23 Ekim 2015 Cuma

Bugün ise karşımızda 7 düvel ve PKK var


 

Geçen 13 yıl boyunca Türk ekonomisi büyük gelişmelere şahit oldu.

Bunu makroekonomik göstergelere bakınca daha iyi anlamak mümkün oluyor.

Ak partinin iktidara geldiği tarihteki ekonomik göstergelerle bugünkü rakamlara baktığımızda aradaki artı fark net bir şekilde görülmektedir.

Unutulmaması gereken bir husus ise geçen bu süre içinde Türk ekonomisi gerek dış ve gerekse iç kaynaklı önemli engellerle karşı karşıya kalmış olmasıdır.

Ülkenin istikrar, güven ve huzurunu bozmak için dış ve iç güçler büyük çaba göstermiştir.

Ülke ekonomisinin karşılaştığı ilk büyük olumsuz durum 2008 yılında bütün dünyayı etkisi altına alan küresel finans krizi olmuştur...

Ki bundan Türk ekonomisi gerek Avrupa ve gerekse diğer ülkelere göre en az etkilenen ülke olmayı başarmıştır.

Aradan 7 yıl geçmiş olmasına rağmen dünya bu krizin bıraktığı olumsuzlukları tamamen üzerinden atamamış, o tarihten beri dünya ekonomisi beklenen toparlanmayı sağlayamamış.

Türk ekonomisinin yüzleştiği bir diğer önemli olumsuz gelişme ise Arap Baharı diye başlatılan Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerindeki toplumsal demokratikleşme hareketi olmuştur.

Dört yılı aşan bir süredir bu hareket amacına ulaşmadığı gibi söz konusu ülkelerde derin yaralar açmış.

Özellikle yakın komşumuz olan Irak, Suriye, Mısır gibi ülkeler aynı zamanda ülkemizle büyük oranda ticari ilişkileri olan ülkelerdir...

Ülke ekonomisi için bir diğer olumsuzluk ise 2013 yılı Mayıs ayı sonu ve Haziran başlarında ülkeyi istikrarsızlaştırmak için ağırlıklı olarak batı medyasının büyük medya desteğiyle yapılan Gezi Olayları olmuştur.

BBC ve CNN International yayıncılık ilkelerini kötüye kullanarak, ülkemizde kaos çıkarmak için algı operasyonlu yayın anlayışıyla bu olaylara ciddi destek vermişlerdir.

Bu olayların ve arkasındaki güçlerin ana gayesi Türk ekonomisini istikrarsızlaştırmak olmuştur.

Bir başka önemli olumsuz gelişme ise terör olaylarının yeniden başlamasıdır.

Güçlü Türk ekonomisi ve Ak Parti iktidarları bu olumsuz olayların üstesinden gelmeyi başarmış.

Bilindiği gibi gezi olaylarının tek hedefi ülkeyi bir Mısır, bir Irak veya bir Suriye’ye dönüştürmeyi amaçlıyordu.

Fakat bu hain emel sahipleri arkalarına almış oldukları iç ve dış desteklere rağmen amaçlarına ulaşamamışlar.

Bunca iç ve dış olumsuz gelişmelere rağmen Türk ekonomisi bu olumsuzluklarla mücadelede başarılı olmuştur.

13 yıllık Ak Parti iktidarı bu süre içinde ülke çapında önemli yatırımlar yapmış.

Önde gelen yatırımlara ve hizmetlere baktığımızda; İstanbul boğazını denizin altından iki yakaya bağlayan Marmaray raylı sistemi, ülke çapında binlerce kilometre duble yollar ve tüneller, hizmete alınan sulama ve enerji barajları, bunların yanında yapılmakta olan 3. Havaalanı, 3. Boğaz köprüsü, yine yapımı devam eden denizin altından boğazın iki yakasını lastik tekerli araçlar için bağlayacak olan ikinci tüp geçit gibi dev yatırımları saymak mümkün.

Hızlı tren projelerinin hizmete girmesi, savunma sanayinde kayda değer projelerin gerçekleştirilmesi ülkemiz adına memnuniyet veren önemli gelişmeler olmuş…

Bazı iç ve dış güçlerin halkın hür iradesiyle işbaşına gelen iktidarları karalamaya çalışırken, demokrasi çabası gösteren ülke topluklarının bu taleplerini istismar ettikleri iyi biliniyor.

Batılı hegemonist zihniyet bilinen o emperyalist tutumunu terk etmediği gibi, bugün demokrasi için mücadele veren bölgemizdeki ülkelerin demokratik taleplerine destek vermemesiyle evrensel değerlere olan samimiyetsizliğini göstermiş oluyor.

Emperyalistler dün olduğu gibi bugün de mazlumun değil Suriye örneğindeki gibi zalimin yanında olmayı tercih etmektedirler.

Ülkemizdeki olumlu gelişmeleri, demokrasiyi istemediklerini, kaos oluşturmak için fırsat kolladıklarını iyi biliyoruz.

Rusya’nın bugün katil Suriye yönetimine olan aşırı ilgisi bunun en bariz göstergesidir.

Ülkemizin bugün Çanakkale ruhundan daha ileri bir birlik ve beraberlik ruhuna ihtiyacı var.

O zaman karşımızda sadece yedi düvelin güçleri vardı, bugün ise yedi düvele ilaveten onların güdümündeki PKK ve iç destekçileri de var!

 

18 Ekim 2015 Pazar

Terör neden bitirilemiyor?


 
Bugün terörün günümüzde ulaşmış olduğu güç, Amerika’daki ikiz kulelere 11 Eylül 2001’de yapılan saldırısı sonrasında başlamış. 

Özellikle bölgemiz, yakın çevremiz ve Afrika’daki birçok ülkeyi etkisi altına almış.

11 Eylül saldırısının nasılı ve nedeni gibi kafalarda oluşturduğu şüpheler hala açıklığa kavuşmamış.

Dönemin ABD başkanı bu hususta aydınlatıcı ve mantıklı açıklama yapamamış.

Ancak bu hadise bugün bölgemizde olan gerek terör ve gerekse iç karışıkların baş müsebbibi olmuş.

İkiz kulelerin vurulmasını bahane eden ABD Ortadoğu’da ve Afganistan’da ve bulunduğumuz bölgedeki birçok ülkede istikrarsızlığın oluşturulması adına eline büyük bir koz geçirmiş.

Terörle mücadele bahane edilerek bugün birçok İslam ülkesi bu komplonun kurbanı olmuştur.


İkiz kulelere düzenlenen saldırı, insanlık dışı ustaca bir komplo da olsa geride bıraktığı acı gerçekleri yanında ders alınması gereken tarafı da var.

Bu saldırının İslam kimlikli kişiler tarafından yapıldığı iddiası bütün Müslümanları ve İslam ülkelerini töhmet altında bırakırken, o tarihten beri bazı İslam ülkeleri aradan 14 yıl geçmiş olmasına rağmen bir türlü huzur ve sükûn bulamamış.

Bu terör olayını gerekçe gösteren ABD liderliğindeki koalisyon güçleri söz konusu ülkelerde derin sosyal ve psikolojik yaralar açmıştır.

Telafisi mümkün olmayan bu yaralar insanlık adına utanç verici bir hal almış.
Ne BM’nin ve ne de uluslar arası hukuk kurumunun hesap verebilirlik gibi bir yapısı kalmamış!

ABD’deki terörden alınması gereken önemli bir ders ise, olayın ardından ülkedeki yönetimde olmayan siyasi parti iktidar partisini hiçbir şekilde ağır bir şekilde suçlamamış.

Hep bir ağızdan terör kınanmış, bu menfur olayın üzerine elbirliği ile gönül birliği ile gidilmiş.

Millet, devlet olmanın, birlik ve beraber olmanın gerekliliğini samimi bir şekilde top yekûn olarak yerine getirmiş olduklarına şahit olduk.

Dini, milliyeti ve vatanı olmayan bu insanlık dışı eylem türünün üzerine bir ve beraber olarak gitmişlerdir.

Böylece terör, terörist ve yaptıkları eylemlere hiçbir siyasi parti, sivil toplum örgütü ve benzeri oluşumlar destek vermemiş.

Ülkelerinin huzur ve güvenine, birlik ve beraberliğine yönelik eylemler karşısında bir olmayı, birlik olmayı ve iri olmayı bir temel vazife bilmenin şuuru ve aklıselimle hareket etmişlerdir.

Hiç kimse bu işi kendine yontmamış, bir ülkeye yakışmayacak tavırlar takınmayıp ülkelerinin birlik ve beraberliğini ön planda tutmuşlardır.

Oysa bizde ise sözleşmişçesine, anlaşmışçasına ölçü ve sınır tanımaz sözlü saldırılar ve hakaretlerin yapıldığını biliyoruz.

Bir kahraman ve mağdur edasıyla anında ağza alınmayacak ifadelerle karalama yolunu tercih etmek ne aklın, ne mantığın ve ne de bir siyasi parti liderinin veya sivil toplum kuruluşunun yapacağı bir iş değil.

Terörü ve onun arkasındaki güçleri değil de bunu fırsat bilip başkalarına hakaretamiz bir tavır takınmanın çok yanlış olduğu, yanlış olduğu gibi hukuk dışı olduğunun iyi bilinmesi gerekiyor.

Haksız bir şekilde birilerini karalama anlayış ve yaklaşımıyla bir yere varılamaz.

Onun içindir ki ülkemizde terör on yıllardır devam ediyor.

Onun içindir ki terör bitirilemiyor!

Bugün gerek ülkemizde ve gerekse diğer ülkelerde kimlerin teröre sahip çıktığı çok net olarak belli.

Bu hak ve hukuk tanımaz sahiplenme önlenmediği için, terör de önlenememiş bugüne kadar.

Batı ülkelerindeki gibi bütün siyasi partilerin, ilgili kurum ve kuruluşların hep birden samimi bir karşı tavır içinde olmalarıyla bu menfur olayın üstesinden gelinmektedir.

Yoksa terörü açıkça savunan bir siyasi partinin ya da sivil toplum kuruluşlarını mevcut yaklaşımı sürdükçe bu işin üstesinden gelmenin zorlaşmakta olduğu iyi bilinmelidir.

Bu yaklaşım hukukla, haklarla ilgisi olamadığı gibi bu kavramları istismar etmekten öteye geçmez!

16 Ekim 2015 Cuma

Barış ve demokrasi istismarlığı


 

Kazananı olmayan, fakat kaybedeni çok olan insanlık dışı bir faaliyet olan terörden ülkemiz çok çekti.

Geriye dönüp baktığımızda arada kısa dönemlik kesintileri bir tarafa bırakırsak, nerdeyse yarım asra yaklaşan bir zamandır ülkemiz terör pençesi altında.

Emperyalistler için herhalde çok mümbit bir ortam olmalı ki hükmünü bunca yıl sürdürmüş.

Geçim felsefelerini sömürü üzerine kurmuş oldukları için bu tip ortamları ve piyonlarını iyi biliyorlar…

Sözde hak ve barış istekleri medeni usullerden değil de vahşete sarılarak yapılıyor!

Bir elinde bomba, bir elinde kalaşnikof dilinde ise “barış ve demokrasi”. 

Benzeri görülmemiş yaman bir çelişki!

Terör kontrolsüz ve acımasız bir silah kime döneceği, kimi vuracağı bilinmez.

Aklıselim ve sağduyu sahipleri terörün nasıl bir insanlık dışı faaliyet olduğunu hatırlatırken terörün dini, milliyeti, vatanı olmadığı gibi, meşruiyetle hiçbir alakası olmadığını vurguluyor!

Çünkü terörün üst akılları, örgütleri ve onların mensupları fıtrat olarak bu değerlerle barışık olamazlar.

Terör on yıllardır gerek ülkemizde ve gerekse diğer ülkelerde ki bunların çoğunluğu İslam ülkesi yüzbinlerce insanın canına mal olmuş.

Teröre piyon olanlar kendilerine vaat edilen hedefler, amaçlar için değil de emperyalist güçlerin ve onların maşalarının menfaati için hayatlarını kaybetmişler.

Harcananlar ise hep kandırılmış neye hizmet ettiğini bilmeyen piyonlar olurken, gayrimeşru kazancı ise bu işin baronlarına gitmiş.

Bugün yeryüzünde terör nerelerde var, hangi ülkeleri hedef almış ya da hangi ülkelere yönlendirilmiş olduğuna baktığımızda ise; bu örgütlerin tamamının İslam ülkelerinde konuşlanmış olmalarını bir tesadüf olarak görmek akıl ve mantıkla bağdaşır bir durum değil.

Olması istenmez fakat, neden İslam dışı bir ülkede hiçbir terör örgütü yok?

Ortaya çıkış gerekçelerine baktığımızda ülkemizde olduğu gibi kiminin gerekçesi ırkçılık ki bugün bütün dünyada şiddetle buna karşı çıkılmakta; kiminin ise sözde İslam devleti kurmak.

Uluslararası normlara göre ayırımcılık ve ırkçılık suç sayılmakta…

Terör sarmalında bulunan ülkeler; özellikle Afganistan, Nijerya, Somali gibi Afrika ülkelerinde ortaya çıkış gerekçelerine baktığımızda ise sözde bir İslam devleti kurmak üzerine kurulmuş.

Yine en son ortaya çıkan ve en acımasızı, uluslararası ölçekte olanı ise Irak ve Suriye’de sözde İslam devleti kurduğunu ilan ederek İslam akideleriyle zerre kadar bağlantısı olmayan, bu yüce dinimizi teröre peşkeş çekerek çirkin ve hain emeller için kullanan DAEŞ terör örgütü...

Bu örgütler vahşeti, katliamı yakından uzaktan hiçbir bağlantısı olmayan İslam'la özdeşleştirerek, bütün dünyaya da bu şekilde tanıtmış.

Hiçbir dine, millete ve bayrağa aidiyeti olamayan bir illegal yapının bir kesime, bir ırka ve benzeri bir başka değere yaranmak için sahip olduğu ismi ne olursa olsun bu yapıların temel görevinin akıl almaz vahşet uygulamaları olduğunu biliyoruz.

Bütün terör örgütlerinin ortak paydaları vahşet üzerine kurulmuş.

İster ırkçılık, ister din temeli üzerine kurulmuş olsun, başvurdukları metot aynı, uyguladıkları eylem tipleri aynı.

Bugün Boko Haram nasıl köy basıp, ev yakıp, masum insanları kaçırıp öldürüyor, İslam’ın ve insanlığın kabul edemeyeceği işkenceleri uyguluyorsa; bizdeki terör örgütü olan PKK ve onların türevleri aynı metotları bugüne kadar uyguladı.

O zaman bunların isimleri ve görünürdeki kuruluş amaçları ne olursa olsun hepsinin belli bir üst akıldan yönetildikleri su götürmez, tartışma götürmez acı bir gerçek.

İsmi şuymuş buymuş, savundukları sözde amaçları ne olursa olsun; gerçek amaçları eylem yaptıkları ülkeleri her bakımdan zor durumda bırakmak, ekonomik olarak çökertmek, huzur ve can güvenliğini yok etmek üzerine kurulmuşken, bu işin kaymağı ise emperyalistlerin olmuş.


10 Ekim 2015 Cumartesi

Yükselen Türkiye korkusu


 

Basit bir olayda dahi toplum düzenini bozanları karga tulumba derdest ederek gerekli önlemleri alan ülkelerin, kendilerini dünyanın en ileri gelen ülkeleri olarak tanımladıklarını biliyoruz.

Bu ve benzeri tedbirleri tavizsiz bir şekilde ülkelerinin huzur ve güveni için yapmaları doğru bir yaklaşım.

Fakat bu ülkelerin bırakın çok basit ferdi ve toplumsal bir olayı; hayati önem taşıyan olayların başka ülkelerde meydana gelmesini önlemek için alınan tedbirleri insanlık ve özgürlük adına yapılmış haksız bir hareket gibi gösterme becerisine ve ikiyüzlülüğüne sahip olduklarını da biliyoruz.

İşte bu desteği bilen istismarcı azınlığın bazı söylemleri kendilerine kalkan yaparak çirkin emellerini gerçekleştirme çabası içinde oldukları bilinen bir gerçek...

Bir kesim için demokrasi, özgürlük, düşünce hürriyeti, konuşma hürriyeti, toplantı ve gösteri hürriyeti gibi kavramlar ve etkinlikler istismar kanalları olarak hain emeller için kullanılmıştır.

Terör olaylarının tırmandırılmasındaki maksat dünde, bugünde iyi biliniyor!

Ankara'daki son terör olayını ve malum ırkçı terör olaylarını analiz etmek gerekirse; aklıselim sahiplerinin bu durumun temel nedenlerini birkaç yönden ele aldıklarını ve mantıklı ortak bir paydada buluştuklarını görüyoruz.

……

Türkiye’nin vesayetten kurtulması, boyun eğmemesi hazmedilmiyor,

Türkiye’nin güçlenmesi, Türkiye’nin bölgesinde önemli bir aktör olması ve bu rolünü giderek güçlendirmesi istenmiyor.

Türkiye’nin sadece kendi çevresindeki mazlumlara değil, bütün mazlumlara mağdurlara sahip çıkan bir politika izlemesi istenmiyor.

Türkiye’nin tarihi genlerinden gelen aidiyet duygusu yok sayılıyor.

Bu vesileyle bugün birçok İslam ülkesinde kan ağlayan tarihi birlikteliği olan ülkelere sahip çıkması istenmiyor.

Son yıllardaki bütün bu olumlu gelişmeler bir araya gelince, özellikle içerdeki hainlerin dış bağlantılarıyla yaptıkları işbirliği ülkemizde birlik, beraberlik ve bunun neticesinde güçlenme ve kalkınma baltalanmak isteniyor.

Bu nedenledir ki ülkemiz uzun yıllardır terörden bir türlü kurtulamıyor.

Bizi özgürlük, insan hakları, basın özgürlüğü, konuşma özgürlüğü gibi söylemlerle bugüne kadar vuranların, öncelikle bu evrensel değerlere kendilerinin ne kadar sahip çıktıklarına bakmak lazım!

Bu değerleri insanlığı ve temel hakları korumak ve savunmak adına değil de, söz konusu durum İslam ülkeleri olunca bu değerler hep maksat dışı kullanılmış...

Terörün ve terörist yapıların bilindiği gibi meşru normlar açısından kurumsal yapıların hiçbiriyle ortak bağlantısı yoktur.

Yapısını şiddet, kan, yakma ve yıkma üzerine kurmuş olan ve merhametsizliği ve acımasızlığı faaliyetlerine esas alan bir yapının, bunun tersi olan normal ve meşru bir yapıyla ve temel insan haklarıyla doku uyuşması olması mümkün olmadığı bir gerçek.

Yine biliyoruz ki illegal bir yapının barış istemesi, ya da ateşkes ilan etmesi nazari dikkat alınacak bir durum değildir.

Eğer terör örgütü barış ve ateşkes söylemlerinde samimi olsaydı, çözüm sürecini iyi değerlendirir işi tekrar vahşete dökmezdi.

Ve yine üzerinde doğup büyüdükleri bu toprağın güvenlik güçlerine ve masum insanlarına en acımasız, en kalleş, en hain metotlarla saldırmayıp; yüklendikleri vekâlet savaşını ellerinin tersiyle bir şamar gibi bu savaşın asıl sahiplerinin suratlarına vururlardı.

Bunun mümkün olmayacağı artık iyice belli olmuş, öyle “ben ateşkes ilan ediyorum, barış istiyorum” aldatmacasıyla kaybettikleri lojistik güçlerini tekrar fazlasıyla kazanmak için başvurdukları hileye bırakın yetkili kurumları, sokaktaki sade vatandaş dahi ciddiye almayacaktır.

Barışın yolu kendilerine gösterilmiştir, tek çare silahların gömülmesi ya da gelip silahlarıyla Türk devletinin adaletine bütün şürekâsıyla teslim olmak onlar için en salim yol olacaktır.   

8 Ekim 2015 Perşembe

Bölgemizdeki fiili durumun asıl nedeni


 
 

Bölgemizde ülkemizi de yakından ilgilendiren sınırdaş olduğumuz ve yakın çevremizdeki ülkelerde meydana gelen istenmeyen olayların hikâyesi aslında uzun.

Mesele hep gelip Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasına ve sonrasında oluşan çok sayıda devletlerin yönetim şekline dayanıyor.

Osmanlı İmparatorluğu bilindiği gibi iç ve dış düşmanların işbirliği neticesinde parçalandı.

Bu hain plan yine uzun yıllardır ülkemiz üzerinde oynanıp duruyor!

Yıllardır beyinlerin yıkanıp; akılcı düşünme, merhamet ve insanlık duyguları köreltilmişlerle, asırlardır bu topraklar üzerine birlikte yaşan milleti ırkçılığı ön plana çıkararak parçalara ayırma hilesini biliyoruz!

Şimdi yaklaşık bir asırdır bölgemizde yaşanan olayların seyrine kısa bir analitik yaklaşımla baktığımızda bugünkü mevcut duruma neden gelindiği daha iyi anlaşılır.

Temelleri sağlam bir kurumsal yapı üzerine oluşturulmamış olan yönetim şekli bu ülkelerde yaşanan istikrarsızlığın asıl nedenini oluşturmuş.

Sonrasında bu durumu daha zayıf duruma getirme süreci ise baba Bush’un 1990-1991 yılında “suyumu bulandırdın” anlayışıyla Irak’ta başlatılmıştı.

ABD’nin binlerce kilometrelerce uzaktan gelip akla mantığa sığmaz bahanelerle Irak’ı işgal etmesi, ki o zaman 11 eylül senaryosu ve saldırısı henüz olmamıştı, bölgede yaklaşık çeyrek asırdır devam eden kaosun önemli adımını oluşturmuştur.

Bu aynı zamanda bölgede bulunun diğer güçleri huzursuz ve rahatsız eder.

Baba Bush’un Irak’a açtığı ilk savaş yetmiyormuş gibi, 2003 yılında oğul Bush eften püften bahaneyle daha büyük olan saldırıyı koalisyon güçleriyle yaparak bugünkü Irak’ı oluşturdu.

O günden bugüne Irak mezhep çatışmalarının ve terör örgütlerinin kaynağı olurken, yüzbinlerce insanın da hayatından, yerinden yurdundan olmasına neden oldu.

Çevremizdeki bölge ülkelerinin 4-5 sene öncesinde başlattığı çok geç kalmış demokratikleşme hareketi maalesef uluslararası toplumun “istemezük” anlayışıyla kadük kaldı.
Bu yetmiyormuş gibi bölge iyice istikrarsızlığa sürüklendi.

İşte bölgemizde komşu ve çevre ülkelerde yaşanan istikrarsızlık ve iç çatışmaların ana kaynağı da bu yaklaşımdan ileri geliyor.

Bir asır öncesinde bağımsızlıklarına kavuşan bu ülkeler eğer aşiret anlayışlı değil de bütün dünya ile entegre olabilecek kurum ve kurallarıyla demokratik bir düzen kurmuş olsalardı, bugün bu ülkelerde ve bölgemizde bu kargaşa ve savaşlar büyük ihtimalle olmayacaktı.

Fakat bu ülkelerin aşiret ve monarşi esaslı yönetim anlayışı, ülkelerinin ve insanlarının geleceğini değil de, kendi dar çevrelerini düşünmeleri hem kendileri ve hem de ülkeleri için hoş olmayan neticelere yol açmaktadır.

Kendi topraklarının asıl sahiplerine akıl almaz, hak ve hukuk tanımaz bir anlayışla muamele yapan Suriye’nin zalim lideri bunun en çarpıcı örneği.

Sırf kendi istikbalini korumak için 5 yıldır insanlarına yaptığı zulüm ve yüzbinlerce masum insanı katledişi defalarca kayıtlara geçmiş ve tescil edilmiştir.

Ülkesini ve insanlarını kendi menfaati için başka bir işgalci devlet olan Rusya’ya peşkeş çekmiştir.

Kendi geleceğinin garantisinin olup olmayacağına rağmen…

Kendi ülke insanın iradesine saygı duymamış ve güvenmemiş; ülkesini de, insanını da, iradesini de başka bir emperyaliste teslim etme derekesine düşmüştür.

Rusya’nın fiilen Suriye’deki iç savaşa müdahil olması ve sınırlarımızı ihlal etmesi bölgedeki istikrarsızlığa yeni bir boyut katmıştır.

Bugüne kadar dolaylı olarak yaptığı desteği artık bizzat dâhil olarak yapmaya başlamıştır.

Adeta ABD’ye “sen kilometrelerce uzaktan gelip Irak’a müdahale edersen, ben neden çok daha yakındayken böyle bir müdahalede bulunmayayım” demektedir.

Analistler Rusya’nın bu tutumumu Batı politikasının Suriye’de çöktüğünü göstermek istediği şeklinde yorumluyorlar.

Rusya’nın Suriye yönetimine yardım amacıyla bu ülkeye yığınak yapması, batılı ülkelerin bölgede çözüm bekleyen demokratikleşme sürecini sürüncemede bırakmasının neticesidir.

Eğer Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki demokratikleşme hareketine batılı ülkeler destek vermiş olsalardı, bugün bölgedeki istikrarsızlık olmayacaktı.

Bölgede yaşanan gelişmelerde ilk suçlu bugüne kadar ülkelerinde demokratikleşme hareketini yapmayan söz konusu ülkelerin kendi yöneticileridir.

Sonrasında bunu bir avantaj olarak değerlendiren ve kendileri için bir sömürü ortamı olarak gören batılı ülkelerdir.

Bununla da yetinmeyen batılı güçler ve uluslararası toplum bölgedeki demokratikleşme hareketine maksatlı olarak destek vermeyerek ve bu hareketi maksadından saptırarak bugünkü fiili durumun baş müsebbibi olmuşlar…

4 Ekim 2015 Pazar

Rusya ne yapmak istiyor?



 

Zaman tünelinin yaklaşık bir asırlık geçmişine doğru yolculuk yaptığımızda Rusya’nın Bolşevik devrimini yaptığı çevresindeki ülkeleri de işgal ederek boyunduruğu altına almış olduğunu görüyoruz.

Yine bu ülkelerin çoğunun bizim ata yurdumuz olan parçalara ayrılmış ülkelerden ibaret olduğunu görüyoruz.

Avrupa kıtasında ise doğu Avrupa ülkelerini bu insan fıtratıyla bağdaşmayan rejimin boyunduruğuna almış olduğunu biliyoruz.

Bu baskı ve insanlık dışı rejimi tahlil ettiğimizde, insanlık ve insani değerlerden nasibini almamış olanların sadece kişisel egosunu tatmin etme hırsından ileri geldiğini söylemek abartma olmayacak...

Rusya liderlerinin saldırgan ve işgal etme ihtirası kendi insanına verdiği zarar yanında başka milletleri de hegemonyası altına alarak onları da bir asra yakın süren zaman içinde her türlü sömürüye tabi tutmuş.

Özellikle Müslüman kardeşlerimiz bu komünist Rus baskısından çok mağdur olmuşlar.

Her türlü hakları ellerinden alınmış, evlerinden ve yurtlarından sürülmekle kalmamış, canlarından olmuşlar.

Netice olarak bu insanlık dışı rejim 1990 yılında sona ermişti.

Ekonomisi tamamen çökmüş olan bu rejimin kızıl ordu mensupları geçimlerini sağlamak için madalyalarını, üniformalarını satacak duruma düşmüşlerdi.

Bu rejiminin çöküşünden önceki son işgal ettiği ülke ise Afganistan’dı.

Bu ülkeyi işgal etmesi Sovyet rejiminin çöküşünde önemli rol oynamıştı.

Aradan çeyrek asır geçti, çöküş yıllarının başlangıcında kuzu postuna bürünen Rusya bu süre zarfında yeniden semirince işgal planını tekrar uygulamaya başlamış görünüyor.

Ukrayna’yı işgal edip Kırımı ilhak ettikten sonra, 4,5 yıl önce Suriye’de başlayan iç savaşı da el altından destekleyerek, ülkesinin Suriye üzerinde menfaatlerinin olduğunu sürekli dile getirdi.

Ülkesini sırf şahsi menfaatleri için sömürgeci güçlere peşkeş çeken Suriye’nin zalim yönetimi, bu ülkenin asıl sahiplerine ise yaklaşık 5 yıldır her türlü zulmü uygulamış.

Bu zulmü görmezden gelen Rusya BM Güvenlik konseyinin daimi üyesi olarak bu görevini uluslar arası hukuk karşısında ihlal etmiştir.

Hukuk karşısında aslında bu konseyinde geçerliliği kalmamıştır.

Hukuken adil bir icraat yapmaktan aciz bir duruma düşürülmüş, yüklenmiş olduğu misyonunu yerine getirememe durumuna düşürülmüştür.

Dünyaya barış, huzur ve güven sağlama görevi yerine aksini yapar bir yapıya dönüşmüş.

BM Güvenlik Konseyinin bu hukuk dışı yapısını ne yazık ki BM’ye üye 200’e yakın devletin yeterli bir tepkisi yok. Bu bozuk yapının değişmesi ise üye devletlerin kararlı ve ısrarlı tepkisine bağlıdır.

Rusya’nın Suriye’yi bombalamasına Türk-İslam dünyasının bugüne kadar sessiz kalması ise emperyalistleri hain emellerinde cesaretlendirmiştir.

Bu sessizlikleri sürdükçe bunların işgal ve sömürü iştahları giderek artacaktır.

Temennimiz Rusya’nın Afganistan’da uğradığı hezimete Suriye’de de uğramasıdır.

Bu da büyük ölçüde Türk-İslam dünyasının birlik ve beraberliğine bağlı olacaktır.

10 Eylül 2015 Perşembe

Göç dalgalarının asıl müsebbibi kim?


 
 

Krizlerden menfaat edinme ustalığını iyi beceren batı Suriye krizini de kendi menfaatine dönüştürür mü, sorusunu akla getiriyor!

Özellikle Suriye’de yıllardır süren insanlık dramına çözüm üreteceğine fırsata dönüştürme çabasında…

BBC Yaptığı haberlerle Türkiye’yi bölgemizde yaşanan krizin sorumlusu göstermenin çabası içinde olduğu bir durum sergiliyor.

Ülkemizi karalamak için umutlarını terör örgütlerine bağlayan batılı insan severler asıl suçluyu bir tarafa bırakıp, koruma altında tutarak başkalarını suçlu gösterme maharetini iyi beceriyor.

Bunu biliyoruz, bu hususta usta olduklarına hiç şüphe yok.

Hedef saptırma becerilerini sergileyerek mazlumdan yana çıktıkları rolünü iyi oynamasını bilirler.

Giderek artan göçler nedeniyle ülkemizi geçit olarak kullanan özellikle Suriyeli göçmenlerin çektikleri sıkıntı artık dünya çapında biliniyor.

Suriye’deki krizin başladığı günden itibaren bu krizin asıl müsebbibine değil de, başkasına yıkma çabası var.

Her hususta uzun vadeli hesapları olan ve bunu ustalıkla beceren batı Suriye krizinden de avantaj sağlayacaktır.

4,5 yıldır Suriye krizinizden her bakımdan yakından etkilenen ve ilk günden bugüne evlerinden yurtlarından olan Suriyelileri ülkemizde ağırlayan Türkiye, Ürdün, Lübnan gibi ülkelerin bu insani yaklaşımı bir anda boşa çıkarılırsa bu işe hiç şaşmamak gerekir.

Sahte empati yaparak Suriyelilere dost görünme çabası içinde olan özellikle BBC o bilinen misyon ve sahte insancıl yaklaşımı ile gerek dünya ve gerekse Suriyelilere dost görünme çabası içinde.

Bu kanal Türkiye’yi insan kaçakçılarına mani olmama gibi bir yaklaşım sergiliyor.

Özellikle Bodrum kıyılarına cansız bedeni vuran küçük Suriyeli hadisesinden sonra göçmenlere karşı az da olsa insani yaklaşım içinde olan batılı ülkeler, esası bırakıp usulle uğraşmaya bakıyorlar.

4,5 yıldır gerek Suriye ve gerekse Arap baharı denilen toplumsal olaylar nedeniyle bölge ülkelerinde devam eden insanlık dramına seyirci kalan uluslararası toplum ve BM Güvenlik Konseyi, son göçmen dalgasında da asıl suçluyu görmezden gelip başkalarını suçlama uğraşı içinde.

Suriye’de 300 bin civarında insan hayatını kaybetti.
Nüfusunun yarısından fazlası göç etmiş durumda, ülkede taş üstünde taş kalmamışken suçlanması gereken Suriye yönetimi ve buna seyirci kalan uluslararası toplum varken, başkaları bu insanlık dramının müsebbibi gibi gösterilmeye çalışılıyor.

İşte batı, işte onların insanlık, hak ve adalet anlayışı!

Pes dedirtecek türden, bir yaklaşım.

Asıl suçlu bir tarafa bırakılmış, çekinmeseler bunca zulüm ve vahşetten sonra adamı temize çıkaracaklar, yaptığı vahşete de başkalarını ortak edecekler.  

Birinin ağzından ‘asıl suçlu bu adamdır’ ifadesi çıkmıyor.

Uluslararası toplumun bu insanlık dışı duruma ilgisiz kalışıyla nasıl küresel barış sağlanır.

Suriyelilerin insan kaçakçıları tarafından sömürüldüğü haberini yapan BBC, bu insanların neden kendi ülkelerinden kaçtıklarını gündeme getirmediği gibi, bu dramın baş müsebbibini de sorgulamıyor.

Önce bu soruyu haber kanalına taşısa daha samimi olacak, daha dürüst habercilik örneği vermiş olacak.

Dün olduğu gibi bugünde, külfete değil de nimete ortak olma cambazlığını gösteren batı Suriye krizini de fırsata çevirmezse ona hiç şaşmamak lazım!