17 Eylül 2019 Salı

Mesele sorun değil, emperyalist uşaklığı



Doğulusuyla batılısıyla, kuzeylisiyle güneylisiyle asırlarca birlikte yaşayan bu ülkenin insanlarını birbirine düşürmek için hain ve zalim bir plan hazırlandı.
Emperyalistlerin hazırladığı bu insanlık dışı plan, kuruluş ve katliamlarına başladığı tarihten itibaren 40 yılı aşan bir süre geçti.
Bin yıldır birlikte yaşayan ülkemiz insanlarına sorununuz var, meseleniz var diyerek ülkemizde bir fitne çıkardılar.
Emperyalistlerin senaryosunu yazdığı ve uygulamaya aldığı bu kanlı fitne ne şunun ve ne de bunun sorunu değildi.
Sorun sadece bu ülke topraklarında yaşayan insanların huzur içinde yaşamalarıydı.
Bu huzuru bozmak için hain plan çok iyi kurgulanmış ve acımasızca uygulanmaya başlamıştı.
Evlerine girip ekmeklerinin yedikleri insanları kurşunlayıp ayrıldılar.
Bunun adına demokrasi dediler, hak ve hukuk dediler, bu caniliğe kürt sorunu dediler.
Ağababaları bu hususu kendilerine iyi belletmişti.
Masum insanları katletmek bir görev olarak öğretilmişti.
Çocuk yaşta kandırılıp dağa kaçırılanların beyni vatan, bayrak, millet ve en önemli bileşen olan din konusunda çok iyi yıkanıp ekmeğini yeyip suyunu içtiği vatanına düşman edilmişti.
Bu hile, bu tuzak baştan belliydi.
Belli olmasına belliydi fakat sindirilmiş, korkutulmuş, kandırılmış, iradeleri baskı altına alınmış binlerce insan birkaç kişinin dünyalık menfaati ve sömürü dünyasının hain emelleri uğruna feda edildi.
Bu kristalleşmiş emperyalist uşakları ya bir evladını emperyalistlerin emrine vereceksin ya da öleceksin tehdidiyle bugüne kadar hain ve zalim eylemlerini sürdürdüler.
Emperyalistlerin sinsi emellerini gerçekleştirmek için besleyip büyüttüğü PKK terörünün önemli bir hedefi de bölge halkı üzerinde uygulayacakları başkalaştırma süreciydi.
Hain emellerini gerçekleştirmek için ilk yaptığı iş bölge halkını başkalaştırmak, sosyolojik bir değişime uğratmak; dilini, dinini, kültürünü değiştirmekti.
Emperyalistler bu tuzakla bir hayli başarıya ulaştılar.
Onbinlerce insanın kanı aktı.
Kürt sorunu aslında bir hayal, bir ütopyaydı.
Fakat bu argüman tutmuştu.
Evirip çevirip bu yalanı sürekli dillendirerek kendilerini sözde haklı çıkaracaklardı.
İnsanların kafasında “demek ki bölge insanlarının bir sorunu var” sorusu oluştu.
Teröre karşı olsun ya da olmasın bu bölgede bir sorun var algısı oluştu.
Her kesimden konu bilinçli veya bilinçsiz konuşulmaya başlandı.
Laf ola beri gele türünden yapılan konuşmalar zaman zaman PKK terör örgütünün ve siyasi uzantısının işine yaradı.
Emperyalist güçler ülkemizde böylece bir ayrışma süreci başlatmış, ülkemizi Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmasından sonra tekrar bölmenin eşiğine getireceklerdi...
Bu hevesleri zaten hiç yok olamayacak!
Önemli olan bu hain heveslerini kursaklarında bırakmak.
Asırlardan beri bu ülkede yaşamış, aynı dini, dili ve kültürü paylaşmış bu bölgeyi sanki tamamen başkaymış gibi lanse edip koparmaya çalıştılar.
Bugün gelinen noktada yavrularını HDP’den isteyen Diyarbakırlı annelerin, babaların ölümüne haykırışları bu acı gerçeği gördüklerini gösteriyor.
Bu anne ve babalar, “yetti artık evlatlarımızı emperyalistlere peşkeş çektiniz, kurban ettiniz” diye feryat ediyor.
“Başlarım sizin kürdistanınızdan, bırakın yakamızı, çocucuklarımızı. Onyıllardır emperyalistlerin ve üçbeş kişinin zevk ve sefası için çocuklarımız heba ettiniz.” diye feryat, figan ediyorlar.
Sırf emperyalistlerin hain emelleri gerçekleşsin diye bir millet birbirine düşürülmek istendi.
Bugüne kadar binlerce şehit verildi.
Nice yavrular yetim, nice anneler dul kaldı; nice anne ve babalar emperyalistlerin keyfi yerine gelsin diye bağrına ateş bastı.
Bu ülkenin ne kürt meselesi ne türk meselesi ve ne de başka bir etnik kesimin meselesi var.
Eğer bir mesele varsa bu mesele 82 milyonun meselesidir.
Bunu belli bir kesime mal etmek akıl dışı bir yaklaşım olur, ayrımcılık olur, bölücük olur.
Bunu da aklı selim sahibi olanlar görüyor, doğruyu görme erdemini gösteriyor.
Empati, sempati yapmak için ayrımcı bir dil kullanmanın bu ülkeye faydası olmamış ve olmaz.
Diyarbakırlı anneler haklı olarak şu soruyu soruyor; “Varsayalım ki kürdistan kuracaksınız bu kimin işine yarayacak, bizim mi yoksa emperyalistlerin mi?”
Bugün Irak’ı, Suriye’yi, Afganistan’ı ve daha bir çok İslam ülkesini kan gölüne çeviren emperyalistlerin asıl hedefi ülkemizi de aynı duruma getirmekti.
Diyarbakırlı anneler bu acı gerçeğin farkında oldukları için direniyorlar.
“Yeter artık, yeter” diye feryat ediyorlar.

27 Ağustos 2019 Salı

Plastiklerin ulaştığı tehlikeli boyut




Plastikler hayatımızda çok yaygın bir hale gelmiş.
Geride bıraktığı ve bırakacağı zararlara rağmen bu husustaki umursamazlık devam ediyor.
Plastiklerin kullanışlı, ucuz ve her yerde bulunmaları avantaj sağlıyor.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatının (FAO) açıklamasına göre, kullandığımız plastiklerin yüzde 70’den fazlasının geri dönüşümü yapılmıyor.
Çok miktarda plastikler plajlardan, nehirlerden, caddelerden okyanuslara sürükleniyor. Mevcut duruma göre 5 trilyon adet plastik parçasının okyanuslarda var olduğu tahmin ediliyor.
Mikroplastikler ise flitrasyon yoluyla ekosistemlere intikal ediyor. Mikroplastikler aynı zamanda insan gıdasının farklı türlerinde (içme suyu, bal ve sofra tuzu gibi) bulunuyor. Plastik kullanımında günlük tercihlerimiz önem arz ediyor.
FAO’nun tavsiyesine göre makro ve mikro plastiklerden bağımlılığımızı kesmek için 5 yol bulunuyor.
1.    Tek kullanımlık plastiklerden kaçınmak
Günlük olarak kullandığımız plastiklerin %90’ı atılabilir veya tek kullanımlık; market poşetleri, plastik ambalajlar, fermuarlı plastik torbalar, kahve kupalarının kapakları. 
Tek kullanımlı plastiklerin parçalanması 1000 yıl gibi uzun bir zaman aldığı düşünülüyor.
Bu plastikler aynı zamanda memeliler, kuşlar ve balıklar tarafından gıda olarak yanlışlıkla alınıyor.
Günlük yaşantımızdaki plastik yaygınlaşmasında basitçe dikkat ederek tek kullanımlık plastikleri tekrar kullanılabilir tercihlerle değiştirmek çare olarak tavsiye ediliyor.
Buna çare olarak bez torbalar, cam saklama kapları, seramik kupalar gibi.
2.    Gizli olan mikroplastikleri tanımak
Bir çok kozmetik ve güzellik ürünleri küçük plastik boncukları kapsayan eksfoliant denilen peeling işlemini kapsıyor. Bu mikroplastiklerin zararsız görünebileceği fakat su arıtma tesislerinden geçebilecek büyüklükte olmaları nedeniyle okyanuslara ulaşarak yanlışlıkla balıklar tarafından gıda olarak alınıyor.
Bu nedenle yulaf ezmesi ve tuz gibi tabii eksfoliantları kullanmak tavsiye ediliyor.
3.    Tekraren kullanılan su şişesi kullanmak
Tek kullanımlık su ve soda şişeleri plastik atıkların en büyük suçlularından bir kısmını oluşturuyor.
2016 yılında küresel olarak 480 milyar adetten fazla plastik içme suyu şişesi satılmış.
Eğer bu plastik şişeler birbirlerine eklenirse güneşin yarı yolundan fazlasına uzanıyor.
Bunların yerine tekraren kullanılan şişelerin kullanılması tavsiye ediliyor.
4.    Plastik çatal bıçaklara hayır
Bu tür çatal – bıçak kullanımından vazgeçilmesi gerekiyor.
Yiyeceklerinizi daha az kaplar içinde paketlenmesi, plastik çatal bıçak istenilmemesi, yerine tek kullanımlık olmayanların kullanılması tavsiye ediliyor.
5.    Geri dönüşüm
FAO’nun açıklamasına göre, kullandığımız plastiklerin çoğunluğu geri dönüştürülmüyor.
            Tercih edilebilir yerde geri dönüşebilir plastik kullanımını sağlayın. Fakat unutulmaması gerekense atığı yönetmektense önlemenin daha kolay olmasıdır...
Sürdürülebilir okyanusları, nehirleri, balıkçılığı ve balık çiftlik uygulamalarını geliştirmek FAO için öncelik oluyor.
Yapılan tahmine göre küresel nüfusun %10 – 12’si geçim için balıkçılığa ve su kültürüne bağımlı.
Kişi başına balık tüketimi 1960’lardaki 10 kilogramdan, 2016 yılında 20 kilograma yükselmiş. Bu kaynaklar gittikçe tehdit altında bulunurken deniz gıdasına olan talep de artış gösteriyor. Plastiğin kullanışlı olması okyanusların ve denizlerin geleceği için değer mi?, sorusu hatırlatılıyor.
"Haydi göllerimizi, nehirlerimiz ve okyanuslarımızı kirlilikten ve deniz hayatına olan zararlı etkilerinden koruyalım."
Hepimiz güvenli, sağlıklı ve besleyici gıdaya bağımlıyız ve balık dünya çapında sağlıklı diyetler ve gıda güvenliği için önemli bir bileşen durumunda.



5 Ağustos 2019 Pazartesi

Sürdürülebilir gelişmenin merkezi su



Mevcut durumda insanlığın karşılaştığı en büyük zorluklarından bir su…
Eğer alışkanlıklarımızı şimdiden değiştirmezsek suya olan küresel talep 2030 yılına kadar yüzde 50’ye kadar artabilir...
2050 yılına kadar dünya nüfusunun 10 milyara ulaşacağı tahmin edilirken, gıdaya ve böylece suya olan talebin artması bekleniyor.
Tarım ürünleri üretimi ve gıda güvenliği için su temel teşkil ediyor.           
Mevcut ve gelecek gıda ve beslenme güvenliğimizin bağımlı olduğu ormanlar, göller ve sulak alanlar dahil su ekosistemlerin can-damarını teşkil ediyor.
Ancak tatlısu kaynakları alarm veren bir şekilde küçülüyor.
Büyüyen su kıtlığı sürdürülebilir gelişme için önde gelen zorluklardan biri olarak görülüyor.
Dünya nüfusu artmaya devam ettikçe, yaşam standartları arttıkça, beslenme alışkanlıkları arttıkça ve iklim değişim etkisinin etkileriyle bu zorluk daha baskıcı olmaya devam edecek.
Yediğimiz günlük gıdalarla tükettiğimiz su, içtiğimiz sudan çok daha fazla.
Bir kişi tarafından günlük tüketilen gıda üretimi için ihtiyaç duyduğumuz su miktarı 2000 – 5000 litre arasında bulunuyor.
Eğer mevcut tüketim alışkanlıkları devam ederse dünya nüfusunun üçte ikisi su stresli ülkelerde yaşıyor olacak 2025 yılına kadar.
Dünya gündeminden düşmeyen 2030 yılına kadar sıfır açlığı başarmak için şimdiden harekete geçilmesi gerekiyor.
FAO’nın açıklamasına göre bu eşsiz kaynağı korumak için üzerinde çalışılması gereken dört alan bulunuyor.
1.    Tarım
Tarım su darlığı için en büyük sebep. Tarım üretimi bütün su çekilmesinin %70’lik kısmına karşılık geliyor. 
Bu oran gelişmekte olan ülkelerde %95’e kadar çıkıyor. 
Bu nedenle tabii kaynakları daha akıllıca kullanmamız gerekiyor ve söz konusu su olunca bunun istisnası yok..
Mesela, ihtiyaç duyulan su miktarı bitki seçimini büyük ölçüde etkiliyor. Baklagil bitkileri küçük su ayak izine sahip, bir kilogram mercimek üretimi için 1250 litre suya ihtiyaç varken, 1kg sığır eti üretimi için 13000 litre suya ihtiyaç duyuluyor.
2.    İklim değişimi
Su kıtlığının iklim değişiminin bir neticesi olarak yoğunlaşacağı bekleniyor. Bu değişimin dünya çapında artan sıcaklıklar getireceği tahmin ediliyor.  
Yükselen  sıcaklıklar artan bitki su talebine dönüşürken, daha sık ve şiddetli kuraklıklar tarım üretimi üzerinde bir etki oluşturacak.
Su kullanım etkinliğinde ve tarım üretimi verimliliğindeki gelişmelere ilave olarak, su hasadı için hareket geçilmesi ve tatlı su kaynaklarının yeniden kullanılması, aynı zamanda güvenli atık su kullanımını artırmanın gerektiği lüzumu üzerinde duruluyor.
Bunu yapmak kuraklığın oluşmasını engellemeyeceği, fakat kıtlık ve sosyoekonomik bozulmayla sonuçlanacak kuraklığı önlemeye yardımcı olacağı belirtiliyor.

3.    Gıda kaybı ve israfı
İsraf edilen gıdalar israf edilen suya denk geliyor. Gıdayı israf ettiğimizde aynı zamanda onu üretmek için kullandığımız kaynakları israf ediyoruz. Her yıl üretilen gıdaların üçte biri ya kayba uğruyor ya da israf oluyor. Bu Cenevre gölünün üç katına eşit miktarda bir hacimde suyun boşa harcanmasına dönüşüyor.
Bu nedenle gıda israfını azaltmak için günlük yaşantımızda küçük değişiklikler yapabilir, alışverişimizi ihtiyacımız olduğunda yapabiliriz.
4.    Gıda sistemleri
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatı olan FAO’nun açıklamasına göre, su gıda değer zincirinde genellikle verimsiz kullanılıyor. Ayrıca alan seçimi, teknoloji ve tedarikler gibi temel kararlar özellikle su miktarlarında ve veya fiyatta sınırlayıcı faktör olmadığı zaman, su kaynakları üzerindeki etkiler nazari dikkate alınmaksızın sıklıkla yapılıyor.
FAO tarımdaki su kullanımını daha etkin, verimli, adaletli ve çevre dostu yapmak için ülkelerle çalışıyor. Bu daha fazla gıdayı daha az suyla üretmeyi gerektiriyor, taşkınlarla başa çıkmak için çiftlik toplumlarının direncini inşa etmek, kuraklıklar ve sürekli değişen iklim ve çevreyi korumak için temiz su teknolojileri uygulamak gibi…
Su kıtlığının konusu sürdürülebilir gelişmenin tam merkezinde bulunuyor. Eğer yeterli suya sahip olmazsak ihtiyaç duyduğumuz gıdayı yetiştiremeyeceğimiz gerçeği ortaya çıkıyor.
Alışkanlıklarımızı değiştirme ihtiyacı, bu eşsiz kaynağı korumak için harekete geçilmesi ve dünyadaki açlığı sıfırlamak için suyun en önemli bileşenlerden biri olduğu hatırlatılıyor.



27 Temmuz 2019 Cumartesi

Gündem 2030




2000 yılında ‘Bin Yıl Gelişme Hedefleri’ başlığı ile başlatılan ve 2015 yılından kapsamı daha da genişletilerek 17 maddeye çıkartılan ‘Gündem 2030’ sağlıklı bir gezegende bütün insanlar için verimli, enerjik ve huzurlu yaşayacakları sürdürülebilir bir dünyada paylaşılan refah için bir planı ihtiva ediyor.
Birleşmiş Milletlerin uhdesinde yürütülen gündem hedeflerinin gerçekleşmesi için belirlenen tarih 2030 yılı ve bunun için yaklaşık on yıl var.
Gündem 2030’un 2019 raporunda sorulan soru ise bu hedeflerin hayat bulması yönünde başlatılan çalışmalar doğru tesis edilmiş mi?
2019 yılı raporuna göre bazı kritik alanlarda gelişmenin olduğu görülüyor.
Buna göre aşırı yoksulluk önemli ölçüde azalma eğiliminde bulunuyor.
5 yaşın altında ölüm oranı 2000 ve 2017 yılları arasında yüzde 49 düşmüş, aşılama milyonlarca hayatı kurtarmış ve dünya nüfusunun büyük çoğunluğu elektriğe erişiyor. Ülkeler gezegeni korumak için somut adımlar atıyor.
Deniz korunaklı alanlar 2010 yılından beri ikiye katlanmış. Ülkeler yasa dışı balık avlanma konusunda birlikte çalışıyor.
186 ülke Paris Anlaşmasını onaylamış ve hemen hemen hepsi kararlı katkılarını bildirmiş.
Yaklaşık 150 ülke hızlı şehirleşme zorluklarına cevap verecek durumunda; kendi ulusal politikasını geliştirmiş.
Sürdürülebilir üretim ve tüketim için 71 ülke ve Avrupa Birliği 300’den fazla politika ve enstrümana sahip.
Diğer aktörlerin geniş bir yelpazesi – uluslararası organizasyonlar,  iş çevresi, lokal otoriteler, ilmi topluluk ve sivil toplum – gelecek on yıl için büyük ümit üretecek bir yaklaşımla Gündem 2030’a dahil olmuş.
Birleşmiş Milletler kendi adına bu entegre ve dönüştürücü gündeme cevap verecek hükumetlerin ihtiyaçlarını karşılamak için daha iyi donatılarak Birleşmiş Milletler gelişme sistemine yeniden pozisyon oluşturmak için sıkı bir çalışma yapıyor.
Bu gelişmeye rağmen raporun çoğu alanlarda acil kolektif dikkate ihtiyaç duyduğu belirtiliyor.
2019 raporuna göre tabii çevre alarm veren bir şekilde bozuluyor: deniz seviyeleri yükseliyor, okyanus asitleşmesi hızlanıyor, geçtiğimiz dört yılın en sıcak yıllar olduğu belirtiliyor, bir milyon bitki ve hayvan türleri yok olma riskinde bulunuyor, arazi azalması kontrolsüz devam ediyor.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres açıklamasında, “2030 yılına kadar köklü mahrumiyeti, şiddet ihtilaflarını bitirmek ve tabii felaketlere olan kırılganlıklara cevap verme çabasına rağmen, insanların sıkıntılarını sonlandırma ve herkes için fırsat oluşturmada çabalarımızda çok yavaş hareket ediyoruz, hedefimiz tehlikeye giren aşırı yoksulluğu bitirmek.”
Küresel açlık yükselme trendinde ve dünya nüfusunun yarısı temel sağlık hizmetlerinden yoksun bulunuyor. 
Dünya çocuklarının yarısından fazlası okuma ve matematikte standartları karşılamıyor.
2030 hedeflerini gerçekleştirmek için çok daha derin, daha hızlı ve daha azimli tepkinin ortaya çıkarılmasına ihtiyaç duyuluyor sosyal ve ekonomik dönüşümü başarmak için.
"İlerlemelerden neyin işlediğini biliyoruz."
Bu nedenle rapor finanse etme, direnç, sürdürülebilir ve kapsayıcı ekonomiler, daha etkin kurumlar, yerel aksiyon, daha iyi veri kullanımı ve bilimin yönetilmesi, dijital dönüşüme daha fazla odaklanmayla teknoloji ve yenilik gibi 17 maddeli hedeflerin gelişmesini yürütecek alanlara vurgu yapıyor.
Raporda, bu yılın eylül ayında New York’ta yapılacak Gündem’30 ve İklim Eylem Zirvesi ve diğer hayati toplantılar liderlerin katılımıyla insanlar ve gezegen için önümüzdeki on yıllık bir teslimatın başlama vuruşu olacağı belirtiliyor. Zirvede açlık, yoksulluk, göç ve diğer insani sıkıntılara yol açan doğru sebepler ve bunların halli ele alınmadıkça belirlenen hedefleri başarmak mümkün görünmüyor!

20 Haziran 2019 Perşembe

Mısır’ın Menderes'i




Muhammed Mursi mühendis kökenli politikacı. 2011 yılında Arap Baharı diye nitelendirilen toplum hareketi neticesinde Hüsnü Mübarek’in on yılarca süren yönetimi sonrasında Demokratik yolla seçilmiş Mısır'ın ilk devlet başkanı oldu.
Batı dünyasına ve emperyalist güçlerce hoş karşılanmayan Mürsi 2013 yılında batı medyasının organize desteğiyle yoğun gösterilere maruz kaldı.
Neticede mahiyetindeki askerlerin haksız darbesine maruz kalarak görevinden alındı.
Daha doğrusu batının emrindeki bir general tarafından demokratik yolla seçilmiş Mısır’ın ilk devlet başkanı haksız ve hukuksuz bir şekilde görevden alındı...
Emperyalist güçler hiçbir İslam ülkesinde istemedikleri demokratik yönetim şeklini Mısır’da da istemediler.
Sömürü düzeninin sürmesi ve özellikle Filistinlilerin İsrail’in insanlık dışı baskısından mümkün olduğunca kurtulması için Amerikan kumandasındaki bir general tarafından görevinden alındı.
İslam ülkelerinin akıldan çıkarmayacağı önemli bir hususun ülkelerinde demokrasinin neşvünema bulması ve devam etmesinin zorluğu, bu zorluğun ise bu ülkelerdeki toplum ve diğer kesimlerin konunun hassasiyetine malik olamamaları.
Kendilerinin menfaatine olmayan hiçbir yönetimi istemeyen batı Mısır’da da aynı hileye baş vurdu kısa zamanda Mısır’ın demokratik yolla seçilmiş başkanını ellerinde tuttuğu uşakları vasıtasıyla görevden aldı.
Demokratik yolla işbaşına gelmiş İslam ülkelerinin akıldan çıkarmamaları gereken önemli hususun demokratik kurum ve kurallarının ülke yönetimi için yalnızca yeterli olmadığı, önemli olanın bu kurum ve kuralların nasıl işlerlik kazanması.
Herhalde Mürsi’nin hataya düştüğü en önemli husus bu nokta oldu.
Demokratik yolla kazanmak başarı için tek başına yeterli olmayıp, bu kurumun ayakta kalması için gerekli hususların da varlığının sürmesinin elzem olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekiyor.
Seçildikten sonra kendisine yönelik hukuk dışı hareketleri ya sezemedi ya da bu olumsuzlukların aleyhine işlememesi için gerekli tedbirleri zamanında alamadı.
Darbeyi yapan Abdulfettah Sisi batının ve Suudi Arabistan yönetiminin desteğini arkasına aldığı için antidemokratik yoldan yönetimi gasp etti.
Demokratik yolla seçilmiş ilk devlet başkanı olan Mürsi ise aslı astarı olmayan suçlarla itham edilerek, her türlü insanlık dışı şartlar içinde sağlığını yitirerek, duruşma sırasında hayatını kaybetti.
Rahmetli Adnan Menderes yargılama sürecinde çok sıkıntı ve aşağılamalara maruz kalmış, haksız bir şekilde idama mahkum edilmişti.
Aynı zihniyet ve aynı zihniyetin emrinde olanlar rahmetli Mursi’nin haksız hapsedilmesi ve yargılanması sürecinde, dünya kamuoyu ve insan hakları teşkilatlarının gözü önünde insanlık dışı muameleler karşısında hayata gözlerini yummuştu.
Ufak bir antidemokratik hadise karşısında koro halinde seslerini yükselten batı dünyası ve ilgili kurumlar yine sessizliğe büründüler. İşlerine gelseydi mevcut Mısır yönetiminin adalet divanına sevki istenirdi!
Bu son elim hadise gösteriyor ki emperyalist güçlerin hile ve desiseleriyle parçalanmış bir İslam alemi varlığını sürdürdükçe İslam ülkelerine huzur ve güvenin gelmesinin zor olduğu bir kez daha açığa çıkıyor.

16 Haziran 2019 Pazar

Çölleşme ve kuraklık





Özellikle Afrika kıtasında etkisini gösteren çölleşme arazi alanlarının küçülmesine neden oluyor. Yapılan araştırma ve incelemelere göre başta insan faaliyetleri olmak üzere iklim değişimlerinin etkisiyle meydana geliyor.
Çölleşmelerin aşırı sömürülen ve uygun olmayan arazi kullanımına kırılgan olan dünya arazi alanlarının üçte birini kapsayan kurak arazi ekosistemleri nedeniyle oluşuyor.
Yoksulluk, küresel politik istikrarsızlık, ormansızlaşma, aşırı otlatma ve kötü sulama uygulamaları arazi verimliliğini zayıflatıyor.
Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü ile her yıl çölleşmeyle mücadele için uluslararası çabaların insan farkındalığının gelişmesine destek sağlaması hedefleniyor.
Bu nedenle Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü arazi küçülmesi probleminin çözüm yoluyla başarılabileceğinin herkese hatırlatılması açısından önemli bir gün olarak görülüyor.
Bunun yanında güçlü toplum katılımı ve bütün seviyelerde işbirliğinin rolü bu hayati tehlikenin üstesinden gelinmesi için önemli olduğu hatırlatılıyor.
Bu yılın teması “Geleceği Birlikte Büyütelim."
2019 yılında 25. Yıl kutlanırken, gelecek 25 yıl için yoksulluğu azaltacak, su ve gıda güvenliğini sağlayacak bir dünya tahayyül ediliyor.
Bu yılın toplantısı 17 haziran 2019 günü ülkemiz ev sahipliğinde Ankara’da yapılıyor…
Toplantının temel konuları ise Arazi ve Kuraklık, Birleşmiş Milletlerin açıklamasına göre, 1,8 milyar insan 2025 yılına kadar mutlak su darlığı çekecek ve dünyanın 2/3’ü su stresi altındaki şartlarda yaşıyor olacak.
Bir diğer konu Arazi ve İnsan güvenliği, 2045 yılına kadar 135 milyon civarında insan çölleşme neticesinde yerinden olmuş olacak.
Mevcut küçülmüş arazinin rehabilitasyona tabi tuutlmasıyla arazi küçülmesini başarmak, sürdürülebilir arazi yönetim ölçeğini yükseltmek ve restorasyon inisiyatiflerini hızlandırmak herkes için daha fazla direnç kazanma ve güvenliğe gidecek yol olacağı bekleniyor
Arazi ve İklim konusu ile azalan ekosistem alanlarının iyileştirilmesiyle yıllık olarak 3 milyar ton karbonun depolanma potansiyeline sahip olduğu öngörülüyor.
Açıklamaya göre, arazi kullanım sektörü toplam küresel emisyonların yaklaşık %25’ini temsil ediyor.
Sürdürülebilir Gelişme için Gündem 2030’un gezegenimizi bozulmaktan korumak için  kararlı olduğu gözleniyor.
Bu çerçevede sürdürülebilir tüketim ve üretim, tabii kaynakların sürdürülebilir yönetimi ve iklim değişiminde acil eylem planı öngörülüyor. Böylece mevcut ve gelecek nesillerin ihtiyaçlarının desteklenmesi hedefleniyor.
Su, tarım ve orman ekosistemlerinin korunması, rehabilitasyonu ve geliştirilmesi mevcut ve gelecek nesiller için hayati önem arz ediyor.


8 Haziran 2019 Cumartesi

Gıdanın geleceği sempozyumu



Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Organizasyonun gıdanın geleceği hakkında bir sempozyum düzenliyor…
Organizasyona göre, obezite ve diyet ilişkili hastalıklar bütün ülkelerde yükselirken, yetersiz beslenme de varlığını sürdürüyor.
Gıdanın üretildiği, işlendiği ve nakledildiği şeklin sağlığımızı etkilediği belirtiliyor.
Gıdanın geleceği gıda sistemlerimize bağlı, mevcut gıda sistemlerinin sağlıklı diyetler için elverişli olmadığı ve sınırlı tabii kaynaklara bedel ödetiyor.
Büyüyen ve şehirleşen insanlığın, artan diyet ilişkili sağlık problemleri, iklim değişimi ve tükenen tabii kaynakların zorluklarıyla karşı karşıya kalan gıda sistemlerinin değişmesinin lazım olduğu; bu nedenle fertlerden şirketlere ve hükumetlere kadar herkesin üstleneceği bir rolün olacağı hatırlatılıyor.
Küresel olarak açlık ve yetersiz beslenme en büyük zorluklardan bir olamaya devam ediyor.
Ancak yetersiz beslenme bazı ülkelerde varlığını sürdürürken obezite ve diyet ilişkili bulaşıcı olmayan hastalıkların da düşük ve orta gelirli ülkelerde beklenmedik bir şekilde yükseldiği gözleniyor.
Bu nedenle mevcut gıda sistemini dönüştürmek için küresel bir çağrı var.
İhtiyaç duyulan sağlık ve iyi diyetleri sağlamak için adil olmayan hususları ele almak ve tabii kaynakların yok olmasını durdurmak hedefleniyor.
Gezegen sınırları içinde nesiller boyu sürdürülebilecek optimum sağlık için besleyici diyetler nasıl sağlanabilir sorusu politika yapıcılar ve araştırma topluluğu için yüksek önceliğe sahip görülüyor.
Hızlı büyümekte olan dünya nüfusu, hızlı şehirleşme, değişen diyetler, iklim değişimi ve dünyanın birçok bölgesindeki uzatmalı krizler dolayısıyla küresel gıda sisteminin yüzleştiği zorlukları göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Yapılan bir araştırmaya göre, eğer önemli hafifletici tedbirler alınmazsa düşük ve orta gelirli ülkelerde diyet değişiminin hızlanması çevre üzerindeki gıda sisteminin etkisini artıracağı bekleniyor.
Milli sınırı aşacak gıda sistemleri için etkin bir yönetim uygulamasına acil ihtiyaç olduğu, resmi ve resmi olmayan organizasyonları kapsayacak küresel ve lokal olarak bütün seviyeleri kapsayıcı olması hedefleniyor...
Politik yükümlülük, liderlik, hesap verebilirlik ve politik tutarlılık etkin yönetim için temel faktörler olarak görülüyor, bunlara ilaveten etkin eylem almak için veri, beceri ve kapasite gelişim hususları göz önünde bulunduruluyor.
Bunun için alışılmış iş sisteminin Sürdürülebilir Gelişme Hedefleri olarak hedeflenen Gündem 2030’u başarmak için bir tercih olmadığına dikkat çekiliyor…
Gıda sempozyumunun gerek gıda ve gerekse diğer olumsuzluklar karşısında üzerinde durulması gerek en önemli husus ise bugün dünyanın birçok bölgesinde devam eden çatışma bölgelerinin ve terörün bir an önce durdurulması için gerekli tedbirlerin alınması olduğu; bu olumsuzluklar bertaraf edildiği zaman sempozyumun diğer sıkıntıların da daha erken ve kolay bir şekilde giderileceğini göz önünde bulundurması söz konusu hedeflerin başarılmasında önemli rol oynayacak.