28 Haziran 2018 Perşembe

İşkence Kurbanlarına Destek Günü




Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler küresel huzur ve güveni tesis etmek için kurulmuş. Ancak bu misyonunu yeterince yerine getiremiyor. 
Getirememesinin önemli bir sebebi de bu kuruma hükmedenlerin kurumu yanlış kullanmalarından ileri geliyor.
Bugün yeryüzüne bakıldığında insanoğlunun en tabii hakkı olan söz konusu değerlere sahip olanların sayısı kitleler halinde giderek azalıyor. Belik de kölelik döneminde bile görülmemiş insan hakları ihlalleri yaşanıyor, çünkü bu ihlallerden beslenenler var…
Bırakın huzur ve güveni bir tarafa dünyanın birçok yerinde can güvenliği dahi yok. zaten işkence türlerinin hedefi de dolaylı olarak insan hayatını bitirmeye yöneliktir. 
Elbette huzur ve güvenin olmadığı ortam can güvenliğini tehlikeye atar. 
Bunun en bariz örneği ülkemizin sınır komşuları olan Irak ve Suriye’de yıllardır devam ediyor. 
Buralar işgal edilirken masum insanlara yapılan insanlık dışı muameleler henüz gün yüzüne çıkarılmadı, adalet yerini bulmadı. Adaletin yerini bulması ise bu kurumun adil çalışmasına bağlı.
Biraz uzak olan bölgelere baktığımızda zulmün ve insan hakları ihlallerinin kol gezdiği ülkeler olan Afganistan, Yemen, Libya; ve Myanmar’da yurtlarından zulümle uzaklaştırılan Müslümanların yıllardır en tabii haklarından mahrum edildiklerini görüyoruz.
Birleşmiş Milletlerin (BM) huzur ve güveni tesis etmek ve yeryüzü milletlerinin açlık, susuzluk ve diğer temel ihtiyaçlarını temin etmek ve sürdürülebilir hale getirmek için uzun yılları kapsayan eylem planları var.
Yine bu insani amaçlara yönelik günler ilan etmiş. BM’de hemen hemen her gün bir insani konuda bir anma günü bulunuyor.
12 aralık 1997 tarihinde 52/149 nolu kararla BM Genel Kurulu 26 haziranı İşkence Kurbanlarına Destek Günü olarak ilan etmiş.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, bugünün anısına verdiği demecinde;
“İşkence bütün zamanlarda kabul edilemez ve haklı görülemez, bu çirkin ve faydası olamayan uygulamayı sonlandıracak kararlılığımız tekrarlayalım” ifadesini kullanmış.
Antonio Guterres açıklamalarına şöyle devam ediyor; "İşkenceye maruz kalan kurbanların kişiliklerini yitirdiğini ve bunun doğuştan en tabii hak olan insan olma saygınlığını kabul etmemek anlamına geliyor."
Geliyor gelmesine de bir de bu ortamı hazırlayanlara ne demeli, bunlara piyon olanlara ne demeli?
Uluslararası hukuka göre, işkencenin tamamen yasaklanmasına rağmen işkence dünyanın bütün bölgelerinde sürdürülüyor. Ülke bazında işkencelerin ulusal güvenliği ve sınırları koruma nedeniyle işkence ve zulmün diğer formlarının ve aşağılayıcı ve insanlık dışı muamelelere kullanılmasına izin verildiğine işaret ediliyor.
BM başından beri işkence eylemini insanlar tarafından başka inanlara uygulanmasını en iğrenç eylemlerden bir olarak da kınıyor.
Ancak şu önemli hususu unutmamak gerekiyor, o da işkenceye başvuranlar, yargısız infazlara başvuranların aslında en önemli özelliği, işkence yaparak kendi güçsüzlüklerini, zayıflıklarını, kifayetsizliklerini ve yetersizliklerini örtmekten ileri geliyor. Bunlar meselelerini meşru ve adil yoldan değil de vekalet savaşları yoluyla halletmeye çalışıyor.  
Güç gösterisinde bulunan bu güruh aslında kendi zavallılığını ifşa edip, bu şekilde varlıklarını sürdürmek istiyor...
İşkencenin bir günlük anmayla geçiştirilemeyeceği, konun toplum kesimlerine anlaşılır bir şekilde anlatılması, neyin işkence, neyin işkence olmadığı ve bu eylemin ağır bir insanlık suçu, hak ve hukuk ihlal meselesi olduğunun da anlatmak gerekiyor.