23 Nisan 2015 Perşembe

İnsani meselelerin çözümü samimiyet ister


 

Emperyalist düzenin İslam dünyasına bakış açısının değişmez olduğu gibi küresel insanı problemlere de bakışı maalesef değişmiyor.
Bu anlayış değişmedikçe sözde insani meselelere sahip çıktıklarını ifade edenler söylemlerinde samimi olduklarını ispat edemezler.

Bir asır önceki olayları sadece tek taraflı ve at gözlüğü ile değerlendirme ve her yıl aynı meseleyi hep bir ağızdan sözleşmişçesine gündeme getirmedeki maharetini iyi gösteriyorlar.

Bu yaklaşım tarzı da insanlık tarihinin yakın geçmişinde ve günümüzde halen devam eden soykırımları görmezden gelmelerindeki samimiyetsizliğinin açık ve seçik göstergesi oluyor.

Özellikle bölgemizde yıllardır yaşanan insan kıyımının nazari dikkate alınmaması bu husustaki samimiyetsizliğin tasdiki oluyor.

Batının ve uluslararası toplumun günümüzde yaşanan insan katliamlarını bir tarafa bırakıp ve halihazırda sürmekte olan insan hakları ihlallerinin ve katliamların göz ardı etmesi, insani sorunların çözümündeki bakış açısının bariz bir yanlışlığın ve duyarsızlığının içinde olduğunu göstermektedir.

Ülkelerinde uzun yıllardır mevcut olan insanlık dışı ortamdan kaçmak zorunda kalan sığınmacılar toplu ölümlere sahne oluyorlar.

Umuda yolculuğa çıkanlar sürekli meydana gelen deniz facialarını hiçe sayarak içine düşürüldükleri çaresizlikten çok küçük bir ihtimalle de olsa 'kurtuluruz ümidiyle' ne yazık ki toplu ölüme gidiyorlar.

Bu insanlık dışı katliamların yılardır sürmesine rağmen ilgili uluslararası kuruluşlar gereken insani, siyasi adımları atmak yerine aciz bir yaklaşım sergiliyor.

Ölüme yolculuğa çıkan bu insanların hemen hemen tamamına yakınının İslam ülkelerinden olması ise, bir kısım İslam ülkelerinin bir bakıma nedenli ilgisiz olduklarını da gösteriyor.

Hep birlikte hareket ederek ilgili uluslararası kurumları harekete geçirmek için konunun önemini en azından günümüz medya iletişim organlarını kullanarak dünya kamuoyuna aktarmaları bu insanlık dramının halledilmesi yönünde olumlu bir gelişmeye yol açabilir.
Bu insani davada farkındalık oluşturmaya yardımcı olur.

Avrupa Birliği, uluslararası toplum işlerine geldiği zaman her insani meseleye el atarak çözüm yolları ararken, nedense bugün birçok İslam ülkesinde yıllardır devam eden insan katliamına ve kıyımına sessiz kalmayı tercih ediyor.

Bu sessiz kalışları da ister istemez insani meselelere bakışlarındaki samimiyetsizlik ve ciddi olmadıklarının fikrini akla getiriyor.

Bu nedenle mevcut yığınla duran, çözüm bekleyen insani problem varken sürekli olarak bir asır öncesinin, ne derece gerçek olduğu henüz ispatlanmamış bir meseleyi tek taraflı ele alıp gündeme getirmelerini de samimi bulmak aklıselimle bağdaşmıyor.

İnsani meselelerde çözüm yanlısı olanlar yığınla bekleyen sorunlardan işine geleni değil, hepsine samimiyetle eğilerek bu konuda samimi ve ciddi olduklarını göstermeleri gerekir. Yoksa bu çarpık anlayışla mazlumlar daha çok haksızlığa uğrar, dünyada huzur ve barışı tesis etmek de hayalden öteye geçmez.

18 Nisan 2015 Cumartesi

Emperyalistlerin temcit pilavı!


Emperyalist güçler İslam dünyasının içinde bulunduğu dağınık yapıyı iyi değerlendiriyor.

Bu fırsatı iyi değerlendirme çabasını var güçleriyle sürdürüyor.

Bu yapı nasıl oluştu, kendiliğinden mi yoksa sinsi ve hain bir planın uzun yıllar süren uygulamaya alınmasıyla mı oldu?

Tarih gösteriyor ki emperyalist veya sömürü güçleri çok yönlü ve çoklu bir plan silsilesi yaparak çalışıyorlar.

Zamanın ve şartların ruhuna uygun olarak bu hain ve insanlık dışı planlar birer birer veya birden fazla olarak uygulamaya konuluyor.

Son yıllarda bu insanlık dışı planların uygulanması giderek artış göstermekte.

Bölgemizde yaşadıklarımız bunun en bariz ve en çarpıcı acımasız örneği.

Irak, Suriye, Yemen, Afganistan, Libya’da devam eden kaos ortamı ne bir tesadüf ne de şartların oluşturduğu bir vaka.

Çok sinsi ve planlı bir şekilde uygulanan ve bu insanlık dışı durumun sürmesi için batı zihniyeti “fırsat bu fırsat” anlayışıyla hadiseleri değerlendirip yön vermekte.

Sadece batı olsa bu ülkelerde yaşanan insanlık dramı kısa zamanda biter.

Aslında bu ortamın sürmesinde belki de en fazla destek İslam ülkelerinin dumura uğramış duyarsız tutumlarından ileri geliyor.

Hele özellikle bu ortamın sürmesi için İran'ın Suriye ve Yemen’de çatışma ortamına verdiği destek batılı emperyalistlerin verdikleri destekten çok daha fazla.

Aslında Iran bu miyopik dış politika anlayışıyla kendisini ve bölgedeki konumunu güçlendireceğini sanıyor, aynı zamanda bu şekilde kendi inancı doğrultusunda yayılmacılığını artıracağı beklentisi içinde olduğunu sanıyor. Fakat kısa görüşü ve dar kalıplar içinde kalan bağnaz yapısı ile durum hiçte öyle değil, çünkü bağnazlığı basiretini bağlamış uzakları ve hakikati göremiyor!

Batının hedefinde İslam dünyası var, büyük bir bölümü ellerinin altında; bir kısmı kısmen bir kısmı tamamen...

Olmayan kim dersek o da Türkiye!

Onun için her fırsatta hücum edişleri bundandır.

Uzun yıllar sağ-sol çatışmasının yaşanmasının hedefi bu nedenledir, hemen arkasından doğuda yaşanan ve otuz seneyi aşkın bir süredir ülkemize çok amaçlı zarar veren terör hadisesi bu yüzdendir. Çözüm sürecinin baltalanmak istenmesi bu yüzdendir.

Ortada mantıklı bir sebep yokken çıkarılan ve bu topraklarda bin yıl birlikte yaşamış; dinleri, kültürleri, adet ve gelenekleri, resmi dilleri bir olan insanları tamamen her bakımdan ayrıymış gibi gösterip çirkin emellerine alet edenlerin yegane gayesi kişisel ve küresel güçlerin menfaati icabıdır.
Çözüm sürecinin başarılı bir şekilde en kısa zamanda sona ermesi ise bu hain oyunu çıkaranların çirkin heveslerini kursaklarında bırakırken hem söz konusu bölge ve hem de ülkemiz adına yeni bir dönemin başlangıcı olurken kalkınma ve gelişenin de hız kazanmasını sağlayacaktır.

Şimdi bu günlerde her yıl olduğu gibi koro halinde batılı emperyalistlerin bütün kesimleriyle Ermeni soykırım meselesini dillendirmelerinin ardında yatan gerçek ne insani, ne hukuki ve ne de insan hakları açısından bir yaklaşımı amaçlamıyor.

Amaç Türkiye’yi uluslararası toplum nezdinde nasıl zayıflatır, nasıl güçsüz bırakırızdır.

Bu temcit pilavı her sene yeniden dünya gündemine getirilmektedir. Bu yaklaşım aslında iki ülke arasında ilişkileri geliştirmek yerine aksine daha da kötüleştirmeyi amaçlamaktadır.

Bu yaklaşım İslam'ın aslında sarsılmaz bir kalesi gibi duran ülkemizi yıpratmak için sürdürülmektedir.

Batılı emperyalistler iyi biliyor ki eğer Türkiye’yi boyun eğdirirsek geride kalanların işi kolaydır. İşte bu inceliği sözde İslam ülkesi olan ne İran ve ne de diğerleri sezemiyor...

15 Nisan 2015 Çarşamba

Geçmişte neler öncelenmiş



 

Geçmişin aynasına baktığımızda neler görünüyor, nelerle uğraşılmış, uğraştırılmış olduğumuz görülüyor mu?

Fındıkkabuğunu doldurmayacak işleri amaç edinip aslı, esası bir tarafa bıraktırılışımız yüzünden neleri kaybettik?
Hal böyle olunca asıl maksat ve hedeften saptırılıp hiçbir şeye yaramayan kof işlerle uğraşmak, zamanı ve enerjimizi boşa harcamaya mecbur edilmek şeklinde açıklanabilir mı?

Geçmişe dönüp baktığımızda gerek fert ve gerekse toplum olarak tam bir akıl tutulması mı yaşanmış?

Geçtiğimiz yüzyılda neler öncelenmiş, neler arka plana bırakılmış?

Asıl gündeme tam olarak odaklanamamış, boş işler müdürlüğüne talip olunmuş!

Asıl maksattan asıl gayeden veya olması gerekenden saptırılmış olmak hiç düşünülmemiş mi?

Doğruyu eğriden, hakikati yanlıştan ayıracak bir miyar bulunamamış mı?
Bir bakıma etken değil de edilgen bir yapı içinde tutulma haline kanalize edilme yatkınlığı yaşanmış.
Baktığımızda; fert, toplum ve ülke olarak geçmişte yaşananlardan birçok ibret alınması gereken örnekler görüyoruz!

Geçen iki asırlık döneme baktığımızda koca bir imparatorluğun yanlışlıklar zincirinin neticesi olarak yıkılmış olduğunu görüyoruz.

Bu yıkılışın temelinde ise küçük veya büyük çapta hep paralel yapıların egemen oluşu mu rol oynamış?

Bu yanlışlığın, yani bu azınlık odaklı ya da paralel yapı odaklı bu sinsi oyunun farkına zamanında varılamamış mı?

“Çıkar fitneyi çekil kenara, işler tıkır tıkır yürüsün” anlayışına mı mahkûm olunmuş?

Emperyalizmin bu taktiği çok iyi tutmuş ki bugün yine bölgemizde bunun acı örneklerine şahit oluyoruz.

Bu nasıl açıklanır, bir ülkeyi veya bir gurubu veya toplumu birbirine düşürüp belli bir azınlığın veya emperyalist güçlerin köşeyi dönmelerine, semirilmeleri için telafi edilemez avans vermek mi denir; yoksa bu inceliği idrak edip ders alamamak mı?

İstenmeyen gelişmeler sistemden kaynaklan bir hata mı olmuş, eğitim eksikliği veya yanlışlığından mı ileri gelmiş; yoksa olayları doğru bir şekilde analiz etme eksikliğinden mi?

Toplumsal olaylarda kartopu sayılamayacak kadar küçük bir zerreyi çığa dönüştürme şuursuzluğu mu?

Bu yüzden ‘atı alan Üsküdar’ı geçmiş’.

Geçen yüzyılı geri getirmek mümkün değil, fakat bundan ders çıkararak bulunduğumuz yüzyılı geçmişi telafi ederek değerlendirme şansımız var. Bu da istikrar ve güvenin sürmesine bağlı...






 






















































































































































































































































 
 
 
 
 
 
 
 
 
 














 
 
 
 
 
 
 







 
 
 



 

 

28 Mart 2015 Cumartesi

Otomotiv sektörünün geleceği


 

On ya da yirmi yıl sonra bugün kesif bir şekilde kullanılan fosil yakıtlar yasaklı duruma düşer mi?

İklim değişikliği, küresel ısınma, tabii kaynakların kirlenmesi ve azalması, bu kaynakların arzının talebi karşılamayacak miktara düşmesi dünya kamuoyunda gelecek endişesini artırıyor.

Dünyanın içinde bulunduğu bu şartlar ilgili çevreleri her geçen gün temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmaya sevk ediyor.

Ülkelerin ve sivil toplum kuruluşlarının gündemlerinde bu hususta ciddi hedefleri var.

Co2 emisyonlarını azaltmak için sürekli yeni hedefler belirleyip kademeli olarak uygulamaya alacaklarını ifade ediyorlar.

Başlıca iki amaçla hedeflerini başarmak istiyorlar; birincisi sürdürülebilir kalkınma açısından, ikincisi ise elektrikli araçların kullanım masraflarının fosil yakıtlarla karşılaştırıldığında kıyas kabul etmez şekilde maliyeti düşürüyor olması. Bu ulaşım modeli ucuz olduğu kadar aynı zamanda sıfır emisyonlu ulaşım imkânı sunmuş olacak.

Günümüzde fosil yakıtla 100 TL maliyetle yapılacak bir yolculuk elektrikli araçların yaygınlaşması ile bu maliyet onda bir, beşte bir oranında ucuzlamış olacak.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının artan bir şekilde devreye alınması ülkemiz için olumlu bir gelişme olacak.
Zengin güneş enerji potansiyeline ilaveten rüzgar ve hidroelektrik enerji kaynaklarına da sahip olması bu bakımdan memnuniyet verici bir durum...

Elektrikli araçlardaki gelişme dünyada artan bir ivme izliyor, sadece binek araçlarda değil diğer sınıfları da kapsamına alarak genişliyor, artık bütün kategorilerde elektrikli araçları görmek mümkün olacak. Özellikle toplu taşıma araç üreticileri bu hususta faaliyetlerini artırarak pazarlardan pay kapma yarışına girmekteler.
Bu durum özellikle kirliliğin yoğun oluştuğu ülkelerde daha çok revaç görüyor.

Otomotiv sektöründe bu yeni akımın altyapısını oluşturmakta erken davrananlar kendi ülkelerini dışa bağımlı olmaktan kurtaracakları gibi, aynı zamanda bu teknolojiyi ihraç ederek çok yönlü fayda sağlamış olacaklar.

Geçmişte olduğu gibi sanayicilerimizin sadece işin kolay tarafını benimsemeleri, yani ithal ve montaj yönünü tercih etmeleri ise, önümüzdeki dönemde de ülkemizin bu teknoloji açısından dışa bağımlı olmasına neden olacaktır.

Bu nedenle bu yeni dönemde, dünyanın ekonomi ve sanayide yeni bir safhaya geçmekte olduğu sırada topu taca atmayı tercih ederlerse ülkemizin kalkınmasını tamamlamasında ve 2023 yılı ve sonrası için belirlediği hedefleri gerçekleştirmede sıkıntı oluşabilir.

Otomotivin ihracatımızda lokomotif bir sektör olması nedeniyle söz konusu değişimi gerçekleştirmede erken davranması gerek ihracat hedeflerini başarması ve gerekse diğer faydaların kazanılması açısından büyük önem arz ediyor.

Sektörün değişime uğradığı bu yeni dönemde gerek ana sanayi ve gerekse tedarik sanayi büyük bir değişime uğrayacak. Bu değişime ayak uyduramayan şirketler önemli ölçüde pazar kayıpları ile karşı karşıya kalabilirler.

Yeni üretim modelinde klasik modellerin bazı parçaları, belki de birçok parçayı kullanmaya gerek kalmayacak, her şey tamamen elektrikle çalışan yeni bir modele göre planlanıp üretilecek.
Netice olarak sektör büyük bir değişimin başlangıcında bulunuyor.
 

22 Mart 2015 Pazar

Dünya su günü




Her yıl 22 mart su günü olarak düzenleniyor. Amaç tatlı su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimini desteklemek ve tatlı suyun önemine dikkat çekmek.

Dünya su günü her yıl suyun bir yönünü vurguluyor. 2015 yılının teması “Su ve Sürdürülebilir Gelişme”.

Birleşmiş Milletler 2016 yılını “Su ve İstihdam”; 2017 “Atıksu”; 2018 yılı “Su için Tabiat Esaslı Çözümler” şeklinde belirlemiş.

Su sürdürülebilir gelişmenin temelini oluşturuyor. 2015 kampanyası su farkındalığını artırmak ve küresel hareketi teşvik etmeyi amaçlıyor.

İnsan vücudunun yüzde 50-60’ı sudan oluşuyor. Bebeklerde bu oran %78. İnsanlar her gün içme, pişirme ve kişisel hijyen için suya ihtiyaç duymaktalar.

BM’nin açıklamasına göre günümüzde 748 milyon insan sağlıklı içme suyuna ulaşamıyor ve 2,5 milyar insan gelişmiş sanitasyon tesisine sahip değil.

Herkese güvenli su ve sanitasyon sağlamak için gerekli yıllık yatırımın 107 milyar dolar olduğu ve 5 yıllık bir süreyi kapsıyor.

Ormanlar, sulak alanlar ve meralar dahil ekosistemler küresel su döngüsünün merkezini oluşturuyor.

Bütün tatlısular ekosistemlerin devamlı sağlıklı fonksiyonuna bağlı ve sürdürülebilir su yönetimini başarmak için su döngüsünü kabul etmek temel kabul ediliyor.

Ancak çoğu ekonomik modeller tatlısu ekosistemleriyle sağlanan temel hizmetlere değer vermiyor. Bu su kaynaklarının ve ekosistemlerin kullanımının sürdürülemezliğine yol açıyor. Ekolojik sistemler arasında etkileşimi nazarı dikkate alacak çevresel sürdürülebilir ekonomik politikalara doğru bir değişime ihtiyaç duyuluyor...

Her hafta bir milyon insan dünya çapında şehirlere taşınıyor. Günümüzde iki kişiden biri şehirlerde yaşıyor. Şehirleşmenin %93'ü fakir ve gelişmekte olan ülkelerde meydana geliyor. Dünya şehirleşmesini %40’ı gecekondulardan oluşuyor. Göstergeler 2050 yılına kadar 2,5 milyar insanın daha şehirlere göç edeceğini gösteriyor.

En büyük şehirleşmenin Hindistan, Çin ve Nijerya’da olacağı bekleniyor.

Her üretilen ürün su gerektiriyor. Küresel su talebi 2000 - 2050 arasında yüzde 400 atmış olacak sanayi üretimi için, başlıca artış yükselen ekonomiler ve gelişmekte olan ülkelerde olacak.

Teknoloji ve akıllı planlamanın su kullanımını azaltacak ve atıksuyun kalitesini artıracak.

Su ve enerji ayrılmaz iki arkadaş. Enerji üretimi ve iletimi su kaynaklarının kullanımını gerektiriyor.

Sulama bazı gelişmekte olan ülkelerde %90’a kadar suyun kullanılmasına neden oluyor. Küresel olarak tarım üretimi için su kullanımı %70. 2050 yılına kadar tarım sektörünün %60 daha fazla gıda üretimi yapması gerekecek ve bu oran gelişmekte olan ülkelerde %100’e varacak. Ekonomik büyüme ve ferdi zenginlik diyetlerde ağırlıklı olarak nişasta esaslı olanlardan et ve süt ürünlerine doğru bir dönüşüme neden olacak. Tarımın mevcut büyüme oranlarının tatlı su kaynaklarına olan talebi sürdürülemez olarak görülüyor.

Üretim için yetersiz su kullanımı akiferleri tüketiyor, nehir akışlarının azaltıyor, yaban hayatını küçültüyor ve aynı zamanda küresel sulanan arazi alanlarının %20’sinin tuzlanmasına neden oluyor.

Su kullanımında verimliliği artırmak için tarımın su kayıplarının azaltılması ve bitki verimliliğinin artırılması tavsiye ediliyor.

Gelişmekte olan bazı ülkelerde kadınlar ve kızlar günlük zamanlarının %25’ini su taşımakla geçiriyor. Su ve sanitasyona yapılan her bir dolar yatırımın dönüşü ise 5 ve 28 dolar arasında olacağı bekleniyor, suya harcanan zamanın eğitim ve üretime yönlendirilmesiyle...

20 Mart 2015 Cuma

Kaleyi içten feth etmek


 

Emperyalist güçler amaçlarına hep kaleyi içerden feth ederek ulaşıyor.

En az iki asırdır ve hatta daha fazla zamandan beri hain emellerini gerçekleştirmek için bu taktiklerini uygulamış kendi adlarına da başarılı olmuşlar.

Geçmişte olduğu gibi bugün de; bunun çarpıcı olduğu kadar, en acımasız örneklerini yakın çevremizde görüyoruz.

Yemen, Mısır, Suriye, Libya'da olan bitenler sıradan olmayıp önceden yapılmış derin hesapların tezahüründen başka bir şeyin olmadığını gösteriyor.

İşler batı dünyasının istediği mecrada gitmediği zaman ellerinde tuttukları alternatif planları ve göz bebekleri gibi korudukları batı yanlısı kuklalar hemen devreye alınıyor.

Mısır'da demokratik yoldan seçilen ilk devlet başkanı bunların değirmenine su taşımayınca antidemokratik yoldan görevinden alınarak yerine malum batı kuklası zat getirildi. 

Suriye'deki hazır kuklaları ise zulümde Guinness rekorlarına girecek bir rekortmenliğe doğru gidiyor. Bu çirkin rekorunu da kendi vatandaşlarına zulmün en gaddar şeklini uygulayarak elinde tutuyor.

Emperyalist güçler için işlerine gelmedi mi ne insan hakları, uluslararası hukuk ve ne de kurum ve kural tanımaz olduklarını her fırsatta göstermişlerdir.

Bugün uluslararası alanda kabul görülen temel uluslararası hukuk kuralları altüst edilmiş, kimse bu zalime olumsuz bir şey söylemiyor. Uluslararası toplumun uluslararası hukuka olan akıl almaz duyarsızlığı bu hukuku dumura uğratmış. Uygulanır bir tarafı kalmamış.

Ellerinde çok sayıda suç unsuru olduğu halde görmezden gelip bir bakıma zulme ortak olduklarını da dünya kamuoyuna göstermiş bulunmaktalar.

Birleşmiş Milletlerin bu hususta çok sayıda tespitleri, raporları var olmasına rağmen...

Libya'da yine 2011 şubat ayında demokratik hayata kavuşmuş ülkeyi batı yanlısı ayrılıkçı bir şahıs ülkeyi kaos ortamında tutuyor.

Bir de batı ülkelerine baktığımızda İslam ülkelerinin bir çoğunda yaşanan ayrılıkçı, emperyalist güdümlü hareketlerin hiçbirini görmüyoruz.

Çünkü bu ülkelerin insanları ve lider konumunda olanları ülkelerinin ve kurumlarının yasalarına ve kurallarına sadık kalıyor ve bulundukları makamları istismar etmiyorlar.

Bu tür hareketlerin olmamasının nedeni bu ülkelerin kurum ve kuralların hiç hata kabul etmeyecek bir şekilde oluşturulmuş olmasından mı ileri geliyor?

Ya da kurum ve kurallar istismar edilmez bir şekilde mi düzenlenmiş?

Veya çalışanları paralel yapıların değil de, mensubu bulundukları kurumların kurallarına harfiyen uyarak istismara tevessül etmiyorlar.

Ülkelerine ve kurumlarına sadakat örneği gösteriyorlar.

Yine hiç bir din adamı, görevlisi din kisvesi altında politika yapmıyor ve kendi asıl göreviyle uğraşıyor. 
Netice olarak mesele sadakat, doğruluk ve dürüstlük eksenine odaklanmaktan ileri geliyor. Üzerine düşen vazifeyi görev sınırları içinde kalarak en iyi şekilde yapmaktan ileri geliyor. Batılı ülkeler bu prensipleri kendileri için çok iyi koruyup uyguluyorlar.
 

5 Mart 2015 Perşembe

Does global crisis end?


 

After the great depression that was happened in the 1930s, the second global economic crisis appeared late 2000s affecting the world. Since the beginning of the financial crisis to date, although a 7-8 year passed, but the expected recovery has not been achieved. Primarily breaking out in the USA, and then infected European economy.

Why the global crisis could not be overcome? Because of global village experiences many problems that require universal structural reforms to solve.

Across the world the negative developments, strife, uprisings, terror in various regions are continuing to affect economic activities badly in the aspect of those countries and so the entire world.

These countries have been left truly in consumer position. There is no enough production and growth. Despite human misery during the Great Depression of the 1930s is regarded far greater. But now the said countries’ people have been experiencing human misery worse than the Great Depression.

If this assertion can be taken into account in the face of today’s condition, millions of people suffer from poverty, hunger, strife although the world has achieved much more richness over the 1930s.

Unemployment in the 1930s was higher and in the absence of a proper social security net, those who had been unemployed faced living on the breadline with only a very meagre unemployment allowances.

But now some peoples cannot be able to lineup on the breadline regarding having no life safety...

When we assess the role of crude oil in the global economy, of course it has been taking a crucial duty in the growth.

Since the mid of twenty century onwards oil has played one of the key role of economic activity across the world, regarding its outstanding importance in the supply of the world’s energy.

However, this paradigm is now going to transform because of conjecture of the world.

In this change, global warming, climate change and environment pollution, as well as key resources which are used in production have a crucial role. This change also urges the world gradually to shift from the fossil energy resources to renewables.

Wind plants, hydroelectric plants, hydrogen and solar energy plants might increasingly replace the fossil fuels in the future increasingly. As long as this transformation maintains its effect, the role of crude oil would diminish in the global economy.

Nevertheless, lower oil prices would contribute global growth; due to oil is currently a basic input of production. Meanwhile, if a permanent solution cannot be found for the countries in MENA region, a stable growth increase would not be possible.

The World Bank expects lower oil prices would contribute to global growth and temporarily reduce global inflation in 2015. This condition is also expected to generate significant real income shifts from oil-exporting to oil-importing countries.

Consequently, the world has been in a change situation in a few respects.