İktidara geldiği ilk günden itibaren gördüğümüz, yaşadıklarımıza
baktığımızda ve bir mukayese yaptığımızda, bu ülkeye ve bu ülke insanlarına
hizmeti önemli bir görev saymış.
Zaten hayata geçen yatırımlara, makro ekonomik göstergelere
baktığımızda bunu açık ve net bir şekilde görüyoruz.
Hizmet ve kalkınma anlayış içinde hizmetlerini sürdüren Ak Parti
hükümetleri, sadece ülkemizin insanları için değil; nerede bir mazlum, garip,
unutulmuş kendi haline terk edilmiş varsa onların sesi, onların yardımcısı
olmuş…
BM’nin Küresel İnsani Yardım Raporuna göre, Türkiye uluslararası
yardımda bulunan ülkeler listesinde dördüncü sırada yer aldı.
Bu değerlendirme ülkeler bazında yapıldığında ise Türkiye
uluslar arası yardımda üçüncü sırada yer alıyor.
Bu olumlu gelişme Türkiye’nin kişi başına ortalama gelir durumuyla
orantılı olarak değerlendirme yapılırsa, Türkiye herhalde yardımseverlikte söz
konusu listede birinciliğe yükselir.
Bu durum Türk insanının yardımseverlik duygusunun, barışseverliğinin
ne kadar yüksek olduğunun açık bir göstergesi oluyor.
Bizden daha yüksek milli gelire sahip ülkeleri geride bırakarak
yardımseverlikte ne kadar duyarlı ve hassas olduğunun açık bir delilidir bu
durum.
Ülkemiz adına memnuniyet verici bir gelişme.
Özellikle petrol geliri yüksek olan ülkelerin, kişi başına yıllık
gelirleri olan 50 bin, 80-100 bin dolar civarında olan ülkelerle kıyas
yapıldığında bu husustaki fark ve fedakarlığın daha bariz bir şekilde meydana
çıktığını görüyoruz.
Bu güzel hasletin artarak devam etmesini niyaz ediyoruz…
Mazlumların sesi olmak, onların maruz kaldığı her türlü insanlık
dışı durumu seslendirmeyi bir görev bilmek; bu hasletlerin bir insanlık borcu olduğunu
ve bu husustaki şuur ve farkındalığın ülkemizde artışına yine bu dönemde şahit
oluyoruz.
Fakat bu durum sahte insan hakları savunucularını rahatsız
ediyor. Bu önemli konuda ne kadar samimiyetsiz olduklarını bir kez daha
anlıyoruz.
Bu noktada şu anlaşılıyor ki; sahta insan hakları savunucuları,
ifade özgürlüğü savunucuları, sahte demokrasi ve hukukun üstünlüğü savunucuları
bu değerleri sadece işlerine geldiği zaman bir kalkan olarak kullanıyorlar.
Mazlumların, gariplerin, şiddete maruz kalanların, fakirlerin,
temel insan hakları ellerinden alınmışların yanında durmaya bu değerlerin sahte
savunucuları tahammül edemiyorlar.
Çünkü bunlarda, o savundukları değerler "ancak ve ancak
menfaatleri icabı kendilerine lazım olduğu zaman, ancak kendileri dile
getireceklerdir" anlayışı hâkim.
Nasıl getirecekler? Hedef saptırarak bir tarafta vahşeti, kan
gölüne dönmüş ülkeleri, insan kasaplarını görmezden gelecekler; öbür tarafta
işine gelmeyen haksız ve kanunsuz bir gösteri olduğu ve bu durumun o ülkenin
birliğine, bütünlüğüne, beraberliğine kalınmasına ve gelişmesine halel
getireceğini bildikleri zaman bu hususta aslan kesilirler.
Kesilirler ki bu değerleri en üst dereceden istismar edip ve söz
konusu ülkeye yine en üst seviyeden zarar versinler.
Bu sahta savunmalarını bunun için yaparlar.
Gayeleri, amaçları ve hedefleri her geçen gün bir İslam
ülkesinde kargaşa çıkarmaktan başka bir şey değil. Hedefleri mevcut olanlara
bir yenisini eklemek...
İzledikleri politikalarda hep bunu görüyoruz.
“Sen suspus ol, ben senin içişlerine karışayım, senin hem savcın
ve hem de avukatın olayım, senin iradene karışayım, hem demokrasiyi savunup hem
de başka milletlerin iradesi benim hâkimiyetimde olsun” çabası içindeler. İslam
dünyasının hali vakti yerinde olanlar ise bunların suspus politikasına
menfaatleri gereği boyun eğmeyi bir görev sayıyor herhalde… Fakat ne zamana
kadar bu azınlık esaslı karşılıklı menfaat ilişkisi sürer; ne zaman menfaatleri
karşılıksız kalırsa o zaman… O zaman da iş işten geçmiş olacak!
Haksızlıklar karşısında hak ve hukuk çerçevesinde sesini
yükselten bir Türkiye var. Madem ifade özgürlüğü var, o zaman Türkiye de bu
çerçevede ifade özgürlüğü hakkını kullanır.
Hani batı her fırsatta bu değeri savunuyor ya…