Yine yüreklere ateş düşürüldü…
Ateş düştüğü yeri yakar.
Bu ateş doğudan batıya, kuzeyden güneye bütün ülkeye düşmüştür.
Sadece şehit analarının yüreği değil, bu ülkenin birlik ve beraberliğinden yana olan herkesin yüreği yanıyor. Tabii ülkemiz üzerinde çirkin emelleri olanlar hariç, bir anlıkta olsa işlerinin kolaylaştığını sanarak perde arkasından belki de kıs kıs gülüyorlardır.
Yaklaşık 30 sene önce bu yürek yakan ateşi başlatanlar, aslında kime hizmet ettiklerinin sorusunu kendilerine sormalılar.
1000 yıldır birlikte yaşayan ülkemizin belli bir bölgesinde bulunan insanları savunmak, onları haklarına kavuşturma adına yakılan bu fitne ateşinin gerçekte bu ülke sınırları içinde hiç kimseye fayda sağlamadığı ve sağlamayacağı da işin bir başka acı tarafı.
Bu topraklar ne yetmiş seksen yıllık bir geçmişi olan bir ülke, ne de kısa bir geçmişe dayanan devlet ve millet geleneği, tecrübe ve birikimi olan bir ülke. Her konuda zengin tecrübe ve birikime sahip olan bir ülke.
Selçuklu ve Osmanlılar gibi cihan devleti niteliği taşıyan ve köklerini bu kaynaklardan alan, asırlar öncesine dayanan tarih, kültür, din ve dil birlikteliğine sahip olan bir ülke.
Ancak bugün sözde bir realitenin olduğu, yıllardır işlenen bu konunun asırlardır yaşanan birlikteliğe sanki ters düşüyormuş gibi beyinlere kazınması ve bunun kabul edilmesi için uzun yıllardır haksız yere kan dökülmekte.
Aslında görünürde amaç bu bölgeyi içinde bulunduğu durumdan kurtarmak ve daha özgür bir duruma getirmek ve sözde olmayan temel hakların teslim edilmesi üzerine bina edilmiş şeklinde gösteriliyor! Bütün dünyaya verilen mesaj da bu doğrultuda.
Bu madalyonun görüntülenmek istenen ve vitrinde asılı olan tarafı, asıl görülmesi gereken gerçek yüzü ise hep gözlerden kaçıyor, saklı kalıyor. Ama nafile güneş balçıkla sıvanmaz. Artık gerçekler gün yüzüne çıkmaya başladı, bu konuda bölge insanı da aklıselimle meseleye bakar ve kimin dost kimin gerçek düşman olduğunun şuurunda olursa ki büyük çoğunluk böyledir, problemin çözümü daha da kolaylaşır.
Geri kalmışlığı, işsizliği kabul etmek makul sayılabilecek gerekçeler olabilir. Bunları dile getirmek ise yasa dışı yollardan değil de, yasalar çerçevesinde o hep söylenen ve kurulan her cümlede yer alan ‘demokratik’ yollardan yapılamaz mıydı?
Ama iş bunlarla bitmiyor, özde başka amaçlar var.
Karşıda kendini bazı hedeflere şartlandırmış görünmez biri var ki siz ne yaparsanız yapın makul ölçüler içinde ne verirseniz verin hangi imkânları bahşederseniz bahşedin tatmin etmek ve ikna etmek sanki mümkün görünmüyor gibi bir tavır sergileniyor.
Bugüne kadar yapılanların ve tanınan hakların bir doyuruculuğa ulaştığına dair bir belirti ve memnuniyet yok.
Tek taraflı oburluk hükmünü sürdürüyor, nereye kadar, o da belli değil!
İmparatorluk bakiyesi olarak yaklaşık bir asır önce yaşadıklarımıza bakarsak ki, imparatorluğun çökmesi de özde değil de sözde bazı hamasi görüş sahibi kişilerin miyoplukları, kişisel hırsları ve akıl tutulmaları nedeniyle olmuştu.
Günümüzde yaşadıklarımıza baktığımızda hürriyet ve demokratiklik kisvesi altında ne tehditlerin, ne de yaşanan acıların biteceğine dair bir işareti görmek mümkün görünmüyor gibi.
Görünen bir bakıma inatlaşma ve bugüne kadar yapılan büyük yanlışlara kılıf bulma ve makul gösterme çabasından başka bir şey değil.
Varsayalım ki bütün istekler karşılandı terör biter mi? Ne yazık ki bunu garanti etmek mümkün değil.
Evet, çözüm silahların bırakılması, ellerin tetikten çekilmesinde. Bunda ise bölge insanının gerçekleri görmesi ve herkesin sağduyulu hareket etmesinin çok önemli rolü var.