Mısır’daki
askeri darbenin analizleri devam ediyor.
Darbe kesinlikle istenen, tasvip edilen bir vaka olmamakla birlikte, mevcut dünya konjonktüründe vuku bulması da pek şaşılacak bir gelişme değil, hele bu bir İslam ülkesi olursa!...
Sebebine
gelince dünyada her alanda bir rekabet yaşanıyor. Emperyalist güçler
rakiplerini alt etmek için her yolu deniyorlar, ellerinden gelen hile ve desiseyi uyguluyorlar!
Bugün
küresel güçlerin sahip çıktığı, tavsiye ettiği değerler yani demokrasi, hukukun
üstünlüğü ve haklar türünden olan bir takım söylemler ise samimiyetsizlikten
uzak olup, sadece vitrinlerinde sergiledikleri tanıtım ve reklam malzemesi
gibi duruyor. Gerçek yüzleriyle bağdaşmamaktadır.
Bu
nedenle batılı emperyalist güçler sureti haktan görünüp, gerçek yüzlerini
makyajla kapatmaktadırlar. Ve bu durumlarına da çok kolay kılıf bulmasını
biliyorlar.
Demokrasi
havarisi olan ülkeler Mısır’da yapılan darbeye alkış tutup, kınama yapmıyor
diye bu tutumlarından dolayı tenkit ediliyor.
Bu
eşyanın tabiatına aykırı bir durum olup, gerçekleri beklemek saflık olur. “Akrepten
bal yapması beklenemez” deyişi gibi bunlardan da hak ve doğruluk konusunda
iyimser bir beklenti içinde olmalarını beklemek saflık olur.
Bir
kez daha batının veya uluslararası toplumun demokrasiye olan bağlılıklarındaki
samimiyetsizlikleri Mısır olayı ile tescil edilmiştir.
Zaten
insan hakları, hak ve hukuk konusundaki samimiyetsizliklerini, İslam
ülkelerinde yaşanan zulme baktığımızda açık bir şekilde görmek mümkün.
Onlar
bunu çok iyi biliyor ve görüyorlar, ancak bunu görmek istemeyen, sessiz kalan
ve bu hususta şuursuz olan, at gözlüğünü çıkarmak istemeyen kesim ise bir kısım
İslam ülkeleri. Ne zaman olması gereken şuur ve farkındalık oluşursa, o zaman
gerçeklerin üzerine medeni ve uluslararası hukuk ve teamüller çerçevesinde
gidilerek bugün İslam ülkelerinde uzun yıllardır yaşanan insanlık dışı olaylara
kalıcı çözüm bulunur.
Bu
hususta sadece ülkemizin gösterdiği çabalar tek başına yeterli olmayabilir, bir
çiçekle bahar gelmeyeceği için, taşın altına bütün İslam aleminin elini koyması
gerekiyor.
Bu
hususta İslam ülkelerinin en büyük noksanı söz konusu ülkelere yapılan haksız
ve hukuksuzluklara hep sessiz kalmaları, hep sineye çekmeleri, dahası ortak bir
irade beyanı sunamamalarından ileri geliyor. Bu eksikliği, bu bölünmüşlüğü çok
iyi bilen ve kendi menfaatleri doğrultusunda değerlendiren emperyalist güçler aslı
astarı olamayan argümanlarla İslam alemine karşı, tabiri caizse sömürme,
asimile etme, bölme ve parçalama, hedef saptırma politikası ile gerçekleri
çarpıtarak bildiklerini okuyorlar. Bu nedenle aktif faaliyet gösterebilen bir
birlik kurulması, bunun adının da İslam kelimesini (istismar edileceği için)
taşımaması yerinde olur kanaatindeyiz... Geçmişte buna benzer kısmi olarak bazı
İslam ülkelerini kapsayan organizasyonlar kurulmuş fakat beklenen fayda
sağlanamamış.
Şu
anda D-8 diye bilinen gelişmekte olan 8 İslam ülkesini kapsayan bir kuruluş var.
Fakat fazla bir etkinliği yok gibi bir duruş sergiliyor. Bu kurum yeniden
yapılandırılabilir, yeniden kuruluş esasları belirlenebilir, amaçları yeniden tespit
edilebilir ve aktif hale getirilebilir. Bu tür uluslararası kurumlar sadece İslam
ülkelerinin savunuculuğunu değil, küresel olarak meydana gelecek muhtemel
insanlık dışı eylemlere ve vakalara demokratik ve hukuki yollarla tepki
gösterebilirler. Avrupa Birliği yeri geldiğinde, işine geldiğinde her konuda
irade beyanında bulunuyor…
Bugün
nerede bir insanlık dışı uygulama, işgal ve her türlü insani güvenlikten
yoksunluk varsa bunların çoğunluğunu İslam ülkelerinin oluşturduğunu görüyoruz.
En yakınımızda Suriye, Irak, Filistin, Afganistan, Pakistan, Myanmar; her gün
bu ülkelerde haksız yere yüzlerce insan hayatını yitiriyor. Geride kalanlarda
çok kötü şartlarda hayatlarını sürdürmeye çalışıyor!
İslam
ülkeleri yeri geldiğinde bütün haksızlıkların karşısında duracak şekilde ortak
iradelerini belirtmeleri bugün yaşananların gelecekte olmasını engellemede önemli bir rol oynayacaktır...