13 Temmuz 2013 Cumartesi

Geri kalmış ülkelere yeni model





Teknolojik ilerlemeler her geçen gün yeni bir ürünü insanlığın hizmetine sunuyor.
Teknolojik gelişmelerin, yeni buluşların temel kaynağını araştırma ve geliştirmenin yanında, düzenli çalışmaya verilen önem oluşturuyor.
Araştırma ve geliştirmenin kaynağı ise üniversitelerin yanında, çeşitli alanlardaki kuruluşların kendi bünyelerinde bu amaçla bir bölüm oluşturmak; rekabetin giderek artış gösterdiği günümüz şartları bunu zaten zorunlu hale getiriyor.
Aynı zamanda bazı şirketler bu konuda üniversite işbirliğine de giderek çalışmalarını yürütüyorlar.
Sürekli araştırma yapan, bulunan yeni ürünleri ve mevcutların da yeni sürümlerini piyasaya sunan firmalar bu ürün ve hizmetlerin sahip oldukları üstün özellikleri oranında rakiplerini geride bırakarak pazar paylarını artırma çabası içinde oluyorlar.
Kalkınmış ülkelerin elde ettikleri başarının arkasında yatan gerçek Ar-Ge hizmetlerine yaptıkları yatırım ve kesintisiz bir araştırma anlayışından ileri geliyor…
Teknoloji, bilim her geçen gün ilerliyor, yeni yeni ürünler insanlığın hizmetine sunuluyor.
Ancak küresel ısınma, iklim değişikliği ve tabii kaynakların sürekli artan insan faaliyetleri neticesinde giderek azalma eğilimine girmiş olduklarını görüyoruz.
Bu sağlıksız durum dünyadaki ekonomik faaliyetleri yeni bir görüşe, yeni bir modele doğru zorluyor.
Yeni kalkınma modeli söz konusu kaynakları korumak ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşturmayı amaçlıyor.
Bu yeni model klasik usulde kalkınmasını tamamlayamamış olan ülkeler için bir fırsat olabilir.
Bu yeni yolu seçerek bu usulle kalkınmasını tamamlayabilir, mevcut yatırımları bu yeni usule doğru adapte etmeleri gerekiyor.
Bu konularda kalkınmış ülkelerin yoğun çaba içerisinde olduklarını çeşitli vesilelerle öğreniyoruz.
Kalkınmakta olan ve geri kalmış olan ülkelere baktığımızda ise ağırlıklı olarak İslam ülkelerini görüyoruz.
İslam ülkelerinin en büyük eksikliği ise istikrarsız bir yapıdan kendilerini bir türlü kurtarıp asıl gündeme kavuşamamaları oluyor.
Özellikle Ortadoğu ve buna yakın coğrafyada bulunanlar kan ve gözyaşından kendilerini kurtaramıyorlar.
Zengin olanlarda ise bir araya gelememe, mali ve ekonomik güçlerini birbirlerinden çekinerek bir araya getirememe korkusunu yaşadıkları bir görüntüyü sergiliyorlar.

Emperyalist güçler sanki söz konusu ülkelerin hür iradelerini kullanmalarında engel oluşturuyor.
Ağırlıklı olarak değişik ölçeklerde iç çatışmalar, savaşlar, ırkçılık, terör, patlamalar ve benzeri olmaması gerek bir olaylar zinciri ile iç içe yaşadıklarını görüyoruz.
Bu tip olayları; ne ırkçılık ve bölücülük ve ne de benzer hadislerin varlığını hiçbir kalkınmış olan ya da kalkınma yolunda ilerleyen diğer batılı ülkelerde göremiyoruz, bu da küresel huzur ve güven için istenen bir durum. Bu istikrarın ıstırap çeken ülkelere de aktarılması ve uygulanması küresel ölçekte eksik kalan kısmın önemli bir kısmının tamamlanmasını sağlayacaktır.
İslam ülkelerinin içinde bulunduğu tablo böyle acıklı olunca, ister istemez demek ki emperyalist güçler rol paylaşımını yaparken kendilerine hep iyi rolleri ayırmış, karşı tarafa ise kötü rolleri vermişler.
“Siz ırkçılıkla uğraşın, fraksiyonlara ayrılarak çatışmalarla uğraşın, vaktinizi meydanları doldurarak geçirin, biz de her konuda sizi her bakımdan sömürerek ilerlememize devam edelim,” diyorlar...  
Bu senaryo kötü yazılmış, bu bunu değiştirmek ise akıl ve mantık yolunu harekete geçirerek İslam ülkelerinin elinde….