Memurlara toplu sözleşme hakkının verilişiyle yıllık ücret artışları artık
karşılıklı görüşme ve tartışma ile belirlenir hale geldi. Bu, çalışan kesimin
temsilcilerinden, onların sıkıntılarını dinlemek ve bilgi sahibi olmak ve buna
göre bir çözüm ortaya kaymak açısından olumlu bir yaklaşım. Sıkıntılar anında
çözülemezse de gelecek için bir telafi ortamı hazırlamış olacak.
Ülkemiz toplu sözleşme görüşmelerine yabancı değil, bu konuda uzun yılların
tecrübe ve birikimi var.
Bir dönem memur dışındaki çalışan kesimin toplu sözleşmeleri çok sıkıntılı
ve çekişmeli geçerdi. Grevler, gösteriler, iş bırakma eylemleri sıklıkla büyük
şehirlerimizde yapılmaktaydı. Kamu hizmetleri ve üretim aksar, insanlar sıkıntı
çekerlerdi. Eylemler sadece masumane hak aramadan ibaret değildi, o gösteriler
politik bir nitelik kazanmıştı, mevcut yönetimi bir bakıma zor durumda
bırakmaya matuf hareketler de bu insanların masum isteklerine karıştırılırdı.
Şimdi baktığımızda görüşmeler çok daha makul ölçülerde ve daha anlayışlı
bir şekilde yürütülerek karara bağlanıyor.
Çalışanın hakkını adil bir şekilde vermek aslında bizim kültürümüzde var
olan bir gelenek. Gerek önceden belirlemek ve gerekse çalışanın teri kurumadan
ücretini ödemek temel şartlarıyla bize has olan bir anlayış.
Her ne kadar başkalarından esinlenerek bu yolla ücret belirleme benimsenmiş
olsa da, usulde eksiklikler olsa da esas bize aittir.
Gerek işçi kesimi ve gerekse memur kesiminin ücretlerini sendikalar
vasıtasıyla belirlemek bir bakıma daha adil bir usul olmuş oluyor.
Yönetici ve yönetimlerin ücretleri karşılıklı danışarak; mümkün olduğu
kadar hissiyatçı ve nepotizm anlayışından arınmış ve adalet çizgisine yakın bir
şekilde belirleyerek hak ve hukuk kavramalarına olan bağlılık da devreye girmiş
oluyor.
Çalışana hakkını bizzat onun kendi alın teri olduğu anlayışıyla
belirleyerek ödemek, ona verilmiş bir bağış değil de hakkı ifa etmek olmuş
oluyor.
Ülkemizin şartlarına baktığımızda ileri ülkelerdeki gibi yüksek seviyede
ücretlendirme yapma imkânına sahip değil. Bunu yanında, bizden çok daha düşük
ücretle çalışan ülkelerin olduğunu da unutmamak lazım.
Ülkemizdeki ücret düşüklüğünün nedenlerine baktığımızda, bunun birkaç
nedeni var. Biri petrol, doğal gaz gibi zenginlik üreten doğal kaynaklara sahip
olmayışımız. Bir başka neden kalkınmamızı henüz tamamlamamış olmamız, bu yolda
son yıllarda önemli adımlar atılmış olsa da kısa zamanda açığı kapatmak kolay
olmamakta.
Sanayileşmede ileri seviyeye ulaşarak ve hatta bu hususta mevcutları aşacak
teknolojiler geliştirerek kalkınma hamlemizi tamamlayıp ileri ülkeler kervanına
katılmamız gerekiyor. Yüksek rekabet özelliği olan ürünlerin üretilip dünya
pazarlarına sunulmasıyla zenginliğimizin kademesini artırmış olacağız.
Ülkemizin çalışanlarına istenilen makul ölçülerde ücret verememesinin bir diğer
nedeni de kayıt dışı ekonomi ki yapılan açıklamalar bunun önemli bir meblağı
tutacağı şeklinde. Bu eksiklikten dolayı oluşturulamayan katma değerin vergisinin
alınamamasının neticesi olarak, ülkemiz daha çok yatırım yapma ve bu şekilde ek
istihdam oluşturma ve çalışanlara daha yüksek oranda ücret ödeme imkanından
yoksun bırakılıyor.
Bu hususta yapılması gerekenin bu konuların önemini ortaya koyacak farkındalık
oluşturmak, vergi ödemenin önemli bir görev olduğunu istisnasız olarak herkes
ve herkesimin vicdanında yer etmesini sağlayacak çalışmalar yapmak olacak
herhalde.
Netice olarak topyekûn kalkınma ve gelişme anlayışını belleklere nakş etmek
gerekiyor.
Kalkınmanın yolunun da akıllı, planlı ve çok çalışmaktan geçtiğini ve
üretken olmayı unutmamak gerekiyor. Başta aktif çalışan kesim olmak üzere, herkesin
ve herkesimin çalışarak katma değer üretmesi, gerek kendisi ve gerekse ülkesi
için faydalı olma konusunda şuurlu olması gerekiyor.