1 Mart 2014 Cumartesi

Fincancı katırları neden ürküyor?




Millet iradesine saygı göstermeyen ülke liderleri veya bu iradeyi menfaatleri uğruna başkalarına peşkeş çekenler, her bakımından kendi ülkelerine ve insanlarına büyük zararlar vermişler.

Zarardan ziyade ihanet etmişlerdir.

Gerek iç güçlerin ve gerekse dış güçlerin boyunduruğuna girerek demokrasilerini vesayet altına alanlar ülke ve insanlarını mağdur ve mahzun bırakmışlardır.

Gerek menfaatleri gereği ve gerekse acziyetleri nedeniyle irade gaspına ortam hazırlayan yönetimler ülkelerinin geri kalmasına da ortam hazırlamışlar.

Fakat bu düzen değişince aslına dönünce de fincancı katırları ürkmeye başlıyor.

Şimdi ülkemizde o eski alışkanlıklara fırsat vermeyen bir yönetim var.

Yani milletin vermiş olduğu emanete sadık kalarak ülkeyi yöneten bir iktidar var.

Durum böyle olunca fincancı katırları ürkmeye başlıyor.

Emperyalistlerin her türlü kirli oyunu deneyerek hedeflerine aldıkları Türkiye’yi, demokratik metotla işbaşına gelmiş bir yönetimi şöyle veya böyle saf dışı bırakma girişimleri var.

Gördüğümüz kadarıyla gerek iç kaynaklı ve gerekse iç ve dış ortaklığa dayalı birkaç girişim yapıldı.

Son iki yıl içinde biri 2012 ve ikisi 2013 yılında olmak üzere üç teşebbüsün yapıldığı izlenimi var kamuoyunda.

Zaten yaşanan oylalar da bu görüşü doğrular nitelikte.

Gerek bölgemizde ve gerekse dünyada hem mazlumlar ve hem de İslam âlemi için bir kale gibi duran ülkemizi çeşitli entrikalar, komplolar ve ayak oyunlarıyla çirkin bir şekilde dize getirmek istiyorlar.

O da düştü mü, emperyalistler ve sömürü baronları için bir engel kalmamış olacak.

İki de bir içerdeki piyonlarıyla giriştikleri çirkin oyunun asıl amacı bu!...

Bu emperyalistlerin İslam ülkelerinde istedikleri, seçimle de gelse; ya kukla bir yönetim ya da astığı astık kestiği kestik olan zalim bir yönetimin işbaşında bulunmasıdır.

Çünkü demokrasinin yeşerip gelişmesi bunlar için en büyük düşmandır.

Çünkü demokratik ortamın sürmesi söz konusu ülke için kalkınma, gelişme ve refahın yükselmesidir.

Bu da emperyalist baronlarını rahatsız ediyor.

İşte Mısır’daki darbeye sessiz kalışları bundan, Suriye’deki tarihte eşi görülmemiş vahşete seyirci kalmaları bunun için.

Yine yakın komşumuz Irak’a demokrasi getireceğiz demelerine rağmen, mevcudun daha kötüsünü bırakmaları bundan!...

Bunların ellerinde şimdiye kadar laiklik elden gidiyor, cumhuriyet ilkeleri elden gidiyor, teraneleri vardı.

Gördüler ki artık bu yalan tutmuyor, dayanağı kalmadı; gitmesinin mümkün olmadığı, zaten kimsenin böyle bir derdi de olmadığı iyice anlaşıldı.

Fakat bunların çirkin planları çok…

Hedef saptırmadaki maharetlerini kullanarak, şimdi başka şeylere tutunarak kirli emellerini gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

Temelde politikalarını bir güç odağına inşa edip ve onu kullanarak çirkin emellerini gerçekleştirmek girişiminde bulunuyorlar.

Dün başka bir güçtü, bugün ondan ümitlerini kestikleri için ve o güvendikleri güç çok şükür kurumsal bir yapıya kavuştuğu için, başka bir güç odağını ele geçirerek çirkin emellerini gerçekleştirmeye yöneldiler.

Bunun için 30 mart 2014 tarihi çok önemli, hele ki İslam aleminin bölük pörçük olduğu ve emperyalistlerin saldırısına uğradığı bir dönemde 30 mart seçimleri büyük önem taşıyor ülkemiz için.

3 kasım 2002’den beri iş başında olan Ak Parti, o günden bugüne çok değerli hizmetler ve yatırımlar yaparak ülkemize büyük eserler kazandırmış. Temennimiz bu hizmet ve yatırımların kesintiye uğramaması.

Dahası sadece ülkemiz için değil tüm mazlumlar için bu seçim önem taşıyor.

Dileğimiz bağımsızlık bayrağının düşmemesi.

23 Şubat 2014 Pazar

Ak belediyecilik


 
 
Değişen ve gelişen bir dünyada statükocu bir anlayışla hizmet vermek mümkün değildi. Geçmişte bu anlayışın sıkıntıları yaşandı.

Gelişen ve değişen bir dünyada toplumun dinamizmi artık bu yapıyı, böyle bir anlayışı kabul etmiyordu.

Günümüzün küreselleşen yapısı sürekli araştıran ve geliştiren bir anlayışı zorunluluk haline getirmiş bulunuyor.

Özellikle her bakımdan bir değişim ve gelişme sürecinde olan ülkemiz, kırsal ve tarım toplumundan bilim, sanayi ve kent toplumuna doğru hızlı bir dönüşüm yaşıyor.

Dolayısıyla bu değişim sürecinde belediyecilik ve yerel yönetimler bu açıdan daha bir önem kazanıyor.

Bu değişim şehirlerimizin hızlı bir şekilde büyümesini zorunlu hale getiriyor.



Ülkemizin toplum katmanları ağırlıklı tarım ve köy yapısından sanayi, hizmet, turizm, bilişim sektörlerine doğru bir geçiş yaşıyor.



Kalkınan bir ülkede toplumsal dönüşüm yönünü şehirlere ve şehirleşmeye çevirmiş bulunuyor.

Bugün kalkınmasını tamamlamış olan Amerika ve Avrupa ülkelerinde tarım ve köy nüfusu bu ülkelerin nüfusunun yüzde üçü, beşi veya onu civarında.

Dolayısıyla nüfusun büyük bir bölümü şehirlerde yaşıyor.

Özellikle son yıllarda ülkemizdeki toplumsal dönüşümün bu yöne doğru hız kazandığını göz önüne alırsak, kent yönetici ve yönetimlerine büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Dahası bu değişim ve dönüşüm sürecinin nasıl yönetilmesini sezen ve anlayan bir yönetim kadrosunu gerektiriyor.

Özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyükşehirlerimizin aldığı ve alacağı göç büyükşehirlerimize şehircilik açısından sürekli yeni yükler getiriyor.

Bu değişim süreci de şehirlerimizin altyapısını, bu değişimi kucaklayacak şekilde dizayn etmeyi gerektiriyor.

Marka belediyecilik ve Ak belediyecilik anlayış ve vizyonuyla son on yılda hizmet sunan Ak Parti belediyeleri özellikle İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirler başta olmak üzere artan bir hizmet talebiyle karşılaşmayı sezen yerel yönetimler, büyükşehirlerimizin ihtiyaçlarını önceden görerek buna göre çözüm üretme sürecine girmiş olduklarını görüyoruz. Bu öngörü de bu belediyelerin başarılı olmalarının yolunu açmış.

İşte şehirlerimizdeki bu hızlı değişim ve dönüşümü sezemeyen bir yönetim işbaşında olmuş olsaydı, bugün bu şehirlerimiz yaşanıyor olmaktan çıkmış, bir işkenceye dönüşmüştü!

Geliştirdikleri devasa plan - projeler ve bunların yatırımlarının yapılarak hizmete sunulması Ak partinin yerel yönetimler alanındaki başarılarının birer ispatı olmakta.

Büyükşehirlerin en büyük ve önde gelen ihtiyaçlarından bir olan ulaşım alanında yapılan hizmetler, özellikle metrobüs ve metro hatlarının giderek yaygınlık kazanması İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerimizin trafiğini rahatlattığı gibi, zamandan tasarruf ve temiz çevre açısından da önemli kazanımlar sağladığını görüyoruz…

Marmaray gibi küresel projelerin hizmete girmesi sadece ülkemiz ve İstanbul açısından bir avantaj değil, aynı zamanda iki kıtayı denizin altından birbirine bağlayan bu projeye uluslar arası bir boyut kazandırmış oluyor.

Yine bunun gibi üçüncü köprü ve tekerlekli araçların geçişi için iki kıtayı denizin altından bağlayacak olan ikinci bir tüp geçit de İstanbul ve ülkemiz ulaşımına sağlayacağı katkı yanında, bu hususta uluslar arası bir fonksiyonu da üstlenmiş olacak.

Yapılan açıklamalara göre, üçüncü köprü ve ikinci tüp geçidin yaklaşık bir – birbuçuk sene sonra hizmete giriyor olması; böylece iki kıta arasındaki mevcut ulaşım kapasitenin iki katına çıkmasına yol açmış olacak.

Geçtiğimiz on-oniki yıllık zaman zarfında Türkiye’nin her alanda olduğu gibi, belediyecilik alanında da beklentilerin üzerinde bir hizmet ve yatırımla buluşmuş olduğunu fark etmemek mümkün değil.

Bu hizmetlerin arka planına baktığımızda ise Ak parti ileri görüş ve ufkunu görüyoruz, sorunları önceden sezerek, samimiyetle Ak belediyecilik anlayışıyla ele alıp çözüm ürettiğini görüyoruz. Bu anlayış ise bugüne kadar hizmete açtıkları ve açacakları devasa eserler, gelecekte yapacaklarının da bir garantisi olduğunun işaretini veriyor.

   Sadece; bir vatandaş olarak yapılan hizmetleri takdir etmek ve devamının emin ve güvenilir ellerde olmasını temenni etmeyi bir vatandaşlık borcu bilmek; son onbir yılda yapılan devasa yatırım ve hizmetlerin devamı; ülkemizin her alanda sürdürülebilir kalkınması için 30 mart 2014 seçimleri büyük önem arz ediyor...

7 Şubat 2014 Cuma

Nerede insan hakları ve hukuku savunanlar


Uluslararası toplumun önde gelen üyelerinin Suriye’de yaşanan vahşete karşı tepkisi sadece kınama. Bu vahşeti ‘laf ola beri gele’ türünden olan tepkilerle geçiştirmeye çalışıyorlar.


Eşi görülmemiş duyarsızlık ve samimiyetsizlik örneği sergileniyor.


Elde her türlü çözüm aracı bulunduğu halde bu insanlık dramını hafife alarak, savunmasız insanların toplu ölmelerine dolaylı olarak göz yumulmakta.


Sanki gizli bir ittifak var hususta.


Suriye’nin zalim yöneticilerini tenkit edici bir sözleri yok, fiili görüp fail göz ardı ediliyor.


Böyle bir zalim yönetimi koruma insanlık tarihinde herhâlde ilk olmakta.


Suriye’de yaşananlar aslında bir savaş değil, kelimenin tam manasıyla bir katliam ve vahşet.


Çünkü Suriye’de savunmasız insanlar acımasız bir şekilde katlediliyor.


Bu insanlar kendi topraklarında, kendi mülklerinde bir zalim yönetim tarafından üç yıldır sistematik bir katliama tabi tutuluyor.


Çatışmalar karşılıklı iki ayrı ülke ve topluluk arasında yapılan bir savaş değil.


Zalim bir yönetimin kendi insanlarına uyguladığı bir soykırım hareketi ve orantısız güç kullanımını da aşan vahşet sergileniyor.


Üç yıldır Suriye’de sadece savunmasız insanlar katledilmiyor, sadece bu ülkedeki tarihi ve kültürel değerler tahrip edilmiyor, aynı zamanda bütün insani değerler tahrip ediliyor ve yok ediliyor, insanlığın sahiplendiği küresel değerler yok ediliyor.


İnsanlık tarihinin insanlık adına edindiği kazanımlar ve haklar emperyalist güçlerin samimiyetsiz ve duyarsız tutumları yüzünden erozyona uğruyor.


Dünya, vahşetinde sınır tanımayan zalim bir yönetime karşı sadece kınamayla işi geçiştiriyor.


Kınama olumlu bir sonuç getirseydi, şimdiye kadar bir netice alınmıştı.


Kınamaların manası “sen katliama devam et” demekten başka bir anlam taşımıyor.


Yapılması gereken bu denli ağır suç işleyene gereken cezanın verilmesidir.


Eğer uluslararası hukuk varsa, uluslararası ceza mahkemesi varsa, evrensel insan hakları varsa ve bu kurumlar işliyorsa görevlerini yerine getirmeleri gerekir.


Daha ne bekleniyor, birleşmiş milletler Güvenlik Konseyi neden gerekli kararı alıp evrensel hukuk çerçevesinde gerekli yaptırımların uygulanması için harekete geçmiyor?


İşine geldiğinde anlık kararlar alıp uygulamaya koyan konsey, üç yıldır devam eden bu büyüklükteki vahşete karşı duyarsız kalıyorsa, bunun arkasında yatan başka planlar olmalı!


Zalim yönetim arkasına aldığı destekle vahşetini zirveye taşımak için elindeki bütün imkânları kullanıyor.


Üç yıldır dünyaya verilen mesajın anlamı ise zalime gösterilen hoşgörüde sınırsızlık ve aynı şekilde mazlumlara yapılan vahşete bu oranda göz yummaktan başka bir anlama gelmiyor.


Ortada açık ve net bir şekilde hak ve evrensel hukuk ihlali vardır, bu ihlali önleyecek olan da BM Güvenlik Konseyi ve uluslararası toplumun önde gelen üyeleridir. Evrensel hukuk ve insan hakları savunucuları ne zaman bu vahşeti görecek?

2 Şubat 2014 Pazar

30 mart seçimleri


 

Mahalli idareler seçimlerine iki aydan az bir zaman kaldı.

Ülkemiz demokrasi adına yeni bir imtihandan geçiyor olacak.

Milletin iradesi mahalli idarelerin temsilcilerini belirlemek için bir kez daha sandığı yansıyacak.

Milletin hür iradesini esas alarak yapılacak seçimlerle 2014 – 2019 yıllarını kapsayan yerel yönetim temsilcileri belirlenecek.

2014 yılı yerel yönetim seçimlerinin ardından birkaç ay sonra cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Ardından yeni bir seçim atmosferi olan genel seçimleri için çalışmalar başlayacak. bu da önümüzdeki yaklaşık 15 aylık dönemin ülkemiz için çok hareketli geçeceği anlamına geliyor.

2019 yılına gelindiğinde ise üç seçim de aynı yıla denk gelmesi bakımından, hepsini bir çırpıda aradan çıkarma ihtimali söz konusu olur mu, onu da zamanın şartları gösterecektir. Ülkemiz için hangisi daha elverişli olursa o yönde bir tercih yapılabilir.

İl ve ilçeler bazında adaylarını belirleyen partiler bundan sonra seçim çalışmalarına daha fazla ağırlık verecek.

Aday adayları yarışından sonra, şimdi de partiler arası yarış başlayacak. Adaylar geçmiş dönemde yaptıkları ve gelecek beş yıllık dönem için uygulayacakları politikalarını seçmenlerine anlatacaklar.

Bir önceki dönemde verilen sözler, vaatler,  yapılan hizmetler seçmenlere çeşitli platformlarda anlatılarak, seçmenlere hatırlatılacak.

Yerel yönetim demek şehirleşme, çevre, ulaşım, su ve kanalizasyon gibi temel hizmetler demektir.

Gelişmekte olan ülkelerde şehirleşme giderek hız kazanıyor.

Giderek artan ve büyüyen şehirleşme hareketi bu oranda her konuda yeni yatırımları beraberinde getiriyor.

Özellikle altyapı yatırımları; yol, ulaşım, su, kanalizasyon hizmetleri yerel yönetimlerin önde gelen temel çalışma alanları.

Bunun yanında çevrecilik ve yeşil alanların korunması, yenilerinin tesis edilmesi ise yeşil belediyecilik anlayışının bir gereği olarak günümüzde önem kazanıyor.

Bu temel hizmetlerde geçmiş dönemlerde başarılı olan parti ve adaylarının yeniden seçilmelerinde önemli bir rol oynayacak.

Ülkemizin şu an itibariyle içinde bulunduğu konjonktür, son iki aydır yaşanan gelişmeler ittifakla 30 mart seçimlerinin büyük bir önem arz ettiği şeklinde değerlendiriliyor.

Özellikle bu durum iktidar partisi olan Ak Parti için büyük önem teşkil ediyor.

İktidar partisinin panoramasına baktığımızda, 3 kasım 2002 tarihinde iktidara gelen Ak Parti o günden bugüne yapılan seçimlerin hepsinden oylarını artırarak başarıyla çıkmış. Bir önceki dönemde yaptığı hizmetler Ak Partiye olan tercihleri artırmış.

3 kasım 2002 ülkemiz için önemli bir değişim ve dönüşümün sürecinin de başlangıcı olmuş.

Ülkemiz 3 kasım 2002 seçimiyle farklı bir mecraya girmiş.

Ak Parti için o günden bugüne seçimlere hazırlık sadece iktidarı ele geçirme anlayışından ziyade ülkeye hizmet odaklı olan bir anlayışta yapılmış.

Ak Parti alışılmışın dışında bir politika ve icraat uygulayarak üç genel ve iki yerel seçimden başarıyla çıkmış.

Bu başarının arkasında yatan gerçek ise politikasını ve vaatlerini bir çadır tiyatrosu anlayışıyla değil de, gerçek bir zemine inşa ederek yürütmüş. Devasa projeler üreterek bunları birer birer hizmete sunmuş. Yılların birikmiş olan sorunlarını ele alarak çözümler sunmuş olması, onun uzun yıllar iktidarda kalmasına zemin hazırlamış.

Yaptığı hizmetler milletin teveccühüne mazhar olmuş.

Politikayı bir çadır tiyatrosu anlayışıyla, “lüküs hayat, yan gel de yat" anlayışıyla değil de, millete hizmet anlayışıyla sürdürmesi, Ak Partinin başarısında önemli rol oynamış.

27 Ocak 2014 Pazartesi

Suriye yönetimi bütün insani hakları ihlal etmiştir


 
 
Suriye’nin Dışişleri Bakanı yarımcısının Cenevre’de 26 Ocak 2014 günü düzenlediği basın toplantısı ile medya mensuplarına yaptığı açıklamalarla kendilerinin tamamen masum olduklarını iddia ediyor.
Değme oyunculara taş çıkartacak derecede masumane tavırlarıyla dünya kamuoyunu aldatmaya çalışıyor. Sütten çıkmış kaşığı aratmayacak saflık tavırları sergiliyor.
Dahası yaptığı katliamdan Türkiye’yi sorumlu tutuyor!
Yapılacak bir seçimde kendilerinin kazanacağını ima ediyor.
Suriye’yi demokratik bir ortamda, bütün Suriyelileri temsil edecek bir ortam oluşturulmadan yapılacak seçimlerin sonucunun kimin lehine olacağı zaten işin başından belli olur.
Canları ve malları uğruna en tabii hakları olan bağımsızlıklarını kazanmak için üç yıldır mücadele eden muhalifleri terörist olarak niteliyor.
Bunca vahşetten sonra, insanlık adına yapılan her türlü zulüm ve katliamdan sonra mevcut rejim akıl almaz katliamlarına devam etmek istiyor.
Eğer bu cani isteğe uluslararası toplum ve BM Güvenlik Konseyi sessiz kalırsa, bu kurumların artık güvenilirliğini yitirmiş olmaları gerekir.
İnsanlık adına, hukukun üstünlüğü, evrensel değerler, evrensel hukuk ve insan hakları adına savundukları değerler adına samimi ve inandırıcı olmadıklarının ilanını yapmış olurlar.
Bu da dünya kamu vicdanında büyük yaralar açar, büyük rahatsızlık meydana getirir.
 
Politikalarını yalan, inkâr ve saptırma üzerine inşa etmiş olan mevcut Suriye yönetimi, eğer karşısında yasal bir direnç bulursa hiçbir hukuki ve yasal geçerliliği olmayan iktidarını sürdürecek bir destek bulamaz...
Eğer tek desteği BM Güvenlik Konseyi ise bu konseyin bugüne kadar adil ve tarafsız bir görev icra ettiği söylemek ne yazık ki mümkün değil.
Adil kararlar alabilseydi insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek Suriyeli savunmasız insanlara uygulanan eşi görülmemiş vahşet sahneleri gerçekleşmezdi herhalde.
 
Üç yıldır devam iç savaşa aslında savaş demek de doğru olmaz, yapılanlar dünyada mevcut olan bütün kural ve standartları aşmış; haksızlık ve hukuksuzluk zirve yapmış.
Bu olayları uluslararası hukuk kurallarının kabul edemeyeceğine dair bütün nitelendirmeler yapılmış.
Suriye’de ortaya çıkan görüntüler, belki de hiçbir savaşta karşılanmamış derecede ürpertici olduğu kadar, akıl ve vicdan sahibi hiçbir insanın kabul edemeyeceği ve işleyemeyeceği bir tablo.
Eğer günümüz dünyasının hak ve hukuk kuralları geçerliliğini koruyorsa masum insanlara karşı bu vahşet ötesi cinayetleri işleyenlerin derhal yargı önüne çıkarılması gerekirdi.
Vahşet görüntülerinden sonra Suriye yönetimini savunmakta suç sayılmalı, ortada aşikâr bir şekilde bütün dünyanın onayladığı ve kabul ettiği bir evrensel haklar ve hukuk kuralları var, ya bu kurallar işleyecek ya da inkâr edilecek.
Bu kurallar ve bu kurallara sahip çıkanlar varsa, insanlık dışı Suriye yönetiminin artık bir an evvel tutuklanması ve yargılanması gerekir.
 

21 Ocak 2014 Salı

Vahşetin belgelenmesi, zalim yönetimin sonu olması...


 
Suriye rejimi politik ayaklanmanın başladığı günden beri üç yıl içinde kendi insanına karşı her türlü silahı kullandı.

Herhalde üç yıldır Suriye’de yaşanan eşi görülmemiş vahşet ve insanlık dramı insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecektir…

Bu arada, bu vahşete karşılık eşi görülmemiş bir küresel duyarsızlık sergilendi.

Bugüne kadar âdete vahşete göz yumuldu. Bir caniyi korumak için eften püften bahaneler ileri sürüldü.

Özellikle uluslararası toplumun önde gelen üyelerinin duyarsızlığı bu vahşetin bu boyuta ulaşmasında rol oynadı.

Uluslararası toplum, BM ve BM Güvenlik Konseyi’nin bu insan katliamına seyirci kalışı, konuyu zaman zaman kınama ve tenkitlerle geçiştirmesi ise insani konudaki samimiyetsizliğin göstergesi olmuştur.

Aynı zamanda, bu tür olaylarda artık yetersiz ve yetkinsin kalışını göstermiştir. Daha doğrusu mevcut yapının miadını doldurduğunu ispatlamıştır.

BM Güvenlik Konseyinin, Rusya ve İran’ın tutumu ise açık ve net bir şeklide vahşeti desteklemekten başka bir şekilde yorumlanamaz...

Zulmünde zirveye çıkmış Suriye yönetimi ise hiçbir şekilde tenkit ve kınamaya konu olmamıştır, kınama sadece yapılan vahşete yönelik olmuş.

Bu zalim yönetime her türlü destek verilmiştir ki vahşetinde bu derece ileri gitmiştir.

Dünyanın başka bölgelerinde yaşanan çok daha hafif ihtilaflara karşı yapılan tenkitlerde savaş suçu işlendiği, uluslararası hukukun ihlal edildiğini BM zaman zaman dile getirdiği halde, Suriye içi bu ifadeyi kullanmakta zorlanmış, hatta kullanmaktan kaçınmıştır.

Ayaklanmanın başladığı günden itibaren zalim yönetim her türlü işkenceyi ve ister yasak olsun, ister olmasın her türlü silahı kendi insanları üzerinde kullanmış.

Yani bu ülkenin gerçek sahipleri üzerinde denemediği silah bırakmamış.

Biyolojik ve kimyasal silahlar, misket bombaları ve son olarak da varil bombalarını savunmasız insanlar üzerinde kullandığı gibi; bu ülke insanlarını açlığa terk ederek kedi, köpek eti, yabani ot yemeye mahkûm etmiştir.

Bu insanlar Suriye’nin gerçek sahipleri olup, istekleri sadece bugün bütün demokratik ülkelerde bulunan ve uygulanan demokratik hakların verilmesi yönündeydi.

Bu istekleri verilmediği gibi eşi görülmemiş işkence ve sıkıntılara maruz bırakıldılar.

Uluslararası toplum ve BM ise bu hususta ve bu insani konuda takındığı tavır ve izlediği politikayla savunduğu değerleri bir bakıma ihlal etmiş ve samimi olmadığını dünyaya göstermiştir.

Şimdi son ele geçen görüntüler Suriye’nin zulümde sınır tanımayan yönetiminin kendi insanlarına uyguladığı sistematik işkencenin açık bir kanıtı olarak değerlendirilmekte.

Şimdi ortaya çıkan vahşet görüntüler malumun ilamı oldu.

Ayaklanmanın başladığından beri gözaltında tutulan 11 bin Suriyeliye insanlığın kabul edemeyeceği işkenceler yapılarak öldürülmüş. Açıkça savaş suçu, insanlık suçu işlenmiş.

Bugüne kadar mevcut yönetim her türlü hukuki ve insani değerleri ihlal ederek savaş suçlusu olduklarını tescil etmişlerdir.

Şimdi Cenevre II görüşmeleri yapılacak, Suriyeli muhaliflerin son açıklanan vahşet görüntüleri kendilerinin ne denli haklı olduklarını ispat ederken, mevcut yönetimin ise yapılan açıklamalar ve uluslararası hukuk çerçevesinde savaş suçlusu ilan edilmesi ve gerekli yasal işlemlerin derhal yapılması için çağrıda bulunacakları bir ortam olacak.

Küresel vicdanın umutları, Cenevre II görüşmelerinin zalim Suriye yönetimi hakkında gerekli yasal işlemlerin başlatılacağı bir süreç olmasıdır.

19 Ocak 2014 Pazar

Better prospect expected in 2014


 

Economic growth stays atop of the agenda across the world. The foremost economies of the world suffer regarding not being able to install enough stability. After seven years passed since appearance of the global financial crisis still there is no wholly steady recovery for the global economy.
Since then the world cannot be able to overcome this global problem!

Some say the big structural problems and imbalances that have dogged the world economy have not gone away.

Is there lack of the institutional or holistic approach?
When the events are regarded wholly, solving the problems could be easy. So, the global challenges require a global approach.

The key problems in the global economy that stay intact on the agenda are high unemployment, as well as high deficits and debt remain as a concern in many countries.


In addition, some of the Arab Spring countries, which remain unstable with regard to political uprising, expected to experience economic difficulties in 2014 too.  


Besides uprising there is also strife in some of the countries in Africa. The situation in both Syria and Iraq are increasingly converting to an impasse and chaos, economic activities have collapsed in Syria.

Over ten years Iraq could not get rid of the strife. We can also add Afghanistan to this category. Without finding solution to these principal problems, would it be possible to let the global economy reach a stable condition?

This year, the aim of World Economic Forum Annual Meeting is to develop the insights, initiatives and actions necessary to respond to current and emerging challenges in the world.

According to the statement from the WEF, “the Annual Meeting remains the foremost gathering to develop and shape global, regional and industry agendas based on the principle that today’s challenges can best be tackled through a multi-stakeholder, future-oriented approach.

So, this year’s forum can be an opportunity to discuss sincerely these main problems at the meeting to find a permanent solution to both economic and humanitarian crisis.

In this, the foremost members of the international community and the United Nation can play a key role to bring a solution. We hope this main humanitarian issue to be addressed seriously to find a genuine solution. Because of discussions at the 68th General Meeting of the United Nation was not be able to find a clear and permanent solution to the problem… Regarding existing of challenges in the global size, anxieties do not annul.   
Despite emerging market economies are playing a greater role in the global economy, but they are also exposed to a greater risk, because of general conjuncture. This opinion shows that from now on the emerging economies cannot be able to carry the entire burden of the global economy.

Europe’s debt crisis is not seen far from over, and China’s economy continues to slow.


China’s economy has slowed after decades of double digit expansion. In Euro zone growth will slow in the 18 nations that use euro with unemployment likely to inch higher in the new year.

Their growth rates are projected to remain much above those of the advanced economies, but below the elevated levels seen in recent years, for both cyclical and structural reasons.

Japan’s economy is enjoying a vigorous rebound but will lose steam in 2014 as fiscal policy tightens.

However, 2014 expected to be better year than 2013; IMF expects global economic growth 3.6 percent in 2014, from roughly 2.9 percent in 2013.


Turkey’s growth is foreseen 4 or over 4 percent in 2013. This performance is among the best compared with peer countries; the prediction for 2014 is over 4 percent...