10 Ekim 2015 Cumartesi

Yükselen Türkiye korkusu


 

Basit bir olayda dahi toplum düzenini bozanları karga tulumba derdest ederek gerekli önlemleri alan ülkelerin, kendilerini dünyanın en ileri gelen ülkeleri olarak tanımladıklarını biliyoruz.

Bu ve benzeri tedbirleri tavizsiz bir şekilde ülkelerinin huzur ve güveni için yapmaları doğru bir yaklaşım.

Fakat bu ülkelerin bırakın çok basit ferdi ve toplumsal bir olayı; hayati önem taşıyan olayların başka ülkelerde meydana gelmesini önlemek için alınan tedbirleri insanlık ve özgürlük adına yapılmış haksız bir hareket gibi gösterme becerisine ve ikiyüzlülüğüne sahip olduklarını da biliyoruz.

İşte bu desteği bilen istismarcı azınlığın bazı söylemleri kendilerine kalkan yaparak çirkin emellerini gerçekleştirme çabası içinde oldukları bilinen bir gerçek...

Bir kesim için demokrasi, özgürlük, düşünce hürriyeti, konuşma hürriyeti, toplantı ve gösteri hürriyeti gibi kavramlar ve etkinlikler istismar kanalları olarak hain emeller için kullanılmıştır.

Terör olaylarının tırmandırılmasındaki maksat dünde, bugünde iyi biliniyor!

Ankara'daki son terör olayını ve malum ırkçı terör olaylarını analiz etmek gerekirse; aklıselim sahiplerinin bu durumun temel nedenlerini birkaç yönden ele aldıklarını ve mantıklı ortak bir paydada buluştuklarını görüyoruz.

……

Türkiye’nin vesayetten kurtulması, boyun eğmemesi hazmedilmiyor,

Türkiye’nin güçlenmesi, Türkiye’nin bölgesinde önemli bir aktör olması ve bu rolünü giderek güçlendirmesi istenmiyor.

Türkiye’nin sadece kendi çevresindeki mazlumlara değil, bütün mazlumlara mağdurlara sahip çıkan bir politika izlemesi istenmiyor.

Türkiye’nin tarihi genlerinden gelen aidiyet duygusu yok sayılıyor.

Bu vesileyle bugün birçok İslam ülkesinde kan ağlayan tarihi birlikteliği olan ülkelere sahip çıkması istenmiyor.

Son yıllardaki bütün bu olumlu gelişmeler bir araya gelince, özellikle içerdeki hainlerin dış bağlantılarıyla yaptıkları işbirliği ülkemizde birlik, beraberlik ve bunun neticesinde güçlenme ve kalkınma baltalanmak isteniyor.

Bu nedenledir ki ülkemiz uzun yıllardır terörden bir türlü kurtulamıyor.

Bizi özgürlük, insan hakları, basın özgürlüğü, konuşma özgürlüğü gibi söylemlerle bugüne kadar vuranların, öncelikle bu evrensel değerlere kendilerinin ne kadar sahip çıktıklarına bakmak lazım!

Bu değerleri insanlığı ve temel hakları korumak ve savunmak adına değil de, söz konusu durum İslam ülkeleri olunca bu değerler hep maksat dışı kullanılmış...

Terörün ve terörist yapıların bilindiği gibi meşru normlar açısından kurumsal yapıların hiçbiriyle ortak bağlantısı yoktur.

Yapısını şiddet, kan, yakma ve yıkma üzerine kurmuş olan ve merhametsizliği ve acımasızlığı faaliyetlerine esas alan bir yapının, bunun tersi olan normal ve meşru bir yapıyla ve temel insan haklarıyla doku uyuşması olması mümkün olmadığı bir gerçek.

Yine biliyoruz ki illegal bir yapının barış istemesi, ya da ateşkes ilan etmesi nazari dikkat alınacak bir durum değildir.

Eğer terör örgütü barış ve ateşkes söylemlerinde samimi olsaydı, çözüm sürecini iyi değerlendirir işi tekrar vahşete dökmezdi.

Ve yine üzerinde doğup büyüdükleri bu toprağın güvenlik güçlerine ve masum insanlarına en acımasız, en kalleş, en hain metotlarla saldırmayıp; yüklendikleri vekâlet savaşını ellerinin tersiyle bir şamar gibi bu savaşın asıl sahiplerinin suratlarına vururlardı.

Bunun mümkün olmayacağı artık iyice belli olmuş, öyle “ben ateşkes ilan ediyorum, barış istiyorum” aldatmacasıyla kaybettikleri lojistik güçlerini tekrar fazlasıyla kazanmak için başvurdukları hileye bırakın yetkili kurumları, sokaktaki sade vatandaş dahi ciddiye almayacaktır.

Barışın yolu kendilerine gösterilmiştir, tek çare silahların gömülmesi ya da gelip silahlarıyla Türk devletinin adaletine bütün şürekâsıyla teslim olmak onlar için en salim yol olacaktır.