20 Şubat 2011 Pazar

Medyanın gücü ve kapalı rejimler

İletişim teknolojisinde yaşanan gelişmeler ve çeşitlilik medyanın sadece dördüncü kuvvet değil, aynı zamanda yerine göre birinci kuvvet olduğu son günlerde Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinde yaşanan rejim karşıtı olaylarla bir kez daha teyit edilmiş oldu.
Güçlü oluşu ve tek sesliliği ile zaman zaman da olsa kamuoyunu yanıltabileceği, yanlış yönlendirebileceği yönü işin kötü tarafı. O da kaplı rejimlerle beraber yok oluyor.
Dahası, bilinen kitle medya araçlarından daha etkili olan ve toplumsal olayları bütün dünyaya ulaştıran ‘kitlelerin medyası’ var. Sosyal medya da denilen bu iletişim araçlarıyla kitleler olayları bütün dünyaya aktarılabiliyor.
Medyanın bu gücünü sezemeyen kapalı ve totaliter rejimler iletişim teknolojisinin fonksiyonel gücü karşısında biçare kalıyor.
20. yüzyılın en kapalı ve totaliter rejimi komünizm idi. Katı kuralları, iletişim ve bilgiye kapalı oluşu, olup bitenleri dışarı sızdırmayışı nedeniyle bu yönetim şekliyle yönetilen ülkelerin ‘demir perde’ ülkeleri olarak isimlendirilmesine yol açmıştı.
İnsan fıtratıyla uyuşmayan bu rejimlerin yaşama şansları sınırlı olup ancak bir yere kadar sürebildi. Açık toplumlardaki iletişim teknolojisinin dinamizmi ister istemez bu kapalı toplumları harekete geçirdi ve onların yıkılmasına neden oldu.
Belli bir aşamadan sonra zayıflayan ve fonksiyonunu yitiren totaliter rejimin kurum ve kuralları gelişmiş ülkelerdeki demokratik ve dinamik yapıya yenik düştü.
Sonrası malum…
Yetmiş yılı aşkın bir süre hükmünü sürdüren demir perde ülkeleri deşifre olarak birer birer yıkılıp modern dünya ile uyum sağlamaya başladılar.
Yıkılan bu rejim bir yandan ezilen fakir halkın bir bakıma umutlarını kullanarak baskıcı unsurların ve kişisel ihtiras sahiplerinin önderliğinde kurulmuştu. Ancak bunlara ümit besleyen o fakir sınıfın umutlarına cevap verememiş, neticede insan fıtratıyla uyuşmayan komünist rejim solan ümitlerle beraber yok olmaya mahkûm olmuştu. O insanlar umduklarını bulamamış büyük bir zulme uğramışlardı uzun yıllar boyunca.
Yaklaşık yirmi yıl önce komünist ve sosyalist ülkelerde yaşanan bu değişim demokrasinin işleyişi bakımından onlar kadar katı olmasa da, ileri demokrasilere göre bir hayli geride kalan monarşist yönetimler için bir ders niteliğindeydi.
Ancak bu hususta algılama hassasiyetinde bir noksanlık olacak ki bugünleri o günlerden ders çıkarıp sezemeyenler, ülkelerini hür dünya ile bütünleşemeyen usul ile yönetmeye devam ettiler. Neticede bu rejimler bugün yöneticiler olarak kendilerini zor durumda bıraktıkları gibi ülke ve halklarını da bir kargaşa ortamına düşürmüş görünüyorlar.
Tunus’ta başlayan rejim aleyhtarı gösteriler sırayla hemen hemen söz konusu anlayışla yönetilen bütün ülkelere sıçradı. Bu gelişmeler bazı çevrelerin dediği gibi domino etkesimi, yoksa önceden planlanmış senaryonun sahnelenmesi mi? Pek açık değil ama olayların verdiği mesajdan anlaşılan o toplumların artık baskıcı, ben bilirim ve vesayetçi rejimden bıktıklarını ortaya koymakta.
Hareketin arka planında demokratik ve adil bir seçimle yönetilme istekleri var. Bizim de temennimiz, ülkemizle de ortak tarih, kültür ve din birliği olan bu kardeş ülkelerin çok fazla kargaşa yaşamadan hür ve adil seçimlerle yönetilme aruzlarına kavuşmaları, gerek demokrasi ve gerekse ekonomik olarak daha ileri seviyeye ulaşmaları…