2 Mart 2013 Cumartesi

AB’nin sera gazını düşürmede yeni hedefi





İklim değişikliği ve küresel ısınmanın bir sonucu olarak ekonomik faaliyetlerde şartlar gereği yapılması gereken ve düşünülen model değişiminde en etkili rolü oynayacak sektörlerinden bir de otomotiv sektörü.
Sera gazı emisyonlarının salınımı nedeniyle çevreyi ve atmosferi kirletme açısından en büyük paya sahip sektörlerden birini otomotiv sektörü oluşturuyor.
Ulaşım ve taşımacılıkta sunduğu imkânlar yanında, sanayileşme devriminden bugüne kadar bıraktığı zararlı etkileri ise artık çekilemez hale gelmiş durumda. Çözüm süreci başlatılmış, bu kapsamda belirli çerçeveler çizilmiş ve hedefler belirlenmiş.
Bu amaç doğrultusunda, otomotiv sektörünün mevcut yapısı temiz teknolojik değişim ve dönüşümün yapılmasını zorunlu kılıyor.
Gerek otomotiv ve gerekse bu sektörle bağlantılı olan sektörlerin çevreye bıraktığı ayak izlerini azaltmak ve böylece verdiği zararları telafi etmek artık bir mecburiyet halini almış.
Bu nedenle sürekli olarak yeni hedefler, yeni yasal düzenlemeler ve yeni teknolojiler üzerinde çalışılıyor. Hayati önem taşıyan bu küresel sıkıntıya çözümler üretmek ve uygulama safhasına getirmek için ilgili kesimler yoğun bir gayret içinde.
Bunlardan biri de elektrikli araçların üretiminin artırılarak kullanımının yaygınlaştırılması hususu.
Özellikle, öncelik olarak şehir içi trafiğinden kaynaklanan CO2 oranlarının düşürülmesi ön planda yer alıyor.
Avrupa Birliğinin bu hususta 2020 ve 2025 yılları için belirlediği hedefleri var.
Mevcut durumda yeni araçlardan çıkan Co2 emisyon miktarı, ortalama olarak 135 gr/kilometre şeklinde bulunuyor. Bu miktarı 2020 yılına kadar 95 gr/kilometreye düşürmek amaçlanıyor.
Birliğe teklif edilen yeni hedef ise, bu oranı 2025 yılında 60 gr/kilometreye düşürmek.
Bunu başarmanın yolu da, ilgili sivil toplum kuruluşlarının bir çalışmasına göre, şu şekilde olacak; araçların yüzde 24’ü elektrikli araçlar, %24’ü hibrid araçlar ve kalanın yüzde 52’si ise geleneksel yakıt kullanan araçlardan oluşacak şeklinde formüle ediliyor.
70 gramlık hedef de ise; yüzde 7 oranında elektrikli araçlar, kalan kısmın yüzde 22’is hibrit ve yüzde 71’i geleneksel yakıtla çalışan araçlardan oluşmuş olacak.
Bu nedenle elektrikli araçlara şimdiden yatırım yapılmasının gereği üzerinde duruluyor.
Sektör yatırımcıları hedeflerini belirleyerek bu alana yatırım için çalışmalara başlamış görünüyorlar.
Hâlihazırda birçok bilinen marka gerek ülkemizde ve gerekse küresel ölçekte elektrikli ve hibrid araç üretimini deneme seviyesinde de olsa yapıyorlar. Bazı ülkelerde elektrikli araç satışları oran olarak az da olsa önceki yıllara göre artış gösteriyor.
Beklentiler, gerek üretim ve gerekse satış olarak, söz konusu araçların giderek pazardaki paylarını artırmaya devam edeceği yönünde.
Gelecek yıllar üreticiler hem iç ve hem de uluslararası pazardaki rekabetini artırmış olacak. 
Rekabetçi özelliklerini, gerek fiyat ve gerekse kalite açısından artıran ürünler ise paylarını en çok artıranlar olacaktır herhalde.

1 Mart 2013 Cuma

Ülkemizin AB yolculuğu

 

Ülkemiz Avrupa Birliği yolculuğunu yarım asırdır sürdürüyor. Bu yolculuk zaman zaman hızlanıyor, zaman zaman ise duraksamalar gösteriyor.

Fakat ülkemizin bu konuda kararlı olduğu ve kararlı bir duruş sergilediği gözleniyor.

Her ne kadar son birkaç yıldır ekonomik kriz yaşıyorsa da birlik ekonomik büyüklük ve pazar olarak dünyada ön sıralarda yer alıyor. Aynı zamanda tutarlı bir duruş sergiliyor.

Bu arada İngiltere üyeliğini yeniden gözden geçirmek ve bu konuda ülkesinin güvenoyuna başvuracağını açıkladı…

Avrupa Birliği üyeliğimiz konusunda açık ve net bir tavır ortaya koymuyor. Bu kararsız tutum da birlik içinde hala Türkiye’nin üyeliği konusunda mutabakata varamamış olduğuna işaret ediyor.

AB’nin kafasında bulunan bir başka tereddütler, korkular da olabilir; bunlardan bir Müslüman bir ülke olmamız ve birliğe girdiğimizde temsil gücümüzün yüksek olması.

Türkiye’nin de bütün fasıllar görüşüldükten ve üyeliği kabul aşamasına geldikten sonra ki, bu ne zaman tamamlanır şimdiden bu gidişle kestirmek pek mümkün değil, o zaman kesin kararını verecektir ve belki de bir halk oylamasına gidecektir.

Her alanda hızlı değişim ve dönüşümün yaşandığı günümüzde bu konuda herhalde kesin kararı şimdiden söylemek sanırım doğru olmaz. Özellikle hızlı bir kalkınma rotasına girmiş ülkemiz için değişim ve gelişmenin beklenmedik bir hız ve oranda olma ihtimali ülkemiz için gelecek kararlarının şimdiden verilmesi aldatıcı olabilir.

Bir başka husus ise gelecek on yılların Asya ülkeleri için hızlı bir kalkınma potansiyeline sahip olduğuna işaret ediliyor olması.

Avrupa birliğine baktığımızda ise kalkınmasını büyük ölçüde tamamlamış, gelecek için çok fazla bir kalkınma hızını elde etme imkânı şu an için pek görünmüyor.

Ama dünyada yaşanan değişim ve dönüşüm AB’yi de etkisi altına alarak şu andaki kriz ortamını aşarak, dünyanın içinde bulunduğu şartların yönlendirmesiyle yeni bir model benimseyerek veya etkisinde kalarak yeniden hızlı bir kalkınma dönemine girebilir. Şu an için birliğin böyle bir arayış içinde olduğu görünümünü veriyor.

Çünkü dünya artık yeni bir kalkınma modelinin arayışı içinde…

Bu değişimin kalkınmakta olan ülkeler için uygulanması belki daha kolay olabilir.

Türkiye’nin AB ısrarının kaynağı ise birlik ülkelerinin kurumsal olarak yapılması gerekenleri yapmış ve tamamlamış durumda olmasından ileri geliyor olmalı. Günümüzün benimsenen yönetim şekli olan demokrasiyi kurumsallaştırmış. Yani bir bakıma devlet ve millet olma ekseninde bir eksikliği yok. Bu özellikleriyle sürdürülebilir bir istikrara sahip olduğunu gösteriyor. Bu bakımdan da çevre ülkelere güven vermekte.

Belki de ülkemizin yönünü doğudan kopmayarak batıya çevirmesi de bundan ileri geliyor. Müslüman olan ülkemizin ekonomik olarak diğer Müslüman olan ülkelerle bu anlamda bir birlik kurması ve bunu çalışır konuma getirmesi de akla geliyor. Bunun geçmişte kurulmuş birkaç örneği var fakat halk tabiriyle pek randıman alınamıyor.

Gerek yakın sınır ve gerekse civar komşu ülkelere baktığımızda yukarda Avrupa ülkeleri için saydığımız özellikleri maalesef göremiyoruz. En yakın komşularımız olan Suriye, İran ve Irak’a baktığımızda sahip oldukları kırılgan yapı nedeniyle kalıcı bir istikrar görüntüsü vermiyorlar.

Bir başka önemli husus ise devlet ve millet iradelerini tam olarak yansıtamıyorlar, bu durum da kalıcı ve istikrarlı bir işbirliği kurmak ve sürdürmede tereddütler oluşturuyor. Ülkemizle yapacakları her konuda işbirliğine hem ülkemiz ve hem de söz konusu ülkeler adına yararlı sonuçların olacağı bir gerçek. Bunun sürdürülebilir olması ise kurumsal yapılarını tamamlamaları ve kırılgan yapılarını iyileştirmelerinden geçiyor. Dahası sağlam bir devlet ve millet iradesine sahip olmaları gerekiyor!

16 Şubat 2013 Cumartesi

Otomotivin gelecek eğilimi



Dünyada olduğu gibi, ülkemizde de otomotiv sanayi yatırım, istihdam, üretim ve ihracat ekseninde ülkemiz ekonomisinin lokomotifi konumunda.
Otomotiv sanayindeki küresel gelişmeler sürekli olarak çok kapsamlı bir anlayışla geniş bir yelpazede devam ediyor.
Fosil yakıtların saldığı co2 emisyonlarının çevreye ve tabii kaynaklara vermiş olduğu zararları aşağı çekmek için gerek bilimsel ve gerekse mevzuat yönünden sürekli çalışmalar, yeni hedefler, yeni düzenlemeler yapılıyor.
Artan petrol fiyatlarının getirmiş olduğu maliyeti düşürecek teknolojileri devreye almak için araştırma ve geliştirme çalışmaları küresel olarak hız kesmeden devam ediyor.
Ülkemizde sektörün üzerine düşeni yapmak ve hedeflerine ulaşmak açısından yeni teşvik yasasında yapılan değişiklikler sektör için önemli bir avantaj olarak kabul ediliyor.
Bu vesileyle sektör, 5. bölge için verilen teşviklerden yararlanmış olacak; bu düzenlemenin 2023 için belirlenen ihracat hedefinin gerçekleştirmesinde kayda değer katkı sağlayacağı bekleniyor.
İhracat hedeflerini gerçekleştirmek için aynı zamanda yeni yatırımlara ihtiyaç duyulduğu mevcut bir milyonun biraz üzerinde olan yıllık üretim rakamının 3 - 4 milyon civarında bir rakama ulaşması, hedefi tutturmak açısından önemli görülüyor.
Ancak yapılacak yatırımların dünya gerçekleriyle örtüşür olmasını gözden uzak tutmamak gerek. Sürekli olarak gelişen, değişen sektördeki teknolojik yenilikler pazarın beklentilerine göre şekillenmek zorunda olduğu kadar rekabetçi de olması gerekiyor.
Şartlar kullanılan teknolojinin gerek yakıt tasarrufu ve gerekse bırakacağı ayak izi açısından mümkün olduğu kadar dünya standartlarıyla uyumluluğu da önemli...
Bu doğrultuda son yıllarda dünya çapında hibrid ve elektrikli araçların miktarı oran olarak şimdilik az olsa da, gelişen ve değişen şartların bir gereği olarak giderek artan bir oranda pazara girmiş olacak.
Elektrikli araçların şimdilik satın alma maliyeti yüksek, fakat yakıt masrafı çok düşük. Yüzlerce kilometreyi 5-6 liralık bir masrafla kat edebiliyor. En iyi taraflarından biri de sıfır emisyona sahip olması…
Doğal gaz zengini olan ülkelerde ise şehir içi taşımacılığın LPG ile çalışan otobüslerle yapılacağına yönelik görüşler var. Ucuz oluşu ve çevreye duyarlılığı sayesinde bazı Orta Asya ülkelerinde önümüzdeki yıllarda artması beklenebilir.
Doğal gaz zengini olan Türk cumhuriyetleri bu bakımdan şanslı. Bu durum aynı zamanda sektöre bu ülkelerle ortak yatırım yapma imkânı da sağlayabilir.
Şehir içi taşımacılıkta bir diğer alternatif elektrikle çalışan toplu taşıma vasıtalarının giderek devreye girmesi şeklinde…
Sektörün gelişmeleri takip etmesi ve bu doğrultuda yatırımlarını şekillendirmesi hedeflerini tutturmasında yardımcı olacağı gibi, rekabetçi özelliğini de geliştirmiş olacak. Şüphesiz sektör yetkilileri otomotiv sektöründe yaşanan değişimi, pazar trendlerini göz önünde bulunduruyordur.


Otomotivin gelecek eğilimi



Dünyada olduğu gibi, ülkemizde de otomotiv sanayi yatırım, istihdam, üretim ve ihracat ekseninde ülkemiz ekonomisinin lokomotifi konumunda.
Otomotiv sanayindeki küresel gelişmeler sürekli olarak çok kapsamlı bir anlayışla geniş bir yelpazede devam ediyor.
Fosil yakıtların saldığı co2 emisyonlarının çevreye ve tabii kaynaklara vermiş olduğu zararları aşağı çekmek için gerek bilimsel ve gerekse mevzuat yönünden sürekli çalışmalar, yeni hedefler, yeni düzenlemeler yapılıyor.
Artan petrol fiyatlarının getirmiş olduğu maliyeti düşürecek teknolojileri devreye almak için araştırma ve geliştirme çalışmaları küresel olarak hız kesmeden devam ediyor.
Ülkemizde sektörün üzerine düşeni yapmak ve hedeflerine ulaşmak açısından yeni teşvik yasasında yapılan değişiklikler sektör için önemli bir avantaj olarak kabul ediliyor.
Bu vesileyle sektör, 5. bölge için verilen teşviklerden yararlanmış olacak; bu düzenlemenin 2023 için belirlenen ihracat hedefinin gerçekleştirmesinde kayda değer katkı sağlayacağı bekleniyor.
İhracat hedeflerini gerçekleştirmek için aynı zamanda yeni yatırımlara ihtiyaç duyulduğu mevcut bir milyonun biraz üzerinde olan yıllık üretim rakamının 3 - 4 milyon civarında bir rakama ulaşması, hedefi tutturmak açısından önemli görülüyor.
Ancak yapılacak yatırımların dünya gerçekleriyle örtüşür olmasını gözden uzak tutmamak gerek. Sürekli olarak gelişen, değişen sektördeki teknolojik yenilikler pazarın beklentilerine göre şekillenmek zorunda olduğu kadar rekabetçi de olması gerekiyor.
Şartlar kullanılan teknolojinin gerek yakıt tasarrufu ve gerekse bırakacağı ayak izi açısından mümkün olduğu kadar dünya standartlarıyla uyumluluğu da önemli...
Bu doğrultuda son yıllarda dünya çapında hibrid ve elektrikli araçların miktarı oran olarak şimdilik az olsa da, gelişen ve değişen şartların bir gereği olarak giderek artan bir oranda pazara girmiş olacak.
Elektrikli araçların şimdilik satın alma maliyeti yüksek, fakat yakıt masrafı çok düşük. Yüzlerce kilometreyi 5-6 liralık bir masrafla kat edebiliyor. En iyi taraflarından biri de sıfır emisyona sahip olması…
Doğal gaz zengini olan ülkelerde ise şehir içi taşımacılığın LPG ile çalışan otobüslerle yapılacağına yönelik görüşler var. Ucuz oluşu ve çevreye duyarlılığı sayesinde bazı Orta Asya ülkelerinde önümüzdeki yıllarda artması beklenebilir.
Doğal gaz zengini olan Türk cumhuriyetleri bu bakımdan şanslı. Bu durum aynı zamanda sektöre bu ülkelerle ortak yatırım yapma imkânı da sağlayabilir.
Şehir içi taşımacılıkta bir diğer alternatif elektrikle çalışan toplu taşıma vasıtalarının giderek devreye girmesi şeklinde…
Sektörün gelişmeleri takip etmesi ve bu doğrultuda yatırımlarını şekillendirmesi hedeflerini tutturmasında yardımcı olacağı gibi, rekabetçi özelliğini de geliştirmiş olacak. Şüphesiz sektör yetkilileri otomotiv sektöründe yaşanan değişimi, pazar trendlerini göz önünde bulunduruyordur.


14 Şubat 2013 Perşembe

Mobbing


 
İngilizce bir kelime. Daha doğrusu kökeni Latinceden alınmış. Mana olarak, istenmeyen kişi ya da kişilere topluca baskı uygulayarak bezdirmek, pes ettirmek. Kullandığı araçlar ise baskı, saldırı ve temel hakları ihlal etmekten oluşuyor.

Bir başka deyişle bir çeşit psikolojik terör uygulamak. Sözlük manası; "psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek. Gücü elinde bulunduran kişi veya grubun, istenmeyen kişiye elinde tuttuğu gücü kullanarak uzun süreli sistematik baskı uygulaması" şeklinde açıklanıyor.

İşin fiiliyatı hak ve hukuk tecavüzüne girmesi, yapılan işin yasa dışı bir eylem olduğunu gösteriyor. Mobbing tarifine göre, bu işin yapılması için önce bir ön hazırlık yapılması gerekiyor, yani bir organizasyon hareketini gerektiriyor.

Baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya çeşitli şekillerde sıkıntı verme hak ve hukuk ihlallerine yol açıyor. Bu nedenle ‘mobbing’ konusu sosyoloji ve hukuk başta olmak üzere üzerinde çalışılan bir konu haline gelmiş.

Ülkemizde bu tür olayların yaşanması ve buna çözüm bulmak nedeniyle bir dernek kurulmuş ‘Mobbing ile Mücadele Derneği’. Dernek kuruluş amacını ise şu şekilde açıklıyor, “Bu dernek, temel olarak insan haklarını korumak ve kollamak amacıyla kurulmuştur. Sebep ne olursa olsun yeryüzünde yaşayan hiçbir insanın bir diğerine psikolojik baskı uygulamaya, eziyet etmeye, dışlamaya, hakaret etmeye, iftira etmeye, haklarını gasp etmeye, kişisel çıkarları için maddi ve manevi bir takım yaptırımlar uygulamaya hakkı yoktur. Bu dernek, okulda, mahallede, köyde, ailede, işyerinde, vb herkesin huzur içinde yasayabilmesi için gereken bir takım gerçekleri ve erdemleri hatırlatmak ve farkındalık oluşturmak; "Mağdur" durumuna düşen insanlara haklarını hatırlatmak, tavsiyelerde bulunmak ve yol göstermek gibi amaçları ilke edinmiştir.”

Psikolojik taciz kanunla yasaklanmış. İşin içinde insan hayatı var; insanın huzuruna, hayatına ve diğer haklarının gaspı var. Durum böyle olunca konu hukuki bir boyut kazanıyor.

Mobbing fiiliyat olarak yeni var olan bir şey değil; ancak kavram olarak ve bilimsel olarak yeni ele alınmış görünüyor. Ülkemizde de, kelime karşılığı olan ve bilinen bir fiil. Aynı zamanda bizim değer yargılarımıza çok ters düşen bir eylem.

Ülkemiz 100’de yüze yakın bir çoğunlukla Müslüman bir ülke. İslamiyet’in en temel kurallarından bir de insan haklarına çok önem vermesidir. Müslüman bir toplum olarak gerek insanlığın sahip çıktığı ve gerekse de İslam dininin çok önem verdiği bir hususta boşluk oluşması, değer yargılarımızın zaman içinde erozyona uğramasından, uğratılmasından ileri geliyor…

Sahip olduğumuz değerler manzumesinde insan her zaman ön planda tutulmuş ve tutulmaktadır.

Bu yola başvuranların çoğunda, “boş ver, nemelazımcılık anlayışı yanında perde arkasında yapılan baskıların varlığı; dahası sahip olduğumuz değerler silsilesinin istismarını akla getiriyor. İşin içine bir de menfaat girince günümüz dünyasında mobbing ne yazık ki cazip hala getirilmiş oluyor. Ahlak bilgisi yeterli ve sağlam olmayınca, insanları kötüye kullanmak ve yönlendirmek maalesef kolaylaşıyor.

Çözüm ise elbette eğitim. Eğitim çok kapsamlı bir konu olmasına rağmen, bu hususta önde gelen ise ahlak bilgisine ağırlık verilmesi. Toplumları, kurumları ayakta tutan hayati bir konu… Ailede başlayan ahlak bilgisi okulda ve daha sonrada görev yapılan kurumlarda devam etmekte. Çünkü bu konu aynı zamanda kurumsallığın da bir gereği…

13 Şubat 2013 Çarşamba

“Biz size ne yaptık”


 

 

 
İsrail ordusu Filistinlilere ait evleri yıkmış. Bu da bir “İsrail Klasiği”…

Her konuda kendini ruhsatlı gören İsrail devleti gerekçe olarak da evlerin ruhsatsız oluşunu göstermiş.

Bu tutumuyla İsrail “Merdi kipti şecaat arz ederken sirkatin söyler” özdeyişini hatırlatıyor.

Altmış yılı aşan bir süredir Filistinlilere karşı her türlü hukuksuzluk ve haksızlığı yaparak, toprağını elinden alarak, canlarına kıyarak hiçbir hak tanımayan İsrail Filistinlileri ruhsatsız ev yapmakla suçluyor. İzan ve insaf sahibi biri çıkıp da, İsrail devletinin hangi işinin ruhsatlı olduğunu söyleyebilir?

Çünkü İsrail devleti için hak ve hukuk sadece ona aittir.

Arkasına aldığı güçlerle başkasına hak tanıma erdemini ve hukukunu göstermemektedir.

Ne uluslararası hukuku ve ne de temel insan haklarını tanıma gibi bir yükümlülüğünü kendinde göremiyor.

Aklına ne eserse onu yapma cüretini hiç çekinmeden de gösteriyor.

Bu güne kadar Filistin toprakları içinde at oynatmaya devam ediyor.

İstediği katliamı, istediği işgali yaptı, yapıyor.

Biliyor ki kimsenin gıkı çıkmayacak!

Ne Birleşmiş Milletlerin kararına, ne uluslararası yasalara uyduğu yok.

Hiçbir uluslararası kuruluşta bu hususta ciddi bir şekilde uyarıda bulunmuyor.

Üstünkörü bir kınama yapmakla yetiniyor.

Bu devlet yıllardır Filistinlilerin evlerini, bağ ve bahçelerini yıkarak kendi insanlarına yerleşim yerleri kuruyor. Bunu yaparken “bana nasıl olsa kimse ruhsatın var mı diye sormaz ve sorama cüretini gösteremez” diyor.

Filistinliler ise kendi topraklarında en tabii insan hakkı olan yaşama haklarına sahip olamıyorlar.

Eğer bu temel ihlalleler birilerine dokunmuyorsa, bu insani değerlerin ihlali kâğıt üzerinde kalmaktan öteye geçmiyor.

Uluslararası hukuk ve uluslararası ortak değerleri sadece İsrail devleti değil, onun bu değerleri ihlal etmesine göz yumanlar da dolaylı olarak ihlal eylemine ortak olmuş oluyorlar.

Sürekli olarak Filistinlilere ve Müslümanların kutsal değerlerine saldırırken kendisini hep masum gösterme maharetini ve rolünü çok iyi oynuyor. Bütün dünyaya da bu sahte masumiyetini kabul ettiriyor.

“Bu masumiyet maskesi arakasında hep saldırgan olacağım, istediğimi yapacağım, karşı tarafı da dünyaya terörist ilan edeceğim” anlayışını arkasına aldığı güçler sayesinde sürdürüyor.

Mescidi Aksa’nın hemen bitişiğinde yıkım yaparak sinagog yapacağı söyleniyor.

Basından takip ettiğimiz kadarıyla Müslümanların bu mukaddes mekânında yıkım işlemini sürdürüyor. Buranın Müslümanların kutsal mekânı olmasının yanında, bir tarihi değeri var uluslar arası toplum ve ilgili kurumlar buna da mı sahip çıkamıyorlar.

“Sana bu ruhsatı kim verdi, bu izni kimden aldın” diye soran yok.

Uluslararası toplum ve bunun önde gelen ülkeleri insan hakları ve barışı ağzından düşürmezken, sürekli insan hakları ihlalleri yapan ve barış karşıtı fiillerde bulunan bu devlete ses çıkarmayıp sürekli göz yumarlarsa, bu tutum bunların barış konusunda samimi olmadıklarının açık bir işareti olmaz mı?

Evi yıkılan çocuk, “Biz size ne yaptık” diyerek feryat ediyor; fakat çocuk hakları ve insan hakları savunucuları duymaz! Çünkü kulakları tıkalı, vicdanları kararmış