerini dilinden düşürme, hem de her türlü silahla kan akıtmaya devam et.

Bu ne yaman çelişki!

Veciz bir söz var, ‘Cem-i zıddeyn muhaldir.’ Yani iki zıt şey bir arada bulunmaz.

O zaman bu söylemlerin biri göstermelik oluyor. Barıştan yana olanın silahı bırakması gerekir, bırakmadığına göre barış ve demokrasi söylemlerin inandırıcı olmaktan uzak durur.

Bu işte alabildiğine, künhüne varmış bir samimiyetsizlik var. Ya da bu konuda irade kullanımında bir sorun var. Sanki ipler başkasının elindeymiş gibi bir görüntü veriliyor.

Bu şekilde bir organize, bu derece güçlü bir lojistiğe sahip olmak üç beş kişinin bir araya gelmesiyle olamayacağının bir bakıma ispatı oluyor. Demek ki barış konusunda ciddi bir irade ortaya koyulmadığına göre, bu büyük organizasyonun arkasında büyük güçler duruyor…

Yaşananlar bu ülkenin geleceği üzerine kurulmuş çirkin hesapları olanların derin bir organizasyonun ipuçlarını veriyor.

Ta başından beridir bu esas gaye vitrinin arkasında yerini alırken, vitrinde ise cezp edici kelimeler yanıp sönüyor.

İşte son zamanlarda azan terör eylemleri başlangıç yıllarındaki zorlamayla taraftar kazanmak için yapılan eylemleri hatırlatıyor.

Bilindiği gibi, sözde savunuculuğunu yaptığı halkı uğruna eline silahı alarak önüne kim çıkarsa tarayıp geçerek, sindirme hareketi yaparak taraftar toplayan örgüt, konumunu sağlamlaştırdıktan sonra yanında bulduğu kişilere silahını çevirmekten vazgeçmişti. Zorlama ve sindirmeyle bir kabul görme süreci yaşanmıştı.

Ortada fol yok yumurta yokken, durumdan vazife çıkararak kendine görev biçen örgüt birilerini kurtarma çabasına girişerek bu uğurda çok kan dökmüştü.

İşin aslında ise başkalarının ülke üzerinde derin hesapları vardı.

Öyle ya, meselenin kolay tarafı varken durup dururken ortaya atılmanın ne gereği vardı ki. Organize işler varken, kendini açık etmenin bir anlamı da yoktu. Oyun planlamış, oyuncular ve saha belirlenmişti, plancılar ise kapalı tribünlerde maçı seyrediyorlar.

Hazıra konmak dururken, taş atıp da kolunu yormaya ne gerek var.

Fırat cephesini bundan daha kolay almanın yolu olabilir miydi? Çantada keklik misali,

öbür geçe zaten hazır sayılırdı; bu taraftaysa avlanması gereken daha çok keklik vardı…

Dile kolay 30 yıl. Boş yere nice ocaklar söndü, nice hayatlar baharında yok oldu, nice yürekler dağlandı, göz pınarları ağlamaktan kurudu.

Sen istediğin kadar iyi niyetli davran istediğin kadar cömert davran, hoşgörülü davran, öyle bir kin tohumu ekilmişti ki ayrık otu gibi yayılıp kökleşmiş, söküp atmak ise mümkün görünmüyordu. Karşıdaki öyle bir şartlandırılmış ki gözü öldürmekten başka bir şeyi görmez olmuş. İradesinin kendi elinde olamayacağını ve iplerin perde arkasındakinin elinde olduğunu kestirememişti. Başkaları tarafından zincire vurulmuş bir iradenin doğru karar verme imkânı da olamazdı.

Bozuk plak gibi bir taraftan aynı şeyler tekrar edilirken, diğer taraftan eller tetikten düşmüyordu. Zaman zaman biraz merhamet damarı canlanmaya başlasa öldürme güdüsü ağır basarak hemen devreye girmeye başlıyor…

Netice olarak eğer yöre halkının hakları o söylenen demokrasi ve insan hakları çerçevesinde aranmış olsaydı, bölgenin refah seviyesi şu anda bulunduğu şartların çok ötesine geçmiş olacaktı. Bu gerçek, aklı başında olan herkes tarafından kabul ediliyor. Zaten eli silahlı olanlar için yörenin kalkınması, refahı, istihdamı diye bir meselesi yok; onların derdi bağcı dövmek. Bölgenin yüksek kalkınma potansiyelinin atıl kalmasını sağlamak. Kozları kaybetmemek. Yoksa ne demokrasi, ne insan hakları ve ne de barış… Bunlar hedef saptırmak için en güçlü söylemler, çirkin emeller için en önde gelen koruyucu kalkanlar.

Gelinen noktada bölge halkının gerçekleri görüp sağduyu ile teröre karşı koyması ve böylece aydınlık geleceklere kavuşmanın zeminini hazırlamasıdır… O zaman barışa ve insan haklarına tam olarak kavuşulacak, o zaman huzur, kalkınma ve refah gelmiş olacak.